• Sonuç bulunamadı

Orhan Seyfi Orhon’dan Rıza Tevfik’e İki Mektup

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Orhan Seyfi Orhon’dan Rıza Tevfik’e İki Mektup"

Copied!
12
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Abdullah Uçman

TWO LETTERS FROM ORHAN SEYFI ORHON TO RIZA TEVFIK 80’li yıllarda bana intikal eden terekesinden çıkan mektuplardan anladığım ka-darıyla mektup yazmayı seven, bunu ayrı bir zevk hâline getiren Rıza Tevfik, hayatı boyunca çeşitli tarihlerde dost, arkadaş ve akrabalarıyla aile fertlerine farklı hacimde birçok mektup yazıp göndermiştir.1 Yaşadığı devrin sanat-edebiyat, kültür ve politika hayatında faaliyet gösteren oldukça geniş bir çevresi bulunan Rıza Tevfik’e de aynı şekilde değişik tarihlerde, çeşitli konularda yüzlerle ifade edilebilecek sayıda mektup gönderilmiştir. Terekesinden çıkan bu mektuplardan bir kısmını daha önceki yıllarda başta Tarih ve Toplum dergisi olmak üzere, Türk Edebiyatı, Kaşgar ve İlmî Araştırmalar gibi çeşitli yayın organlarında yayımladım.2 Şimdi burada, bir dönem Çınaraltı3 dergisini çıkaran, aynı zamanda edebiyat tarihlerimizde Cumhuriyet’ten sonraki yıllarda Türk şiirinde “Beş Hececiler” adıyla anılan grup arasında yer alan Orhan Seyfi Orhon’un 1944 yılında Rıza Tevfik’e gönderdiği iki mektubunu yayımlıyorum.

Orhan Seyfi 29 Ocak 1944 tarihli ilk mektubunda, devrin bazı şairlerinin yeniden aruzla şiirler yazmaya başlaması üzerine hece-aruz konusunda bir anket hazırladığını ve bu ankette yer alan soruları devrin tanınmış bazı edebiyatçılarıyla birlikte Rıza Tevfik’e de gönderdiğini belirtmektedir. Aşağıda bu kısa mektupla birlikte sorulan altı soru yer almaktadır.

* Prof. Dr., Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı

Bölümü, (abdullahucman@yahoo.com). Yazı geliş tarihi: 24.01.2017. Kabul tarihi: 01.02.2017.

1 Rıza Tevfik’in mektuplarının elimizde bulunan 160 tanesi tarafımızdan Rıza Tevfik’in Mektupları adıyla

kitap hâlinde yayımlanmıştır (Ankara 2016).

2 Bu mektupların büyük bir kısmı “Rıza Tevfik’e Mektuplar” genel başlığı altında Eylül 1994-Ocak 1997

tarihleri arasında Tarih ve Toplum dergisinde yayımlanmıştır.

3 Geniş bilgi için bk. Ziya Bakırcıoğlu, “Çınaraltı”, Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi (TDEA), C. II,

İstanbul 1977, s. 142-143; Kâzım Yetiş, “Çınaraltı”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), C. VIII, İstanbul 1993, s. 302-303.

(2)

Adı geçen ankete ilk cevabı gönderen Rıza Tevfik, derginin arka arkaya dört sa-yısında yayımlanan oldukça hacimli cevabında, önce 1905 yılında Selânik’te Çocuk Bahçesi mecmuasında Ömer Nâci ile aralarında cereyan eden hece-aruz tartışmasından bahsettikten sonra, aruz vezninin yapısı hakkında bazı teknik bilgiler verir.4 Rıza Tevfik, bu arada bir yığın teknik ayrıntıya da girer ve bu yüzden soruların ancak bir kısmına cevap verebilir. Yazıların sonuncusunda yer alan cevaplarda, “Aruz vezni mi, hece vezni mi bugünkü dilin tabiî ve millî veznidir?” sorusuna: “Hiç şüphe yok ki millî veznimiz hece, yani parmak hesabıdır!” cevabını verirken; “Son zamanlarda aruzla yazılan şiirlerin çoğalmasının sebebi”nin sorulduğu soruyu da: “Anlaşılıyor ki saf Türkçenin vezni budur. Fakat lisanımız bugünkü hâlinde, yani herhâlde çok mağşuş olursa Arap vezniyle yine şiir yazan bulunabilir. Bu da büyük bir günah olmasa gerek!” diyerek cevaplandırır.5

Adı geçen ankete ikinci cevabı şair Edip Ayel,6 üçüncü cevabı Ali Canip Yöntem, dör-düncü cevabı da Güzel Yazılar7 adlı antolojiyi hazırlayan Süleyman Şevket Tanlı gönderir.8 Orhan Seyfi 9 Mart 1944 tarihli ikinci mektubunda ise, söz konusu ankete verdiği cevaplardan dolayı Rıza Tevfik’e teşekkürlerini bildirdikten ve Çınaraltı dergisinin Türk edebiyatındaki mevkiini ve hedefini açıkladıktan sonra, fazla uzun olmamak kaydıyla, ondan dergi için makale talebinde bulunur. Ayrıca, özellikle felsefeye meraklı gençlerin yararlanması için, Rıza Tevfik’in 1914-1916 yılları arasında A-C harflerine ait sadece iki cildi yayımlanabilen Mufassal Kāmus-ı Felsefe9 adlı felsefe lügatından bir kısım maddelerin dergide yayımlanmasını ister. Orhan Seyfi’nin bu taleplerine Rıza Tevfik’in ne cevap verdiği bilmiyoruz, ancak derginin daha sonraki sayılarında Rıza Tevfik’in herhangi bir yazısıyla felsefe lügatından herhangi bir maddenin yer almamasına bakılırsa, Rıza Tevfik’in bu tekliflere olumlu karşılık vermediğini tahmin edebiliriz.

4 Bu konuda daha geniş bilgi için bk. Abdullah Uçman, “Genç Kalemler’den Önce Türk Dilinin

Sade-leşmesi ve Hece Vezni Üzerine Bir Münakaşa”, Mehmet Kaplan’a Armağan, İstanbul 1984, s. 275-285; Türk Dilinin Sadeleşmesi ve Hece Vezni Üzerine Bir Münakaşa, İstanbul 1997.

5 Çınaraltı, sayı 129, 11 Mart 1944, s. 10.

6 bk. “Ayel, Edip”, TDEA, C. I, İstanbul 1977, s. 240.

7 Divan, Tanzimat, Servet-i Fünun ve Millî Edebiyat dönemi şair ve yazarlarının eserlerinden seçilen

manzum ve mensur örneklerden meydana gelen dört ciltlik bu antoloji gördüğü ilgi üzerine defalarca (1. b., İstanbul 1923, 7. b. 1928) basılmıştır (Daha geniş bilgi için bk. “Güzel Yazılar”, TDEA, C. III, İstanbul 1979, s. 434).

8 Orhan Seyfi’nin düzenlemiş olduğu bu anket ile ankete gönderilen cevapların değerlendirilmesi için

bk. Hasan Kolcu, Türk Edebiyatında Hece-Aruz Tartışmaları, Ankara 1993, s. 284-291.

9 1914 ve 1916 yıllarında ancak iki cilt hâlinde yayımlanabilen Rıza Tevfik’in Mufassal Kāmus-ı Felsefe

(“Classifications des Sciences: Tasnîf-i Ulûm” maddesine kadar) adlı felsefe lügatı, ayrıntılı bir inceleme ve tarafımızdan verilen bir kısım müsvedde hâlindeki maddelerin ilâvesiyle Doç. Dr. Recep Alpyağıl başkanlığındaki bir heyet tarafından hazırlanarak yeni harflerle de yayımlanmıştır (Ankara 2015).

(3)

MEKTUP 1

29.1.1944 Büyük ve muhterem üstadım Rıza Tevfik Beyefendi,

Son sayısını huzurunuza arz ettiğim Çınaraltı, Türk şiirinin millî ve tabiî vezin şeklinin ne olabileceğini düşünerek “Hece mi? Aruz mu?” bahsi üzerinde durmak istiyor. Dilimizin bünyesine bu iki vezin sisteminden hangisinin daha uygun olduğu hakkında herkesten evvel sizin re’yinizi istifsâr etmek icab ettiği kanaatindeyim. Hatı-rımda yanlış kalmadıysa, Meşrutiyet’ten evvel, Selânik’te çıkan Bahçe10 mecmuasında

hece veznini siz müdafaa buyurmuştunuz. Şu hâlde, hece vezninin münevver zümrenin edebiyatına girişinde birinci derecede âmil ve müessir olan zât-ı üstâdâneleridir. Siz yalnız bununla da kalmadınız, bu vezinle yazılabilecek şiirlerin en güzellerini yazdınız. Bütün bunlar, bu mesele hakkında hepimizi tenvîr etmek isteyişimizdeki cesaretin sebebini izah etmektedir.

Kemâl-i hürmetle ellerinizden öperek ricamızın lütfen kabulünü istirhâm eder, bütün kalbimle sıhhat ve saadet dilerim, büyük ve muhterem üstadım efendim.

Orhan Seyfi (imza) 1. Aruz vezni mi, hece vezni mi bugünkü dilimizin tabiî veznidir?

2. Aruz vezni dilimizin somatiğine uygun bir nazım ritmi verebiliyor mu? 3. Vezinler dilin bünyesinden doğan kalıplar mıdır, yoksa sanatkârların icat ettiği ölçüler mi?

4. Aruz vezni halkın selîkasına, dilin bünyesine kadar girebildi mi?

5. Bugünkü dilimizde aruz veznini de, hece veznini de aynı zamanda kullanabilir miyiz? Böyle ayrı ayrı sistemlerde iki vezin ölçüsü var mıdır?

6. Aruz vezni Türkçe fiil sîgalarının birçoğunu ve birçok kelimeleri almıyor, birçok lüzumlu kelimeler bu vezin kalıplarına girmiyor. Buna rağmen bu vezni kullanabilir miyiz?

(4)
(5)

MEKTUP 2

9.3.944 Çok muhterem üstadımız,

Çınaraltı’na lütfettiğiniz “Aruz mu? Hece mi?” makalelerinden dolayı gerek şahsen, gerek mecmua nâmına minnetdârâne teşekkürlerimi arz ederim. İlk defa müda-faasını yaptığınız hece veznini, münevver zümre edebiyatına geçiren sizsiniz. Onunla Türkçenin en güzel şiirlerini yazdınız. Türk nazmının millî ve tabiî ölçüsünü buluşu sizin sayenizde olmuştur. Bunun için aruz ve hece meselesi bahis mevzuu olunca sizin salâhiyetdâr ve sanatkâr kaleminizin re’yini sormak bize bir vazife gibi görünmüştü. Kıymetli zamanınızı alan mütalâalarınızı mecmuaya ihdâ etmekle de kalmayarak he-pimizi taltif etmek için idarehânemizi şereflendirmek suretiyle gösterdiğiniz nezaket ve ulüvv-i cenâbınıza tekrar arz-ı şükrân ederim.

Çok muhterem üstadım, Çınaraltı, küçük mütevâzı varlığıyla fikir ve sanat yo-lunda nâçizâne hizmetler etmek istiyor. Ne sola, ne sağa sapmadan milliyetçi bir istikamette mutedil, makul, mütevâzin yürümeğe çalışıyor ve zannediyorum ki bizim için en doğrusu da budur. Türkiye’nin yaşayabilmesi için Türklerin bir millet hâline gelmesi, her sahada bu rüşdü göstermesi icab ettiği kanaatini taşıyor. Sefaletten ibaret iktisadî hayatıyla, cehaletten ibaret fikriyâtıyla, taklid ve tasannûdan ibaret sanatıyla milletlerarası bir varlığa sahip olamayacağını, müstakil bile olsa mevcut sayılamaya-cağını sanıyoruz. Çınaraltı’nın üzerine aldığı bu vazife kudret ve salâhiyetinin çok üstündedir. Bu yolda hizmete ancak erbâb-ı iktidârın yardımıyla muvaffak olabilir.

Hemen şunu arz edeyim ki vaktinizin çok kıymetli olduğunu biliyoruz ve sizden tekrar hediyeler istemek gibi açgözlülük ve arsızlık etmeyi de düşünmüyoruz. Yalnız Çınaraltı çok küçük ve fakir bütçesinin en geniş imkânı nisbetinde teşekkür borcu irâe etmeyi kabul edip etmeyeceklerini bilmiyor. Bizim bir makale için verebileceğimiz tahrir ücreti nihayet on beş lirayı bulabilmektedir. Bilmem, yukarıda arz ettiğimiz maksadımız sizde, bize yardım etmek hevesini uyandıracak mıdır? Eğer, bu bir vesile olursa her hafta bir makale lütfetmenizi rica edeceğim ve bunun bizde uyandıracağı sevinç çok büyük olacaktır.

Çok muhterem üstad, Çınaraltı’nın mahdut sahifelerini bilirsiniz. Bunu arttırmaya da imkân yoktur. Mecmuayı tenevvüüyle de okutmak zorundayız. Onun için, bize yardım etmek lütfunda bulunursanız, bir makalenin bizim mecmuamızla bir sahife-den pek fazla olmamasını bilhassa rica ederim. Yazılarınızın her türlüsü, hele felsefî bahislere taallûk edenleri karîlerimiz için bir kazanç olacaktır. Zannederim ki Kāmus-ı Felsefe’nizde izahını iltizâm ettiğiniz maddelerden herkesin bilmesi lâzım olan kısımlar da bulunacaktır. Bazen de bunlardan istinsâh etmek hem sizi daha az yoracak hem

(6)

de o kıymetli eserden bazı parçaları şimdi de karîlerin istifadesine arz etmek vesilesi bulunmuş olacaktır. Voltaire’in Türkçeye tercüme edilen Felsefe Sözlüğü’nün gençler tarafından alâkayla okunduğunu gördüm.11 Sözlerimi daha fazla uzatmamak için bizim Türklük ve Türkçülük aleyhinde neşriyat yapmamaktan başka bir kastımız olmadığını söyler, muhterem üstad ellerinizden saygılarımla öperek esenlikler dilerim.

Orhan Seyfi (imza)

11 Voltaire’in Felsefe Sözlüğü Lütfi Ay tarafından Türkçeye tercüme edilmiş ve 1943 yılında Maarif

Vekâleti’nin Batı Klasikleri dizisinde yayımlanmıştır (Ayrıca bk. Recep Alpyağıl, Felsefe Dili Olarak Türkçenin Gelişim Aşamaları ve Felsefe Sözlüklerimiz (1851-1952), C. I, İstanbul 2015, s. 933-942).

(7)

RIZA TEVFİK’İN ANKETE VERDİĞİ CEVAPLAR:

“Meşrutiyet’ten biraz evvel Selânik’te çıkan Çocuk Bahçesi mecmuası ortaya bir hece-aruz meselesi çıkarmıştı.” (Çınaraltı, sayı 123, s. 8).

“Evet!.. Akıllı gazetecilerin en büyük marifeti, gazeteye derc olunan makaleler pek tatsız olup da halkın uykusunu getirmeye başladığı zaman neticesi pek çabuk kav-gaya müncer olacak bir mesele çıkarmaktır; çünkü halkın psikolojisini iyi bilenler, şu hakikati de iyi bilirler ki halk, her şeyden ziyade horoz dövüşünden hazzeder. Şüphe yok ki gazeteciler de -az çok- akıllıdırlar. Az çok dedim; çok akıllı olsalar, muharrirlere iyi para verirlerdi. Akıllı davranabilseler, ben onlara öyle kavga çıkaracak mevzular bulurdum ki, kendileri de pişman olurlardı; idarehanelerinde pencere kalmazdı.

Niçin Selânik’te çıkan Çocuk Bahçesi’nde böyle “Vezin ve parmak hesabı” gibi ma-hiyeti itibarıyla, hiç kavgaya meydan vermemesi lâzım gelen ilmî mesele yüzünden kavga çıkardık?.. Bunu anlamak uzun sürer ve aruz bahsi iye sere kadar alâkası olmadığı için münasebet almazsa da memleketimizde hiçbir vakit doğrudan doğruya bir fikri sarahatle beyan etmek kolay olmadığından, her meseleyi paravan gibi kullanmak ve onun ardından bir aziz maksadı tervîc etmek gayretiyle kavga çıkarmak, bizde makbul bir méthode olmuştur.

Ben o zaman merhum Nâci’yi şahsen değil ismen bile tanımazdım. Meşrutiyet’ten sonra görüştüktü. Merhum Mehmed Emin Bey ahbaplarımdandı. Bu Türk şairinin ilk eseri basılmazdan evvel ben, halkı eski rejim aleyhinde tehyîc etmek için “Orhun Ba-labanları Bana Ne Dedi?”12 unvanıyla bir uzun şiir yazmıştım ki pek Jakoben lisanıyla ifade olunmuştu. Bu uzun şiir hâlâ basılmamıştır, fakat olduğu gibi duruyor ve samimi dostlarım onu bilir; bilhassa azîz dostum Köse Râif Paşaoğlu Fuad Bey13 şahidimdir ve hamdolsun sağdır. Merhum Ömer Nâci’nin14 bu şeylerden haberi yoktu. Biz de bilmediğimiz bir adama birdenbire açılamazdık. Kendisi Çocuk Bahçesi’ne bazı şeyler yazarmış, ara sıra da aruz vezniyle manzume neşredermiş. Onun ta’rîzi, kendisinin sevdiği ve iyi kötü kullandığı vezin şeklini müdafaa gayretiyle idi. Şiirlerine bakılırsa “emsâli misillû” şeylerdi, şairliği fevkalâde bir şey değildi; nitekim komiteciliğe girdik-ten sonra şiir hevesinden de büsbütün fâriğ oldu ve “Cemiyet-i Mukaddese” dediğimiz karga derneğine dahil olduktan sonra dost ve arkadaş olmuştuk.15 Çok güler yüzlü,

12 Rıza Tevfik’in bana intikal eden terekesindeki müsveddeleri arasından bu isimde bir şiir çıkmamıştır. 13 Fuad Köseraif (1872-1949). Köse Raif Paşa’nın oğlu ve Türk Derneği’nin kurucularından. Çeşitli

yazılarında ısrarla dilde tasfiyeciliği savunmuştur (bk. TDEA, C. V, İstanbul 1982, s.420-421).

14 Ömer Nâci (1878-1916). Osmanlı Hürriyet Cemiyeti’nin kurucularından, İttihat ve Terakkî’nin ünlü

hatiplerinden. Trablus, Balkan ve I. Dünya Savaşları’na katılmış, Kafkas cephesinde yararlılıklar gös-termiştir (Daha geniş bilgi için bk. Fethi Tevetoğlu, Ömer Nâci, İstanbul 1973).

(8)

neşeli bir gençti. Zavallı beyhude yere ömrünü telef etti. Hak rahmet eylesin, bahiste sıkıştığı için tehlikeli imâlara iltizâmen saparak gazetenin kapanmasına sebep olmuştu.

Aruz taraftarlarıyla parmak hesabı mürevviçlerinden hangisinin galip geldiği me-selesine gelince, onu zaman çoktan halletti. Fakat bu noktada bir mühim mülâhazamı ihtar etmek isterim.

O sıralarda Mehmed Emin Bey merhum Türkçe Şiirler unvanıyla ilk eserini bas-tırmıştı.16 Bu küçük risalede kendi eseri dört beş parça manzumeden ibaretti. Risalenin yarısından ziyadesi onu müdafaa etmek için benim yazdığım mukaddime ile bu meseleye kâmilen lâkayt olan Abdülhak Hâmid’in ve Ekrem’in sudan takrizleriydi. Ben o uzun mukaddimede, “Bu vezin ve bu halk lisanını tervîçten maksadımız güzellik ve zarafete hizmet etmek değil, halkı uyandırıp şiir zevkinden hissedar etmektir!” diyebilmiştim. O zaman da Mehmed Emin Bey “Ben Bir Türküm” unvanlı kısa bir manzume yazmıştı ki sahihan şiir sayılır. Yunan Muharebesi’nde parlak muzafferiyetimiz bu küçük şiirin haddinden ziyade takdir edilmesine sebep oldu. Ben Emin Bey’i resmen takdir ettim ve onu hitâben heyecanlı bir şiir yazdım idi ki Çocuk Bahçesi’nde basılmıştır:

Ey kahraman bir milletin südü temiz evlâdı, Hakîkaten sen bir Türksün! Dinin, cinsin uludur!..

diye başlar on kıtalık uzun ve ateşli bir şiirdir. 20 Teşrin-i evvel 1321 Tavşantaşı, kaydıyla tarihi de mazbuttur.17 Lâkin maatteessüf Emin Bey, “Ben Bir Türküm” man-zumesinden başka yazdığı birçok şeylerde ancak bir nâzım olduğunu ispat ettiği için, ben bu şiirimi bir daha anmadım ve şiir kitabımda derç etmedim.18 Merhum da hiç zikretmedi. Bunun da sebebi anlaşılır, tefsire hâcet yoktur.

16 Mehmed Emin (Yurdakul), 1897 yılında cereyan eden Türk-Yunan Muharebesi sırasında hece vezni ve

sade Türkçe ile yazdığı bir kısım şiirlerini kitap hâlinde yayınlamadan önce fikirlerini almak üzere Recâizâde Ekrem, Abdülhak Hâmid, Şemseddin Sami ve Rıza Tevfik ile Fazlı Necib’e gönderir. Yuka-rıda Rıza Tevfik’in de belirttiği gibi, Saray ressamı Fausto Zonaro’nun savaşla ilgili beş altı tablosuyla birlikte 1898 yılında basılan Türkçe Şiirler’de Mehmed Emin’in dokuz şiiri ile Recâizâde Ekrem, Abdülhak Hâmid, Şemseddin Sami ve Selânikli Fazlı Necib’in 1-2 sayfalık kısa birer takrizi ile Rıza Tevfik’in, başlangıcından itibaren Türk şiirinin kısa bir tarihçesini yaptığı 18 sayfalık bir yazısı yer alır (bk. Abdullah Uçman, “Yayımlanışından 100 Yıl Sonra Türkçe Şiirler”, Tarih ve Toplum, sayı 816, Haziran 1999, s. 31-35). Türkçe Şiirler yeni harflerle ve tıpkıbasım suretiyle de basılmıştır (haz. Hasan Kolcu-Fatih Kıran, İstanbul 2007).

17 Rıza Tevfik’in, “Edîb-i Sâhib-Meslek Mehmed Emin Bey’e” adını taşıyan bu şiiri Çocuk Bahçesi’nde

yayımlanmıştır (nr. 40, 3 Teşrin-i Sâni 1321/ 16 Kasım 1905, s. 11).

18 Adı geçen şiir, Rıza Tevfik’in hayatta iken 1934 ve 1949 yıllarında iki defa basılan Serâb-ı Ömrüm’ün

her iki baskısına da dahil edilmemiş, daha sonra tarafımızdan hazırlanan Serâb-ı Ömrüm ve Diğer Şiirleri’nde yer almıştır (İstanbul 2005, s. 286-288).

(9)

İşte bu kadardır ol hikâyet Gerisi dürûg-ı bî-nihâyet...”19 (...)

Lisanımızı tamamıyla sadeleştirmek ve Türkçe ifadede tercih etmek maksadını mesleğinde ideal ittihaz eden ilk müceddidimiz Şinasi Efendi merhum, halis Türkçe ile manzum söze misal olmak üzere divanında20 şu kıt’ayı iltizâmen zikrediyor ki vezni Bahr-i müctes’dir; mefâilün feilâtün mefâilün feilün âhengi ile mümtazdır:

Gören saçın arasından yüzün parıltısını Sanır ki kara bulutun içinde gün doğmuş Yanında kan ile yaş içre kaldığım gören el Demez mi kim birini su kızı suya boğmuş21

Güzel fakat maatteessüf altı tane imâle hatası yapmış: “Kāre, bulūtun, kān, birinî, sû kızı, suyâ” kelimeleri zaruret-i vezin için uzatılmış. Haddizâtında bu kelimelerin heceleri kısa olduğu için hiç uzatılmayacaktı.

Ben kendi Türkçe şiirlerimi tetkik ettim. Her kelime bir vezne tevafuk ediyor, fakat Arap vezniyle yazılmış bir gazelde, bir kasidede olduğu gibi her mısraın vezni birbirine benzemiyor. Benzeyen yalnız teker teker kelimelerdir, yoksa hiçbir mısraın âheng-i umumisi hiçbir vezne uymuyor. Bir iki misal arz edeyim:

Çırâğan devrini getirdi yâde Feûlün fâilü feûlü feûl Sunduğun piyâle lâle mi nedir Fâilün feûlü fâilü feûl Lebinde titreyen katre-i bâde Feûlü fâilü fâilün feûlü Gonca gül üstünde jâle mi nedir22 Fâilün mefûlü fâilü feûl

Görülüyor ki “fâilü”, “feûlün”, “feûl” gibi Arap vezni unsurunun kırık parçalarından gelişigüzel bir serpinti arz ediyor. Hâlbuki bu şiirin musikisini pek lâtif buluyorlar.

19 Çınaraltı, sayı 124, 5 Şubat 1944, s. 8-11.

20 Rıza Tevfik’in burada divan dediği, Şinasi’nin Müntahabât-ı Eş’âr adlı, şiirlerinden yaptığı seçmeleri

bir araya getirdiği eseridir.

21 Müntahabât-ı Eş’âr (haz. Süheyl Beken), Ankara 1960, s. 51.

22 Koşma tarzında yazılmış “Ud’un Tesiri” adlı şiirin ilk kıt’ası (bk. Serâb-ı Ömrüm, İstanbul 1949, s.

(10)

Öyle ise buna sebep bu kırık dökük vezin kırıltıları değildir. Vezin bence musikide battota gibidir, asıl şiirin kendi âhengi (mélodiesi) büsbütün başkadır.”23

(...)

Bakılsa her lisanın vezni hece veznidir. Fransızların, İtalyanların, İspanyolların ve daha birçok milletlerin de vezni, kelimelerin hecesini baymak ve kafiyelerle mısraların nihayetlerini tahdit etmek, durak (césure) ile de ortasını ayırıp bir âhenk vermekten ibarettir. Demek ki parmak hesabı belki bütün insaniyetin iptidai ve esas veznidir.

Türkçeye gelince -hiç şüphe yok ki- asıl millî vezin odur. Hem umum Türkler için bu iddia doğrudur. Kara Kırgızların bir mühim destanı var ki âdeta hatırı sayılır hacimde bir mevzun kitaptır. Vezni yedi heceli mısralardan ibarettir ve (4+3) tertibi üzere gider ki bu bizde mâni dediğimiz küçücük ve şirin kıtacıkların veznidir.

Vezn-i millîmiz gayet basit bir sistemdir. Veznin envâı da çok değildir ve Arap vezni gibi de şeklen mütenevvî değildir. Tamamen yeknesaktır. En uzunu on bir hecelisidir ve ortasında bir durak vardır. (6+5) tertibi ile gider. Bir de on altı heceli var. Dörder heceye taksim edilmiştir; (4+4+4+4)’tür. Yunus Emre’nin hemen bütün manzumeleri bu tertiptedir.24

On bir heceliden mâada sekiz hecelisi de vardır; (4+4) gider. Bu vezinde çok türküler vardır. Sonra yedi heceli (4+3) ile daima maniler söylenmiştir. Bu hecede bazı türküler de vardır. Beş hecelisi ile birtakım bilmeceler söylenmiştir:

Çınçınlı hamam, Kubbesi tamam, Bir gelin aldım, Babası imam.

gibi ki eski piriyol saatleri için uydurulmuştur.

Dörtlüsü de var ki onda da bilmece söylenmiştir. Şu misal cidden güzeldir:

Dağdan gelir Taştan gelir, Eğerlenmiş Aslan gelir.

Türkçe, asıl Türkçe lisanıyla ve Arap vezniyle şiir söylemek bazı kelimelere göre hakikaten pek güçtür, zira bizde birçok kelimeler var ki hep hafif hecelerden mürekkeptir. “Gelibolu” ve emsali gibi. Hattâ bir uzunca cümle söyleriz de hep hafif hecelerden ibaret olabilir.

23 Çınaraltı, sayı 128, 4 Mart 1944, s. 12.

24 Dikkate şayandır ki her dört heceden sonra bur durak (césure) yapmak, bir vezni (cedence) ve intizamı

(11)

“Gelibolu’ya gidemedi, işini de göremedi” gibi.

Fakat gariptir ki, bizde küçük kızlar oyun icat ederler ve onlarla teganni edilen mevzun söz de uydururlar ki bazıları hep hafif heceden ibarettir. “Eveleme, geveleme; deve kuşu kovalama” gibi ki (4+4+4+4) şeklinde on altılık veznin aynıdır ve heceleri hep kısadır.

Anlaşılıyor ki saf Türkçenin vezni budur. Fakat lisanımız bugünkü hâlinde yani her hâlde az çok mağşuş olursa Arap vezniyle yine şiir yazan bulunabilir. Bu da büyük bir günah olmasa gerek.

İşte bütün vezin meselesinin hulâsası ve hakikati bence bundan ibarettir. Bu mülâhazat vezne taallûk eder. Mélodie, rythme, âhenk bahsi ile hiç bu tafsilâtın alâkası yoktur. Yalnız nazma aittir, şiire değil.25

(12)

Referanslar

Benzer Belgeler

çalışmalarda korakoid çıkıntının lateral projeksiyonu (KT), korakoid kalınlığı, korakoid uzunluğu, korakoidin inferiora yönelim açısı ve miktarı, korakoid ile

Çün­ kü Türkçe, fakat pek acemi ve bo­ zuk bir Türkçe ile söylemmiş bir­ çok değersiz lâflarla dolu müntehi- Uat kitapları okudum ki adları be­

Merhum Albay Hasarı Rıza Bey’in kızı, merhum Yarbay Asım Bey’in eşi, merhume Ahsen Hanım’ın kardeşi, merhum General Necip Zobu, şehit Cevdet Rıza,

O halde bü yük vapurlardaki kumaşlı yerler lüks m u’ Birçok zaman yolcuların haklı isyanlarını mucip olan bu nokta da ehemmiyetle dikkate alınmalıdır.

İçişleri Ba - kanı Fevzi Lûtfi Karaosman- Oğlu’nun inkılâplarımız bakı­ mından bir tehlike teşkil e - j den bu partiyi ortadan kal - dırmak için

Bu karşılamaya varsanız , hemen diyim ki size,b iz çok - tan bıraktık bıyık altından gül­ m eyi, 142 dişim izle birden gü­ lüyoruz.. Bu da ancak zekamızı

Çalışma arkadaşı olarak pek kolay değil, çok dikkatli olmak lazım.. Ken­ disi perfeksiyonist olduğu için etrafın­ dan da böyle şey

Rahmetli Çallı için gösterilen muhabbet ve | saygıda her şey yerli yerinde ve tastamamdır, î Onu resim tarihimize böyle