• Sonuç bulunamadı

AYAŞ KÜLTÜREVİ HALK GİYSİLERİNİN ENVANTERLERİNİN ÇIKARTILMASI

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "AYAŞ KÜLTÜREVİ HALK GİYSİLERİNİN ENVANTERLERİNİN ÇIKARTILMASI"

Copied!
294
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

GAZİ ÜNİVERSİTESİ EĞİTİM BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ

GİYİM ENDÜSTRİSİ VE GİYİM SANATLARI EĞİTİMİ ANA BİLİM DALI GİYİM ENDÜSTRİSİ VE GİYİM SANATLARI EĞİTİMİ BİLİM DALI

AYAŞ KÜLTÜREVİ HALK GİYSİLERİNİN ENVANTERLERİNİN ÇIKARTILMASI

YÜKSEK LİSANS TEZİ

HAZIRLAYAN Sema ÇELİK

Ankara Haziran,2010

(2)

Sema ÇELİK Haziran,2010

AYAŞ KÜLTÜREVİ HALK GİYSİLERİNİN ENVANTERLERİNİN ÇIKARTILMASI

(3)

GİYİM ENDÜSTRİSİ VE GİYİM SANATLARI EĞİTİMİ ANA BİLİM DALI GİYİM ENDÜSTRİSİ VE GİYİM SANATLARI EĞİTİMİ BİLİM DALI

AYAŞ KÜLTÜREVİ HALK GİYSİLERİNİN ENVANTERLERİNİN ÇIKARTILMASI

YÜKSEK LİSANS TEZİ

Sema ÇELİK

Danışman: Yrd. Doç Dr. Halime YÜCEER ARSLAN

Ankara Haziran- 2010

(4)

i

Sema Çelik’’e ait olan “Ayaş Kültürevi Halk Giysilerinin Envanterlerinin Hazırlanması” başlıklı tezi …/…/2010 Tarihinde, jürimiz tarafından Giyim Endüstrisi ve Giyim Sanatları Anabilim Dalında Yüksek Lisans Tezi olarak kabul edilmiştir.

Başkan ………..

Üye ………

(5)

ii

Yaklaşık 1500 yıl önce Göktürk Devletinin doğu kanadını yöneten İşbara Han Bizans elçisine şu sözleri yazmıştır: “Size bağlı kalacak, haraç verecek kıymetli atlar hediye edeceğim. Fakat dilimizi değiştiremem. Dalgalanan saçlarımı sizinkine benzetemem. Halkıma Çin giysileri giydiremem. Adetlerimizi, kanunlarımızı değiştiremem. İmkân yoktur. Çünkü bu bakımlardan milletim fevkalade hassastır, adeta çarpan tek bir kalp gibidir"(Anonim 5).

Bu sözlerden de anlaşılacağı gibi kültürel değerler bir toplumun temel yapı taşlarını oluşturmaktadır.

İnsanın var olduğu günden bu güne kadar çeşitli şekillere ve kalıplara bürünmüş giyim kuşam toplumların kültürel yapılarını oluşturan ve onlar hakkında bilgi veren en değerli yazısız araçlardır. Bu gün ayakta olan toplumlar geçmişle bağlarını kopartmayan, onları zihinlerinde sürekli canlı tutan ve birer emanet misali gelecek kuşaklara taşıyan toplumlardır. Bu nedenle toplumumuzun temel kültür değerlerini araştırarak gün ışığına çıkarmak, belgelemek, korumak ve geleceğe takdim etmek büyük önem taşımaktadır.

Ayaş Kültür Evi Halk Giysilerinin Envanterlerinin Hazırlanması konulu bu araştırma da Ayaş Kültür Evi’nde bulunan kadın ve erkek giysilerinin envanterlerinin hazırlanması amaçlanmıştır.

Araştırmanın birinci bölümünde, problem durumu açıklanmış, araştırmanın amacı, önemi, sınırlılıkları, kullanılan terimlere yer verilmiştir. İkinci bölümünde, araştırmanın modeli, veri toplama ve çözümleme yöntemlerine ilişkin bilgilere, üçüncü bölümünde, bulgu ve yorumlara, dördüncü bölümünde ise; bulgular ışığında ulaşılan sonuçlara ve geliştirilen önerilere yer verilmiştir.

Giyim sınır tanımayan sürekli gelişen, değişen ve yayılan bir yapı izlemektedir. Geleneksel giyim ise günümüz giyiminden farklı olarak kültür, sosyal kabul ve yaşam tarzı çerçevesinde kendi kurallarını oluşturarak biçim kazanmıştır. Bu maddi kültür unsurlarının saklanarak envanterlerinin oluşturulması, gelecek kuşaklara geçmişin ışıklarının yansıması açısından son derece önemlidir. Aynı zamanda araştırmanın giyim ile ilgili literatüre ve araştırmacılara önemli katkılar sağlayacağı da düşünülmektedir.

(6)

iii

her türlü desteği sağlayan hocam Yrd. Doç Dr. Hatice Doğruol ve Nüzhet Sarıkaya’ya, çalışmalarımda desteklerini benden hiçbir zaman esirgemeyen aileme ve emeği geçen herkese sonsuz teşekkürlerimi sunarım.

(7)

iv

AYAŞ KÜLTÜREVİ HALK GİYSİLERİNİN ENVANTERLERİNİN HAZIRLANMASI

ÇELİK, Sema

Yüksek Lisans, Giyim Endüstrisi ve Giyim Sanatları Ana Bilim Dalı Tez Danışmanı: Yrd. Doç. Dr. Halime YÜCEER ASLAN

Haziran, 2010, 294 Sayfa

Anadolu, tarihin ilk günlerinden bu yana giyim açısından zengin doğal kaynaklara sahip olmuş, yine dört bir yandan gelen göçlerle her zaman zengin bir kültürel kimlik taşımış ve bu yönde özgün ürünler ortaya koymuştur. Giyim ürünleri, zengin kültür miraslarıyla birer giysiden daha çok görsel bir iletişim dili biçimine dönüşmüştür.

Türkoğlu, giyinmenin ortaya çıkmasında üç faktörün önemli olduğunu belirtmiş, biyolojik, fizyolojik ve psikolojik açılardan ele almış fakat bunların hangisinin diğerinden önemli olduğunu kişilerin yaşadıkları bölgenin iklimi, ekonomik durumu ve sosyal olaylarıyla açıklanabileceğini belirtmiştir.

Türkiye coğrafi konumu ve geçmiş kuşakların birikimi ile oluşturduğu yaşam biçiminin sonucu olarak övünmeye hak kazandığı tarihsel bir birikime sahiptir. Bu birikim kendini giyim kültüründe de ortaya koymaktadır.

Ülkemizdeki maddi kültür ürünlerinin gelecek kuşaklara iletilmesinde, bireysel ve toplumsal duyarlılıkla, gelişme gösteren kültür evleri son yıllarda giderek yaygınlaşmaktadır.

Kültür Evleri’nde sergilenen eserlerin sistemli bir şekilde kayıt altına alınması ve burada var olan eserlerin gelecek kuşaklara eksiksiz aktarılmasında envanter çalışmalarının yapılmasına ihtiyaç duyulmaktadır.

Araştırmada, Ayaş Kültürevi’nde bulunan ve henüz envanter kaydı yapılmamış 204 adet kadın ve erkek giysileri çalışma konusu olarak seçilmiştir. Giysiler, T.C. Kültür Bakanlığı Halk Kültürlerini Araştırma ve Geliştirme Genel Müdürlüğü’nün hazırlamış olduğu Halk Kültürü Belgeliği ve Kümeleme Kılavuzuna göre gruplandırılmış, her biri resmedilerek teknik çizimleri yapılmış ve envanter formları

(8)

v veriler açıklama olarak yazılmıştır.

Araştırma sonuçlarına göre, Ayaş Kültürevi’nde bulunan kıyafetlerin envanter kayıtlarının yapılmasının önemi açıklanmış ve gelecek kuşaklara eksiksiz aktarılması gereken nesnelerin envanter kayıtlarının yapılmasının önemi üzerinde durulmuştur. Envanter çalışmalarının yaygınlaştırılması ve daha sistemli hale getirilmesi önerilmiştir

(9)

vi

AYAŞ CULTURAL CENTER FOLKLORIC COSTUMES ÇELİK, Sema

Master Program, Clothing Industry and Clothing Arts Department Thesis Advisor: Assistant . Dr. Halime YÜCEER ASLAN

June, 2010, 294 Pages

Anatolia has always had rich resources in terms of clothing since the first days of history, also carried a rich variety of cultural identity with immigration from all of its surroundings and presented original products in these terms. Clothing products have transformed into a visual language of communication rather than barely clothing materials with their rich cultural heritage.

Türkoğlu indicated that three factors are important in the emergence of clothing, analyzed it in biological, physiological and psychological aspects, however, also argued that whether which one of them is important can only be explained by the climate, economic conditions and social events that the people experience.

Turkey has a historical accumulation which it has right to be proud of, as a result of the lifestyle created by its geographical position and the accumulation of past generations. This accumulation also reflects itself in clothing culture.

Cultural centers which have developed with the increasing individual and social awareness in conveying the material cultural products in our country to following generations have recently become gradually widespread.

It is required that the pieces exhibited in cultural centers are recorded systematically and inventory works should be implemented in order to convey these works of arts to the following generations perfectly.

204 female and male attires which are in Ayaş Cultural Center, however have not been recorded to inventory have been selected as the study subject. The attires were grouped in accordance with the Folk Culture Library and Grouping Guide prepared by Republic of Turkey Ministry of Culture General Directorate of Research and

(10)

vii

Development of Folk Cultures, each of them were pictured, their technical drawings were made and inventory numbers were given by creating inventory forms. Also, each clothing was analyzed in terms of fabric, ornaments and sewing techniques and the obtained data were entered as explanations in the related section in the inventory form.

According to the results of the research, the importance of inventory records of the attires in Ayaş Cultural Center was explained and the importance of inventory records of the objects which need to be perfectly carried to the coming generations was stressed. It is recommended that inventory works become widespread and more systematized.

(11)

viii ÖNSÖZ………... ii ÖZET ………. iv ABSTRACT……….... vi İÇİNDEKİLER………... viii TABLOLAR LİSTESİ……… xi ŞEKİLLER LİSTESİ………... xx

KISALTMALAR LİSTESİ………. xxi

1.GİRİŞ……….. 1

1.1.Giyim……….……….. 1

1.1.1.Türklerde Giyim Kuşam………. 2

1.2. Ayaş İlçesinin Coğrafi Konumu, Tarihçesi,Ayaş Kültürevi ve Envanter……... 14

1.2.1.Ayaş İlçesinin Coğrafi Konumu………. 14

1.2.2.Ayaş İlçesinin Tarihçesi………. 15

1.2.2.1.Osmanlı Öncesi Ayaş……….. 15

1.2.2.2.Osmanlı Döneminde Ayaş..……… 18

1.2.2.2.Yazılı kaynaklara Göre Ayaş….. ………... 19

1.2.3. Ayaş Kültürevi……….. 22 1.2.4.Envanter………. 27 1.3. Problem Durumu………...…. 28 1.4. Araştırmanın Amacı……….. 29 1.5. Problem cümlesi………... 29 1.6. Alt Problemler……… 29

(12)

ix TABLOLAR LİSTESİ 1.8. Sayıltılar………. 31 1.9. Sınırlılıklar………. 31 1.10. İlgili Tanımlar………... 31 2. İLGİLİ YAYINLAR 40 3.YÖNTEM……… 42 3.1. Evren ve Örneklem………. 42

3.2. Veri Toplama Teknikleri……… 42

3.3. Verilerin Analizi 43 4.BULGU VE YORUMLAR……….………... 44 4.1. Bulgular………... 44 5.SONUÇ VE ÖNERİLER………... 253 5.1. Sonuç………... 257 5.2.Öneriler……… 260 KAYNAKÇA………. 262 EKLER………... 268

EK–1 ÖLÇÜM NOKTALARI (ÖNDEN GÖRÜNÜM)……… 268

(13)

x Envanter No 1………... 46 Envanter No 2………... 47 Envanter No 3………... 48 Envanter No 4………... 49 Envanter No 5………... 50 Envanter No 6………... 52 Envanter No 7………... 53 Envanter No 8………... 54 Envanter No 9…………... 55 Envanter No 10…………... 56 Envanter No 11…………... 57 Envanter No 12…………... 58 Envanter No 13…………... 59 Envanter No 14…………... 60 Envanter No 15…………... 61 Envanter No 16…………... 62 Envanter No 17…………... 63 Envanter No 18…………... 64 Envanter No 19…………... 65 Envanter No 20…………... 66

(14)

xi Envanter No 22…………... 68 Envanter No 23…………... 69 Envanter No 24…………... 70 Envanter No 25…………... 71 Envanter No 26…………... 72 Envanter No 27…………... 73 Envanter No 28…………... 74 Envanter No 29…………... 75 Envanter No 30…………... 76 Envanter No 31…………... 77 Envanter No 32…………... 78 Envanter No 33…………... 79 Envanter No 34…………... 80 Envanter No 35…………... 81 Envanter No 36…………... 82 Envanter No 37…………... 83 Envanter No 38…………... 84 Envanter No 39…………... 85 Envanter No 40…………... 86 Envanter No 41…………... 87 Envanter No 42…………... 88

(15)

xii Envanter No 44…………... 90 Envanter No 45…………... 91 Envanter No 46…………... 92 Envanter No 47…………... 93 Envanter No 48…………... 94 Envanter No 49…………... 95 Envanter No 50…………... 96 Envanter No 51…………... 97 Envanter No 52…………... 98 Envanter No 53…………... 99 Envanter No 54…………... 100 Envanter No 55…………... 102 Envanter No 56…………... 103 Envanter No 57…………... 104 Envanter No 58…………... 105 Envanter No 59…………... 106 Envanter No 60…………... 107 Envanter No 61…………... 108 Envanter No 62…………... 109 Envanter No 63…………... 110 Envanter No 64…………... 111

(16)

xiii Envanter No 66…………... 113 Envanter No 67…………... 114 Envanter No 68…………... 115 Envanter No 69…………... 116 Envanter No 70…………... 117 Envanter No 71…………... 118 Envanter No 72…………... 119 Envanter No 73…………... 120 Envanter No 74…………... 121 Envanter No 75…………... 122 Envanter No 76…………... 123 Envanter No 77…………... 124 Envanter No 78…………... 125 Envanter No 79…………... 126 Envanter No 80…………... 127 Envanter No 81…………... 128 Envanter No 82…………... 129 Envanter No 83…………... 130 Envanter No 84…………... 131 Envanter No 85…………... 132 Envanter No 86…………... 133

(17)

xiv Envanter No 88…………... 135 Envanter No 89…………... 136 Envanter No 90…………... 137 Envanter No 91…………... 138 Envanter No 92…………... 139 Envanter No 93…………... 140 Envanter No 94…………... 141 Envanter No 95…………... 142 Envanter No 96…………... 143 Envanter No 97…………... 144 Envanter No 98…………... 145 Envanter No 99…………... 146 Envanter No 100…………... 147 Envanter No 101…………... 149 Envanter No 102…………... 150 Envanter No 103…………... 151 Envanter No 104…………... 152 Envanter No 105…………... 153 Envanter No 106…………... 154 Envanter No 107…………... 155 Envanter No 108…………... 156

(18)

xv Envanter No 110…………... 158 Envanter No 111…………... 159 Envanter No 112…………... 160 Envanter No 113…………... 161 Envanter No 114…………... 162 Envanter No 115…………... 163 Envanter No 116…………... 164 Envanter No 117…………... 165 Envanter No 118…………... 166 Envanter No 119…………... 167 Envanter No 120…………... 168 Envanter No 121…………... 169 Envanter No 122…………... 170 Envanter No 123…………... 171 Envanter No 124…………... 172 Envanter No 125…………... 173 Envanter No 126…………... 174 Envanter No 127…………... 175 Envanter No 128…………... 176 Envanter No 129…………... 177 Envanter No 130…………... 178

(19)

xvi Envanter No 132…………... 180 Envanter No 133…………... 181 Envanter No 134…………... 182 Envanter No 135…………... 183 Envanter No 136…………... 184 Envanter No 137…………... 185 Envanter No 138…………... 186 Envanter No 139…………... 187 Envanter No 140…………... 188 Envanter No 141…………... 189 Envanter No 142…………... 190 Envanter No 143…………... 191 Envanter No 144…………... 192 Envanter No 145…………... 193 Envanter No 146…………... 194 Envanter No 147…………... 195 Envanter No 148…………... 196 Envanter No 149…………... 197 Envanter No 150…………... 198 Envanter No 151…………... 199 Envanter No 152…………... 200

(20)

xvii Envanter No 154…………... 202 Envanter No 155…………... 203 Envanter No 156…………... 204 Envanter No 157…………... 205 Envanter No 158…………... 206 Envanter No 159…………... 207 Envanter No 160…………... 208 Envanter No 161…………... 209 Envanter No 162…………... 210 Envanter No 163…………... 211 Envanter No 164…………... 212 Envanter No 165…………... 213 Envanter No 166…………... 214 Envanter No 167…………... 215 Envanter No 168…………... 216 Envanter No 169…………... 217 Envanter No 170…………... 218 Envanter No 171…………... 219 Envanter No 172…………... 220 Envanter No 173…………... 221 Envanter No 174…………... 222

(21)

xviii Envanter No 176…………... 224 Envanter No 177…………... 225 Envanter No 178…………... 226 Envanter No 179…………... 227 Envanter No 180…………... 228 Envanter No 181…………... 229 Envanter No 182…………... 230 Envanter No 183…………... 231 Envanter No 184…………... 232 Envanter No 185…………... 233 Envanter No 186…………... 234 Envanter No 187…………... 235 Envanter No 188…………... 236 Envanter No 189…………... 238 Envanter No 190…………... 239 Envanter No 191…………... 240 Envanter No 192…………... 241 Envanter No 193…………... 242 Envanter No 194…………... 244 Envanter No 195…………... 245 Envanter No 196…………... 246

(22)

xix Envanter No 198…………... 249 Envanter No 199…………... 251 Envanter No 200…………... 252 Envanter No 201…………... 253 Envanter No 202…………... 254 Envanter No 203…………... 255 Envanter No 204…………... 256 ŞEKİLLER LİSTESİ

(23)

xx

Şekil 1 Ayaş ve Ankara’nın ilçeleri……….. 15

(24)

xxi KÖDG: Kadın özel Dış giyim

KİG: Kadın iç Giyim KA: Kadın Aksesuarları

EGDG: Erkek Günlük Dış Giyim EÖDG: Erkek Özel Dış Giyim EİG: Erkek İç Giyim

(25)

1.GİRİŞ

1.1. Giyim

Sözlükte “Giyilen Ģeylerin tümü, giysi, giyecek” olarak açıklanan giyim kavramı; insan vücudunu dıĢ etkilerden koruyan, toplumsal ve sanatsal olaylardan etkilenen, insan vücuduna göre Ģekil alan giysilerin tümü olarak açıklanabilir(Anonim4).

Türkoğlu giyinmenin ortaya çıkmasında üç faktörün önemli olduğunu belirtmiĢ, biyolojik, fizyolojik ve psikolojik olarak ele almıĢ fakat bunların hangisinin diğerinden önemli olduğunu kiĢilerin yaĢadıkları bölgenin iklimi, ekonomik durumu ve sosyal olaylarla ilintili olduğunu vurgulamıĢtır (Türkoğlu,2002: 4-5).

Ġçgüdü ile baĢlayan ve örtünmeyi de aĢarak toplumun aynası olan giysilerde toplumsal sınıflaĢmanın izleri kendisini gösterir (Onur,2004:27-28).

Ġnsanoğlunun yapraklar ve deri parçalarıyla baĢlayan örtünme serüveni zaman içinde giyinmeye dönüĢürken giyilecek malzemenin Ģeklide değiĢmeye baĢlamıĢtır. Toplulukların geliĢmesiyle birlikte buna süslenme ihtiyacı da eklenmiĢtir. Ġnsanlar bulundukları uygarlık seviyesine göre giyim tarzları yaratmıĢlar, her ulus kendi örf, adet ve inanıĢlarına, yaĢam Ģartlarına göre giyimlerini ĢekillendirmiĢtir(Ġnalcık,2008:279).

Vücudu örten ilk giysiler kabaca Ģekil verilmiĢ hayvan postları iken medeniyetin ilerlemesiyle yerini dokuma kumaĢlara bırakmıĢ, hayvansal ve bitkisel liflerden elde edilen kumaĢlar farklı tekniklerle vücuda göre biçimlendirilmiĢtir. Kalıp elde etme teknikleri ilerledikçe vücudu örten giysi çeĢitleri artmıĢ ve modanın doğmasına sebep olmuĢtur (Önge,1995:3).

Coğrafi koĢullar, cinsiyet, yaĢam tarzı ve kültür etkisi ile tarih boyu değiĢime uğrayan giyim(Türkoğlu,2002:22), yüzyıllarca toplumlarda kendini ifade etmenin en önemli aracı, adeta sessiz bir konuĢma biçimi olmuĢtur(ÇatbaĢ,2003:7).

Giyim, giyen kiĢinin sosyal durumunu, yaĢını ya da dönemini, kiĢilik ve karakterini, ekonomik durumunu ve toplumdaki yerini belirlediği gibi, bireysel, ulusal ya da toplumsal özelliklerde göstermektedir. Toplumun ya da ulusun coğrafi konumu ve

(26)

tarihi, sosyo, ekonomik koĢulları, insanın doğumundan ölümüne kadar yaĢamının tüm aĢamalarına iliĢkin bu özellikler, giyim kavramının oluĢumunda ve çeĢitlenmesinde önemli yer tutmuĢtur(Sürur,1983,7).

Orta ve Batı Asya‟ nın büyük bir bölümü ile Doğu Avrupa arasındaki geniĢ topraklarda yerleĢmiĢ olan halklar topluluğunun büyük bir dalını oluĢturan Türkler Ġslâmiyet‟i seçmeden önce pek çok dini inancı benimsemiĢ ve bozkır yaĢam tarzını sürdürmüĢlerdir. Girdikleri her dinde ve yaĢadıkları bölgelerde Türk kültürünün oluĢmasında etkin bir rol oynayan Türkler giyim konusunda da Orta Asya‟dan baĢlayarak Anadolu‟ya kadar yüksek bir giyim kültürü oluĢturmuĢlardır.

Hunlarla birlikte ortaya çıkan Türk Giyim özellikleri ana hatları ve detayları ile Anadolu‟ya kadar gelmiĢ(Önge,1995:9), Osmanlılarda kesintisiz devam ederek ipliğin, kumaĢın ve değerli madenlerin birbiriyle buluĢtuğu ihtiĢamlı bir giyim kültürüne ve zengin bir görselliğe bürünmüĢtür. Aynı zamanda Türk giyim özellikleri baĢka kültürlerden de etkilenmiĢ farklı kültürlere de kaynaklık etmiĢtir.

Öyle ki Uygurlar, egemenlikleri altına girdikleri Hıtay ve Moğol devletlerini doğrudan doğruya saraylarından etkilemiĢlerdir. Hanların oğullarını Uygur beyleri eğitmiĢ, Türk devlet Ģemasını bu devletlere uygulamıĢlar, diplomatik rolleri Uygurlar üstlenmiĢlerdir. Cengiz‟in sarayında kılık kıyafete bile Uygur tarzının yerleĢtiği yaygın olarak anlatılmaktadır(Güngör,2000:12).

Orta Asya‟dan baĢlayarak Anadolu‟da zenginleĢen zevkin ve estetiğin buluĢtuğu pek çok örneklerle dolu olan Türk giyim kültürü erkek, kadın ve çocuk giysi çeĢitlerinden olan elbiseler, cepkenler, Ģalvarlar, kaftanlar, göynekler, donlar, yelekler, çizmeler geleneksel Türk sanatlarının çeĢitli örnekleriyle bezenerek süslenmiĢtir.

1.1.1.Türklerde Giyim Kuşam

Eski dönem Türk topluluklarının giyim tarzını, büyük ölçüde yaĢadıkları geniĢ coğrafya ve bu coğrafyadaki bozkır, ormanlık saha, çöl gibi farklı iklim Ģartlarının etkilediğini söylemek mümkündür.

(27)

Türklerin yaĢam tarzları ve yaĢadıkları coğrafya giyimleri ve giyimlerinde kullandıkları malzemeler üzerinde etkili olmuĢtur.

Orta Asya‟da Türkler sürekli at üzerinde göçebe yaĢar ve koyun çobanlığı yaparlardı(Cahen,2002:1). Eski Türklerde kadın ve erkeklerin hayatının büyük bir kısmı at üzerinde geçtiği için kıyafetlerde dayanıklılık ve kullanıĢlı olma unsuruna önem verilmiĢ(Barbarosoğlu,2004:98), giysilerde kumaĢ ve daha çok deriyi kullanmıĢlardır(Özçelik,2003:12).

Türklerin Çin‟e sürekli yaptıkları seferler atlı-muharip bir kavmin oluĢmasının zeminini hazırlayarak her an muharebeye hazır olma mecburiyetini getirmiĢ, açık havanın muhtemel olumsuzlukları da; korunaklı ve dayanıklı elbise tipinin tercih edilmesi üzerinde etkili olmuĢtur.

Orta Asya‟da hayvancılık önemli bir uğraĢ olduğu için dıĢ kıyafetlerde deri ve yün sıkça kullanılmıĢ(Küçükerman,1996:14), ayrıca kendir yetiĢtirmiĢler ve bu kendirlerden elde ettikleri lifleri dokuyarak kullanmıĢlardır(Özçelik,2003:14).

Romalılar keten gömlek giyildiğini ilk defa Hunlarda

görmüĢlerdir(Barbarosoğlu,2004:98).

Türkler bol dökümlü entariler, donlar ve ceket gibi kıyafetleri tercih etmiĢler, avladıkları hayvanların derilerinden ve tüylerinden de kürk, giysi, kalpak, kemer ve çizmeler yapmıĢlardır.

Ortak yaĢam Ģartları nedeniyle kadın-erkek giyimi de benzerlik göstermektedir. Kadın ve erkek giyiminde kalıp farklılıkları yoktur(Küçükerman,1996:14).

Bozkır kuĢağında en erken giysi örnekleri Hun mezarlarında görülmektedir. Yapılan kazılarda etek boyu ve kolları uzun, önü boydan boya açık olan ve ipekten yapılmıĢ kıyafetlere rastlanmaktadır. Bu giysi Çin‟den gelen ipek kumaĢla yapılmıĢtır(Ünal,2000:157).

Orta Asya‟daki bütün taĢ heykeller çoğunlukla elbise giymiĢ dıĢ giyimli erkekleri simgelemektedir. TaĢ heykelciklerde görülen giyim unsurları, elbisenin iki çeĢidi olduğunu göstermektedir. Ġlk gruptakiler gevĢek ve hafif kemerli, uzun ve dar yenli ve oldukça geniĢ üçgen cep kapakları ile tanımlanabilir. Yırtmaç sıklıkla derin olarak görülmektedir. Elbisenin ikinci çeĢidi, yaka ve kolluğu olmayan düĢük boyunlu

(28)

bir modeldir. Çoğu heykelde betimlenen cep kapağı, bunların kafa için deliği olan gömlekten ziyade dıĢarı elbisesi olduğunun göstergesidir. Türk elbiseleri, klapalı ve göğüsten basit kesimli olup; sağdan sola iliklenmiĢlerdir. Tersine iliklemeli olanlar, daha seçkin Türk heykellerini temsil etmiĢlerdir(Kubarev,2002:193-194-196). Genel olarak erkeklerin kullandığı; kaftan gömlek, hırka ve üçetek entaride kullanılan kol bandı Tiraz‟ın ilk örnekleri Orta Asya Budist sanatında görülmeye baĢlanmıĢ ve buradan Doğu ve Batı Türkistan ile Yakın Doğu‟ya yayılmıĢtır. Tiraz, mevki ve unvan simgesi olarak kullanılmıĢ genelde düz kumaĢlardan yapılmıĢtır(Süslü,2007:152).

Orta Asya Göktürkler döneminde, Suyahta Harabeleri‟nde bir ölünün üzerinde çürümeden kalan üst üste giyilmiĢ üç ipek elbisenin; en üste olanı koyu kırmızı ipekten, ortadaki yeĢil ipekten, en alttaki ise sarı ipekten yapılmıĢtır. Esik Harabeleri‟nde bulunan „altın elbiseli adam‟ın üzerindeki renkli ipek elbiselerden anlaĢıldığı kadarıyla Türkler zamanla dokumacılık sanatını en ileri seviyeye getirmiĢlerdir. Altın ve gümüĢ gibi kıymetli maden çubuklarını büyük bir ustalık ve maharetle incelterek iplik haline getirmiĢler, ipek iplikleriyle karıĢtırarak simli kumaĢlar dokumuĢlardır. Ġmal ettikleri ince simli (madenî ipliklerle) keçeleri, halıları, özellikle elbiselik kumaĢları simlendirmiĢlerdir(Ünal,2000:158).

9.Yüzyıla tarihlenen Bezeklik Tapınağı‟ndaki Uygur duvar resimlerinde de figürlerin önden açık boy entarileri giydikleri görülmektedir(Görünür,2005:25). Türkler batıya yöneldikleri bu süreçte, uzun önden açık boy entarisini de birlikte getirmiĢlerdir(Süslü,2007:182).

Üç etek entari, Orta Asya Türklerinde daha sonra Anadolu‟da Selçukluklarda ve Osmanlılarda kadın ve erkeklerin giydiği bir elbise olmuĢtur(Süslü,2007:159).

Eski Türklerde en önemli dıĢ giyim eĢyası kaftandır. Göktürklerde ve Uygurlarda dize veya yere kadar uzanan beli kuĢaklı, dik yakalı kaftanlar görülür. KiĢinin statüsüne göre değerli kumaĢlardan yapılan kaftanlar erkekler için sade yapılır, kadınlar içinse üzerleri çiçeklerle süslenirdi(Süslü,2007:146). Önü açık bir elbise türü olan kaftanı ilk giyenlerin Türkler olduğunu bütün tarihçiler kabul etmektedir(Türkoğlu,1992:231). Moğol hükümdarı Möngke Kağan iktidarını pekiĢtirmek için Cengiz Han‟ın kolsuz kaftanını giyerek, “ben atalarımın koyduğu yasalara uyuyorum” diye ilan etmiĢtir(Edvards,2003:19). Göktürk heykellerinde, Uygur minyatürlerinde dize veya yere kadar uzanan, beli kuĢaklı, dik veya devrik yakalı

(29)

kaftanlar görülmektedir. Kaftanların önü açık olup astarsızdır. Kaftanın altına; üst bedene: gömlek, üçetek entari, hırka, alt bedene de don giyilmektedir(Küçükerman,1996:14). Göktürkler döneminde Kırgız kadınları da yün Ģayaktan ya da Çin ipeklisinden kaftan giymiĢlerdir. Kaftanların beden kısımları vücuda oturur, düğmeler bele kadar iliklenir veya düğmesiz olurdu(Süslü,2007:144). Vücuda oturan kaftanlar tanımlaması akla bu kaftanlarda kuplu kesimlerin kullanıldığı izlenimini getirmektedir. Tansuğ bir makalesinde “düğmeli, ilikli, "kup"lu giyimi keĢfedenlerin Asya'da, Hazer denizi çevrelerinde yerleĢmiĢ insanlar olduğu ileri sürülmektedir” diyerek bu varsayımı doğrulamaktadır(Tansuğ,:296).

Türklerde vücudun alt kısmına giyilen eĢyanın genel adı „don‟ dur. Kaftanın altına giyilen don, biçiliĢ Ģekillerine göre; Ģalvar, çakĢır, potur gibi isimler almaktadır. Ata binen tüm savaĢçı kavimler at üstünde rahat hareket etmeyi sağlayan Ģalvar ve çakĢırı kullanmıĢlardır. ġalvar, üst kısmı bol büzgülü, paçaları ayrı ve geniĢçe dikilmiĢ dıĢ dondur(Özel,1992:20).Göktürk ve Kırgızlar günümüz pantolonlarına benzer donlar giymiĢlerdir. Uygurlar ise çakĢır giymiĢlerdir(Ögel,1978:101). Hunlarda erkek ve kadın dıĢ donları deridendir. Erkeklerin Ģalvarı kadınlarınkine göre daha dar ve sade oluĢturulmuĢtur(Özel,1992:22). Deri dıĢında ince kumaĢtan da elbise yapıldığı ve özellikle Ġran‟da bu ince kumaĢtan yapılmıĢ boru gibi duran pantolonlar giyildiği görülmektedir(Türkoğlu,1992:230).

Ögel, ayrıca Kengol kurganında ipekten yapılmıĢ, baĢı kırmızı ipek kumaĢla sarılı kadın cesedine rastladığını belirtmiĢ; deri kadın pantolonunun son derece zarif olduğunu; cesedi kısmen mumyalanmıĢ kadının ipekli entarisinin üzerine, ipekli bağlar bağlanmıĢ bulunduğunu ve ayaklarına çarıklar giydirildiğini aktarmaktadır(Ögel, 1988:76).

Süvarinin en rahat giyim Ģekli olan ceket ve don bozkırın "tipik" elbisesi olmuĢtur(Barbarosoğlu,2004:98). Türkler bu ceketlerde ilik ve düğme kullanarak at üstünde savaĢan askerlerinin daha rahat hareket etmesini sağlamıĢtır.

Tansug makalesinin devamında giyim tarihçisi Japon Profesörün sözlerini Ģöyle aktarıyor;

“Düğme'nin, ilik'in ve kuplu giyimin-baĢka deyimle Ģalvar cepkenin keĢfedildiği bölge Anadolu'ya çok yakındır. Hazer Denizi civarındadır. Onun için Anadolu halkı

(30)

arasında düğmeli giyimin ve Ģamanistik takıların izlerini bulabilirsiniz. Bu da giyim tarihi açısından çok ilginç olabilir”

Boylar halinde yaĢayan göçebe Türkler bu pratik giyim sayesinde koca Çin topluluğuna karĢı giriĢtikleri savaĢlarda üstünlük kazanabilmiĢlerdir. Zamanla, az sayıdaki akıncılarla baĢ edemediğini gören Çin, (durumu değerlendirip) eski tarz (sarma, bağcıklı) giyimini bırakmıĢ; askerlerine "ilik'li, "düğmeli, "donlu, "kup'lu giyimi kabul etmiĢtir(Tansuğ, 296). Türkler ceketlerde ilikleri sola açmıĢlardır. Soğuk ve sıcak havalarda ayrı ayrı giyilen pelerinler kullandıkları da araĢtırma ve çıkan bulgulardan anlaĢılmaktadır(Kafesoğlu,2007:319-320).

Eski Türk giyiminde kemer ve kuĢak mutlaka bulunmaktadır. KuĢak alamayan veya bulamayan yoksullar bellerine ip bağlarlardı. KuĢakların geleneksel giyimde üç fonksiyonu vardır. Beli sıkmak ve vücudu soğuktan korumak, muhtemel bel ağrılarını önlemek, cep gibi kullanmak suretiyle bıçak, kese, av hayvanları vb. takmak ve kıyafete zenginlik katmak. Kadın kuĢakları ise erkek kuĢaklarına nazaran daha sade ve renk ve motiflerden oluĢmuĢtur. Ġpek ve Ģal kuĢaklar kadın giyimine ayrı bir renk katmıĢtır(Tan,1992:219-220).

6–8.yy Göktürk heykellerinde de kemerler vardır. Tuva Özerk Cumhuriyetinde Ġskitlere ait olduğu anlaĢılan Arjan-2 adı verilen kurganda tunç ok baĢları, bir balta, deri bir kemer ve ahĢap balta sapı parçasına yapıĢmıĢ bir tutam keçe bulundu. Keçenin balta kılıfı olarak kullanıldığını ve kemerinde baltayı bele takmak için kullanıldığı söylenebilir(Edvards,2003:58). Kırgızlar ve Uygurlar‟da kemerlerine bıçak ve bileği taĢı asmıĢlardır.

Göktürk ve Uygurlara ait eĢyalardan, heykellerden, minyatürlerden erkeklerin kadınlar gibi saçlarını uzatarak, tek veya çift örgüyle ördükleri bilinmektedir. Taç, külah, kavuk, börk, sarık ve takke Türk erkeklerinin eski baĢlıklarıdır. Taçlar en eski olarak Hun kurganlarında ve Göktürklerde görülmüĢtür. Tek taĢlı, diadem tipi ve dilimli taçlar Selçuklular tarafından da kullanılmıĢtır(Özel,1992:19).

Ayakkabı olarak Türkler çizme kullanmıĢtır. M. Ö. 1. ve 2. yüzyıllarda Büyük Hunların keçe, çorap ve çizmeyi, Göktürklerin ve Uygurların keçe çizmeyi kullanmayı sürdürdükleri görülmektedir. Orta Asya‟da kullanılan kırmızı çizme hükümdarlığın simgesi olmuĢtur(Süslü,2007:150). Çizme ve ayakkabıların büyük bir kısmında ağız

(31)

bölümü geniĢ tutulmuĢtur. Ayağa rahat giyilmesi için geniĢ bırakılan ağız kısmı giydikten sonra bilekten iplikle bağlanıyordu(Türkoğlu,1992:231).

Türk kadın kıyafetleri daha önce bahsettiğimiz gibi erkek kıyafetleriyle aynı kesim ve kalıp tekniği ile yapılmıĢtır. Türk kadınlarının takındığı ziynet eĢyaları ve giydiği elbiseler de, onları diğer topluluklardan ayırt etmeyi sağlayacak özellikler gösteriyordu. Örneğin IX. yüzyılda kadınlar kimisi çıngıraklı olan mücevherler takınırlardı. Yaka Ģeklinde gerdanlıklar, yüzükler, bilezikler, ipekler ve dibalar, altın iĢlemeli olan bürümcükler, bağırdak denen ve beli sıkan cepkenler, milliyete ve mertebeye iĢaret eden kıyafetler, yanağa ben resmi yapmak için allıklar kullanırlardı(Asife,2007:182)

Türk giyim kültürünün oluĢum sürecini Anadolu‟da yaĢayan insanların oluĢturduğu kültür de etkilemiĢtir. Anadolu‟da Ġ.Ö.2000- Ġ.Ö.500 arası dönem giyim tarihi açısından olağanüstü önem taĢımaktadır. Günümüze kadar gelen birçok kıyafetin, aksesuar ve takının kaynağı bu 1500 yıllık dönemin içinde yer almaktadır.

Anadolu topraklarında yaĢayan farklı medeniyetler örtünme ve sarınma Ģeklinde kullanılan tek parça kumaĢtan oluĢan Anadolu giyimi Ġ.Ö:1000 den sonra Ġç Asya uluslarının etkisi ile yerini vücut organlarını ayrı ayrı saran dikiĢli yeni giysilere bırakmıĢtır böylece göynek, entari, don bu medeniyetler tarafından da kabul edilmiĢtir. Fonksiyonellik ve estetik açılardan sonradan çok benimsenen bu giyim parçası için asırlarca ‟barbar giyimi‟ tanımlaması yapılmıĢtır(Berk,2006:11).

Ġ.Ö. 9. yy dolaylarında Orta Asya‟da yaĢayan Bozkır uluslarının batıya, Güney Rusya ve Ukrayna‟ya hatta Almanya‟ya kadar çeĢitli nedenlere dolayı göç ettikleri bilinmektedir. Orta Asya Steplerindeki ulusların (Ġskitler, Sarmatlar, Türkler, Hunlar) giysileri birbirinden pek farklı değildir. Kıyafetleri post ve deriden kısa bir tunik, uzun pantolon, deri ve kürklü ayakkabı ve baĢlıktır. Göç, askeri ve siyasi nedenlerle bu giyim Karadeniz sahilleri ve Güneydoğu Avrupa‟ya yayılmıĢtır. Orta Asya giyim kültürü Oğuz Türklerinden çok önce dolaylı yollardan da olsa Anadolu kıyafet tarihinde etkili olmuĢtur(Türkoğlu,2002:75).

Anadolu‟nun batısında ise farklı etkiler görülmektedir. Eski Girit-Miken, Yunan ve Roma adetleri Türklerden önce özellikle Batı Anadolu‟da ve Trakya‟da canlı bir biçimde Bizanslıların devraldığı bir kültür mirası olarak yaĢamıĢtır. Anadolu içlerine

(32)

geldikçe eski ulusların bu gelenekleri karĢılıklı etkileĢimlerle bölgesel sanata ve karaktere bürünmüĢtür(Türkoğlu,1994:36).

Anadolu‟da hüküm sürmüĢ Hitit kadın giysisi de iki parçalı uzun elbise ve mantodan oluĢmaktadır. Mantonun kapĢonu baĢı örtmektedir. M.Ö. 2000 yıllarında Hitit kadınlarının baĢlıklarında Ģehir surlarına benzeyen silindirik poloslar daha önce kullanılan sivri bonelerin yerini almıĢtır. Hitit kadınlarının alnı açıkta bırakan, arkaya atılmıĢ dümdüz saçlarını, giyilen baĢlık gizlemiĢtir. Bunun altından enseyi örterek bele kadar inen kalın örgü görülür. Yazılı belgeler, Hitit kadın kıyafetlerini erkeklerden ayırarak zikretmektedir. Bu kaynaklarda Hitit kadın giysisinin baĢlıca parçaları „bir yukarı çekilmiĢ elbise, bir iĢlemeli tunika, bir(üste örtülen) manto, bir baĢlık, bir iç elbisesi, bir takım kemerli tunika, bir takım gümüĢten göğüs süsü‟ olarak sıralanmaktadır. Yazılarda TUGseknu denilen bir giysiden söz edilmektedir. Bu, sırt üzerinde taĢınan ve baĢı da örten giysi aksesuarı, genellikle „Ģeffaf örtü‟ olarak anlaĢılmıĢtır. Lupanni ise hem erkek hem kadın için kullanılan bir baĢlık olup, özellikle kralın tören giysileri arasında zikredilmiĢtir(Darga,1976:86)

Türklerin Anadolu‟ya hakim olmalarıyla Türk giyiminin etkisinde kalan Bizans‟ta, 10.yüzyıldan sonra kaftana benzer üstlükler, Türk tipi baĢlıklar, Ģalvar veya pantolon diyebileceğimiz giysiler görülmeye baĢlanır.

Hazar Prensesi Çiçek‟in Bizans Sarayına gelin gittiği zaman giydiği Türk tipi imparatoriçelik elbisesi çiçekon, sarayda moda olmuĢtur(Barbarosoğlu,1004:98). Önden açık giysi Türk etkisi ile ortaya çıkmıĢ ve Bizans yoluyla Avrupa‟ya kadar yayılmıĢtır.

Orta Asya‟dan Anadolu‟ya 24 Oğuz boyunun önemli bir bölümüne mensup aileler gelip yerleĢmiĢtir. Oğuz boylarının ortak kültürel kimlikleri olmakla beraber, aynı zamanda her boyun kendine has kıyafetleri ve sembolleri vardır. Bu semboller halı, kilim, çadır, at, koyun dokuma, takı ve giysilerinde bir bayrak gibi yer almıĢtır(Türkoğlu,2002:139).

Oğuz boylarından sonra Anadolu‟da etkin olan Selçukluların kıyafetlerindeki karakteristik özelliklerin Selçuklulardan daha erken tarihlere ait Türk kıyafetlerinde de rastlanması Selçukluların birçok eski Türk kıyafet Ģekillerini devam ettirmiĢ olduklarını ortaya koymaktadır(Atasoy,1971:136). Anadolu Selçukluları giyim özellikleri üzerinde yapılan araĢtırmalar daha çok Kubadabat Sarayı çini buluntularından meydana

(33)

gelmektedir. Bu buluntulardaki resimler ve malzemeler, Selçuklu devri giyimleri için görülebilen bir kaynak teĢkil etmektedir(Özçelik,2003:14).

Selçuklulardan sonra Anadolu‟da hâkimiyet kuran Osmanlılarda zengin bir giyim kültürü mirası almıĢlar ve bu mirası daha da zenginleĢtirerek devam ettirmiĢlerdir.

Osmanlı imparatorluğu döneminde ana hatları ile Orta Asya ve Selçuklu giyim kuĢam ve süslenme geleneği sürdürülmekle birlikte devletin zenginleĢmesi, üç kıtaya yayılan topraklardan gelen kültürel etkilenmeler sonucu zengin, gösteriĢli bir giyim kültürü ortaya çıkmıĢtır(Özel,1992:15).

Fatih Sultan Mehmet‟in ölümünden sonra sarayda geliĢen ölen padiĢahların giysilerini bohçalayarak saklama geleneği, Osmanlı dönemi giysi ve iĢlemelerinin 15. yüzyıldan 20. yüzyıl baĢlarına kadar kopmadan izlenmesine olanak sağlamaktadır(Özçelik,2003:14). Her padiĢah kendi dönemine has dekorasyon, yemek kültürü ve giysileriyle saltanatını sürdürürdü. Her padiĢahın kendine özgü dizaynı ve moda anlayıĢı vardı(Gürsoy,2004:155).

Kıyafetlerin seyrini takip etmekte en önemli unsurlardan biri de padiĢah albümlerinde yer alan minyatürler ile yabancı ressamların yaptıkları resimlerdir. Elbisenin Kanuni Sultan zamanında saraya girdiği zannedilmektedir. Bunun en kuvvetli delili Hürrem Sultan‟ın elbise ile yapılmıĢ resmidir(Barbarosoğlu,2004:100).

Osmanlılarda, kılık kıyafet çok zengin ve ihtiĢamlı bir kültür alanıdır; baĢka hiç bir kültür, kıyafet alanında bu zenginlik ve ihtiĢama ulaĢamamıĢtır. Kıyafetler, serpuĢlar, dilden daha geniĢ ve ayrı bir iletiĢim alanı oluĢturmuĢtur(Kösoğlu,1997:34). Ġpek kaftanlar inciler, elmaslar, yakutlar ve zümrütlerle süslenerek padiĢahlara sunulmuĢtur.

Osmanlı dönemi giysilerini iki sosyal sınıf olan askeri ve beledi (Ģehirli, sıradan halk) esasına göre incelemek daha doğrudur. Askeri ve beledi sınıf daha pahalı ve değerli mücevherlerle süslenmiĢ giysiler giymekte, halk tabakasının büyük bir kısmı özellikle dar gelirli halk ise pamuklu kumaĢtan yapılmıĢ giysiler giymekteydi(Ġnalcık, 2008:78-258).

(34)

Djevad bir saray merasimlerinde gördüğü manzarayı Ģu Ģekilde ifade ediyor “Şu kar gibi beyaz ipliklerle bürünmüş kavuklu başlardan husule gelen insan deryasına bakın! Şu her cinsten, her renkten akıllara durgunluk veren kaftanları tam tarif etmeye vaktimiz yok. Her taraf altın, gümüş parıltılarıyla ışıl ışıl! Kelimeler bu tabloyu resmetmekten aciz kalıyor. Bunlar benim o ana kadar gördüğüm en güzel manzarayı teşkil ediyordu”(Djevad,1974:179).

Ġyi bir gözlemci olan Djevad Türklerin ve kendi kıyafetlerini karĢılaĢtırdığında Ģu cümleler dökülüyor ağzından; “Türkler ayak bileklerine kadar uzanan kaftanlar giyerler. Bu kaftanlar onları uzun boylu ve heybetli gösterir. Hâlbuki bizim kostümlerimiz o kadar kısa ki vücudu iyi örtmediği için vücudun biçimsiz taraflarını teşhir ediyor. Bundan başka bizimkiler insanı kısa boylu gösterdiği halde Türk entarileri uzun boylu tesiri uyandırmaktadır”(Djevad,1974:179) demektedir.

Osmanlı döneminde kırsal kesimdeki kıyafetler yüzyıllar içinde aynı üslupla devam ederek günümüze çok az farklılıklarla ulaĢmıĢ iken; Ģehirli kadın kıyafetleri ast üst iliĢkisine dayanan tabakalaĢmıĢ hiyerarĢi ve kadın kıyafetinde örtünmenin süslenme gayesine de yönelik olması ve süsleme unsuru olarak değerli mücevherler ve kürklerin kullanılması sonucu her dönem farklılaĢmıĢtır(Barbarosoğlu,2004:100).

Osmanlı dönemi giysilerini oluĢturan öğeler sırasıyla üste giyilenler, baĢa ve ayağa giyilenler ve kıyafeti tamamlayan öğeler olarak sıralamak doğru olacaktır.

Üste giyilenler; entari, Ģalvar, kaftandan, ferace, cepken, çarĢaf, don, gömlek, hırka, libade, maĢlah, salta, Ģal, Ģalvar, yeldirme, yelek, baĢa giyilenler; baĢlık, baĢ örtüsü, hotoz, fes, namaz bezi, peçe, takke, tarpuĢ, tepelik, yaĢmak, yemeni, Ayağa giyilenler; çedik pabuç, çizme, çorap, mest, nalın, pabuç, Ģıpıdık, terlik, Kıyafeti bütünleyen öğeler; ben, çamaĢır, kemer, kına, korse, kürk, kuĢak, oya, rastık, sırma sorguç, Ģemsiye, uçkur, yazmadan oluĢmaktadır(Davis,2006:207-208-209).

Osmanlı cemiyetinin halk tabakası, dilenciler, çingeneler, uĢaklar, iĢçiler (amele), seyyar satıcılar, çeĢitli meslekler (köçekler, sazende, hanende, berberler), köylüler, göçebeler, muhtediler, azınlıklar, esir ve kölelerden oluĢmakta idi.

Osmanlı halk tabakası gövdeye, gömlek, mintan, zıbın, belden aĢağısına don ve Ģalvar giyerdi. Bunun üstüne de önü yırtmaçlı ve kollu entari giyilir üstüne ve bele bir

(35)

kuĢak sarılırdı. Daha üstüne de rical ve zenginler kürklü ve iĢlemeli kaftan, orta sınıf cübbe veya hırka giyerdi. AĢağı tabaka kollu ve yakasız kısa yelek ve cepken, belden aĢağıya dar paça baldırlı potur giyerdi. Ayakkabılarda çok çeĢitli idi. Yüksek sınıf çedik, pabuç, mest, çizme, aĢağı sınıf yemeni ve köylüler çarık giyerdi. Ayrıca Osmanlı döneminde müslümanlarla gayri müslimlerin kıyafetleri birbirinden farklıydı bu farklılık çıkartılan kanunlarla düzenlenmekteydi(Barbarosoğlu,2004:101).

Osmanlı Ġmparatorluğu döneminde orta tabaka ve üst tabaka kıyafetlerinde kesim farklılıkları yoktur. Giyimde statüyü belli eden en önemli unsur süslemeleridir.

Halk, askeri ve beledi (ġehirli, sıradan halk) sınıfının giyimi statülerine göre süslenerek Ģekillenmekteydi. Süsler ne kadar güzel ne kadar ağır olursa ve ne kadar kıymetli malzeme kullanılırsa elbisenin değeri o nispette büyük olurdu. Kürkler, mücevherler vazgeçilmez süsleme unsurlarıydı(Barbarosoğlu,2004:102-104).

Osmanlı Ġmparatorluğu‟nun ekonomik ve siyasi gücünü diğer devletler karĢısında hissettirdiği dönem giyim kuĢam ve yaĢayıĢ tarzıyla seyyahların en fazla dikkatini çeken dönem olmuĢtur.

Osmanlı kadınının modern çağa dek giyimini en iyi betimleyenler yabancı gözlemciler olmuĢtur. Türkler kadınlar hakkında yazmadığına göre böyle olması doğaldır. Gardırobunda Türk giysileri bulunan ve bunları zaman zaman giyinen Leydi Montagü 1717 yılına ait anısını Ģöyle anlatmaktadır;

“Giysinin ilk parçası çok geniş, topuklara değecek kadar uzun bir şalvar. Böylelikle bacaklar, bizdeki eteklerden daha iyi kapanıyor. Gül pembesi ince Şam kumaşı üzerine, gümüş rengi klaptanla işlemeler yapılmış. Ayakkaplarım, beyaz oğlak derisinden ve sırma işlemeli. Şalvarımın üzerinden çok beyaz, ince iplik bürümcükten yapılmış, kırmalı kenarlı bir işli gömlek sarkıyor. Bu gömleğin, geniş dirseğe kadar uzun kolları var. Boyunda elmas bir düğme ile kapanıyor. Fakat göğsünün bicimi ve rengi, onun altından çok iyi seziliyor. Entariye gelince: Bu beden göre sıkıca yapılmış. Beyaz çiçekli Şam kumaşından bir ceket. Kolları uzun ve arkaya doğru sarkıyor. Kalın sırma saçakları var. Şalvarımla eş kumaştan olan kaftanım, tamamıyla vücuduma gör yapılmış bir giysi. Boyu topuklarıma kadar uzun. Kolları da dar ve uzun. Bunun üstüne dört parmak kadar enli bir kemer takıyorum. Zengin kadınlara ait kemerlerin üzerleri, elmaslar ve başka değerli taşlarla dolu. Bunu yapamayanlar atlas üzerine çok güzel

(36)

işlemeli kemerler takıyorlar. Fakat bu kemerlerin elmas tokalarla iliklenmesi gerekiyor. Birde kürk denilen uzun ve geniş bir giysi var. Bunu havanın durumuna göre giyip çıkartıyorlar. Kürkün dışı ağır dibadan yapılıyor. Benimki sarı ve yeşil renkte. Bunların içi kakım ya da samur kürkle kaplı. Kolları uzun değil. Omuza kadar. Başlık olarakta kalpak giyiyorlar. Bu kalpağın kışın, üzeri inci ve elmaslarla işli ağır kadifeden olanını, yazında ince ve parlak gri renkte olanını giyiyorlar. Kalpak sol yana eğik ve aşağı doğru, sırma bir püskül sarkıyor. Başa ya elmastan yapılmış yuvarlak bir toka ile ( bu çeşitten birkaç tane gördüm) ya da ağır işlemeli bir çevre ile tutturuyorlar. Başın öbür yanında saç boş bırakılıyor. Burasını bazı hanımlar çiçek takarak, bazıları da balıkçıl kuşu tüyü takarak, kısacası, kendi zevklerine göre süslüyorlar. Fakat en genel olanı, tabi çiçeğe benzetilerek, kıymetli taşlardan yapılmış bir buket. Bu buketin üstü, inciden çiçek goncaları, çeşitli renkten yakuttan güller, elmastan yaseminler, sarı yakuttan fulyalarla süsleniyor. Bunlar o kadar ustalıkla oturtulmuş ve yine öyle güzel işlenmiş ki, bu çeşit hiçbir şeyin, bu kadar zarif olacağını insan aklına getiremez. Saçlar ya incilerle yahut kordelalarla örtülü olduğu halde, arkaya dökülüyor.

Bir hanımın başında tam yüz örgü saydım… Genellikle kaşlarını alarak güzel biçim veriyorlar. Gerek Türk, gerek Rum kadınlarının gözlerinin kenarlarına bir boya sürüyorlar. Bunlara uzaktan veya mum ışığı ile bakılınca gözler daha kara görülüyor. Hangi sınıftan olursa olsun, burada bir kadın yaşmaksız sokağa çıkamaz. Bu iki örtüden ibarettir. Biri gözden başka yüzün her yanını kaplar. Öteki de, başının bütün süslerini örter ve arkadan bele kadar sarkar. Vücutlarının biçimi de, ferace denilen bir giysi ile saklanıyor. Hiçbir kadın bunsuz sokağa çıkamıyor. Kolları da olduğu gibi, parmaklarının ucuna değecek kadar da uzun. Böylece vücudunun her yanı örtülmüş oluyor. Kışın kalınca bir kumaştan yazın da ince ipekli bir kumaştan yapılıyor”(Davis, 2006:212–213–214).

17. yüzyılın sonlarından baĢlayarak batı etkileri, dıĢa açılan toplumsal yaĢamda, sanatta, günlük yaĢam biçiminde ve giyim kuĢamda da kendini hissettirmiĢtir.

Osmanlı Ġmparatorluğunda Tanzimat‟tan önce baĢlayan Avrupai yaĢam tarzının giderek yaygınlaĢmasında imparatorluk içinde yaĢayan azınlık tebaa etkili olmuĢtur. Çocuklarını Viyana, Paris,, Venedik gibi büyük Ģehirlere gönderen azınlıklar Avrupa‟daki yaĢam tarzını Osmanlıya ihraç etmeye baĢlamıĢtır. Fransız çizgilerinin hâkim olduğu mobilya ve dekorasyonlar giderek yaygınlaĢarak saraya kadar girmiĢtir.

(37)

II. Mahmut döneminde baĢlayan BatılılaĢma hareketleri sonucu Avrupai kılık kıyafet tarzının benimsenmesi ile Osmanlı kendi giyim tarzını üst sınıftan baĢlayarak kaybetmeye baĢlamıĢtır.

Erkek kıyafetlerindeki batılı çizgiler mecburi kültür değiĢmesi çerçevesi içerisinde Tanzimat ile; kadın kıyafetlerindeki batılı çizgiler ise MeĢrutiyet ile hız kazanır. Kadın giyiminin büyük oranda batılılaĢmasında saray çevresinin alafranga hayata verdiği önem etkili olmuĢtur. Batılı kadınların giyim zevkleri Türk erkekleri tarafından beğenilirken, üst tabaka Türk kadınların giyim tarzının AvrupalılaĢmaması beklenilemezdi(Barbarosoğlu, 2006:111).

Modayı belirleyen kesim saray ve çevresinde yer alan hanımlardı ve buradan halka yayılmaktaydı. 16. yüzyıl baĢlarında sarayda 108 terzi görev yapmaktayken bu sayı 16. yüzyılın sonlarına doğru 949 kiĢiye kadar çıkmıĢtır(Ġnalcık,2008:255). 19. yüzyılın sonlarına gelindiğinde seçkin aileler için elbiseler diken, sahipleri ve çalıĢanları azınlık kadınlardan oluĢan terzi atölyeleri kurulmuĢtu. Paris modasını taklit eden bu terzi atölyeleri saray kadınlarının model seçmesi için saraya gidiyor, saray dıĢındaki hanımlar ise terzi atölyelerine geliyordu(Davis,2006:217).

Tanzimat‟tan itibaren değiĢmeye baĢlayan kadın ve erkek giyimi Cumhuriyetin ilanıyla daha farklı yorumlanmıĢ, kılık ve kıyafette yapılan değiĢikliklerle resmi bir nitelik almıĢtır.

Batı medeniyetinin bir bütün olarak ele alınması, dünyanın kabul ettiği medenî kıyafetin de benimsenmesini zorunlu kılmıĢtır. Atatürk, 24 Ağustos 1925 de Kastamonu ve Ġnebolu‟ya yaptığı seyahatlerde, Ģapka inkılâbının ilk parolasını baĢında taĢıdığı panama Ģapkayı da halka göstererek verdi. “Biz her noktaî nazardan medenî bir insan olmalıyız. Fikrimiz, zihniyetimiz, tepeden tırnağa kadar medenî olacaktır. Medenî ve beynelmilel kıyafet milletimiz için layık bir kıyafettir. Onu giyeceğiz” Atatürk‟ün 27 Ağustos 1925 de Ġnebolu‟da „Turan kıyafetini araştırıp ihya eylemeye mahal yoktur. Medenî ve beynelmilel kıyafet bizim için, çok cevherli milletimiz için layık bir kıyafettir”(Eroğlu,1977:71) diyerek medenî yaĢayıĢa uyan kıyafetin kabulü zorunluluğunu da açıkça belirtmiĢtir

Türkiye‟nin yakın tarihinde yaĢanan geliĢmeler herkes tarafından bilinmektedir. Toplumsal hayatın her alanında köklü değiĢiklikler yapılmıĢ, kılık kıyafet konusunda da radikal kararlar alınmıĢtır. Eski çağlarda, insanların doğal Ģartlardan korunmak için

(38)

örtünme dürtüsüyle baĢlayan giysinin yolculuğu, yeni bin yılda çağdaĢ insanlar için kiĢiliği tamamlayan en önemli gösterge aracı olma noktasına gelmiĢtir. Önce sadece kendi çevresiyle sınırlı olan insan, baĢka bölgeleri ve insanları tanıdıkça değiĢime ayak uydurmaya baĢlamıĢtır. GeçmiĢte evinden dıĢarı çıkmayan ve çalıĢması yasak olan kadın bugün farklı konumdadır ve modern görüntüsüyle çağdaĢ Türk kadınını yansıtmaktadır. AyaĢ ilçesi de çağdaĢ yaĢamın gereklerini yerine getirmiĢ ve giysilerinde bu değiĢimi açık bir Ģekilde ortaya koymuĢtur.

1.2. Ayaş İlçesinin Coğrafi Konumu, Tarihçesi, Ayaş Kültürevi ve Envanter

1.2.1. Ayaş İlçesinin Coğrafi Konumu

Ankara iline bağlı AyaĢ ilçesi Ankara‟nın 57 km kuzeybatısında yer almaktadır. Ankara‟dan baĢlayıp AyaĢ, Beypazarı, Nallıhan, Göynük, Taraklı, Geyve, Sakarya, Kocaeli yolu üzerindedir. Güneyde Polatlı, kuzeyde Kızılcahamam, doğuda Sincan ve Kazan, batıda ise Güdül ve Beypazarı ilçeleri ile çevrilidir. Ġlçenin yüzölçümü 1158 km² dir(Anonim1).

(39)

Şekil -1- Ayaş ve Ankara’nın ilçeleri(Anonim2)

1.2.2. Ayaş İlçesinin Tarihçesi

1.2.2.1. Osmanlı Öncesi Ayaş

Tarihi, tarih öncesi çağlara kadar uzanan AyaĢ, M.Ö. 2000 yılından itibaren Asurlar, Hititler, Frigler, Kimmerler, Lidyalılar, Persler ve Galatlar‟ın hâkimiyet sahaları içinde kalmıĢtır(Erzen,1946:9-10). Lidyalılardan sonra bütün Anadolu‟ya persler hâkim olmuĢlardır. Bu dönemde kullanılan Kral Yolu‟nun Ankara‟dan geçtiği bilinmektedir.

M.Ö. 25 yılında Galata, bir Roma eyaleti durumuna gelince Ankara ve çevresi Roma Ġmparatorluğuna bağlanmıĢtır. Roma Ġmparatorluğunun ikiye ayrılmasından

(40)

sonra Ankara ve çevresi Doğu Bizans‟ın hâkimiyeti altında kalmıĢtır. AyaĢ‟ın ne zaman ve kimler tarafından kurulduğu kesin olarak belli değildir. AyaĢ‟ın eski devirlerin piskoposluk merkezlerinden biri olan Mnizos‟un (Mnizos) devamı olduğu kabul edilir(Aldan,1965:17)

Ankara‟dan geçerek doğu ve batıyı birbirine bağlayan tarihi kral yolu, Mnizos‟un kuruluĢ ve geliĢiminde baĢlıca rolü oynamıĢtır. Ġstanbul‟un geliĢmeye baĢlamasından sonra, Ege‟yi Ġran‟a ve Mezopotamya‟ya bağlayan Kral Yolu‟nun ağır yükünü üstüne çekmiĢ, kısalığı nedeniyle askeri ve ticari amaçlarla kullanıldığı gibi, Kudüs‟e gitmek isteyen Hıristiyan hacıların yüzyıllarca güvenli bir yolculuk sağlamıĢtır. Anderson‟a göre Eryaman‟daki taĢ, A. Larcius Macedo tarafından dikilmiĢ bir kilometre taĢıdır. Bugün Bayram Köyü camiinin avlusunda bulunan taĢ ise, Ġmparator Diokletian ve Maksimian dönemine ait büyük bir kilometre taĢı olup vadideki asıl yerinden sürüklenerek buraya getirildiği sanılmaktadır(Sözen,1981:42).

VII. yüzyıldan itibaren Ġslam orduları Ġstanbul‟u fethedebilmek amacıyla Anadolu‟ya akınlar düzenlemeye baĢladıktan sonra Abbasi halifesi Harun Er ReĢit, M. 797 yılında Orta Anadolu‟da bazı Ģehir ve kaleleri fethetmiĢtir(Yıldız,1982:503). Bizans ordularının 1071 yılından sonra Anadolu hâkimiyetini Selçuklulara kaptırmalarından sonra, Türkler Anadolu‟nun büyük kısmını çok kısa bir zaman içerisinde ele geçirmiĢlerdir(Yücel ve Sevim,1991:102).

Ankara ve çevresinin TürkleĢme ve ĠslamlaĢma süreci Selçuklu Hükümdarı Süleyman Sah zamanından itibaren hızlanmıĢtır. 1071 Malazgirt Savası'ndan sonra Anadolu'ya giren Türklerin bir kolu olan Süleyman Bey komutasındaki Selçuklu Ordusunun 1073 yılında, Doğu ile Batı ülkelerinin çeĢitli merkezlerini birbirine bağlayan yol üzerindeki Mnizos'u fethederek, buraya AyaĢ Oymağını yerleĢtirdiği bilinmektedir. Selçuklu Türkleri AyaĢ ve çevresine geldiklerinde hem Ģifalı suyu olduğu için ve hem de müdafaasının kolaylığından Karakaya mevkiine yerleĢmiĢ ve bu bölgede bir kale ile kaplıca inĢa etmiĢlerdir(Karaman,2006:19).

Anadolu Selçuklu Hükümdarı II. Gıyasettin Keyhüsrev‟in M. 1243 yılında Kösedağ savasında Moğollar‟a yenilmesinden sonra Anadolu‟da Anadolu Selçuklu hâkimiyeti zayıflamıĢ ve Anadolu tamamıyla Moğol hâkimiyeti altına girmiĢtir. Daha sonra Ankara ve çevresi birkaç yıl Eratna Beyliğine tabi olarak kalsa da bu durum

(41)

ancak, Ankara ve çevresinde Osmanlı Devletinin hâkimiyeti kurulana kadar devam etmiĢtir.

Anadolu‟da XIV. yüzyıl kaynaklarına göre tespit edilen 890 Oğuz boyu adı taĢıyan köyden 49 tanesinin Ankara ve çevresinde olduğu bilinmektedir. Köylerden Kayı, Bayad, Yazır, Döger, Dodurga, AvĢar, Kızık, Bayındır, Peçenek, Çavundur, Çepni, Eymür, Ala-Yuntlu, Yüregir, Ġğdir, Yıva ve Kınık olmak üzere 18 Oğuz boyu bu çevrede tespit edilebilmektedir. 24 Oğuz boyu adının Ankara ve çevresinde olması çeĢitli Oğuz boylarının bu bölgeye yerleĢmiĢ olduğunu göstermektedir (Sümer,1972:423).

Ġlçe merkezine AyaĢ adının buraya yerleĢen Türkler tarafından verilmiĢ olduğu kuvvetli bir ihtimaldir. AyaĢ (AyaĢ) öz Türkçe bir isimdir. "Parlak aydınlık gece" anlamına gelmektedir(Atalay,1941:41).

Oğuz Türklerinin Bozok Kolu, Gün Han Oğulları, Bayat Boyu, Barak obasına bağlı olan AyaĢ Türkmen oymağının mensubu olanların bir kısmı Toroslarda, bir kısmı Mersin ve Silifke yolu üzerinde Kızılviran, Kızkulesi, Artıklı, Çavdarlı, Kabasa, Kızılbag mevkilerinde; bir kısmı da Pasa beyli ve Çukur Köyleri ile Bulgar dağının PınarbaĢı yaylaları ve Gaziantep‟te ve Suriye'nin Halep Ģehri civarında yasamaktadır(Doğruol,1995:13)

AyaĢ ve civarında Bayat, AfĢar, Peçenek ve Kargın gibi Oğuz Boylarına ait isimleri taĢıyan yerleĢim bölgeleri vardır(Aldan, 1965:21-28)

Zamanında ünlü Bağdat yolunun önemli bir durağı olan AyaĢ adına, ilk defa 1462 tarihli ve 9 nolu vakıf kayıtlarında rastlanmıĢtır.

1473 tarihli “Fatih Mutbah Defteri” de AyaĢ‟tan söz etmekte, 1473 yılının ġaban ayında sarayda AyaĢ üzümü yendiği yazmaktadır(Aldan,1965:45)

(42)

1.2.2.2. Osmanlı Döneminde Ayaş

Ankara ve tarihini anlatan pek çok yazılı kaynak Ankara ve çevre kasabalarından söz ederken, özellikle 13. yüzyıldan itibaren bu kentin önemi ticaret yolları üzerinde olmasından dolayı artmıĢtır.

Ankara ve çevresi, Osmanlı Devletinin hâkimiyet alanına girdikten sonra Karamanoğulları ile Osmanlı Devletinin mücadele alanı olmuĢtur. Orhan Bey‟in Ankara‟yı alması Karamanoğulları‟nın dikkatini çekmiĢ ve M.1362‟de Orhan Gazi‟nin ölümü üzerine Ankara‟da nüfuzları bulunan Ahileri tahrik ederek burasının Osmanlı hâkimiyet alanından çıkmasına sebep olmuĢtur. Sultan Murat Han‟ın Karamanoğulları ile yapmıĢ olduğu savaĢ sonucunda Ankara, Konya ile diğer kasaba ve köyler tekrar Osmanlı Devletinin hâkimiyet alanına (H. 789 / M. 1387) girmiĢtir(UzunçarĢılı,1983: 246-249)

Ankara ve çevresinin Osmanlı hâkimiyetinde kalması Ankara savaĢına kadar devam etmiĢtir. Yıldırım Beyazıt‟ın M. 1402 yılında Çubuk ovasında Moğol hükümdarı Timur ile yapmıĢ olduğu Ankara savasını kaybetmesi Osmanlı Devletini Fetret Devrine sokmuĢtur. Beyliklerin Anadolu‟daki hâkimiyetlerini geri kazanmaları, Anadolu‟daki birlik ve bütünlüğü bozmuĢ ve yeniden bir kargaĢa dönemi baĢlamıĢtır. Mehmet Çelebi‟nin 1413 yılında kesin olarak Osmanlı Devleti‟nin tahtına oturmasına kadar geçen süre zarfında Ankara ve çevresi, Yıldırım Beyazıt‟ın oğullarından Mehmet Çelebi ile Süleyman Çelebi arasında sürekli olarak el değiĢtirmiĢtir(UzunçarĢılı,1983:347-348). II. Murat döneminde Ankara ve civarı imar edilmiĢtir. Fatih Sultan Mehmet zamanında ise Ankara ve çevresi Ordu-yu Hümayun‟un bir uğrak yeri olmuĢtur. Bu tarihten sonra XVI. yüzyıl ortalarına kadar Ankara ve çevresi Sah Kulu (1511) ve Celali isyanlarından (1595) etkilenmiĢtir. 1595‟ten baĢlayarak 1610 yılına kadar devam eden ve halk arasında “ Büyük Kaçgun ” olarak adlandırılan olaylarda Ankara çevresinde nüfusta büyük hareketlilikler yaĢanmıĢtır(Akdağ, 1975: 355-361).

Ankara ve çevresi Celali isyanlarından sonra diğer isyanlardan da etkilenmiĢ ve yöre halkı bu isyanlardan büyük zararlar görmüĢtür (Akdağ, 1975: 71-74).

(43)

Bu tarihlerden sonra yeni cumhuriyet kurulana kadar bu bölge durağan bir Ģekilde yaĢamına devam etmiĢtir. 13 Ekim 1923 yılında T.B.M.M.„sinde kabul edilen yasa gereği Ankara BaĢkent olduktan sonra bölgenin önemi artmıĢtır.

1.2.2.3.Yazılı Kaynaklara Göre Ayaş

AyaĢ ile ilgili Osmanlı devri yazılı belgeleri H. 929 / M. 1523 tarihli “ Ankara Tahrir Defteri”, H. 938 / M. 1532 tarihli “ Ankara Evkaf Defteri”, H. 979 / M. 1571 tarihli “ Ankara Livası Mufassal Defteri” ve yine 979 / M. 1571 tarihli “ Ankara Livası Vakıf Defteri” dir.

Bu kaynaklardan Ankara Livasına bağlı bir kasaba olan AyaĢ‟ta 48 köyün bulunduğu anlaĢılmaktadır. Bu köylerin birçoğu adlarını ve varlıkları koruyarak günümüze kadar ulaĢmıĢtır.

H. 1308 – 1309 / M. 1890 – 1891 tarihli Ankara Vilayeti salnamesinde Ģu bilgilere yer verilmektedir. AyaĢ, batıdan Beypazarı ve Mihalıççık, güneyden Zir ve Sivrihisar, doğudan Ankara ve Yabanabad kazaları ile çevrilidir. Kaza merkezinin, Dersaadet (Ġstanbul) caddesi üzerinde, Ankara‟ya dokuz saat mesafede ve iki dağın arasında, 1949‟u erkek, 794‟ü kadın nüfus olmak üzere, 819 haneden meydana gelmiĢ olduğu seklinde bahsedilmektedir. Kaza dâhilinde 44 köy, 4637 hane, 10 han, 1 hamam, 15 kahvehane, 45 cami, 15 mescit, 7 medrese, 1 telgrafhane, 1 belediye dairesi, 2 derbent, 1 mektep-i rüĢtiye, 45 sübyan mektebi, 25 su değirmeni, 2 büyük ahĢap köprünün mevcut olduğu belirtilmektedir(Aldan,1965:25).

Kaza‟nın Karakaya mahallesinde; cilt hastalıklarını iyileĢtiren, cildi güzelleĢtiren, bedeni kuvvetlendiren ve demir madeni ihtiva eden bir kaplıcanın varlığından söz edilmektedir(Karaman,2006:23).

Kaza‟da; Bünyamin-i Veli hazretlerinin Cami-i Ģerifleri yanında, kaza büyüklerinden Vecihi PaĢazade Kemal Pasa vakfı olan bir kütüphane, burada da 325 cilt matbu kitabın muhafaza edildiği ve kazada tiftikten dokunan gayet güzel el isi çorap imal edildiğinden bahsedilmektedir. Aynı salnamede; ilçe merkezinde 19 erkek, 6 kadın olmak üzere toplam 25 gayr-i müslim nüfusun varlığından söz edilmektedir. H. 1311 –

(44)

1318 / M. 1893 – 1900 tarihli Ankara Vilayeti Salnamelerinde de; hemen hemen aynı bilgiler bulunmaktadır. H. 1320 / M. 1902 tarihli Ankara Vilayeti Salnamesinde yukarıdaki bilgilere ek olarak; H. 1318 / M. 1900 yılında AyaĢ‟ta 5 cami, 1 medrese, 3 çeĢme, 4 sübyan mektebinin inĢa ve tamir edildiği, salnamenin yazıldığı tarihte; ilçedeki rüĢtiye mektebine 70, sübyan mektebine ise 1530 erkek, 764 kız öğrencinin devam ettiği belirtilmektedir(Karaman,2006:23).

AyaĢ‟a çok yakın olan Beypazarı ilçesinde Osmanlı döneminde tiftikten sof imal edilmekteydi, XVII. Yüzyılda yılda 1000 kantar sof ipliği üretildiği belirtilmektedir (Ġnalcık, 2008, 285). AyaĢ ilçesinde de sof dokuma tezgâhlarının bulunduğu ve bu mıntıkaya ait damga eminliğinin bir yahudiye verilmiĢ olduğu açık bir Ģekilde belgelenmektedir. Ankara ġeri‟ye siciline ait 14 numaralı defterin 997 sayılı vesikasında 1023h. 1614 tarihli fermanda tiftiğe yapağı yünün karıĢtırılması sebebiyle kalitenin bozulduğu eskiden olduğu gibi sofların tiftikten dokumanın gerekliği ferman edilmiĢtir. Ankara yöresindeki dokuma sofları parlaklığı, inceliği, renk çeĢidi ile dünyanın dört bir yanında rağbet görmüĢtür(Aldan,1965:32). Sofu tezgâhlarda dokuyan ve iĢleyen ustalar genellikle müslüman; yıkama, cendereleme ve boyama yapan ustalar ise gayri müslimlerdi(Ġmer,1997:65).1839 yılına kadar Osmanlı, iĢlenmiĢ tiftik ihracatında yeryüzünde rakipsiz iken, izlenen yanlıĢ politikalar, özellikle Ankara‟daki iç karıĢıklıklar, otorite boĢluğu ve dünya ticaretinin baĢka ülkelere kayması, Ġngiliz dokumacılığının geliĢmesi gibi nedenlerden etkilenerek tiftik ve sof üretiminde gerileme kaydetmiĢtir. Bu geliĢmeler Ankara ve civarındaki dokumacılığı etkilemiĢ, 1827 yılında toplam 565 sofçunun kaldığı tespit edilmiĢtir(Ġmer,1997:65). Ankara ve çevresinde dokumacılığı Ġsa‟dan önceki yüzyıllara, Frigler‟e kadar dayandıran Ġnalcık “Avrupalıların XVII. Yüzyılda Ankara‟dan satın aldıkları tiftik ipliği ve yünü ile bu pahalı lüks kumaĢı imale baĢladıklarını fakat boyacılıkta uzun zaman rekabet edemediklerini söylemektedir. Sof kumaĢına özelliğini kazandıran kırmızı boyasını bir süre Anadolu‟dan ihraç eden Avrupalılar, kumaĢın sırlarını Hıristiyan ustalardan öğrenerek(Ġnalcık,2008:7) sof kumaĢı üretmiĢlerdir.

AyaĢ ve civar köylerinde sof dokumacılığın dıĢında 1880–1950 yılları arasında ipek böceği yetiĢtirilmiĢ ve ipekçilik yapılmıĢtır. AyaĢ‟ta dut ağacının bol olması ipekçiliğin geliĢmesi için zemin hazırlarken, bu ağaçların aĢılanması ve meyvesini elde etmek için tarım ürününe dönüĢtürülmesi ipek böceği yetiĢtiriciliğinin azalmasına ve bir

(45)

süre sonra tamamen yok olmasına neden olmuĢtur. 1950‟li yıllara kadar AyaĢ‟ta keçe üretimi de yer almaktaydı(Ġmer,1997:70).

Osmanlı döneminin son yıları ve Cumhuriyet yıllarında AyaĢ‟ta yaĢayan insanlar kendi dokumalarını kendileri üretmiĢ, iç çamaĢırı, gömlek, çarĢaf, yatak örtüsü, yastık yüzü, ceket, kefen bezi, pamuklu dokumalar AyaĢ ve civar köylerinde dokunmuĢtur. Günümüzde ise AyaĢ‟ta ipek, pamuk ve yün dokumacılığı ve keçe üretimi tamamen yok olmuĢ durumdadır(Ġmer,1997:69-70).

1909 yılında AyaĢ kaymakamlığında bulunan Ekrem Engür Isparta Valiliği sırasında Salim Ağa adında biri ile AyaĢ‟ta Isparta tipi halı üretilmesi için teĢebbüslerde bulunmuĢ fakat sonu getirilememiĢtir. 1957 yılında ise Ġlçe merkezinde halıcılık kursları açılmıĢ ve bunların baĢarıya ulaĢması sağlanmıĢtır(Aldan,1965:33)

Resmi kayıtlardan baĢka Kâtip Çelebi'nin (1609 – 1656) "Cihannüma‟sında, Evliya Çelebi'nin (1611–1681) „Seyahatname‟sinde “Engürü sancağı toprağında Haameyn vakfıdır. Darüssade ağası tarafından zapt olunur. 150 akçelik kazadır, kalesi harapkır, Kethüda yeri vardır. 1000 hane 10 mihraptır. ÇarĢu içindeki cami, mescit, han ve hamamları, hünkar hamamı, suk-u Muhtasarı mü-ferrahtır. Cabeca bağ ve bahçesi vardır. Lakin dere ve tepeli yed vaki olmakla havası sakildir. AyaĢ hakkında bazı bilgiler vardır. Ama Ģehri mamur, cevanib-i ervası bayırdır” (Evliya Çelebi,1986:456) diyerek 14. yy AyaĢ‟ı hakkında bizlere bilgi vermektedir.

Defter-i Hakanilerdeki kayıtlardan, yerli ve yabancı yazarların yapıt ve seyahatnamelerinden anlaĢıldığına göre; AyaĢ 15. ve 18 yy. arası parlak dönemini yaĢamıĢ ve geliĢime açık bir yerleĢkedir. AyaĢ‟ın tarihi ipek yolu güzergâhında bulunması kültür ve sanatının zenginleĢmesine, mimaride farklılıklara ve ticarette geliĢmiĢliğe ve tahsil düzeyinin yükselmesinde önemli etkenleri olmuĢtur.

AyaĢ, Osmanlı Ġmparatorluğu zamanında coğrafi özellikleri ve yönetim durumunun kendisine sağladı olanaklardan yararlanarak ekonomik, sosyal ve kültürel yönden önemli aĢamalar yapmıĢ ve bunu sonucu olarak da bilimde, sanatta ve devlet yönetiminde önemli insanlar yetiĢtirmiĢtir. Bunlardan Bünyamin-i AyaĢi, Vezir-i Azam NiĢancı Ġsmail PaĢa, Hekim ġaban ġifai, Seyit Ġsmail PaĢa, AyaĢ Müftüsü Hasan Efendi Zade Es‟ad Muhlis PaĢa, oğlu Sadullah PaĢa ve Muallim ġakir Efendi en çok tanınmıĢ kiĢilerdir(Sözen,1981:43).

Şekil

Şekil -1- Ayaş ve Ankara’nın ilçeleri(Anonim2)

Referanslar

Benzer Belgeler

Rodos a varıĢ saat 06:00 Rodos, Oniki Adaların en büyüğüdür, Yunanistan'ın, Meis adası hesaba katılmazsa, en doğuda bulunan adası, adanın aynı adlı idari merkezi..

Çok düşük oranda yapısal farklılıklar, spesifik tRNA moleküllerinin belirli amino asil tRNA sentetaz enzimleri tarafından tanınmasına ve 3 uç bölgeye

%95 güven düzeyinde birinci makinenin daha fazla sıvı doldurup doldurmamasını test ediniz. b) %95 güven düzeyinde kitle ortalamaları arasındaki fark için güven

Aruzda bazı heceler ilki kapalı ikincisi açık olmak üzere iki hece değerinde kabul edilmiştir.. Bu tür hecelere medli hece, bileşik hece ya da bir buçuk hece

İşte biz, bir şubat ayının üşütücü sessizliği içinde, Oktay Akbal ile birlikte, Edremit’ in eski mahallelerini, özellikle “ Kuyucaklı Y u s u f’ romanında

We have introduced the expansion of Hadamard, midpoint Hadamard, trapezoid Hadamard, Simpson and Ostrowski inequalities for the newly defined classes of convex

Avusor Yaylası’na vardıktan sonra Büyük Göl’e 1,5 saatlik bir yürüyüş yapacağız.2800 metredeki bu gölde yüzme molası verdikten sonra aynı yoldan geri dönüyoruz..

● DENİZ UÇAĞI ile TRANSFER UPGRADE FIRSATI İç hat uçuş ve sürat teknesi ile havalimanı – otel – havalimanı arası transferler fiyata dahil olup, dileyen