• Sonuç bulunamadı

1.3. SÖZLÜ FORMÜL KURAMI VE HOMEROS

2.3.2. Zakirler Tarafından İcra Edilen Fuzûlî Şiirleri

Önemli ölçüde sözlü geleneğe yaslanan Âlevî-Bektaşî edebiyatı, günümüze taşınan ürünleriyle varlığını âşıklara; aynı zamanda inanç ritüeli bağlamında da gelenekte zakir olarak adlandırılan kimselere borçludur.

Âlevî-Bektaşî kültüründe zakirlerin büyük bir önemi vardır. Zakirler kültür içinde Carl Wilhelm Von Sydow’un ifadesiyle “gelenek taşıyıcısı” rolünü üstlenmiş birer aktarıcı olarak görülebilir. Metin Turan, Geçmişten Günümüze Âlevî-Bektaşî

Kültürü adlı kolektif çalışmanın kendisi tarafından kaleme alınan “Âlevî ve Bektaşî Kültüründe Âşıklar ve Nefesler” başlıklı bölümünde cemde en başta dede/pir/baba nın bulunduğunu ikinci sırada ise, zâkir in yer aldığını ifade ederek zâkirlerin gelenekteki yeri ve önemine vurgu yapmaktadır. Gerek dede, gerekse zâkir, Âlevî- Bektaşî edebiyatının yaratıcısı olmanın yanı sıra, aktarıcıları olarak da büyük bir işleve sahiptirler (Turan, 2009: 433).

Cemlerde oniki hizmet, belli bir sıraya göre yerine getirilirken, teatral ve sembolik gösterimin yanı sıra göze ve kulağa çarpan en belirgin özelliklerinin başında nefesler ve semahlar gelir. Dedenin en büyük yardımcılarından biri olan, zakirler (sazcılar), Âlevî-Bektaşî tekke ozanlarından nefesler okuyarak ceme ayrı bir zenginlik katarlar. Zakirler, cemdeki oniki hizmet sıralamasında yer alan, deyiş, duvaz-imam, miraçlama söyleme ve saz çalma görevlerini yerine getiren kimsedir (Turan, 2009: 433). Özellikle cem törenlerinde dede ve zakirlerin, topluluğun gerek dinsel konularda gerekse güncel konularda aydınlanması için nefesler yoluyla bu etkinliği gerçekleştirmeleri geleneğin dinamizmi kadar bu şiir türünün düşünsel içeriğini de genişletmiştir. Ayrıca uzun tarihsel dönem içerisinde yazılı olmaktan ziyade, sözlü kültürde yaşatılıp sürdürülmesi de hem geleneğe hem de nefeslere önemli bir dinamizm kazandırmıştır (Turan, 2009: 431).

Âlevî-Bektaşî kültüründe kayıtları tutulan özel bazı defter ya da mecmûalar bulunmaktadır. Bu defter ve mecmûalara özen gösterilmekte ve herkesle paylaşılmamaktadır. Yusuf Ziya Yörükân, Âlevîler ve Tahtacılar üzerine yaptığı

derinlemesine çalışmasında imamların mersiye ve methiyesine dair manzumeleri, gülbankları ve miraciyeleri ihtiva eden ve imamların menkıbelerinden bahseden düvazdeh imam denilen birtakım mecmûalardan bahsetmektedir. Yörükân, adı geçen çalışmasında bu mecmûaların çok mahrem olarak tutulan kaynaklar olduğuna vurgu yaparak umumiyetle nefes, deyiş ve destanların yazılmış olduğu defterlerin varlığından söz etmektedir (Yörükân, 2006: 20).

Âlevî-Bektaşî kültürü içerisinde önemli bir yer tutan, yolun ve sürekin anlatılıp öğretilmesine ve hiç kuşkusuz yaşatılmasına kaynaklık eden nefesler, bu çevrenin dağılımında olduğu coğrafi kesimlere göre farklı adlar almasına karşın genel olarak

âyet, kelam, deyiş terimleriyle ortak anlamda kullanılmaktadır. Ayrıca, kavramın sözlü kültürdeki algılanışına bakıldığında, Düvaz-İmam, Miraçlama, Semah, Mersiye, Ali, Oniki İmam, Kerbela, Hacı Bektaş, Tevellâ, Teberrâ, Üçleme, Devriye, Tarikata Bağlılık ve Yollarını Öğrenme, Softa ve Zahitlere Taşlamalar gibi inançların nefeslerin ana konuları arasında yer aldığı görülmektedir. Nefes kavramına anlam olarak yüklenen bu geniş çerçeve, bu şiirlere Âlevî-Bektaşî kültüründe verilen önemi de yansıtmaktadır (Turan, 2009: 432).

Âlevî-Bektaşî kültüründe aynı zamanda “canlılık, dirilik, ruh, hayat” anlamında kullanılan nefesin, bir şiir türü olarak yaygınlaşmasının kaynağında da inanç bağlamlı bu vurgulama yatmaktadır. Nefesler, yaygın olarak cemlerde ve saz eşliğinde söylenmektedir. Buna karşın, cem törenleri dışında da, bir nedenle topluluk oluşmuşsa, orada gerek sazlı gerekse sazsız olarak da okunabilmektedir. Nefeslerde, esas olan ve öne çıkarılan, söylenenlere mistik bir derinlik kazandıran nefesten gelen ahenkli sestir. Nefesler de işlenen konular Âlevî-Bektaşî inancının çerçevesini de belirler niteliktedir. Yoğun olarak Tanrı sevgisi, tasavvuftaki vahdet-i vücut kavramı; Hz. Muhammed, Hz. Ali ve Oniki İmama övgülerin yanı sıra başka Âlevî-Bektaşî uluları için: örneğin Hacı Bektaş-ı Velî ve insanı iyiye, güzele götürme yolları anlatılır. Bu bakımdan Hz. Muhammed için söylenen na’atlara ve Hz. Ali için söylenen methiyelere de nefes denilir. Biçim olarak bakıldığında yaygın olarak 8 ve 11 heceli koşma tarzında söylenmesi yanında, gazel ve aruz ile söylenmiş örnekleri de bulunmaktadır. Hece ile söylenmiş nefeslerde dörtlük sayısı 3–7 arasında değişir. 7 heceden fazla olanlar devriye niteliğindedir.16 (Turan, 2009: 432).

16 Konuyla ilgili bkz. Sadeddin Nüzhet Ergun (1942): Türk Musikisi Antolojisi Birinci Cild Dini

Nefesler, söylendikleri yer ve kişilerin düzeyine göre de belli simge ve vurgulardan oluşur. Nefeslerin bu niteliği, özellikle Bektaşî gibi, Âlevî kökenli olmayanların da katılabildikleri tarikat silsilesi içerisinde, taliplerin itikatlarının derecesini anlamak bakımından da önemlidir. Doğal olarak, Âlevî-Bektaşî nefesleri, içerik olarak tasavvuf düşüncesi paralelinde nitelik taşımaları yanında, kendine özgü terimleri de barındırır (Turan, 2009: 433).

Cemlerde söylenen nefesler, içerik olarak Âlevî-Bektaşî kültüründe yer alan önemli konuları işler. Gelen talipler bu deyişler sayesinde Âlevî inancını ve felsefesini, bağlamanın da katkısıyla öğrenir. Söylenen deyişler rastgele seçilmiş şiir örnekleri değil hepsi de Âlevî tekke edebiyatının ve şiirinin önde gelen ulu isimlerine ait, içeriği derin, felsefi yönü ağır basan öğretici şiirlerdir. Cemlerde yapılan her hizmete özgü, o hizmetin önemini anlatan, daha çok üç deyiş söylenerek o hizmet kutsanmış olur. Zakirler, cemde salt nefes okumazlar. Nefes yanı sıra duvaz-imam,

devriye, tevhit, miraçlama gibi ritüelleri açıklayan şiirler de okunur. Bu şiirler, daha çok Âlevî düşüncesini ve yol inancını çok iyi bilen tarikat ehli halk ozanlarından seçilir ki bunların başında Kaygusuz Abdal, Hatayî, Pir Sultan Abdal, Kul Himmet, Kalender Abdal, Cemâli Baba, Âşık Ali, Kul Mustafa, Abdal, Dedemoğlu, Caferoğlu, Türabî… gelir. Bunlar nefesleri halk arasında en yaygın olarak bilinen ve

âyin-i cem, ikrar ve kurban ayini gibi Âlevî-Bektaşî törenlerinde eserleri okunan başlıca âşıklardır(Turan, 2009: 434–435). Metin Turan’ın yukarıda sıraladığı isimler arasında yer alan ve Yedi Ulu Ozan17dan biri de sayılan Fuzûlî, bilhassa Âlevî- Bektaşî kültüründe eserleriyle büyük bir yere ve saygınlığa sahip olan şairlerden biridir.

Yukarıda adı geçen eserinde Yusuf Ziya Yörükân tarafından gerek derlenerek gerekse kütüphane çalışmaları yapılarak tespit edilen nefesler arasında Fuzûlî’nin de bir şiirine rastlanmaktadır.

Mushaf demek hatadır Ol safha-i cemâle Bu bir kitâb-ı sûzdür Fehm eden ehl-i hâle

Ankara: TDK, s. 346; Doğan Kaya (2007): Türk Halk Edebiyatı Terimleri Sözlüğü, Ankara: Akçağ yay., s. 564-566.

17 Bkz. Filiz Kılıç (2008): Âlevîlik ve Bektaşîlikte Yedi Ulu Ozan, Grafiker Yayıncılık, Ankara. Süleyman Zaman (2009): Yedi Ulu Ozan, Can Yayınları, İstanbul.

Ruhsâra nokta koymak Resm-i hat olmasaydı Düşmezdi menzil etmek Ruhsârın üzre hâle

Hayrân-ı mâh-ı rûyun Hurşîde mihir salmaz Müştâk-ı tâk-ı ebrun Eksik bakar hilâle

Kondurdu gerd-i hattın Âyîne-i murâda

Kufl urdu ıkd-ı zülfüm Gencine-i visâle

Devran bana kalem tek Sevdâ kapısın açtı Tâ kadîmî gamından Döndürdü za’f-ı nâle

Resm-i vefâ Fuzûlî Senden kemâle yetmiş Hoş kâmil-i zamansın Ahsentü bu kemâle

Ali Rifat, Rauf Yekta, Zekâizade Ahmet ve Dr. Suphi Beylerden müteşekkil Konservatuar “Tasnif Heyeti” tarafından toplanarak notaya alınmış Bektaşî Nefesi I adlı eserde Fuzûlî’nin notalarıyla birlikte iki gazelini nefes olarak bulmak mümkündür. Ayrıca Abdülbâki Gölpınarlı da, Âlevî-Bektaşî Nefesleri adlı eserine Fuzûlî’nin aynı iki gazelini almıştır. Bu gazellerden ilki Pencügâh Makamında Nefes Yürük Semai formatında olan gazelidir.

Mushaf demek hatadır ol safhai cemâle Bu bir kitap sözdür fehmiden ehli hâle Ruhsâra nokta koymak resmi hat olmasaydı Düşmezdi menzil etmek ruhsârın üzre hâle

Hayrânı mâhı rûyun hurşîde mihir salmaz Müştâkı tâkı ebrun eksik bakar hilâle Kondurdu girdi hattın ayînei murâda Kuflurdu ikdi zülfün gencinei visâle

Devran bana kalem tek sevdâ kapısın açtı Tâ kaddimi gamından dönderdi zafı nâle Resmi vefâ Fuzûlî senden kemâle ermiş Hoş kâmili zemansın ahsentü bu kemâle

(Yekta vd., 1933: 171; Gölpınarlı, 2010: 296)

Eserlerdeki diğer gazelin güfteleri ise Karcığar ve Rast Mâye Makamında Nefes Düyek olmak üzere iki şekilde bestelenmiştir.

1

Beni candan usandırdı Cefâdan yâr usanmaz mı Felekler yandı âhımdam Muradım şem’i yanmaz mı

2

Kamu bimarına canan Devayı dert eder ihsan

Niçin kılmaz bana derman Beni bimarı sanmaz mı

3

Şebi bimarına canan Devayı dert eder ihsan Niçin kılmaz bana derman

Beni bimarı sanmaz mı 4

Güli ruhsarına karşı Gözümden kanlı akar su Habibim faslı güldür bu Akar sular bulanmaz mı

5

Gamım pinhan tutardım ben Dediler yare kıl rûşen Desen ol bivefa bilmem İnanır mı inanmaz mı

6

Değildim ben sana mail Sen ettin aklımı zail Bana ta’n eyleyen gafil Seni görgeç utanmaz mı

7

Fuzulî rindi şeydadır Hemişe halka rüsvadır Sorun kim bu ne sevdadır Bu sevdadan usanmaz mı

(Yekta vd., 1933: 202–203; Gölpınarlı, 2010: 328–329)

Bir diğer çalışma ise Turgut Koca ve Zeki Onaran’ın ortak çalışmaları olan

Güldeste Nefesler-Ezgiler adlı eserdir. Koca ve Onaran da Fuzûlî’nin notalarıyla birlikte Fuzûlî mahlasını taşıyan iki şiiri eserlerine dâhil etmişlerdir. Bu şiirlerden ilki Fuzûlî’nin diğer çalışmalarda da bulunan ve en bilinen eseri olan “Beni candan usandırdı cefadan yâr usanmaz mı” mısrası ile başlayan gazelidir. Bu gazel Karcığar düyek makamında nefes olarak bestelenmiştir.

Beni cândan usandırdı Cefâdan yar usanmaz mı? Felekler yandı âhımdan Murâdım şem’i yanmaz mı?

Kamu bîmârına cânâ Devâ-yı dert eder ihsân Niçin kılmaz bana dermân Beni bîmârı sanmaz mı?

Şeb-i hicran yanar cânım Döker kan çeşm-i giryânım Uyarır halkı efgânım Kara bahtım uyanmaz mı?

Gül-i ruhsârına karşu Gözümden kanlı akar su Habîbim fasl-ı güldür bu Akarsular bulunamaz mı?

Gamım pinhân dutardım ben Dediler yâre kıl rûşen

Desem ol bî-vefâ bilmem İnanır mı inanmaz mı?

Değildim ben sana mâ’il Sen ettin aklımı zâ’il Bana ta’n eyleyen gâfil Yarın Hakk’tan utanmaz mı?

Fuzûlî, rind-i şeydâdır Muhibb-i Âl-i Abâdır Sorun kim bu ne sevdâdır Bu sevdâdan usanmaz mı?

(Koca-Onaran, 1987: 33)

Fuzûlî’nin çok bilinen bir gazeli olan yukarıdaki gazeli, Alevî-Bektaşî kültüründe nefes formunda okunduğu için dörtlükler halinde yazılmıştır. Nitekim gazelin yapısı da kırılmalı yani musammat gazel olduğu için dörtlükler halinde yazılmaya ve hece ölçüsünün uygulanmasına elverişlidir.

Fuzûlî mahlaslı diğer şiir ise Sofyan makamında nefes olarak bestelenmiş şiirdir. Ancak bu şiir Fuzûlî’nin bilinen eserlerinde yer almamaktadır.

BAHTIMIZ AÇILDI MİNNET HÜDÂ’YA

Sofyan Söz: Fuzûlî

Bahtımız açıldı minnet Hüdâ’ya Şimden geru gönül, meydân bizimdir Feryâdımız çıksın arş-ı ‘alâya

Hep güzeller bir araya derildi Dost evinde ulu dîvân kuruldu Rakip gördüm dergâhından sürüldü Cennetteki hûri, gılmân bizimdir

Gel derdi koyalım gamdan geçelim Aşk ile muhabbet bâbın açalım, Sâkî doldur peymâneyi içelim Meydân Alî’nindir devrân bizimdir

Çok şükür murâdım aldım Hüdâ’dan Hâcetim kalmadı bây ü gedâdan Fariğ ol Fuzûlî, kuru kavgadan Âlem Hüdâ’nınsa seyrân bizimdir (Koca-Onaran, 1987: 134)

Cahit Öztelli, “Tekke Şairi Fuzûlî” başlıklı makalesinde 19. yüzyılda Rumeli’de yaşadığı sanılan Bektaşî şairi olan başka bir Fuzûlî mahlaslı şairden söz etmektedir. Bu şairin aruz ve hece vezniyle yazılmış bazı nefesleri vardır. Öztelli cönklerde rastladığı Fuzûlî mahlaslı bu şairin şiirlerini 16. yüzyılda yaşamış olan Fuzûlî’nin Türkçe Divanı ile karşılatırmış ancak hiçbir şiiri eserde bulamamıştır. Buradan hareketle ve üslûp farklılığından ötürü cönklerde yer alan şairin başka bir Fuzûlî olabileceğini iddia etmiştir. Makalesinin devamında Öztelli, bahsi geçen Fuzûlî’ye ait birkaç şiiri örnek olarak vermiştir (Öztelli, 1964: 3319-3320). Öztelli’nin makalesinde tekke şairi Fuzûlî’ye ait şiirler arasında yer alan bir şiir, Âlevî-Bektaşî geleneğinde nefes olarak söylenen şiirlerden biridir. Turgut Koca’nin ve Zeki Onaran’ın biri 16. yüzyılda yaşamış klasik edebiyat şairi olan Fuzûlî, diğeri ise 19. yüzyılda yaşamış tekke şairi olan Fuzûlî’leri birbirine karıştırdığı görülmektedir. Muhtemelen Koca ve Onaran’ın 19. yüzyıl tekke şairi Fuzûlî’den haberleri bulunmamaktadır. 16. yüzyıl klasik edebiyat şairi Fuzûlî daha fazla tanındığı hele de Yedi Ulu Ozan’dan biri sayılması sebebiyle daha fazla sevildiği için bu şiir de kendisinin zannedilerek ona mal edilmiştir. Bu yanlışlık sebebiyle Fuzûlî adına başka başka şiirler meclislerde icra edilmektedir. Özetelli’nin makalesinde

örnek olarak verdiği şiir ile Turgut Koca ve Zeki Onaran’ın kaleme aldıkları

Güldeste adlı eserlerinde yer alan yukarıdaki şiir benzerlik göstermesine rağmen farklılıklar mevcuttur. Şiirin farklı ortamlardaki icraları esnasında varyantlaşmış olduğu söylenebilir. İleriki bölümlerde varyantlaşma konusuna detaylı bir şekilde değinilecektir. Öztelli’nin cönklerde tespit ettiği bahsi geçen şiir şu şekildedir:

Muhabbet açıldı, minnet Hüdâ’ya Sâkî kerem eyle, devrân bizimdir Feryâdımız çıksın arş-ı ‘alâya Bülbüller ötmesin, feryat bizimdir

Hep güzeller bir araya derildi Pir önünde ulu dîvân kuruldu Rakîpler dergâhtan sürüldü Şimden gerü huri, cânân bizimdir

Gel, gam-ı feryadı bırak, geçelim Aşk ile muhabbet bâbın açalım, Sâkî doldur peymâneyi içelim Devlet-i hünkârın nûru bizimdir

Çok şükür murâdım aldım Hüdâ’dan Hâcetim kalmadı bây-ü gedâdan Fariğ ol Fuzûlî, kuru kavgadan Âlem-ü cihanda seyrân bizimdir (Öztelli, 1964: 3320)

Nefesler, Bektaşî yolunun düsturunu oluştururlar. Bu manada tarikat ehlinin dili ve aklında, söylenen her sözün derin bir anlamı ve yol göstericiliği vardır. Bu süreci anlatan Ziya Şakir, Bektaşî Nefesleri adlı derlemesinde bazı bilgilere yer verirken Fuzûlî mahlaslı bir nefese de yer vermiştir: “Bektaşî tarikatının gayet basit gibi görünmesine rağmen, onun adap ve itikatlarının inceliklerinin, derinliklerinin, bilhassa her talibin kafası içinde kolayca hazmedilebileceğini mürşitler de bilirler ve ikrar vermek için meydana getirilen bir salike, en evvel bu konuları ihtar ederlerdi.

Babanın önünde diz çöküp niyaz ederek nasip bekleyen talibe ilk söylenen sözler, şunlar olurdu:

- Sen, Hakk-Muhammed-Ali yoluna, Oniki İmam Efendilerimizin katarına ve Pîrimiz Hünkâr Hacı Bektaş-ı Velî’nin tarikine girmeyi murad ediyorsun. Fakat bu yol, güçtür. Ateşten gömlek, demirden leblebidir. Kıldan ince, kılıçtan keskindir. Erenler, şöyle buyurmuşlardır…Gelme, gelme. Dönme, dönme…Gelenin malı. Dönenin canı…Nasıl?...Erenlerin bu ihtarını kabul ediyor musun?...

Bu suale hiçbir talip:

- Hayır, diyemezdi. Çünkü o meydana gelip de ilk niyazını yapıncaya kadar, rehberi tarafından kendisine yeteri kadar telkinler verilir, ham sofuluğa dayanan çiğlikleri oldukça pişirilirdi.

Babanın bu telkini üzerine: - Allah, eyvallah…

Cevabını veren talip, artık nasibini alıp da salik olur olmaz, derhal baba çırakçıya hitaben:

- Erenler, kalk. Bu canın çırağını yak.

Diye emir verir ve yeni salikin çırağı erkân ile yakılırken, Tîgibendi bağlanan salik de dâra çekilirdi. Salikin ilk duyduğu nefes, şu olurdu:

“Muhabbet açıldı, minnet Hudaya Sâki kerem eyle, devran bizimdir. Feryadımız çıksın, arş-ı âlâya Bülbüller ötmesin, feryat bizimdir.

Hep güzeller bir araya derildi Pîr önünde ulu divan kuruldu Rakipler dergâhtan taşra sürüldü Şimdengerü, huri cenan bizimdir.

Gel, gami feryadı bırak, geçelim Aşkı ile muhabbet babın açalım Sâki doldur, peymaneyi içelim Hazreti Hünkârın nuru, bizimdir.

Çok şükür, muradım aldım Huda’dan Hâcetim kalmadı bây ü gedâdan Fâriğ ol Fuzûli, kuru kavgadan Âlem cihanda seyran bizimdir.”

(Turan, 2009:439).

Turan’a göre, böylece nasip alan bir can, artık bir taraftan mürşitlerin telkinatı, diğer taraftan da dinlediği sazların ve nefeslerin ilhamıyla yavaş yavaş Bektaşîliğin ince itikat ve telkinlerini öğrenmeye başlardı (Turan, 2009:439).

Bir diğer benzer varyantlaşma durumu yukarıdaki nefes için de geçerlidir. Turgut Koca ve Zeki Onaran’ın çalışmasında bulunan ikinci nefes ile benzerlikler göstermekte ancak mısralarda farklılıklar bulunmaktadır. Bu durum Âlevî-Bektaşî geleneğinin yaşatıldığı yöreye göre farklılık gösterdiğinin bir işareti olabilir. Bu farklılık gelenekten de kaynaklı olabilir, zakirin icrasında da kaynaklı olabilir. Bu iki nefesten hangisinin en eskisi olduğunu tespit etmek zor görünmektedir. Çünkü gelenek içinde her ikisi de farklı kollardan ilerlemiş ve kendi kültür ortamlarında icracı bulmuş olabilir.

Âlevî-Bektaşî kültüründe bilhassa Muharrem günlerinde Fuzûlî’nin

Hadîkatü’s-Sü‘edâ isimli eserden şiirler zakirler tarafından söylenmektedir. Şeyma Güngör, Fuzûlî’nin, Hadîkatü’s-Sü‘edâ adlı eserindeki mukaddimesinde “Allah’ın insanları dünyada belâlardan mübtelâ kılarak imtihan ettiğini, insanların makamlarının yüksekliğinin, katlandıkları musibetlerle ölçüldüğünü, bu sebeple en çok belâya uğrayanların peygamberler, onların içinde de Hz. Muhammed olduğunu ifade ediyor. Daha sonra Peygamber ve Ehl-i Beyt’in çektiği cefaları, Kerbelâ şehidlerinin matemini tutmanın sevabını anlatarak İslam fırkalarının her sene Muharrem ayında Kerbelâ’da toplanarak felaketleri yeniden hatırlayıp göğüslerindeki yarayı tazeledikleri söyleyerek böyle bir eser kaleme almanın kendisi için saadete vesile olacağını düşündüğünü” yazmaktadır (Güngör, 1987: XXIX- XXX).

Âlevî-Bektaşî kültüründe özellikle Muharrem günlerinde Maktel okumak çok önemli bir uygulamadır. Metin And, Ritüelden Drama Kerbelâ-Muharrem-Ta‘ziye adlı eserinde maktel’in tanımını yapar ve en önemli maktel’lerden biri olan

Hadîkatü’s-Sü‘edâ’ya değinir.

Maktel’ler genel olarak on bölümden ya da oluntudan oluşur. Her bölüm bağımsızdır, topluluk içinde okunduklarından bu bölümlere Meclis denir. Muharrem’in birinci gününden başlayarak, onuncu Âşûre gününe kadar her gün bir

meclis okunur. Kimi maktel’ler on iki meclisten oluşur. Her gün bir imam için okunur. Makteller içinde en önemlisi Fuzûli’nin Hadîkatü’s-Sü‘edâ’sıdır. Fuzûlî bu eseri Hüseyn Va‘iz Kâşifî’nin Ravzatü’ş-Şühedâ adlı Farsça maktelinden çevirmiştir. Çeviri olmakla birlikte eklemeler, kısaltmalar yapmış, kendi güçlü şair üslubu ile özgün bir eser yaratmıştır (And, 2012: 193).

And, yukarıda adı geçen eserinde Fuzûlî’nin Hadîkatü’s Sü‘edâ adlı eseri hakkında kısa bilgiler de aktarmaktadır.

Hadîkatü’s Sü‘edâ, mensurdur; aralara manzum parçalar eklenmiş, ayrıca yer yer Kur’ân’dan âyetlere, hadislere, söylencelere yer verilmiştir. Eser çok yayılmış, çok sevilmiştir. Çok sayıda yazma nüshaları ayrıca baskıları vardır. Çeşitli kitaplıklara yayılmış, çok okunmuş, Bektaşîlerde kutsal sayılan kitaplar arasında görülmüş, Muharrem’in ilk on gününde her gün bir bölümü okunmuş, dinleyenler gözyaşlarına boğulmuşlardır. Eserin gerek Türkiye’de gerek Avrupa ve Amerika’da çeşitli minyatürlü nüshaları vardır (And, 2012: 203).

Âlevî-Bektaşî topluluklarında Hadîkatü’s Sü‘edâ okuma geleneği çok eskilere dayanmaktadır. Evliya Çelebi’nin ağzından Dergüzîn’de gördüğü Muharrem töreninde Fuzûlî’nin Makteli’l-Hüseyn nâm telifinin kıratına tanıklık ettiğini aktarmaktadır:

“Dergüzîn şehri haricinde yüzlerce çadır ve otağ kurulup âşûrâ ve yemekler pişirilirken, Han’ın şehrin ileri gelenlerinin bulunduğu bu topluluğun oturduğu meydanın ortasında kurulan kürsüye çıkan şeyh “ibtidâ bir Fâtiha baède Şâh’a ve huzzâr-ı meclise duâ idüp şâir Fuzûlî-i Bağdadî’nin Makteli’l-Hüseyn nâm te’lifini kıraat etmeğe başladı. Hâdise- i Kûfe’de şehîdân-ı deşt-i Kerbelâ mahalline geldikde kimde cân kaldı, asker-i Acem içre bir gıriv ü feryâd kopdı ki gûyâ rûz-ı mahşer idi. (…) Şeyh kürsü üzerinde Makteli’l-Hüseyn’in şehîdlik faslına gelince kürsünün ardındaki perde açılıp bir âdem yeşil imâmeli İmâm Hüseyn vücuduyla çıkdukda cümle halk gördüler ki sûret-i İmâm Hüseyn’in gerdenindan kanlar akıp ser-i sa’adeti gerdeninden cüdâ durup bir sanèat ile hûn-i Hüseyin meydân-ı mahabbete gelince cümle muhibb-i hânedân-ı Ehl-i Beyt feryâd ü figânla “Vâh Hüseyn, Şâh Hüseyn” diyüb sîne vü bâzûlarını selmânîlere tutup, selmânîler de bâzû ve sînelerine vurup şerhâ sînelerini sırım sırım edüp ask-ı Hüseyn için kanlar revân iderdi.” (Evliya IV, 356 alıntılayan And, 2012: 34–35).

And, adı geçen eserinde Kerbelâ olayının Âlevîler ve Bektaşîler arasındaki gösteriminin dört türlü gerçekleştirildiğine dikkat çekmektedir. Bunlar: a) Dramatik