• Sonuç bulunamadı

Bir Zarf (Belirteç) Aracılığıyla Zamanın Belirtilmesi (Indication du temps par un adverbe)

GÜNLER / AYLAR / MEVSĠMLER

3.9.2. Bir Zarf (Belirteç) Aracılığıyla Zamanın Belirtilmesi (Indication du temps par un adverbe)

Zarflar bir baĢka deyiĢle belirteçler, her dilde fiille iliĢki içinde olan, onun anlamını değiĢik açılardan besleyen, sınırlayan sözcüklerdir. Örneğin Fransızcada adverbe “fiili seven, fiilin yanına giden, fille birlikte olan” anlamındadır. Zarflar sözdiziminin en oynak sözcükleridir. Çoğu zarf bir anlam değiĢikliğine uğramaksızın cümlenin baĢına, fiilden sonra ortasına veya cümlenin son ögesi olarak sonuna gelebilir.

Dün Bugün Yarın Her zaman Hep Daima Hala Henüz Asla / hiç

ġimdiye kadar (dek) Hemen / derhal

Nihayet

Bundan böyle / artık Ġlk önce …(daha) sonra Sonra

Biraz (az) önce / biraz (az) sonra Uzun süre / bayağı / epey

Daha önce / çoktan / zaten Eskiden

O zaman / o sıra(da) / o tarihte O zamana kadar / bu arada Ġçin / üzere

ġimdi konumuzla ilgili örneklere göz atalım.

Dün

Pierre dün yılbaĢı tatili için geldi.

Pierre est arrivé hier pour les vacances de Noël. (Ertürk, 1998, s. 192)

Dün annem telefon edip bizi öğle yemeğine çağırdı.

Dün ne yaptıklarını sorun, ĢaĢırmıyorlar: Ġki sözcükle hemen söyleyiveriyorlar size. (Bulantı, s. 14)

Si on leur demande ce qu’ils ont fait hier, ils ne se troublent pas: ils vous mettent au courant en deux mots. (La Nausée, s. 22)

Bugün

Bugün seninle meĢgul olamam.

Je ne peux pas m’occuper de toi aujourd’hui.

Bugün gidiyorum.

Je pars aujourd’hui. (Grevisse, 2008, s. 1258)

Evet, kıĢladan çıkan bir atlı subayının kulam rengi botlarına bakıp duruyordum bugün. (Bulantı, s. 18)

Donc, aujourd’hui, je regardais les bottes fauves d’un officier de cavalerie, qui sortait de la caserne. (La Nausée, s. 25)

Yarın

Yarın amcam Fransa’ya hareket edecektir.

Demain mon oncle partira pour la France. (Karaahmetoğlu, 1991, s. 299)

Yarın gidiyoruz.

Nous partirons demain. (Grevisse, 2008, s. 1259)

Çocuklar ödevlerini yarın bitirecekler.

Her zaman

Her zaman hazırlamalıyım kendimi buna, yoksa yine kayabilir parmaklarımın arasından. (Bulantı, s. 5)

Je dois être toujours prêt, sinon elle me glisserait encore entre les doigts. (La

Nausée, s. 13)

Her zaman iyi konuĢur.

Il parle toujours bien. (Ġlkgelen, 1983, s. 132)

Hep

Onu hep iyi bir oyuncu olarak tanımıĢımdır.

Je l’ai toujours connu comme un bon acteur. (Ġlkgelen, 1983, s. 132)

Bu ülkede hava hep sıcaktır.

Dans ce pays, il fait toujours chaud. (Karcıoğlu, 2007, s. 176)

GiyiniĢ biçimi hep aynıydı, onu bugün gören, 1791’de neyse bugün de oydu. (Eugénie Grandet, s. 18)

Toujours vêtu de la même manière, qui le voyait aujourd’hui le voyait tel qu’il était depuis 1791. (Eugénie Grandet, s. 71)

Daima

Daima geç kalır.

Il est toujours en retard. (Ertürk, 1998, s. 192)

Gözlerim daima böyle dıĢarı dönmüĢ ve kan çanağı değildi; burnum daima çeneme değmedi ve her zaman hizmetçi olmadım. (Candide, s. 49)

Je n’ai pas eu toujours les yeux éraillés et bordés d’écarlate; mon nez n’a pas toujours touché à mon menton, et je n’ai pas toujours été servante. (Candide, s. 53)

Aynı anlamı Türkçede “sürekli” sözcüğünü kullanarak da vermek mümkündür. 1536 antlaĢması hariç, kapitülasyonlar Osmanlı Devletinde sürekli ödün demektir.

Le traité de 1536 excepté, les capitutations sont toujours, dans l’Empire ottoman, une concession. (Karcıoğlu, 2007, s. 176)

Hâlâ

Hâlâ iĢsiz mi?

Il est toujours au chômage? (Karcıoğlu, 2007, s. 176)

Hâlâ rüzgâr esiyordu, fakat dünkünden daha az Ģiddetliydi. (Ahlaksız, s. 22)

Le vent soufflait toujours, mais moins impétueusement que la veille.

(L’immoraliste, s. 25)

Aynı anlamı Fransızcada “encore” sözcüğü ile vermek mümkündür.

Hâlâ komadadır.

Il est encore dans le coma. (Ertürk, 1998, s. 193)

Hâlâ orada mısınız?

Vous êtes encore là? (Le Petit Robert)

Hâlâ çok zayıfım; güçlükle nefes alıyorum; her Ģey beni yoruyor, okumak bile… (Ahlaksız, s. 27)

Je suis encore très faible; je respire mal; tout me fatigue, même lire…

Kendimi yüz kere öldürmek istedim, fakat hayatı hâlâ seviyordum. (Candide, s. 58)

Je voulus cent fois me tuer, mais j’aimais encore la vie. (Candide, s. 61)

Aynı anlamın Fransızcada “enfin” sözcüğüyle verilebildiğine aĢağıdaki örnekte dikkat çekilmiĢtir.

Halen oturmakta olduğu ev de kendisinindi. (Eugénie Grandet, s. 12)

Enfin la maison dans laquelle il demeurait était la sienne.

(Eugénie Grandet, s. 65)

AĢağıdaki örnekte ise Türkçede “hâlâ” yerine “daha” sözcüğünün kullanıldığını görmekteyiz.

Baban daha gelmedi mi?

Ton père n’est toujours pas rentré? (Karcıoğlu, 2007, s. 176)

Henüz

Ġyi olmaktan çok uzaktım henüz. (Ahlaksız, s. 33)

J’étais encore loin d’aller bien. (L’immoraliste, s. 40)

Asla, hiç

Bu sokakta asla bir ayakkabı tamircisi görmüyorum.

Je ne vois jamais un cordonier dans cette rue. (Karaahmetoğlu, 1991, s. 299)

Hiç Çin filmi görmedim.

Je n’ai jamais vu un film chinois. (Ġlkgelen, 1983, s. 132)

Hiç müze gezdin mi? / Hiç müze gezdiğin oldu mu?

AĢağıdaki örneklerde de görüldüğü üzere, “hiç” veya “asla” sözcüklerinin dıĢında Türkçede “hiçbir zaman” sözcüğü de kullanılabilir.

Hiçbir zaman ne evet, ne hayır der; ne de eline kalem alırdı. (Eugénie Grandet, s. 17)

Il ne disait jamais ni oui ni non, et n’écrivait point. (Eugénie Grandet, s. 69)

Hiçbir zaman bu kadar nefis yemekler yenmemiĢ, Ģölen ve yemekte bunca esprili bir kral asla görülmemiĢtir. (Candide, s. 89, 90)

Jamais on ne fit meilleure chère, et jamais on n’eut plus d’esprit à souper qu’en eut Sa Majesté. (Candide, s. 88)

ġimdiye kadar (dek)

Bu, Ģimdiye kadar çevrilmiĢ en uzun film.

C’est le plus long film jamais tourné. (Ġlkgelen, 1983, s. 133)

Cunégonde kendisine Ģimdiye kadar gördüklerinin en güzeli göründü. (Candide, s. 60)

Cunégonde lui parut ce qu’il avait jamais vu de plus beau. (Candide, s. 63)

Hemen, derhal

Paul geç geldi ve hemen yattı.

Paul est arrivé tard, et aussitôt il s’est couché. (Ġlkgelen, 1983, s. 132)

Bana hemen cevap verdi.

Il m'a répondu aussitôt. (Sunel, 2005, s. 332)

Onunla karĢılaĢmamak için hemen baĢka bir kapıdan çıktım.

Je suis sorti aussitot par une autre porte pour ne pas le rencontrer. (Günay ve

Hava öylesine berrak, öylesine güzeldi ki, kendimi hemen daha iyi hissettim. (Ahlaksız, s. 44)

L’air était si pur et si beau qu’aussitôt je me sentis aller mieux.

(L’immoraliste, s. 56)

Türkçede “hemen” anlamını verebilmek için Fransızcada “dans l’instant” sözcüğünün de kullanılabildiği aĢağıdaki örnekte görülebilir.

Tedbirli ihtiyar kadın ne yapılması gerektiğini hemen gördü. (Candide, s. 62)

La prudente vieille vit dans I’instant tout ce qui était à faire. (Candide, s. 65)

Türkçede “hemen” sözcüğü yerine “derhal”, “acilen”, “anında” veya “dakikasında” sözcükleri de kullanılabilir.

Beni çağırdınız ve derhal geldim.

Vous m’avez appelé et je suis arrivé aussitôt. (Ertürk, 1998, s. 192)

Derhal Cacambo’yu ihtiyarın evine götürdü. (Candide, s. 85)

Aussitôt il mène Cacambo chez le vieillard. (Candide, s. 84)

Aussitôt’nun iki ayrı anlamı vardır. Birincisi hemen, derhal anlamında, ikincisi ise aussitôt bir ortaçtan önce geldiği zaman… ir… mez anlamını verir.

Nihayet

ĠĢte nihayet geldiler.

Les voilà ils sont enfin arrivés. (Ertürk, 1998, s. 192)

Nihayet sizi buldum.

Je vous ai enfin retrouvé. (Le Petit Robert)

Nihayet Fransa sahilleri görüldü. (Candide, s. 105)

AĢağıdaki örnekte Türkçede “nihayet” sözcüğünün dıĢında “sonunda” sözcüğünün de kullanıldığını görebiliriz.

Sonunda gecenin solduğunu gördüm; gün aydınlandı. (Ahlaksız, s. 32)

Enfin, je vis la nuit pâlir; le jour parut. (L’immoraliste, s. 38)

Bundan böyle (artık)

Çiftlik iĢleticisi bundan böyle daha iyi bir verim için gübre yayma makinası kullanmak zorundadır.

Le fermier doit désormais se servir du distributeur d’engrais pour une production fertile. (Ertürk, 1998, s. 193)

Ġlk önce …(daha sonra)

Ġlk önce tezini bitireceksin; sonra savunmanı yapacaksın.

D’abord tu finiras ta thèse; puis tu feras ta soutenance.

Ġlk önce temiz giyinmiĢ iki güzel kız gayet iyi köpüklendirilmiĢ çikolata takdim ettiler. (Candide, s. 134)

D’abord deux filles jolies et proprement mises servirent du chocolat qu’elles firent très bien mousser. (Candide, s. 127)

Türkçede “ilk önce” veya “önce” sözcüklerinin yerine anlamı pekiĢtirmek amacıyla “önceden” ifadesinin de kullanıldığını aĢağıdaki örnekte görebiliriz.

Güzelliğini önceden fark edemediğim için kendime kızıyordum. (Candide, s.19)

Je me reprochai de ne m’en être pas d’abord aperçu. (Candide, s. 22)

Fransızcada edebi anlatımlarda “puis” yerine “ensuite” kullanımı aĢağıdaki örneklerde olduğu gibi sıklıkla görülmektedir.

Önce ödevlerini bitirmelisin, daha sonra oynamaya gidebilirsin.

D’abord, tu dois finir tes devoirs, ensuite, tu pourras aller jouer.

(Ertürk, 1998, s. 192)

Candide ilk önce komutanın cüppesinin eteğini öptü, sonra sofraya oturdular. (Candide, s. 66)

Candide baisa d’abord le bas de la robe du commandant, ensuite ils se mirent à table. (Candide, s. 69)

Sonra

Sonra herkes gibi onlar da ölümden kurtulan insanların yardımına koĢup acılarını dindirmeye çalıĢtılar. (Candide, s. 29)

Ensuite, ils travaillérent comme les autres a soulager les habitants échappés a la mort. (Candide, s. 37)

Fransızcada “ensuite” sözcüğünün dıĢında “puis” kullanımına da rastlamaktayız.

Sonra çok uzaklardan uyanırdım, ter içinde, yüreğimde çarpıntılar, baĢımda uyku. (Dünya Nimetleri, s. 22)

Puis je me réveillais de très loin, en sueur, le cœur battant la tête somnolente. (Les Nourritures Terrestres, s. 26)

Sonra birdenbire Marceline’i biraz ihmal ettiğimi düĢündüm. (Ahlaksız, s. 19)

Puis, brusquement, je songeai que je délaissais un peu Marceline.

(L’immoraliste, s. 22)

AĢağıdaki örnekte daha çok edebi anlatımlarda karĢımıza çıkan ve cümleye daha zengin bir anlam yükleyen “kısa bir zaman sonra” ifadesi kullanılarak tercüme edilmiĢtir.

Kısa bir zaman sonra tekrar gelerek, yirmi binden aĢağıya gidemeyeceğini söyledi. (Candide, s. 97)

Puis, revenant un moment après, il signifia qu’il ne pouvait partir à moins de vingt mille. (Candide, s. 95)

Biraz (az) önce / Biraz (az) sonra

Biraz önce geldim.

Je suis arrivé tout à l’heure. (Ertürk, 1998, s. 192)

Az önce otel merdivenlerinden inerken, yine Lucie’nin sesini iĢittim. (Bulantı, s. 19)

Toute à l’heure en descendant l’escalier de l’hôtel, j’ai entendu Lucie.

(La Nausée, s. 26)

Biraz sonra gideceğim.

Je partirai tout à l’heure (toute de suite). (Ertürk, 1998, s. 192)

Biraz sonra boĢ olacak.

Il sera libre tout à l’heure. (Sunel, 1998, s. 345)

Az sonra odama girdiğimde ansızın duruverdim, soğuk bir nesnenin varlığını duymuĢtum elimde, bu soğuk nesne, bir kiĢiliği varmıĢ gibi dikkatimi çekiyordu kendine. (Bulantı, s. 9)

Toute à l’heure, comme j’allais entrer dans ma chambre, je me suis arrêté net, parce que je sentais dans ma main un objet froid qui retenait mon attention par une sorte de personnalité. (La Nausée, s. 17)

Yukarıdaki örneklerde gördüğümüz gibi, Türkçede iki ayrı anlam ifade etmemizi sağlayan “biraz önce” ve “biraz sonra” gibi kavramlar Fransızcada tek bir sözcük ile verilebilmektedir: “toute à l’heure”.

AĢağıdaki cümlede ise Fransızcada “toute à l’heure” yerine “bientôt” kullanılmıĢtır.

Yazılı sınavın sonucunu az sonra öğreneceksin.

Tu sauras bientôt le résultat de l’examen écrit. (Ġlkgelen, 1983, s. 132)

Kısa süre sonra iki yabancıyı sevgiyle kucaklayıp izin istedi. (Candide, s. 119)

Il prit bientôt congé des deux étrangers, après les avoir tendrement embrassés.

(Candide, s. 115

Yukarıdaki cümlenin Fransızca çevirisini yaparken “bientôt” sözcüğü yerine “puis” de kullanılabilirdi (bkz: s.49).

Uzun süre / Bayağı / Epey

Korkunç savaĢ zamanlarını uzun süre unutmadı.

Il n'a pas longtemps oublié les jours affreux de la guerre. (Sunel, 1998, s. 336)

Aynı Ģekilde ilk kez olarak çalıĢmalarımdan uzun süre yoksun bırakılmayı kabul ediyordum. (Ahlaksız, s. 19)

Pour la première fois aussi je consentais d’être privé longtemps de mon travail.

(L’immoraliste, s. 21)

Sen ruhların, olanaksız mutluluğunu daha uzun zaman arayacaktın, demiĢti Ménalque… (Dünya Nimetleri, s. 21)

Tu chercherais encore longtemps, me dit Ménalque, le bonheur impossible des àmes. (Les Nourritures Terrestres, s. 25)

Epey (bayağı) tereddüt etti.

Yukarıdaki örneklerde görüldüğü gibi, Türkçede aynı anlamı verebilmek için “uzun süre”, “uzun zaman”, “uzun vakit”, “epey”, “epeyce”, “bayağı” sözcükleri de kullanılabilir. Fransızcada ise yalnızca “longtemps” sözcüğü ile aynı anlam verilebilir.

Daha önce, çoktan, zaten

Size bunu daha önce söyledim.

Je vous l’ai déjà dit. (Ertürk, 1998, s. 192)

Saat çoktan sekiz oldu.

Il est déjà huit heures. (Ertürk, 1998, s. 192)

Çoktan kahvaltı yapmıĢsın.

Tu as déjà déjeuné. (Sunel, 1998, s. 335)

Gitme zamanı çoktan gelmiĢ.

C'est déjà l'heure du départ. (Sunel, 1998, s. 335)

Sen geldiğinde, ben çoktan gitmiĢ olacağım.

Quand tu arriveras, je serai déjà parti. (Sunel, 1998, s. 335)

Fransızcada yalnızca “déjà” sözcüğü ile aynı anlam verilebilirken, Türkçede “daha önce”, “çoktan”, “zaten” sözcüklerinin kullanımı dile zenginlik katmaktadır.

Eskiden

Bir koli göndermek için, postanede üç basılı kâğıt doldurdum; eskiden bir tane yeterdi.

A la poste, pour envoyer un colis, j’ai rempli trois imprimés; autrefois un seul suffisait. (Ġlkgelen, 1983, s. 132)

O zaman, o sıra(da), o tarihte

Birisi lambayı yaktı; sedirin üzerinde uyuyan kediyi o zaman farkettik.

Quelqu’un a allumé la lampe; nous avons alors remarqué le chat qui dormait sur le canapé. (Ġlkgelen, 1983, s. 132)

Bütün bu düĢüncelere o zaman sahip değildim ve çizdiğim tablo burada bir fiyasko oldu. (Ahlaksız, s. 49)

Toutes ces pensées je ne les avais pas alors, et ma peinture ici me fausse.

(L’immoraliste, s. 63)

Almanya o sırada Ġngiltere’ye karĢı savaĢıyordu.

L’Allemagne était alors en guerre contre l’Angleterre.

O tarihte Grandet elli yedi, karısı aĢağı yukarı otuz altı yaĢındaydı. (Eugénie Grandet, s. 11)

Monsieur Grandet avait alors cinquante-sept ans, et sa femme environ trente- six. (Eugénie Grandet, s. 65)

O zamana kadar, arada, bu ara(da), -caya kadar, -meye kadar

Bir saat sonra bir randevum var, o zamana kadar pastaneye gidelim.

J’ai rendez-vous dans une heure; en attendant, allons à la pâtisserie.

Fikirleri belki de doğru, ama bu ara sakin davranmakla iyi eder.

Ses idées sont peut-être justes; en attendant, il aurait mieux fait de se tenir tranquille. (Günay ve Sığırcı, 2005, s. 81)

Saat 11’de hastanede muayenesi var, bu arada arkadaĢına telefon ediyor.

À 11 heures, elle a une consulatation à l’hôpital, en attendant, il passe un coup