• Sonuç bulunamadı

1.3. SÖZLÜ FORMÜL KURAMI VE HOMEROS

2.2.2. Şuara Meclisleri

Şuèara meclislerinde herkesi hayran eden, şairlik gücü başkalarını gölgede bırakan veya patronun özel takdirini çeken şâir; serâmed, emîr-i nazm, melikü’ş- şuèarâ, sultânu’ş-şuèarâ gibi unvanlarla kutlanırdı. Şuèarâ meclislerine “sâde-rû mahbûb yigitler” de katılır, sabaha kadar şarap içilir, sazlar çalınır, felekten kâm alınırdı (İnalcık, 2005: 44).

Padişah saraylarında, paşa ve bey konaklarında olduğu gibi şairler de kendi aralarında böyle meclisler düzenlemekteydiler. Mehmet Kalpaklı ve Walter G. Andrews’in birlikte kaleme aldıkları “Toward a Meclis-Centered Reading of Otoman Poetry” başlıklı makalede “meclisin sadece şiirin performansı bağlamında değil aynı zamanda şiirsel (manzum) konuşmaların şekillenmesi ve anlamının kurulmasında da öncelikli bir unsur” olduğu vurgulanmaktadır (Kalpaklı- Andrews, 2009: 309).

Kalpaklı ve Andrews’in ortak kaleme aldıkları yukarıda adı geçen makalede Mesihi’nin Divanında yer alan “Der SitÀyíş-i DefterdÀr Bedrüddín Beg” başlıklı gazelinden hareketle şiir meclislerine değinmektedirler. Yazarlar, Mesihi’nin şiirini değerlendirirken dönemin özelliklerine dair tespitlerde de bulunmaktadırlar. “Mesihi’nin şiiri bir meclis – dostların toplanması- ile bu vakada meclis-i has, yani eşraftan birinin hususi evinde veya bahçesinde bir araya gelmesi ile başlar. Bu toplanma güçlü bir konum, derin bir öğrenme, şiir yeteneği, olağanüstü zekâ, konuşma yeteneği, fiziksel güzellik, (sıklıkla) alkol ve keyif verici ilaçlara karşı

hususi düşkünlük ve rahat tavır, duygusal hassasiyet ve aşkın maneviyatından anlama gibi niteliklerden bazılarına veya pek çoğuna ya da tamamına sahip bir grup “mümtaz” şahsiyeti bir araya getirmek demektir. Bu çok seçkin grup yiyecek, içecek, şiir, müzik ve muhabbet edebîlecekleri, kendilerinden geçebilecekleri, günlük kaygılarını ve kamusal kişiliklerini bir taraf atabilecekleri rahat bir ortam anlamına gelen “eğlenceci, cümbüşçü” anlamına gelir” (Kalpaklı- Andrews, 2009: 309).

Basitçe söylemek gerekirse, çok ciddiye aldığımız sonuç Osmanlı şiirlerinin pek çoğunun veya tamamının ya özel bir meclis ve özel katılımcılar huzurunda okunmak için ya da bazen bir mecliste veya diğerinde okunacağı temel varsayımı ile yazılmış olmasıdır (Kalpaklı- Andrews, 2009: 310).

Kalpaklı ve Andrews, Osmanlı şiir geleneğinde meclislerin merkezî rolüne gereken ilginin gösterilmemesini bazı nedenlere bağlarlar. Bunların en başında ise divanı, divan şiirinin asıl mekânı olarak görme eğilimi olduğunu belirtirler. Divanın biribirinden kopuk şiirleri bir araya toplayan bir yapı sergileyişi, şiirlerin icra ortamlarına odaklanmaktan ziyade teknik özelliklerine odaklanmayı beraberinde getirmiştir. Bu nedenle, divan şiirlerinin “görücüye” çıktığı ve icra edildiği, Kalpaklı ve Andrews’ün deyimiyle “hayat” bulduğu meclisler gölgede kalmıştır6 (Kalpaklı- Andrews, 2009: 310). Kalpaklı ve Andrews’in divan şiiri ve icra ortamları hakkındaki bu görüşleri, halkbiliminde “Bağlamsal Kuram” olarak adlandırılan kuramın görüş ve yaklaşımlarıyla özdeşleşmektedir. Bağlamsal Kuram, sanatçının icrasını sürdürdüğü ortamın da icra sürecinde ve sonrasında birtakım değişmelere yol açacağını savlar.7 Kalpaklı ve Andrews’ün “kurumuş kemikler” metaforu benzer

6 Şair Meclislerinin işlevlevleri ve önemi konusunda İstanbul Araştırma Enstitüsü, 4 Mart 2013 tarihinde Bir Kültür Muhiti Olarak “Meclis” konulu bir sempozyum düzenlemiştir. Alanında öncü isimlerin katıldığı sempozyumda, meclis konusu masaya yatırılmıştır. Sempozyuma katılanlar ve sempozyumda tartışılan konular şöyledir:

Halil İnalcık: Açılış konuşması

Cemal Aksu: Hüseyin Baykara ve Nevai’nin Meclisleri Nurhan Atasoy: Bahçe ve Çiçek Meclisleri

Lale Uluç: Timurlularda ve Safavilerde Meclis Anlayışı

Şeyma Güngör: Meddah Hikâyelerine Göre İstanbul’da Sohbet Meclisleri Ekrem Işın: Bir Kültürel Aktarım Yöntemi Olarak Sohbet

Ersu Pekin: Meclisin Levâzımatı Müzik-Müziğin Mekânı Meclis Mehmet Kalpaklı: Osmanlı'da Şiirin Mekânı Olarak Meclis Zeynep Tarım: Osmanlı Padişah Meclislerinde Usûl ve Erkân Değerlendirme: Sohbet Adabı ve Rituelleri

7 Bkz. İlhan Başgöz (1949): Biografik Türk Halk Hikâyeleri, Yayımlanmamış Doktora Tezi. Ankara Üniv. DTCF Türk Dili ve Edebiyatı Enstitüsü, Ankara.

Ruhi Ersoy (2003): Baraklı Âşık Mahgül ve Repertuarı, Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Doktora Tezi.

kaygı ve çekincelerle, Lutz Röhrich tarafından “sardalya kutusuna bakarak sardalyaların yaşamı hakkında çıkarımlarda” bulunulması şeklinde dile getirilmiştir. 1950’lerden sonra icranın “öne çıkışı,” halkbiliminde “metin merkezli” ve “bağlam merkezli” olarak etiketlenen ve aralarında “hiyerarşi” oluşturulmasına neden olmuştur.8 Halkbiliminin ilgi alanına giren icracıların bir kısmının bugün hâlen eserler vermesi ve icra ortamlarının gözlemlenebilir oluşu, “şair meclislerini” gözlemleme şansı olmayan divan şiiri geleneğine karşı halk edebiyatını bir adım öne çıkarmış gibi görünebilir. Ancak Kalpaklı ve Andrews’ün dikkat çektiği, meclisin divan şiiri geleneği içerisindeki rolü konusu aynı zamanda “yazıyla özdeşleştirilen” bir geleneğin sözlü kültürle ilişkisini ortaya çıkarması açısından oldukça önemlidir.

Osmanlı şairlerinin pek çoğunun şiirlerini tamamıyla teknik egzersizler ya da örnekler olarak görmediklerine dair çok fazla bulgu var. Teknik önemliydi ancak kendisi için değil duygusal durumların ve belli durumların duygusal içeriklerinin betimlenmesi ve harekete geçirilmesi için bir araç olarak önemliydi (Kalpaklı- Andrews, 2009: 310–311). Divan şairlerinin, redif, vezin, mazmun, edebî sanat kullanma becerileri ölçüsünde “teknik açıdan” şiirlerinin sağlam olduğu görüşü, Kalpaklı ve Andrews tarafından “araç” olarak nitelendirilerek bir “ifade biçimine” indirgenmiştir. “Matematiksel zekâ” ile ilişkilendirilerek seçkin bir sanatın yapıldığı düşüncesi, halk şiirinin hece vezni ile yazılmasından dolayı “parmak hesabı” adlandırmalarıyla küçümsenmesine de yol açmıştır.

Şairlerin ölümsüzlüğü yetenekleri ile sınırlı değildir aynı zamanda şiirlerinin başka başka meclislerde icrası ile de şair yaşamaktadır. İnsan sosyal bir varlık olarak var oldukça iletişim mekânı olan meclisler de var olmuştur. Bu durum da şairi evrensel kılmaktadır. Kalpaklı ve Andrews, bu düşüncelerden hareketle özetle; Osmanlı şairlerinin meclisin devamlılığı ile ilgili bilinçaltı inancı olarak gördüğümüz şey – meclis “evrensel ve sonsuzdur”, (Kalpaklı- Andrews, 2009: 311) gibi iddialı bir açıklama getirmektedirler.

Kalpaklı- Andrews, aynı makalede klasik edebiyat şiirlerini meclis-merkezli bir okuma ile değerlendirmişler ve en azından aşağıdaki maddeleri kapsadığını iddia etmişlerdir.

Özkul Çobanoğlu (2000): Âşık Tarzı Kültür Geleneği ve Destan Türü, Akçağ Yayınları, Ankara. İsmail Görkem (2000): Halk Hikâyeleri Araştırmaları Çukurovalı Âşık Mustafa Köse ve Hikâye

Repertuvarı, Akçağ Yayınları, Ankara.

• Pek çok Osmanlı şiiri zihinde bir meclis için veya bir meclis ile birlikte yazılmıştır (özel ya da genel):

- Şair meclise o vesile için hazırladığı şiiri ile birlikte gelir.

- Şair bir şiiri veya bir şiirin bir kısmını mecliste hazırlıksız söyler.

- Şair gelecekte, belirsiz bir mecliste okunacağını hayal ettiği bir şiiri besteler.

• Osmanlı şiirlerinin pek çoğu bir şekilde meclis ile ilgilidirler:

- Şiir (veya şiirin bir kısmı) meclisi tasvir eder (Mesihi örneğinde olduğu gibi) ya da meclisin ortamını (bahçe, mevsim, zaman veasire).

- Şiir meclisteki faaliyetleri veya konuşmaları tasvir eder ya da yeniden oluşturur. (Mesihi “kimi zülüfleri hesap ederdi…” derken, meclisteki konuşmayı tasvir ediyor. Gazelinde cananı tasvir ya da ifade ederken, bu konuşmanın bir unsurunu oluşturuyor.) (Kalpaklı- Andrews, 2009: 311- 312).

Yazarlara göre, bir Osmanlı şiirinin en otantik okunuşu bir düzeyde daima meclisi akılda tutar ve şiirin ahengi ya da konusal bütünlüğü genele mal olmuş bir meclisin toplumsal farkındalığında yerleşiktir.

Meclisin nelerden müteşekkil olduğuna dair Kalpaklı- Andrews’un görüşleri kapsamlı ve şümullüdür. Çünkü yazılı kaynaklardaki ve resimlerdeki meclisler ile ilgili kayıtlar ağırlıklı olarak has meclise yöneliktir (meclis-i hasu’l-has) ya da en muteber seçkinlerin meclisleridir (meclis-i has). Bu tür resmî meclislerin diğer benzer toplantılara örnek teşkil ettiğine dair bir varsayım eğilimi vardır. Kalpaklı- Andrews bununla beraber, bir meclisi dostların muhabbet, arkadaşlık ve şiir, müzik, yiyecek ve içeceğin bazı kombinasyonları için toplantısı olarak tanımlamış, seçkin meclislerin toplumdaki tüm tabakalarda gerçekleştirilen geniş geleneksel toplantıların ikincil, resmî versiyonları olduklarını söylemenin daha doğru olduğuna kanaat getirmişlerdir. Ancak böyle bir durumda “meclis” başlığı altında nelere yer verilmesi konusunda belirsizlik ortaya çıkamkatdır. Kalpaklı- Andrews’un makalelerinde verdikleri, on altıncı yüzyıl şairler biyografisinde, Şairlerin Kutsal

Yolculuğunun Durakları (Meşa’ir-i Şuara), Âşık Çelebi şair Celali ile olan dostluğuna dair anekdot toplantıların yapıldığı mekanların türleriyle ilgili iyi bir profil ortaya koymaktadır:

Zamanında, O (Celali) bu fakir ile muhabbete, samimiyete ve yakınlığa tenezzül ederdi. Bahçelerin seyrinde, şarap tüccarının odasında, Eyüp ve Kâğıthane çayırlarında, Galata ve Hasköy toplantılarında, Zati’nin dükkânında, At Meydanı’ndaki bahar sohbetlerinde ve sonbahar meclislerinde, bazen sevgililerin bir araya geldikleri hamamları

seyrederken ve bazen Davut Paşa iskelesinde suda oynayan gümüş endamlı çocukların seyrinde, bazen derviş misafirhanelerinde Vefa sema’ında ve bazen de tavernalarda dümbelek sema’ında beraber idik (Kalpaklı- Andrews, 2009: 312).

Başka bir deyişle yukarıda verilen anekdotda geçen mekânlar sekiz maddede şu şekilde sıralanabilir:

1. Bahçe toplantıları veya hususi görüşmeler: At Meydanı’ndaki mevsimlik piknikler de dâhil (Sultan Ahmet camisinden önceki büyük açık alan),

2. Şarap ikram eden tavernalar, 3. Doğal parklar,

4. Zengin ve nüfuzlu kimselerin konaklarındaki toplantılar (Galata veya Hasköy’de),

5. Beyazıt Camii yakınlarındaki efsanevi şair ve şairlerin akıl hocası Zati’nin falcı dükkânında,

6. Hamamlarda,

7. Genç erkeklerin ve güzel oğlanların vücutlarının seyredilebileceği deniz kenarı, 8. Derviş misafirhanelerinde müzik veya tavernalarda cezp edici dümbelek müziği

dinlemek.

Padişah sarayında veya vilayetlerde şehzadelerin saraylarında, etraflarında birer muhit edinmiş devlet büyüklerinin konaklarında tertip edilen ve şairlerin de hazır bulunduğu içki ve şiir meclislerinin yanında şairlerin de kendi aralarında toplantıları olmaktadır. Şairlerin kendi aralarında yaptıkları bu toplantılar, ya dost birkaç şairin bir araya gelmesi, oturup konuşmaları ya da çeşitli zamanlarda tertip edilen daha kalabalık şair toplantıları şeklinde görülmektedir. Bu toplantılarda birbirlerini tanımak için fırsat olarak görülmektedir. Şairlerin bu toplantıları genellikle içkili olurdu. Hem içilir, hem sohbet edilirdi. İpekten, adı geçen eserinde bu çeşit şair toplantıları hakkında daha ziyade Âşık Çelebi, Hasan Çelebi ve Bağdatlı Ahdi’nin tezkirelerinde bilgi bulunabileceğini çünkü Âşık Çelebi ve Ahdi’nin, devirlerinde edebiyatla haşır neşir olmuş kimseler olduğunu ve şairlerin pek çoğu ile dostluklar kurarak toplantılarına iştirak ettiklerini, bu arada da eserleri için bilgi topladıklarını aktarmakta ve Hasan Çelebi’nin de babası vasıtasıyla pek çok şair tanıdığını belirtmektedir (İpekten, 1996: 229). Şairlerin kendi aralarında yaptıkları bu

toplantılar, ya dost birkaç şairin bir araya gelmesi, oturup konuşmaları veya muhtelif zamanlarda tertip edilen daha kalabalık şair toplantıları şeklinde görülmektedir. Bu toplantılar, ya hali vakti yerinde, edebiyatla ilgilenen bir şahsın evinde olmakta veya şairler kendi evlerine dostlarını çağırmaktaydı. İpekten, bu çeşit şu’arâ meclislerinin yapıldığı evlerden birinin, Necati Bey’in Vefa’daki evi olduğunu ve Sehi Bey, Necati Sun’isi, Nakkaş Haydar, musikişinas Şâvur, damadı Ammi-Veled-zâde gibi Necati Bey’in yetiştirmesi isimlerin ve yakını olan şairlerin Necati Bey’in etrafından ayrılmadıklarını hatta bu isimlerin yanında başka şairlerin de davet edildiğini, bu sebeple Vefa’daki evde oldukça geniş şair toplantılarının olduğunu belirtmektedir (İpekten, 1996: 229).

Bu meclislerle ilgili geniş bilgilere ancak tezkirelerden ulaşılabilmektedir. Tezkire sahiplerinin katıldıkları meclisleri kaydetmesi hatta bazı olayları anlatması konuyla araştırcıların bugünkü bilgi birikimleri için önemlidir. Bahsi geçen tezkireciler arasında önemli bir isim olan Âşık Çelebi, İpekten’in aktarımıyla”tezkiresinde şairlerin birbirleriyle olan münasebetlerine dair oldukça geniş tafsilat vermiştir. Bu meclislerde şiirlerin okunduğu, sohbet edildiği, bazen de şairler arasında anlaşmazlıkların çıkıp hicivlerin söylendiği anlatılmıştır” (İpekten, 1996: 231). Tuba İsen Durmuş’un adı geçen çalışmasında aktardığı bilgiye göre, Ahmed Paşa Bursa’da sancak beyi iken Kastamonu’dan gelen bir kervanla Necati Bey’in bazı şiirleri ulaşmış ve bu şiirler Ahmed Paşa’nın meclisinde okunup takdir görmüştür. Bu örnekte de görüldüğü gibi bu meclislerin en önemli işlevlerinden birisi maclise katılan şairlerin kendilerini tanıtma imkânı bularak belli kimselerin dikkatini çekme fırsatı yakalamış olmalarıdır. Böyle bir fırsat, henüz yeni şiir yazmaya başlayan şairlerin şiirlerinin meclislerde okunup değerlendirilmesi için çok önemli görülmektedir. Durmuş, aynı çalışmasının devamında Osmanlı’da şiirin nasıl algılandığına dair değerlendirmelerde bulunarak beğenilen şiirlerin daha üst konumdaki hamilere, belki de sultana tanıtılabileceği düşüncesinin, bu tür şiir meclislerinin hamilik muhitleri olarak öne çıkmasını sağladığını, bununla birlikte, saray dışında, mesleği şairlik olmayan, toplumun daha alt kademelerine mensup kişilerce bu şiirlerin taşınmasının, o dönemde şiirin dolaşımda olduğu alanı da gösterdiğine dikkat çekmektedir (Durmuş, 2009: 57).

Bağdad şu’arâsı meclislerine Fuzûlî de katıldığını aktaran İpekten, Fuzûlî’nin Kanuni S. Süleyman’ın Bağdad fethinde, Padişah’a, Sadrazam İbrahim Paşa,

kazasker Kadri Efendi ve nişancı Mustafa Çelebi’ye kasideler verdiğini ve ordu ile Bağdat’a gelen şairlerin de katıldığı toplantılarda bulunduğunu belirtmektedir. Hatta Fuzûlî, Leyla vü Mecnun eserini yazmağa, bu Osmanlı şu’arâsı ile buluştuğu bir toplantıda ısrar üzerine karar verdiğini mesnevisinde de söylemiştir (İpekten, 1996: 237).