• Sonuç bulunamadı

HETERODOKS İSLÂMIN EDEBİYAT

C. Şairlerin Siyasî ve Toplumsal Eleştirileri 1 Eleştirelliğin Kaynağı

2. Zahitten Şikâyet

Kendilerini “rind” hisseden Divan şairleri, şer‘i kurallara sıkı sıkıya bağlı zâhitle hep çatışmışlardır; çünkü zâhit, onların dinî ibadetlerini yerine getirmelerini, içki içmemelerini ve güzel sevmemelerini öğütlemektedir. Oysa gönül ehli olan şairler asıl bunları yaparak Tanrı’ya ulaşabileceklerini iddia ederler. Hayretî, Usûlî ve Hayâlî’nin bu konuda dayandıkları nokta Melâmetîliktir.

Şairler, Kalenderîliğin çıkış noktası olan Melâmetîliği benimseyerek melâmet ehli olmaya övgüler düzmüşlerdir. “Selâmet”in karşıtı olarak kullanılan

“Melâmet”in en temel şartı “ar u namus”u gözardı etmektir. Ol kim selâmet ister varsın selâmet olsun

Ehl-i melamet içre namus u ‘ara yer yok {Haycilî Bey Dîvânı 228) diyen Hayâlî’nin selâmet ehlinden kastettiği sofudur. Hayreti bunu şöyle açıklar:

Söfıyâ ol sen selâmet câme-i sâlûs ile

Ben melâmet hırkasiyle olmışam rüsvâ-yı dost {Hayretî-Dîvan 152) Yapılan iyiliklerin gizlenip kötülüklerin açıklanması esasına dayanan Melâmetîlik, Hayreti’ye göre “âdâb-ı ‘ışk”ın esasıdır (257). Şairler, bu düşünce yapısıyla selâmet ehline yani zâhide sert eleştirilerde bulunmuşlardır:

Yanumda mescid ü meyhâne birdür Çi seccâde çi dâmân-ı mey-âlûd (158) diyen Hayreti,

Küfr ile imânı yeksân eden Abdâllardanuz Gâh mescidde gehî gebrün kilîsâsındayuz (13)

beytinden dolayı Ahmet Talât Onay tarafından “din ve iman telakkisi”nin olmamasıyla suçlanmıştır (Ahmet Necdet 56).

Tanrıya her yerde ulaşabileceklerini düşünen şairlerin sofiıyla çatışmalarının ilk nedeni böylece ortaya çıkmış oluyor: îslâmın gereklerini klasik kurallar

çerçevesinde yerine getirmemek. Oysa şairler bunu başka yollarla

gerçekleştirmektedirler. Örneğin Usûlî, T ann’ya bir güzeli severek ulaşır: Sücûd et ol büte ey dil ko gitsin zühd ü takvâyı

Çü bildin kıbleni geçmiş namâzın hep kazâ eyle {UsûlîD ivanı 214)

Hayreti ise, aşk ehlinin namâz kılmadığını söyleyen sofuya, saf bir yürekle edilen niyâzın namâzdan daha makbul olduğunu söyler:

Ehl-i ‘ışk içre namâz olmaz diyü ta‘n eyleme

Şairlerin zâhitten muztarip oldukları ikinci konu, zâhidin onları “mey ve mahbub”dan vazgeçirmek istemesidir. Ahmet Yaşar O cak’ın belirttiğine göre, Kalenderîliğin özelliklerinden biri olan “mücerred yaşam” zamanla, Allah’ın cemâlinin güzel yüzlü delikanlılarda tecelli ettiği düşüncesiyle mahbupperestliğe dönüşmüştür (Ocak, A nadolu’da Marjinal Sûfdik: Kalenderîler 171). Hayretî’nin şiirlerinde yoğun olarak görülen mahbupperestlik (şâhid-bâzlık), çok sık olmasa da Usûlî ve Hayâli’de de görülür.

Hayreti, yazdığı iki şehrengizde ve D îvan’ında yer alan hemen her tür şiirinde mahbuplanna methiyeler düzmüş; onlardan vefat edenler olduğunda ise üzüntüsünü mersiyeler yazarak dile getirmiştir. Hayreti, Mahmut, Memi Şah, İlyâs, Süleyman, Ali Bali, Mustafa gibi adlar taşıyan mahbuplarını o kadar yüceltir ki onlarda gerçekten de Tanrı’nın ve Hz. Muhammed’in yüzünü görür:

K a‘be gibi işigün ‘uşşâka ma‘beddür senün Tâb-ı hüsnün pertev-i nûr-ı Muhammeddür senün L a‘lüni sordum didiler mîm-i Ahmeddür senün Hây kıblem hây ka‘bem hây Mahmûdum benüm (118)

Cebînün mihr ü mâhumdur yüzün nûr-ı İlâhumdur Mahallen secdegâhumdur işigün Ka‘be-i m a‘bed (161)

Ancak Hayreti, mahbuplarını her zaman manevî duygularla anmaz. Onları şûh bir şekilde tasvir ettiği gazelleri de vardır. Örneğin Memi adlı mahbubunu şöyle anlatır:

Derdüme şerbet-i sâfî gibi emdür dudağı

Söylese tatlu dili cânuma cândur Meminün (277) Ahmed adlı bir mahbubundan ise şu şekilde söz eder:

Çok zamândur hastasıdır dostlar cân Ahmedün Emsem olurdı lebin derdüme dermân Ahmedün (276)

Usûlî,

Her hevâdan tövbeni kıldım kabûl ey şeyh-i şehr

Lîk mahbûb u şarâb-ı nâba hâşâ lâ etûb {UsûlîDivctm 102)

diyerek zâhidin mey ve mahbup yasağına uymayacağını söylese de “Hay efendim sevdiğim ömrüm Memi şahım benim” nakaratlı bir musammatı ve “Şehr-engîz-i Yenice”de övdüğü erkek güzeller dışında mahbuplara ve mahbupçuluğa yönelik fazla şiir yazmamıştır. Usûlî’nin zâhitle çatışması daha çok, sofunun şer‘i ibadetler konusundaki zorlamasına karşılık onun buna yanaşmamasından kaynaklanır. Bu düşüncesini de şöyle açıklar:

Ne işim var benim takvâyile zühd ile ey zâhid Usûliyem benim bikârlıktan özge kârım yok (159)

Kalenden dervişlere yüzünde peygamber nurunu gördüğü bir Işık dervişine âşık olması sonucu katıldığım söyleyen Hayâli, zâhitten mahbup ve meyi

yasaklamamasını isteyerek ezelden beri bu yolun yolcusu olduğunu söylese de mahbupperestliği kuvvetle övdüğü beyitlerine fazla rastlanmaz. Kezâ, tezkirelerde evlendiği ve bir çocuğunun olduğu bildirilir.

Görüldüğü gibi, Usûlî ve Hayâlî’nin mahbupperestlik üzerinde fazla durmamalanna karşın Hayretî bu konunun yılmaz bir savunucusu olmuştur. Her fırsatta kendisini mey ve mahbuptan men etmek isteyen zâhide çatan Hayretî, onu “ahmaklık”la suçlar:

Mey ü mahbûbdan men‘ eylemek rind-i nazar-bâzı Erenler cânıçün ey sofi izhâr־ı hamâkatdür (187)

Zâhidin eleştirilerini arttırması Hayretî’nin de ona daha sert sözler sarfetmesine neden olur:

Gör ne hayvanlar olur dünyede insân-şekil (289)

Çünkü mey ve mahbuptan vazgeçmek, Hayreti için yaşamdan vazgeçmek demektir: Alup canun dökersen Hayretînün kanun ey söfî

Mey ü mahbûbı terk itmez k ’anun rûh־ı revânıdur (202)

Mey içmek, zâhitçe biraz daha hoş görülebilir bir şey olduğundan olsa gerek Hayreti, bazı beyitlerinde yalnızca oğlancılığa yönelik eleştirileri yanıtlamıştır. İsteklerine sınır koymayan şair, tutucu çevrelerin tepkisini kaale almaz.

Oğlan sever diyü beni sevmez egerçi halk

Sevmezse sevmesin deli gönlüm sever diler (116)

Hayreti, Usûlî ve Hayâli’nin zâhidle çatışmalarının ana konulan olan zühd ve takvâdan uzak durma ve mey ve mahbuptan vazgeçmeme, onların yaşam tarzlarını büyük ölçüde belirlediği için bu konudaki eleştirileri toplumsal açıdan önem taşır.