AKUP Kadri'nin anlattığı Atatürk, Meşrutiyet'in ilanından hemen sonra gittiği Paris'te Türklerin _____kılıkları, giyim kuşamları dolayısıyla Avrupa kültürü ve uygarlığınca hep garinsenecekleri, dahası küçümsenip aşağılanacakları kanısına varır. Atatürk ki tabı bu sorun üzerinde özellikle durur gibidir: "Fikir ve ruh itibariyle kendisini müsavi telakki ettiği insanların arasında, şeklen 'exotique' bir mahlûk gibi dolaşmak" Mustafa Kemal'in ağrına gitmiştir.
Çöküş yıllarında OsmanlI İmparatorluğumu dün yaya, özellikle Avrupa'ya anlatmak isteyen Pierre Loti, ülkeyi ve İstanbul'u feslerin, peçelerin, sarıkların, kafes ve nargilenin oluşturduğu biraz baygın bir dekor içinde seyretmiştir. Gerçi dekorun atmosferi mi baygındır, Loti'nin bakışları mı, kestirmek kolay değil.
Yakup Kadri, Pierre Loti'nin, “ Pierre Loti cinsin den frenk muharrirlerinin" yeni bir düzene açılmak isteyen Türkiye'yi kavramak şöyle dursun, düşüneme miş bile olduklarını belirtir. Bu soy Batılı yazarlara Halit Ziya da karşı çıkmıştır. Nâzım Hikmet çok daha suçlayı cı bir dille konuşmuştur.
Yakup Kadri alaycıdır: Pierre Loti’nin “ Dokunma yın!" dediği Türk dünyası, göçük duvarlarla çevrili unutulmuş mezarlıklardan, mezbeleliklerden, çınaraltı kahvelerinde esrimiş afyonkeşlerden, ara sokakları doldurmuş uyuz köpek sürülerinden ibaret gibidir. Ger çi Loti tam böyle yazmamıştır ama, Yakup Kadri biraz böyle okumuştur...
Kimileyin bir bekçi “ Yangın var!" diye bağırır. Ki- mileyin bir kadın hayaleti o evden ötekine süzülür. Bu cansız, zavallı, çapacul şeyler "bezgin ve endişeli" Pi erre Loti’ye olabildiğince çekici gelmiştir.
Zaten Aziyade romancısı "Madagaskar zencile rinden, Seylan maymunlarından, Havai adalarındaki kelebeklerden de" aynı heyecanla söz açmıştır. Bütün aradığı, özlediği, "yeryüzünde arkaik ve pitoresk man zara la rd ır. O, insanlığa pek de yararı dokunmayacak eski püskü güzellikler ardındadır.
Türk milletinin "canlı ve ileri” bir topluma yol al masını ülkü edinmiş Atatürk'ün Pierre Loti’ye ve benze ri frenk muharrirlerine hiçbir zaman itibar gösterme mesi de, onların bizi "b ir müze halinde" görmek istemelerinden dolayıdır. Mustafa Kemal, Ankara'da yepyeni bir Türkiye'nin sözcüleriyle birlikte, "Türk Rö- nensansı hadisesi" için çalışmayı yeğlemiştir.
Ne var ki aradan geçen şu kadar yıl içinde Türk Rönesansı hadisesi beklenen sonuçlara varamaz. Ye niden doğuşların, dirilişlerin, silkinişlerin söz verdiği müjdeler Türk toplumundan kopup gitmiş gibidir. Pier re Loti'nin betimlediği eski İstanbul'un yerinde yeller esmektedir. Buna karşılık Türk Rönesansı'ndan umul muş yeni İstanbul'un da yerinde yeller esmektedir.
Sonra yalnız İstanbul'un değil. Ankara'nın, İzmir' in, İsparta’nın, Malatya'nın, Antalya'nın... Bu listeyi uzatmak olası. Yurdun kentleri ne yeniyi özümseyebil- miştir, ne eskiyi koruyabilmektedir. Kentlerdeki yaşam da.
Eski kültürümüzün hiç de yabana atılamayacak de ğerlerini toptan yadsıma telaşı, 1991 Türkiye'sine ürküntü verici bir görünüm armağan etmiştir hepi topu. Bir yanda sandviç kültürü saltanat kurmuşken, bir yan dan da Cumhurbaşkanının eli öpülmeli öpülmemeli tartışmaları sürüp gitmektedir. Hangi sandviç kültürü, gefçek bir el öpme isteğini uyandırabilir ki: İçtenliğini yitirmiş el öpüşlerin ise eski kültürümüzdeki adı hiç de hoşa gidecek sözler fısıldamıyor. Tersine, saygının çı karcılık için kullanıldığına işaret ediyor. Türk Rönen- sansı hadisesinden beklenen şüphesiz yerli ve yersiz el öpmeler olamazdı. Gelgelelim sonunda her şey tam bir şizofreni tablosu çizmektedir.
Zavallı Pierre Loti OsmanlI - Türk dünyasının erinçle dolup taştığına inanıyordu belki de, korunması nı istediği belki de bu erinçti. Korunamayacağı tarihsel bir zorunluluk olan bir erinç.
Yine de bazı şeyleri farklı yaşamak olasıydı. Yakı nında bulunmuş olanlar Atatürk’ün alaturka müziği her zaman çok sevdiğini yazmışlardır. Alafranga müzi ğin onca benimsetilmek istendiği bir dönemde bu sevgi neye işaret ediyor? Yepyeni bir Türkiye'nin sözcüleri, yoksa, bir sentez arayışını mı kavrayamamışlar?
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi