Cumhuriyet Matbaacılık ve Gazetecilik Türk Anonim Şirketi adına •di 0 Genel Yayın Müdürü: Haşan Cemal, Müessese Müdürü: timine I. Yazı İşleri Müdürü: Okay Gönensin, # Haber Merkezi Müdürü: ayer, Sayfa Düzeni Yönetmeni: AU Acar, # Temsilciler: ANKARA: fan, İZMİR: Hikmet Çetinkaya, ADANA: Celal Başlangıç.
İstanbul Haberleri: Urban Akyıldı/, Dış Haberler: Krgun Balcı, tkonomi: Cengiz Türban, Kültür: Celal Üsler, Spor Danışmanı: Abdülkadir Yucelman, Düzeltme: Refik Durbaş, Araştırma: Şahin Alpay, Iş-Sendika: Şük ran Ketenci, Yurt Haberleri: Necdet Doğan, Dizi Yazılar: Kerem (,'alışkan, # Koordinatör: Ahmet Kurulsan, # Mali İşler: trol Krkut, # Muhasebe: Bülent Yener # Bütçe-Planlama: Sevgi Osraanbeşeoglu # Reklam: Ayşe Torun, tk Yayınlar: Hülya Akyol # İdare: Hüseyin Gürer, İşletme: Önder Çelik, Bilgi-lşlem: Nail İnal.
Hû.\an ve Yayan Cumhuriyet Matbaacılık veGı 34334 İst. PK: 246-lstanbul. Tel: 512 05 05 Bürolar: Ankara: Ziya G ökalp Blv. İnkılap S. 133 II 41/428 % İzmir: H. Ziya Blv. 1352 S.:
# Adana: İnönü Cad. 119 S. No: I Kat 1, Tel r
/İM : 31 TEMMUZ 1989 İmsak: 4.05 Güneş: 5.51 öğle: 13.15 İkindi: 17.10 Akşam: 20.29 Yatsı: 22.07
N âzım H ikm et’e çırak duran köylü ressam İbrahim Balaban
Okulu, hapishane oldu
PO RTRE
İBR A H İM B A L A B A N
Anadolu’dan çizgiler
1921 ’de Bursa’nın Seç köyünde doğdu. Uç sınıflı köy ilkokulunu bitirdi. 1937-50 arasında Bursa ve lmralı cezaevlerinde kaldı. Bursa Cezaevi’nde Nâzım Hikmet’le tanıştıktan sonra resim yeteneğini geliştirdi. İlk sergisini 1953’te Fransız Kültür Merkezi Salonu’nda açtı. Daha sonra yurtiçinde ve dışında pek çok karma sergiye katıldı, kişisel sergiler düzenledi. 1961’de açılan “ Yeni Dal G rubu” sergisindeki bir tablosundan ve 1968’de Gazi Dergisi’nde çıkan bir resminden dolayı yargılandı, aklandı. 1979-80’de Almanya ve Hollanda’da yaşadı. “ Anadolu insanının yaşamından ve halk efsanelerinden yola çıkarak toplumsal gerçekçi yapıtlar üreten ressam” olarak değerlendirilen Balaban’ın yayımlanmış dört kitabı da var: Balaban (1962), Iz (1965), Şair Baba ve Damdakiler (1968). İzdüşümü
(1969). Balaban - Hapishane ile 16 yaşındayken tanıştı.
Sanat, yaşantının
izdüşümüdür. Konu bir
özdür, her öz kendi
kabuğunu yapar. Ben
insanı santimetrik
ölçülerle değil,
diyalektik ölçülerle
resmediyorum.
A L P A Y K A B A C A L I“ İşte seyreyle gözüm, işte in san: / dağın, taşın, kurdun, ku şun efendisi. / İşte çarıkları, / İşle poturunda yamalar, / İşte kara saban, / İşte sağrılarında keder li, korkunç oyuklarıyla öküzle ri...”
Nâzım Hikmet, bu dizeleri İb rahim Balaban’ın bir tablosu üze rine yazmış. Balaban köyden, ha pishaneden yetişen ressam. Ustası Nâzım Hikmet.
Seç köylü İbrahim, on altısın da düşüyor “ mapus” a... Bir se rüven bile değil bu, onun için. El ma toplamaya gider gibi gidiyor... Dağın yamacında bir in var, iki yüz koyun alacak büyüklükte... İki köylü, oraya hintkeneviri de po etmişler, esrar üretiyorlar. İb rahim’in babası Haşan Çavuş’a, "Kârlı bir iş tuttuk, 10 lira ver, seni de ortak edelim” demişler. O, işin iç yüzünü bilerek ya da bil meyerek, vermiş 10 lirayı, ortak olmuş. Bir gün ona, “ Burada iş ler çok. Kendin ilgilenmiyorsun, bari bir adam yolla” diye haber gelmiş. Bir adamını göndermiş. O gün de yollayacak kimse bulama yınca, oğlu İbrahim’e iş buyur muş. İbrahim de türkü söyleye söyleye varmış dağın yamacına. Hiçbir şeyden haberi yok...
Gece karakola ihbarda bulu nulmuş. İne giden yollar kuşatıl mış, mavzerler patlıyor... Esrar üreten iki kişi yakalanıyor... İb rahim dağa çıkıp kurtuluyor. Sonra da “ içeriye” düşüyor.
“ Ayağına dolanan kepir” bu
olaydan sonra büyüyen bir çığ gi bi, “ kara bir topak olmuş, dur madan yumaklanıyor.” Yumak landıkça da Balaban’ın “ yüreği ne öfke, kafasına bilgi, eline be ceri” giriyor.
Küçüklüğünden beri ötede be ride resim çizmeye çabalayan Ba laban, başlıyor içerdekilerin port relerini yapmaya...
Para yoksa ceza
_
Üç ay sonra salıveriliyor. Ve öğreniyor ki, 16 bin lira para ce zasına hüküm giymiş. Çok büyük para! Bunu hapse çeviriyorlar. Uç yıl yatması gerek. Yeniden ceza evi... Orada okumaya, okuduk larını anlamaya çalışıyor, kitap lar, sözlükler getirtiyor...
İşte o sırada Nâzım Hikmet ge liyor Bursa mapushanesine. İçer- dekiler ondan söz ediyorlar. Hep “ Kim ki bu Nâzım Hikmet?” di ye soruyor Balaban. Anlatılanlar kafasını karıştırıyor. Onun resim yaptığını öğrenince, “ Aman” di yor, “ Para vereyim de, benim res mimi de yapsın.” Amacı, ondan “ hüner kapmak.” “ Para almaz”
diyorlar, o büsbütün şaşırıyor. Bi risi, “ yalnız boya parası alır” di yor. Balaban 250 kuruş götürüyor resmini yaptırmak için...
Nâzım Hikmet diz çöktürüyor onu; kalemini diklemesine, yan lamasına uzatıp ölçü alarak çizi yor. Ağzında da üfürük (ıslık)...
Balaban da ondan öğrendikle rini uyguluyor öteki mapusların portrelerini yaparken. Bir yandan da üfürük çalıyor. “ Evvelce böyle yapmazdı, kalemi yüzümüze doğ ru tutmazdı” diyor mapuslar. “ Zenaatı kapmış ustadan.”
Babası bir kızla nişanlamış onu. Kızı almak isteyen bir baş kası varmış, o da hapse düşmüş. Balaban’ı içerde hiç rahat bırak mıyor. Ve günün birinde vuruyor (bıçaklıyor)...
Uç yıllık cezası dolup da dışa rıya çıkınca, babası everiyor (ev lendiriyor) Balaban’ı. Ama o hiç bir şeyle ilgilenmiyor. Başında bü yük dert var, dünyası kararmış. O toplumda, bir delikanlının vu rulması demek, aşağılanması de mek, ele güne rezil olması de mek... Ancak öcünü alabilirse
kurtulur bu onursuzluktan. O da insan içine çıkamıyor. Ya evde oturup resim çiziyor ya da kırda bayırda dolaşıyor. Bir de taban ca ediniyor. Günün birinde kıya met kopuyor: “ düşmanı” meza ra gidiyor, kendisi -on ay sonra- yeniden mapushaneye...
Nâzım dersleri_______
İşte bu üçüncü girişte, Nâzım Hikmet’e çırak duruyor. Artık dünyası pırıl pırıl... Yıllarca, du rup dinlenmeden çizip boyuyor. Ama tablolarının hiçbiri istediği gibi değil. Bir eksiklik var... Us tası Nâzım Hikmet, onun bu te dirginliğinin ayrımında. Bir gün çağırıyor Balaban’ı “ ders yapaca ğız” diyor. İlk gün “ diyalektik felsefe” dersi... Usta anlatıyor, çı rak dinliyor. Ertesi gün kendisi ne anlatılanları bir bir yineliyor ustasına. İkinci gün “ sosyoloji dersi” , üçüncü gün “ekonomi po litik...” M alta’da volta atarken anlatılıyor dersler. Defter, kalem, kâğıt, kitap yok. Mapuslar birbi- riyle sürekli konuşarak volta atan ustayla çırağı imrenerek izliyorlar.
Bir süre sonra dersler sona eri yor. Nâzım Hikmet “ Ben büyük şairim, sen de büyük ressamsın” diyor. “ Tekrarla bu sözü.” Bala ban yineliyor. Usta bunu her gün inançla söyletiyor.
Bir ara ustayla çırak birbirin den ayrılıyor. Balaban’ı lm ralı’- ya, yarı açık cezaevine yolluyor lar. Savcı İzzet Akçal’ın (sonra Demokrat P arti’den bakan) sağ ladığı olanakla, Balaban orada iki yıl eşekleri, öküzleri, doğayı çizi yor. İlk tablosunu oranın dokto ru satın alıyor. O şaşıp kalıyor kendisine bir resim için para ödenmesine... Yeni gelen savcı ise, önce onu Edirne’ye, Yanık Kışla’yı boyamaya gönderiyor, sonra hücre hapsine. Ardından da “ infazını yakarak” Bursa Ceza- evi’ne geri yolluyor. İki ay sonra çıkacakken, sekiz yıl daha yatma sı gerekiyor. Ama ne gam! Bir kez daha ustası Nâzım Hikmet’e ka vuştu ya.
İlk sergi______________
1950’de çıkan Af Yasası, Bala- ban’a özgürlüğünü geri veriyor. Askerliğini yapıyor, 1953’te Fran sız Kültür Merkezi’nde ilk sergi sini açıyor. Elli dolayındaki tab losu satılıyor bu sergide. Artık ünlü bir ressamdır. Ama şımarmı yor. Önce köyüne gidip evleniyor, ardından Anadolu’yu dolaşarak Hitit kabartmalarım, bereket tan rılarını inceliyor; bunlardan “ ma ya alıyor.” İkinci sergisinin tari hi, 1959. Sonradan sanatını dö nemlere ayırıyor. “ Birinci Dö nem” , “ İkinci Dönem” gibi... Ya da “ Nakışsı Dönem” , “ Oyuncak- sı Dönem” vb...
Son yıllarda belirli temalar üze rinde çalışıyor Balaban. “ Erenler- Evliyalar” , “ Bereket Anaları” konulu sergiler açtı. Şimdi de “Geçmişimizin Masala Duruşu” - nu işliyor. Geleceğe yönelik tasa rıları da var: Bundan sonra “ Ya şama Kavgası” nı, “ İnsanların Yarışı” nı, “ Hayvanların Toku- şu” nu çizip boyayacak.
Balaban, sanat anlayışını do kuz maddede özetlemiş. İlk beş maddeyi buraya aktaralım:
“ Sanat, yaşantının izdüşümü dür. Konu bir özdür, her öz ken di kabuğunu yapar. Ben insanı santimetrik ölçülerle değil, diya lektik ölçülerle resmediyorum. İn san doğa ilişkilerinde üretim araç larının insanı kişilendirdigini ve bu nedenle benim resimlerimi de biçimlendirdiğini söyleyebilirim. Ben boyaları, açık-koyu leke en dişesiyle değil, figürlerimin özün de çakmaklaşan ışığı yakmak için kullanıyorum.”
Diyalektik sanat
Bu anlayışının somut örnekle rini gösteriyor. Açıklamalar yapı yor:
“ Perspektife zaman zaman uyuyorum, gerektiğinde tersine çeviriyorum. İşte... Güneşin her hangi bir yerden yansıması, sol dan gelip sağa doğru gölgesini dü şürmesi, santimetrik bir ölçü. Do gadaki ölçü. Ben, çağımızın ge rektirdiği diyalektik ölçü ile resin yapıyorum. Ne yapıyorum?
Örneğin, büyük kalabalıklar di ni ve siyasi liderlerini elleriyle tu tuyorlar. Neden elleriyle tutuyor lar? Kendileri ayakta durabilmek için. İşte bu, diyalektik ölçüdür. Bu bilgiyle yapılan sanat eseri oluyor. Tek başına güzel, güzel değildir. Ona varmak için basa maklar vardır. Bir rengin bir renkle yan vana gelmesi mi gü zel?
Hazreti Ali’yi yaptım: Üç tane, üç biçimde. Büyük bir kalabalık, onu elleriyle tutuyor. Hallac-ı Mansur’un resmini de yaptım: Kapalı olduğu yerde, içinde ampul yanıyor gibi. Yüzü de ba na benziyor, aynaya bakarak çiz dim.”
Balaban, kendisi üzerine şu yargıyı veriyor:
“ Dış ülkelere gittim, benim ayarımda ressam yok. Çünkü ay nı inançla, aynı öfkeyle, aynı bil giyle yapmıyorlar. Etimden bu dumdan, kanımdan getirerek, bir nevi kanımla işler gibi işliyorum bu tabloları. Üç ana bilimin üs tüne oturttum, yürütüyorum ben bu sanatı.
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi