• Sonuç bulunamadı

Vardar Yeniceli Kalenderi Şairler: Hayreti, Usûlî ve Hayâl

HETERODOKS İSLÂMIN EDEBİYAT

B. Vardar Yeniceli Kalenderi Şairler: Hayreti, Usûlî ve Hayâl

Vardar Yenicesi’nin 16. yüzyılda yetiştirdiği şairlerden Hayreti, (ö. 1535) Usûlî, (ö. 1538) ve Hayâlî (ö. 1557) kaynaklarda hep birlikte anılmışlardır. Örneğin, Âşık Çelebi Vardar Yenicesi’ne gittiğinde Evrenos Bey ve Şeyh İlâhî’den sonra Hayretî ve Usûlî ruhuna fatiha okurken onların arasına “bl-ihtiyâr” Hayâlî’yi de katmıştır. Henüz hayatta olan Hayâlî için neden dua ettiğine şaşırırken Hayâlî’nin o sırada vefat ettiği haberini alır (Meşâ ’irii 'ş-Şu ’arâ 881). Yine Âşık Çelebi’nin Hayâlî için söylediği şu sözlerden üçünün yakın arkadaş olduğu ortaya çıkıyor: “Usulînün ve Hayretimin musâhib ü hem-demi idi” (868). Bununla birlikte, bu üç şairin dost olduklarına dair elimizde daha fazla bilgi yoktur. Hattâ Hayâlî, Hayretî için İbrahim Paşa’ya çok da dostâne olmayan sözler söyleyerek hemşerisinin saray çevresinde değer kazanmasını önlemiştir. Hayâlî’nin yirmi yıllık arkadaşı Âşık Çelebi’nin anlattığına göre, İbrâhim Paşa, Hayretî’nin kendisine sunduğu kasideyi çok beğenir ve hakkında daha fazla bilgi edinmek için o sıralarda saray çevresinin çok sevdiği Hayâlî’ye “Hemşehrün HayretTyi bilür misin” diye sorar. Hayâlî’nin yanıtı şu olur: “Bilürüm ne pervâ-yı câh u mansıb ve ne hidmet-i pâdişâh u

mülâzemet-i paşadadur ‘âlem-i istiğnâdadur perîşânluk ve bT-ser ü sâmânluk ile özge hevâdadur. Hatta bu yakınlarda bir gazel dimişdür bir a‘lâ matla‘ vâki‘ olmışdur ki nazire diyemedüm” . Paşa, hangisi diye sorunca şu matlaı okur:

Ne Süleymâna esiriz ne Setimün kulıyuz Kimse bilmez bizi bir şâh-ı kerTmün kulıyuz

Bunun üzerine İbrâhim Paşa küçük bir tımar vermekle yetinir. Gururlu şair bu tımarı reddeder. Yahyalı ve Mihalli Beylerine hizmet ederek onların yardım ve bahşişleriyle geçimini sağlamaya çalışır (318). Hayâlî’nin bu davranışını yakın arkadaşı olmasına rağmen Âşık Çelebi de onaylamamış ve onu fitnelikle suçlamıştır. Sonuçta

Hayâlî’nin hakkında söylediği sözler, Hayreti’nin yaşamını farklı bir çizgide devam ettirmesine neden olmuştur. Diğer yandan, Usûlî’nin bir şiirinde onu anması nedeniyle Hayreti ile Usûlî’nin yakın arkadaş oldukları söylenebilir:

Harîm-i yâre vanrken eğer vâdî-i hayretde

Bilirsin Hayretî-i vâlih u hayrâna aşk eyle ( Usûlî Divanı 212)

Aralarındaki ilişkiye dair tarihî kaynaklardan bu bilgileri edindiğimiz Hayreti, Usûlî ve Hayâlî’nin ortak yönlerini şöyle sıralayabiliriz:

• Üçü de Vardar Yenicesi’ndendir. Hayâlî, genç yaşta buradan ayrılarak İstanbul’a gitmiş; Hayreti bir dönem İstanbul’da yaşamış daha sonra Yenice’ye geri dönmüştür. Usûlî ise bir süre Mısır’da kaldıktan sonra memleketine gitmiştir.

• Hayreti ve Usûlî bu yörede bulunan Evrenos Beylerine saygı ve minnetlerini, yazdıkları abartısız ve az sayıdaki kasidelerle dile

getirmişlerdir. Hayâlî ise kasidelerini çoğunlukla Kanûnî’ye sunmuştur. • Şairler Vardar Yenicesi’nin, daha önce sözünü ettiğimiz tasavvuf!

havasından kaynaklanan özelliklerini kişiliklerine ve eserlerine

yansıtmışlardır. Kalender-meşrep ve alevî-mezhep eğilimleri nedeniyle eleştirel bir tavır takınarak padişaha ve beylere istiğna ile yaklaşmışlar; insanlar arasındaki eşitsizliğe değinmişlerdir. Bu eleştiriler her üç şairde

de aynı seviyede mi ortaya çıkmıştır? Bu sorunun yanıtını vermek için şairlerin yaşamına daha yakından bakmak gerekmektedir.

1. Hayreti

Vardar Yenicesi’nin, dünyaya baş eğmeyen, onun maddî nimetlerine doygun, kanâatkâr, İslâmî heterodoks eğilimleri doğrultusunda yaşayan, beylere ve paşalara yaptıkları haksızlıklar nedeniyle baş kaldırabilen dünya görüşünün en coşkun temsilcisi Hayreti’dir.

Tezkirelerde hakkında verilen bilgilere bakıldığında, Hayreti’nin mezhebi ve meşrebi için şunların söylendiği görülür: “Levend-meşreb ‘ulvi mezheb”

(Meşâirü ’ş-Şıt ’arâ 317) “derviş meşrep caferi mezhep”, (Latifi Tezkiresi 232) “gönü

gani tab’ı müstağni” (Kiinhii 7 Ahbar 'in Tezkire Kısmı 208). Şiirlerine baktığımızda ise Hayretî’nin kendini “Abdâl”, “Rûmili abdâlı”, “bende-i Âl-i Abâ”, “Dervîş”, “Kalender” ve “Bektaşî” olarak tanımladığı görülür. H attâ bir beytinde İbrâhim Gülşenî’den himmet beklemesi, bir ara Gülşenîliğe intisap ettiğini gösterir. Mehmed Çavuşoğlu onun Gülşenîliğini, kardeşi Yusûf-ı Sîne-çâk’la ilişkilendirerek açıklar: Hayreti de kardeşi gibi önce Gülşenîliğe intisap etmiştir; fakat Sîne-çâk daha sonra Mevlevîliği, Hayreti ise Bektâşîliği seçmiştir (Çavuşoğlu, Hayreti Dîvan XIV).

Hayretî’nin mezhebi ve meşrebinden başka hayatıyla ilgili tezkirelerde sözü edilen ikinci önemli husus, Hayâlî’nin kendisi için Sadrazam İbrâhim Paşa’ya söylediği sözlerdir. Yukarda anlattığımız bu olay, şüphesiz ki Hayretî’nin hayatını büyük ölçüde değiştirmemiştir; ancak daha iyi şartlarda bir yaşam sürdürebilecekken Hayâlî’nin onun için söylediği sözler nedeniyle beklediği tımarı alamamıştır. Bu olay sonucu İstanbul’dan ayrılarak Rumeli’deki akıncı beylerine hizmet eden şairin *

yine burada, Vardar Yenicesi’nde, vefat etmesi ününün İstanbul’a geç ulaşmasına neden olmuştur.

2. Usûlî

Hayreti’den iki yıl sonra (1538) vefat eden Usûlî, Vardar Yenicesi’nin 16. yüzyıldaki tasavvufî ortamından etkilenen bir diğer şairdir. Hayâlî ve H ayretî’nin birer beyitle andığı İbrahim Gülşenî’ye intisap ettiği Âşık Çelebi, Latîfî ve

Gelibolulu Âlî’de açıkça belirtilmiştir.

Şeyh İbrâhim Gülşenî tarafından Halvetîye tarikatinin Rûşenîye koluna bağlı olarak kurulan Gülşenîye, 16. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğunda faaliyet gösteren önemli tarikatlerdendir. Başlangıçta Osmanlı yönetiminin saygı gösterdiği, hattâ Yavuz Sultan Selim’in dervişleri için bir zâviye yaptırdığı İbrâhim Gülşenî, Kanûnî devrinde yönetimle bazı sorunlar yaşamıştır. Reşat Öngören, Osmanlılcır 'da

Tasavvuf adlı kitabında bu durumu şöyle anlatır: Mısır valisi Ahmet Paşa’nın

çıkardığı isyanın bastırılmasından sonra Sadrazam İbrâhim Paşa huzuru sağlamak göreviyle buraya gönderilir. Paşayı ziyaret eden meşâyih arasında yer almayan İbrâhim Gülşenî dikkat çeker ve hakkında araştırma başlatılır. Sonuçta, Şeyhin İstanbul’da yargılanması için fetva çıkar; fakat Kanûnî, Gülşenî’nin cezbesine kani olur ve Şeyhi serbest bırakır. Ancak, Osmanlının sünni ideolojiyi koruma

kararlılığından söz ederken değindiğimiz gibi, onun müridlerinden Şeyh Karamânî, Tanrı ile insan arasında fark gözetmediği, şeriatin haram saydığı zina ve livatayı helal kabul ettiği, ahirete inanmadığı gibi iddialar sonucu Ebussuûd Efendi’nin verdiği fetva ile idam edilmiştir (300-03). Bu bilgiler ışığında, İbrâhim Gülşenî’nin de benzer düşüncelere sahip olduğu söylenebilir. Ancak, tasavvufun inceliklerine hakim olmadan söylenenleri kaba bir şekilde yorumlamanın da böyle hassas bir

konuda yanlış anlamalara neden olacağı unutulmamalıdır. Buna rağmen Şeyh Karamânî’nin idamı, zaten Bâtınî bir tarikat olan Gülşenîliğin halk arasında dinsizlik olarak görülmesi düşüncesini kuvvetlendirmiştir. Nitekim M eşâ 'iri¡ 'ş-Şıı 'cırcı'da Âşık Çelebi, Şeyh İbrahim Gülşenî’ye intisap ettiğini belirtiği Usûlî için şunları söyler:

Şeyh İbrâhTmTlere isnâd olman ilhâd tohmın Rümda evvel ol ekmişdür ve Neslmiyyât türehâtından getürdigi nihâl-i nihâd-ı dalalı ol

dikmişdür. Niçe onup bitmeyecekler gelüp ol tohmı ekmeğe başlamışlar ve niçe ber-hordâr olmıyacaklar ol nihale budaklar aşılamışlardur. Hak T e‘âlâ tohumların çürüde ve köklerin kuruda. (145-46)

Âşık Çelebi, “Neslmiyyât türehâtı”ndan söz ederek Usûlî’nin Hurûfîliğini ön plana çıkarmıştır. Usûlî’nin Hurûfîlikle gerçekten ilgisi var mıdır? Abdülbâki Gölpınarlı, Nesimi-Usuli-Ruhi-i Bağdadi adlı eserinin Usûlî’ye ayırdığı kısmında, Usûlî’nin “Nesimi muakkibi” olduğunu söylemiştir. Daha sonra Gülşenîliğe intisap ettiğini belirten Gölpınarlı, Hurûfîlikle Gülşenîlik arasında bağlantı kurmuştur. Buna göre, o dönem Gülşenîliğinde Hurûfîlik önemli bir unsurdur; çünkü Gülşenîlik henüz ortodoks bir hal almamıştır (14). İbrâhim Gülşenî’deki bu Huriifî edanın onun müridlerinden olan Usûlî’de de görüldüğünü Âşık Çelebi’nin ve Gölpınarlı’nın ifadelerinden anlamaktayız; ancak Usûlî yalnızca Hurûfîlik tesiri altında kalmamıştır. Onun şiirlerinde, 12 imam övgüleri, Melâmet neşesi ve Kalenderîlik vasıflarının da görüldüğünü bildiğimize göre, Gölpınarlı’nin Hurûfîlik-Gülşenîlik bağlantısını bu niteliklerle birleştirerek Usûlî’nin Hayreti ve Hayâlî ile benzer düşünceleri paylaşan yani Kalenderi düşünce yapısına sahip bir şair olduğunu söylemek yanlış

açıklar: “Gerçekten D ivân'ında onun bu meşrebini [Hurufîliğini] açıkça görmek mümkün olduğu gibi, Kalender meşrepliğini düşündürecek beyitlere, mesela mahbupperest eğilimine işaret eden mısralara da sık sık rastlanmaktadır” (318). Benimsediği Kalenderdik vasıfları, Usûlî’nin şiirleriyle de doğrulanabilir. Şair kendini Kalenderîler gibi, yalın ayak ve münzevî olarak tanımlar ve Kalenderîliğin dünya işlerinden uzak durma özelliğini şiirleriyle dile getirir:

Abdâl-ı pâ bürehne mücerred kalenderiz

Kahbe cihâna bakmayıcı pârsâlarız ( Usıilî Divanı 138) Kalender meşreb ol ey dil cihânda

Getirme yüze sakın kîl ü kâli (234)

Latîfî ve Gelibolulu Âlî’nin bu yolda bir yorumları olmamasına rağmen Âşık Çelebi’nin Usûlî’yi mülhidlikle suçlamasında, kendisinin Nakşibendî olup ortodoks İslâma sıkı sıkıya bağlı olmasının etkisi olduğu düşünülebilir.

3. Hayâlî

Âşık Çelebi’nin “Rumilinün sühan-ârâsı hevâ-yı istiğnamın hümâsı Kâf-ı ‘âlem-i ıtlâkun ‘ankâsı bi-tekayyüdlük küyınun gedâsı şeh-levendlük güruhinun pâdişâsı” (M e şâ ’irü ’ş-Şıt ,arâ 868) diye tanımladığı Hayâlî’nin kalender-meşreplilik ile saray şairi olma arasında gidip geldiği görülür. Ahmet T. Karamustafa, G od’s

Unruly Friends adlı kitabında, Hayâlî’nin uzun süre Haydarî olarak kalmadığını

söylemiştir. (70). Ancak, Dîvân'ınddki şiirlerin hangisinin ne zaman yazıldığı bilinmemesine rağmen Hayâlî’nin Kalenderîlik niteliğini tamamen yitirmediği söylenebilir.

Çihresinde görüben lem‘a-i nur-ı Nebevi

Bir yalın yüzlü ışık şevkine oldum ‘alevi (Hayalî Bey Dîvânı 449)

Hayâlî’nin içlerinden birisine âşık olarak peşlerine takılıp tüm Rumeli’yi dolaştığı ve birkaç kez de İstanbul’a geldiği Kalenderi halkasının başında Baba Ali Mest-i Acemî vardır. Âşık Çelebi’nin Baba Ali Mest-i Acemî hakkında verdiği bilgiler devrin bir Kalenderi şeyhini tanıtması bakımından önemlidir. Buna göre Baba, küpe takan, zincirinin sesiyle akıllan mecnun eyleyen, boynundaki gerdanlık ile âsîleri kendisine köle, omzundaki cevlakı ve eski aba şalıyla iki yüzlüleri düşkün eden bir Kalenderi şeyhidir (Meşd ’iril ’ş-Şıı ’arâ 868).

Hayâlî, İstanbul’a gelişlerinden birinde İstanbul kadısı San Gürz lakaplı Nureddin Efendi’nin dikkatini çeker. San Gürz, “bunun gibi perî-peyker gulâm-ı emred bu rafız! çün dîv ü dedün diyü yanında turmak ne meşrü‘ ve ne ma‘küldür” diyerek onu Kalenderîler arasından alıp tahsil görmesi için şehir muhtesibi Uzun Ali’nin yamna vermiştir (869). Böylece Hayâlî’nin talihi açılmış; Defterdar İskender Çelebi, Sadrazam İbrahim Paşa ve devrin padişahı Kanûnî Sultan Süleymân’a kadar uzanan şöhret basamaklarını hızla katederek dönemin en ünlü şairlerinden biri olmuştur. Hayâlî’nin, dünya nimetlerini reddeden gezginci bir derviş iken padişahın gözdesi bir şair haline gelmesini Âşık Çelebi şöyle anlatır:

Hayâlî dahi mengüş-ı haydâriden bedel kulağına halka-i bendegî geçürüp zencîr-i kayd-r zilletden âzâd olup boynı baglu kulı olmağı reva gördi. Giderek hümâ-yı himmet-i bülend-pervâz-ı murg-ı ümidi paşa-yı merhümun bâl-ı ikbâlinden kol kanad idinüp maİüm-ı

- pâdişâh olmagla pence־i sultanîden tu ‘me yiyüp sâ‘id-i sa‘âdetde karâr iden şâhbâz oldı. İbtidâda ‘ulüfe itdiler ba‘dehü timâr virdiler yine ze‘âmet itdiler her gazel ü kaside virdükde bahşiş ü ihsânlarla

ri‘âyet itdiler ze‘âmeti yüz binden ziyâde oldı gün geldükce şem‘-i ikbâli pertev-i iltifat-ı şâhT ile ziyâde oldı. (869)

Bu nimetlere dervişlik vasfıyla istiğna gösteren Hayâlı’nin bu özelliğini Âşık Çelebi şöyle açıklar:

Mülk ü mâl ve ehl ü ‘ıyâl ve mansıb u menâl ve sâ’ir a‘mâl

iştigâlinden mücerred idi zencîrlerle bağlaşan ahkâm-ı dünyâya gayr-ı mukayyed idi. ‘Arüs-ı mansıb mekr u fırlble anı şifte müzeharfat-ı câh u celâl ve mecd ü me‘âl aslâ fırifte eylememişdi. Yanında dîbâ-yı m urassaia kabâ-yı murakka berâber ve öninde tâc-ı serveriye külâh-ı Tâtâri hem-ser idi. Kürki günine göre giymek degül tenevvüre* yanında semmüra mu‘âdil ve libâs-ı ibrişimine ve pâlâs-ı peşmlne hamâsil idi ol cihetden gâh dülbend-i bülendâne ve gâh şebkülâh-ı levendâneye mâ‘il idi. (870)

Âşık Çelebi’nin sözünü ettiği bu özelliklerine rağmen Hayâli, padişaha sancak beyliği ve Rumeli kethüdalığı istediğini belirten beyitler de yazmıştır:

Hümây-ı evc-i ‘izzetdür salarsa üstüme sâye

Çekem pehlüya sancak adlu bir serv-i hırâmâm {Hayâlı Bey Dîvânı 61) Şâhum Hayâli mâlik-i mülk-ü kelâm iken

Çok mudur ana Rüm elinün Kethudâlıgı (395)

Âşık Çelebi’nin daha sonra bu isteklerinden pişman olduğunu belirtmesi, Hayâli’nin arada kalmışlığının bir göstergesidir.

Diğer yandan, Yahyâ Bey’in Hayâlî’ye yapılan ihsanların çokluğunu eleştirdiği beyitlerde hâlâ onu “Işıklar nacağı” olmakla suçlaması, Hayâli’nin

Kalenderîlikten tamamen kopmadığını, yaşam tarzı ve düşünceleriyle kısmen de olsa

bu değerleri yaşadığını göstermesi bakımından önemlidir. Yahyâ Bey’in Kanunî’nin bu çok sevdiği şair hakkındaki eleştirel tavrını, Kanûnî’ye sunduğu bir kasidede dile getirmesi de ilginçtir:

Baña olaydı Hayatî’ye olan hürmetler Hak bilür sihr-i helâl eyler idüm şi‘r-i teri

Ne revâdur bu ki sayem gibi altumda iken Gün gibi bir ışıguft üsti yanum aldı yiri Ben şecâ‘ât kılıcıyum ol ışıklar nacağı

Ben savaş güni çeriyüm o hemân çerde cerî (Meşâ 'iril ’ş Şu ’cıra 877) Hayâlı’nin “Işık”lığını eleştirmek için Yahyâ Bey, Kalenderîliğin “fakr” ile birlikte anılan “tecerrüd” yani bekâr yaşam ilkesini de hatırlatmıştır. Hayâlî, evlenmek isteyerek bu kuralı ihlâl etmektedir:

Hayâlî sen ‘acâ’ib kamapasın Revâ mı ortadan ‘avret alasın

Saña ‘âlemde evlenmek düşer mi Husüsen ki ‘ışıklardan olasın (341-42)

Görüldüğü gibi Hayâlî, tezkirelerin övgüyle söz ettiği şöhreti sonucu, devrin bazı şairlerinin çoğunlukla kıskançlık sonucu yazdıkları hicivlere maruz kalmıştır. Öyle ki, Hayâlî ancak bir iki tanesine yanıt verdiği halde, kendisi, üzerine en çok fikir yürütülen Divan şairlerinden biri, belki de birincisi olmuştur. Şairlik yeteneğine söyleyecek söz bulamayan muhalifleri, Yahyâ Bey’in yaptığı gibi onu, seçtiği

tasavvufî yol nedeniyle eleştirmişlerdir. Örneğin Emirek, onun geçmişini hatırlatarak nereden nereye geldiğini şu beytiyle dile getirir:

Şol Sikender Çelebi Rûmili defterdarı Terbiyet itdi Hayâlî denen ol murdârı (168)

Kandî de Hayâlî’nin padişaha bağlanıp boynundan Haydan halkasını ve kollarından “kılâb-ı Kalenderîyi” çıkardığında,

Ey Hayalî halka geçmez oldı âh

diyerek durumuna tarih düşürmüş; çok sinirlenen Hayâlî, eteğine taşlan doldurarak Kandî’nin şekerci dükkanını taşa tutmuştur (741).

Şöhretinin doruğundayken bile Kalenderîliği/ Haydarîliği unutulmayan, kendisi de yaşadığı dervişine, dünya malına doygun yaşantısıyla bunu unutturmayan Hayâlî, nasıl olmuş da sünni padişahın gözdesi haline gelmiştir? Bunda, Kanûnî’ye tam bağlılığını gösteren kasideler sunmasımn yanı sıra Kalenderi dervişlerden uzaklaşması sonucu fikirlerinde meydana gelen yumuşamanın da etkili olduğu düşünülebilir. Bunlara rağmen Hayâlî, Kalenderîliğin felsefesini yaşamında ve şiirlerinde sürdürmüş; Gibb’in dediği gibi, ilk üstâdı olan Kalenderi/ Haydarî şeyhi Baba Ali Mest-i Acemî’nin öğretisini hiçbir zaman unutmamıştır (Gibb 53). Bu konu üstünde şiirleri incelenirken daha ayrıntılı olarak durulacaktır.

C. Şairlerin Siyasî ve Toplumsal Eleştirileri