• Sonuç bulunamadı

İnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin Eleştiris

HETERODOKS İSLÂMIN EDEBİYAT

C. Şairlerin Siyasî ve Toplumsal Eleştirileri 1 Eleştirelliğin Kaynağı

3. İnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin Eleştiris

Dünyadan ve zâhitten şikâyetlerini, Divan şairlerinde genellikle görülen tevekkül anlayışından farklı olarak eleştiriye dönüştürebilen Hayreti, Usûlî ve Hayâlı’nin toplumsal eleştirilerini en açık şekilde insanlar arasındaki eşitsizliği konu edindikleri beyitlerinde buluruz.

Siyasî otoriteye yönelik eleştirilerinde belirttiğimiz “padişah” ve “kul” arasındaki uçurumdan yola çıkan şairler, insanlar arasındaki eşitsizliğin toplumsal hayatta neden olduğu aksaklıklara şiirleriyle karşı çıkmışlardır. Özellikle

Hayreti’nin bu konuda çok daha duyarlı olduğu görülür.

Hayreti, dünyaya ve feleğe yönelik eleştirilerinde olduğu gibi sosyal eşitsizliğe tepkisini de çoğunlukla kaside ve musammat tarzındaki şiirleriyle dile getirmiştir. Gazellerinde de yalnız aşktan söz etmeyen Hayreti, insanlara, sosyal

yaşama dair kimi öğütler vermiştir. Bu gazeller genellikle beş beyitten uzundur. Hayreti yazmak istediklerine uygun tür bulmaktaki zorluğunu, şiirlerini kaside şekline uydurmak suretiyle çözmüştür. Örneğin, Abdâlları ve Abdâllığı yücelten uzun şiirini veya bir mahbubunun ölümünün düşündürdüğü dünyanın geçiciliği hakkındaki yorumlarını, uzun yazmaya imkan tanıyan kaside nazım şeklinde ele almıştır. Hayreti, musammatlarında da şikâyetlerine yer verir; ancak bunlar aşk belâsından şikâyet, zamanın vefasızlığı gibi bireysel konulan içerir. Bunun yanı sıra Abdâlları ve akıncı birliklerindenYahyâlılan övdüğü hamâsî musammatları da vardır. “Der istigfâr-ı Ahvâl-i Benî N ev‘-i İnşân” adlı kasidesinde Hayreti, insanlar arasındaki farklılıklann nedenini sorgulamıştır. Neden kiminin mutlu, kiminin mutsuz, kiminin dîvâne kiminin dânâ olduğunu sorarken insanlar arasındaki statü farklarına değinir;

Kamu bir âdem oglı iken inşân Kimi bende kimi mevlâ nedendür (54)

sorusunu sorar; çünkü K ur’ân’a göre tüm insanlar anâsır-ı erbaa denilen dört unsurdan (ateş, hava, su, toprak) meydana gelmiştir:

Anâsırda berâberken bu mahlûk Kimi ednâ kimi â ‘lâ nedendür (54)

Daha sonra şair, bu farklılığın insan yaşamını nasıl etkilediğine değinir. Çünkü, statü farklılıkları insanların yaşam koşullarını belirleyerek zenginlik/ fakirlik durumunu ortaya çıkarmaktadır.

Kimisi bir pelâs-ı köhne bulmaz Libâsı kiminün dîbâ nedendür (54)

Sonunda Hayreti, aslı bir olan yaratılmışların arasındaki bu farklılığa bir açıklama getiremeyerek şaşkınlığını belirtmekle yetinmek zorunda kalır:

Velîkin Hayretîyi hayret almış Bilemez aslını aslâ nedendür (55)

Hayretî’nin insan ilişkilerinde eleştirdiği ikinci konu, aynı unsurlardan yaratıldıkları halde beylere, paşalara ve padişaha diğer insanların “kul” olmasıdır.

Şairin siyasî eleştirilerinde yer verdiği bu konuyu, toplumsal açıdan da

değerlendirmek mümkündür. Hayretî, dünya gibi vefasız olan siyasî otoriteye boyun eğmeyi onursuzluk sayar ve onlara boyun eğen insanları aşağılar:

Bî-vefâdur kahbe dünyâ gibi bunlar bunlara Kulluk eyleyen gidilenin perestârın s. . . m (341)

“Ölüm”ü insanların eşit şartlarda yaşamalarının gerekliliğine dair bir delil olarak gösteren şair, dünyada padişah olmanın da kul olmamn da sonucu

değiştiremeyeceğini hatırlatır; çünkü dünya bâkî değildir ve kimse için bu sonuç değişmez:

‘Ârif isen ne kulı ol kimsenün ne hâcesi

Kim bu fânî evde ne Mahmûd kaldı ne Ayâs (152) Usûlî de bu konuyla ilgili bir beytinde şöyle der: Gel begim kıyma bu câna yazıktır girme gel kana

Kimseye kalmaz zamâne sen ölürsün ben de ölürüm (Usûlî Divanı 209) Hayretî’de açık bir şekilde görülen sosyal eşitsizliğin eleştirisi Usûlî ve Hayâlî’de bu kadar belirgin değildir. Şairler bu yöndeki düşüncelerine daha çok siyasî otoritenin eleştirisinde ve dünyadan şikâyetlerinin içinde yer vermişlerdir. Bu beyitler genellikle didaktik nitelik taşır. Çünkü,

Hor bakma her nemed-pûşa sakın ey muhteşem Her gedâyı Hızr gör her şahsa dervîşâne bak (160)

diyen Usûlî gibi Hayreti ve Hayâlı de yaşama “dervîşâne” bakışlarını diğer insanlarla paylaşarak onlara daha onurlu ve âdil bir yaşamın ipuçlarını vermek istemişlerdir.

Şairlerin toplumsal yaşam ve insan ilişkileri hakkındaki çok yönlü öğütlerini şu başlıklar altında toplayabiliriz:

4. Öğütler

a. Dünya Nimetlerine Doygunluk

Yalnızca Kalenderîliğin değil gönül ehli, rind yaradılışlı herkesin sahip olması gereken bu niteliği Hayreti, Hayâli ve Usûlî, “gınâ, istignâ, fakr, kanâat” gibi adlarla anmışlardır. Ahmet Yaşar O cak’m belirttiğine göre, Hz. Muhammed’e atfedilen “Fakirlik benim övüncümdür” hadîsini esas alan bu düşünce biçimi Kalenderîliğin esaslarından biri olmuştur (Ocak, Osmcmlı İmparatorluğunda

Marjinal Sûfılik: Kalenderîler 143). İnsanı dünya kaygısından uzaklaştırmak

suretiyle onu olgunlaştırdığı için şairler şiirleriyle“fakr”ı yüceltmişlerdir. Hayreti’nin aşağıdaki beyti onun bu yönünü açıkça gösterir:

Oda yanarsa cihân mülki ne gam ey Hayreti Yanacak çün bir kilîmün yok dahi emlâkde (393)

Daha önce sözü edildiği gibi, Kanûnî Sultan Süleymân’dan sancak beyliği ve Rumeli kethüdalığı isteyen Hayâli’nin “fakr”ı savunan beyitler yazması, onu Hayreti ve Usûlî’den farklı görmememize yol açmaktadır. Örneğin, Hayâli şöyle der:

Fakr ile fahr eyleyen dergâh-ı sultân istemez

Dûd-ı âhı sayesinde tâk-ı eyvan istemez {Hayâli Bey Dîvânı 194) “Fakr”ı esas alan şairler, dünyaya hâkim bir padişah olmaktansa kanaât köşesinde veya istiğna ülkesinde geda olmayı tercih ederler; çünkü fakrı

benimseyerek dünya nimetlerinden el çeken kişi, manevî anlamda en yüce mertebeye ulaşır yani sultan/ padişah olur:

Mezellet hâkine tâ kim harâbât içre yüz sürdüm Gınâ iktîminün sultânı oldum klmyâ buldum (289)

Fakr ile fahr it gınâ istersen ey dil dünyede

Geç kanâ‘at küncine bir pâdişâ ol ey gönül {Hayreti-Divan 292) Cihânın mülk ü mâlın hîçe sayar

Vücûdu şehrine sultân olanlar {Usitlî Divanı 119)

Bu beyitlerle kendilerinin maddiyattan arındıklarını söyleyen ve bu durumu yücelten şairlerin okurlarına da dünya malına tamah etmemeleri konusunda söyleyecek sözleri vardır. Örneğin Hayretî, ilk mısraında sade bir Türkçeyle “aç gözlü olmak” deyimini kullandığı aşağıdaki beytinde, hayvanların korunma içgüdüsüyle gelecekteki

ihtiyaçlan için tedâriki¡ olmalanmn, insanları hayvanlardan ayıran bir özellik olduğunu belirtmiş ve insanların yarın kaygısıyla mal-mülk telâşına düşmemelerini istemiştir.

Gözün aç olma gözi ac gam yime dünyâ içün

Gâv-ı ten-perver gibi endîşe-i mer‘âyı ko {Hayretî-Divan 373) Dünya malının geçiciliğini Hayâli de Karûn örneğiyle dile getirir:

Bezlini evvel bahânın küha sor hâmuna sor

Mâl-i dünyâdan ne alub gitdügin Kârüna sor {Hayâli Bey Dîvânı 179) Asıl padişahlığın dünya nimetlerine sahip olmakla değil ondan vazgeçmekle mümkün olacağına inanan Hayretî, Hayâli ve Usûlî, aşk ülkesi olarak niteledikleri fakr ülkesinde hükümdarlıklarını ilan etmişlerdir ve bu konumlarıyla cihan

b. Yarın Kaygısı Çekmemek

Yaşamak için gerekenin dışındaki dünya nimetlerinden uzak durma fikri beraberinde “yarın kaygısı çekmeme”yi de getirmiştir. Hayreti, Hayâlı ve Usûlî, yarın için endişelenmektense bugünün kıymetini bilmek gerektiğini savunmuşlar ve bir psikolog edasıyla insanları yönlendirerek mutlululuğa ancak bu şekilde

ulaşabileceklerini söylemişlerdir. Bu konuda verdiği öğütlerde Hayreti, yalnız gelecek endişesinden değil geçmişin ezikliklerinden de kurtulmanın gerekliliğine işaret eder:

Mâzi vü müstakbeli terk idegör ey Hayreti

Bilmek istersen eğer ‘âlemde hâlün kıymetin (Hayretî-Dîvan 346)

“Ân”ın yaşanması konusu üzerinde Usûlî ve Hayâlî’ye göre daha fazla duran Hayreti “Ender Sülûk-ı Âzâdegân ve İbn-i Vaktân” başlıklı müseddesini tamamen

“yaşanması gereken âmn o ân olduğu” temasına ayırmıştır. Hayreti, bu şiirinin üçüncü kıtasında şöyle der:

Sâkıyâ gel sun şarâb-ı hoş-güvâr İçelüm gam gussa olsun târ u mâr Gün bugündür yannun da ıssı var

Dem bu demdür dem bu demdür dem bu dem (92)

Hayâlî’ye göre bir sevgili bulup gül mevsimini onunla yaşamak insanı yarın sıkıntısından uzak tutmanın yollarından biridir:

Gussa-i ferda içün kim der sana endîşe çek

Bir semen ruhsan bul gül mevsiminde ‘ayşa çek (Hayâlî Bey Dîvânı 254) Usûlî ise ölümün kaçınılmaz olduğunu hatırlatarak “ânı yaşamak” temasına daha bir etkinlik kazandırmıştır. Hece vezniyle yazılmış “hele bir demdir sürelim” redifli şiirinde, ölüm gelmeden yaşamın tadını çıkarmak gerektiğini vurgulamıştır:

Yârenler ecel gelmeden gözümüz toprak dolmadan Felek bizden öc almadan hele bir demdir sürelim

Usûlî terk etdi varın komadı âh ile zârın

Kim bilir nic’olur yarın hele bir demdir sürelim {Usıılî Divanı 177) Mutluluğun önemli şartlarından olan dünü ve yarını düşünmeme konusunda verdikleri öğütlerde Hayreti, Hayâli ve Usûlî, insan ömrünün kısalığını ve yarının bilinmezliğini hatırlatarak içinde bulunulan ânın iyi değerlendirilmesini salık vermişlerdir.

c. Nimeti İçin Kimsenin M innetini Çekmemek

Hayreti, insanın dünyadaki macerasını “Bir nefesdür ‘ömr kılma i‘timâd” diyerek özetledikten sonra şu öğüdü verir: “Bir hevesdür mâl kılma i‘tibâr” {Hayretî-

Dîvan 444)

Verilen mutluluğun sürekli olmadığı dünyada insan için en önemli erdem, onurlu bir yaşam sürmektir. Bunun için de kimseye gönül indirmemek gerekir. Hayreti bu ilkeyi mert olmanın temel şartlarından sayar; aksi halde kişi eşeğe, çekilen minnet de onun üstündeki yüke dönecektir:

N i‘metiyçün minnetin çekmek ne lâzım kimsenün Merd isen har-vâr inen yüklenme harvâr ey gönül (285)

İnsanı etrafındaki kişilere minnet etmeye iten nedenlerin başında “hırs” gelir. Daha azı ile yetinebilecekken hırs sonucu daha çoğunu isteyen kişi, karşılığında onurundan da birşeyler vermek zorunda kalır. Bu durumu “yüzünün suyunu dökmek” deyimini kullanarak eleştiren Usûlî’nin şu beyti, yediği yarım ekmeğe karşılık daha fazlası için hırs ocağına düşenlerin durumunu çok güzel betimler:

Yediğin yarım itmektir taleb tennûrına düşüp

Yüzün suyum dökmüşsün be zâlim nîm-nân içtin {UsıılîDivanı 199) Beyitlerde görüldüğü gibi, insanın onurlu olması gerektiğini vurgulayan şairler, onun ancak bu şekilde etrafına dalkavukluk yapan kişiliksiz gürûhtan ayrılarak erdemli bir kişi olabileceğini düşünmektedirler. Ancak bu şekilde yaratılırken insana verilen“eşref-i mahlûkat” niteliğine halel gelmeyecektir. Bu konuyla ilgili Hayreti, “onurlu olmak” ile “ululanmak” arasındaki ince çizgiye dikkat çekmiştir. “Ululanmak”, kişinin sahip olduğu nitelikler nedeniyle etrafındakilere büyüklük taslamasıdır. İnsanların yaratılıştan eşitliğine inanan bir düşünce biçimi elbette “kibir”e karşı çıkacaktır. Nitekim Hayreti, su, toprak, ateş ve havadan oluşan insanoğlunun kibirlenmesine bir anlam veremez ve bu durum karşısındaki

şaşkınlığını şöyle dile getirir:

Ululanmak düşer mi Hayreti hiç Bir avuç âb ü hâk ü âteş ü bâd (162) Şair,

Ey gönül bir gör bir anla bir bil

Hor bakma gey sakın bir ferde sen (370)

derken Yunus Em re’yi hatırlatmakta ve onda görülen bir insanda kâinatı, Tanrı’yı bulma felsefesini benimsediğini göstermektedir. “Ululanma”mn karşısına “gönül alçaklığını koyan şair, insan ilişkilerinde alçak gönüllü olmanın önemini cinaslı bir şekilde şöyle ifade eder:

Gönül alçaklığını itmemek alçaklıg imiş Ululanmayı koyup hâke berâber olalum (323)

Ululanmayı “hor bakmak” sözüyle ifade eden Usûlî, yüksek makamlarda olan kişilerin geda diye aşağı tabakalardaki insanları küçümsemesine tepki göstermiştir; çünkü ölüm herkes için vardır ve ahirette insanlar mal, mülk ve mevkilerine göre değil dünyada yaptıkları iyilik ve kötülüklere göre değerlendirileceklerdir:

Gel şol gedâya avr diyu hor bakma kim

Dâru’l-bekâya erişecek pâdişâh olur (Usûlî Divanı 113)

Hayreti ve Usûlî’nin ağırlıklı olarak üzerinde durdukları kimseye minnet etmeyen insan tipi, yaratılanların en şereflisi olma sıfatıyla gururlu ve onurlu; ancak kendini hiç kimseden üstün görmediği için de alçak gönüllüdür.

ç. “Cahil” ile Sohbet Etmemek

Hayreti, Usûlî ve Hayâli’nin tehlikeli görerek uzak durdukları insanların başında “cahil insan” gelir. “Âkil” ve “dânâ” nın karşıtı olan “nâdân”dan şairlerin kastettiği “ârif olmayan insan”dır. Özellikle Hayreti ve Usûlî, gönül ehli olamamış bu kişiden uzak durmayı öğütlemişlerdir; çünkü ârif olmayan kişi, inceliklerden uzaktır, konuşulanları yeterince kavrayamaz ve değer bilmez. Hayreti, onların yanında bir an bile durmamak gerektiğini söyler:

Ey gönül ‘ârif isen söyleme nâdânlar ile

İhtilât eyleme bir lahza ahiryânlar ile (Hayretî-Dîvan 385)

Şair sefil ve perişan gönlüne, dünyanın hâkimi olsa bile cahil bir insana baş eğmemesini öğütler:

Serdâr-ı dehr olursa da baş eğme câhile

Ey mülk-i gamda bî-ser ü sâmân olan başum (299)

Usûlî ise, “dânâ” ile “nâdân”ın bir arada bulunmasını “ehl־i akl” ile “ehl-i aşk”ın sohbet etmesi gibi imkansız görür ve cahile sır vermemek gerektiğini söyler:

Ehl-i akla aşk bâbından su’âl etme gönül

Eyleme dânâyisen âlemde nâdan ile bahs (U sılliD ivanı 106) Şol şarâb־ı dil-güşâdan göricek mahfıde gör

Duymasın câhil sakın faş eyleme esrârını (224)

Her türlü kötülüğün cahil yani ârif olmayan insandan geleceğini düşünen Hayreti ve Usûlî, bu yöndeki eleştirileriyle kuru bilgi sahibi olmanın değil gönül ehli olmanın önemini vurgulamışlardır. Hayâlı bu konu üzerinde fazla durmamıştır.

d. İnsanların Kusurlarını Görmemek

İnsan ilişkilerinde onaylanmayan davranışlardan biri de onların kusurlarını yüzlerine vurmamaktır. Hayreti, bunu mert olmanın bir gereği sayarken Usûlî, insanın önce kendi kusurlarını görmesi ve onları düzeltmesi gerektiğini düşünür. Hayâli ise cehalet konusunda olduğu gibi bu konuda da fazla yorum yapmamıştır.

Görmemekdür kimesnenün ‘aybın

Merd-i sâhib-nazarlarun töresi (Hayreti-Dîvan 438) Çeşmini kuhl-i basiretle mücellâ eyle kim

Kendi noksânım görem ayb-ı fulâna bakmayan ( Usûlî Divanı 175) Hayreti, Usûlî ve Hayâli, verdikleri öğütlerle yücelttikleri insan tipini “â rif’ adıyla sembolleştirmişlerdir. Hayretî’ye göre ârif olan kimse, yüce gönüllü, hırstan arınmış, dünyaya gönül bağlamayan ve Tanrı’ya aşk ile ulaşan kişidir:

‘Âkil oldur ide varın dermiyân

‘Ârif oldur tuta dünyâdan kenâr (Hayreti-Dîvan 445) Gel berü ehl-i yakîn ol ‘ışkı hak bil Hayreti ‘Ârif isen olma şol batıl gümânîler gibi (412)

Usûlî ve Hayâlî’nin de benzer nitelikleri yükledikleri arif insanın sahip olması gereken nitelikler, yüzyılları geçerek günümüze kadar ulaşan ve hâlâ takdir gören kişilik özellikleridir. Ayrıca, Hayreti ve Hayâlî’de rastlamayıp yalnız Usûlî’de gördüğümüz ve şairin yaşam deneyimlerinden süzerek oluşturduğu, :kimseye akıl satmamak, dedikodudan uzak durmak, gönül yıkmamak, gani yürekli olmak gibi kimi bilgece öğütleri vardır.

Usûlî dîni dünyâya sakın satma ki hîç âkil

Verir mi râyegâh cânını genc-i şâyegân içün (199) Deme hışm eyleyip halka fülân kişi fülân etmiş Cehennem oduna yanam fülân ibni fülân içün (199) Cismini belâ taşıyile yıkmaz olursan

Yapmağa gönül mülkünü mi’mâr olamazsın (206) Beri gel cân gözünü aç âlemleri seyrân eyle

Halka rahmet yağmurun saç gönlünü bir ummân eyle (213) Tezkire yazarlarının, ele aldıkları şairin bağlı bulunduğu tarikat¡ özellikle belirterek dini algılayış ve yaşayış biçimleri üzerine yorum yapmaları, dinin o toplumdaki belirleyiciliğini göstermesi bakımında önemlidir. Ortodoks din anlayışının dışına çıkan şairler bu ortamda çeşitli eleştirilere maruz kalmışlardır. Vardar Yenicesi’nin serbest tasavvuf! ortamından etkilenen Hayreti, Usûlî ve Hayâlî, yaşamlarını farklı yer ve konumlarda sürdürseler de ortak noktada hepsi Kalenderîlik çizgisine yakın yaşamışlardır. Kalenderîliğin eleştirelliğini şiirlerine aksettiren

şairler, yapılarındaki başeğmez, bağımsız ve rind niteliklerle siyasî ve toplumsal eleştiriler yapmışlardır. Padişah-kul arasındaki farklılıktan yola çıkan şairler,

insanlar arasındaki eşitsizliğe işaret etmişlerdir. Sosyal yaşamın ayrılmaz bir parçası olan dini algılayışlarındaki farklılık, zâhidle çatışmalarına neden olmuş, mey ve

mahbub düşkünlükleri dinî ibadetleri yapmamaları kadar tartışma konusu olmuştur. Diğer yandan, tüm şikâyetlerin yükleneceği bir kavram olarak felek ve dünyaya kendilerinden çok emin bir şekilde başkaldırarak ona minnet etmediklerini

göstermişlerdir. Eleştirilerinin yanı sıra, verdikleri öğütlerle şairler, insanın onurlu ve gururlu yaşayabileceği bir dünyanın anahtarlarını sunmuşlardır.

SONUÇ

Çalışmamızda Anadolu’daki heterodoks İslâmın önemli geçiş noktalarından biri olan Kalenderîliği yaşam tarzı olarak benimseyen Vardar Yeniceli Divan şairlerinden Hayreti, Usûlî ve Hayâli’ nin şiirlerindeki eleştirel boyutu inceledik.

Türk heterodoksisinin temelini oluşturan Ahmet Yesevî’nin fikirlerinin Anadolu topraklarında nasıl bir çizgide geliştiğini “Anadolu’da Heterodoks İslâm” adlı ilk bölümde incelemeye çalıştık. Babaîler İsyanından sonra daha belirginleşen heterodoks topluluklar içinde Kalenderîliğin ne derecede önemli olduğuna ilk olarak Fuad Köprülü, daha sonra da Ahmet Yaşar Ocak değinmiştir. Osmanlı

imparatorluğu döneminde Işık, Torlak, Haydarı, Rum Abdâlı gibi adlar alan Babaîlerin uzantısı bu Kalenderi dervişler, yerleşik yaşama ve iktidara muhalif olmaları nedeniyle Şeyh Bedreddin İsyanı gibi bir takım hareketlere sebebiyet vermişlerdir. Osmanlı yönetiminin tepkisi, devletin güçlenmesi ve bu toplulukların sürekli ayaklanmaya eğilimli olmaları nedeniyle giderek sertleşmiştir. Sonuçta heterodoks zümreler, Yeniçerilerin Hacı Bektaş’a sadakat göstererek devletin desteğini almaları sonucu Bektaşîlik içinde toplanmışlardır.

Tezimizde asıl inceleme konumuz heterodoks İslâmın Divan edebiyatına yansıması idi. “Giriş” kısmında, cezbeye dayalı tasavvufun Anadolu’da Mevlânâ ve özellikle Yunus Emre ile doaığa ulaştığını belirttik. Yunus Emre aynı zamanda

heterodoks edebiyatın ilk büyük temsilcisi kabul edilmiş; daha sonra bu edebiyatı sahiplenen Bektaşî şairlerinin pîri olmuştur. Divan şiirinde heterodoks edebiyatın siyasî otoriteye muhalifliği, dinî kurallara karşı çıkışı ve sosyal yaşama yönelik eleştirileri, Hayretî, Usûlî ve Hayâlî’nin şiirlerinde açık bir şekilde görülmektedir. Osmanlı merkezî yönetiminden uzak bir kasaba olan Vardar Yenicesi’nde doğan şairler, burada Molla İlâhî ile oluşan tasavvuf ortamından etkilenerek Kalenderîliği esas almışlar ve onun ruhunda var olan eleştirellikle padişah-kul ayrımını ve

toplumdaki sosyal eşitsizliği eleştirmişlerdir. Ancak, çalışmamızda ele aldığımız üç şairin de bu konularda eşit duyarlılığa ve coşkuya sahip olmadıkları görülmüştür. Dünya ve felekten benzer şekilde şikâyet eden şairler, toplumsal eleştirilerinde aym eşitliği göstermemişlerdir. Bu konuda Hayretî çok daha etkindir. Siyasî eleştirilerde de Hayretî ve Usûlî, Hayâlî’ye göre daha öndedirler. Hayretî, özellikle “s. . . m” redifli gazeliyle bu konuda çok haşinken Usûlî de “y û f ’ redifli gazeliyle ondan geri kalmaz. Usûlî’ nin bu gazeli, bilindiği kadarıyla, “y û f’ redifli gazellerin başlatıcısı olması bakımından da önemlidir. Hayâlî’nin bu konudaki çekingenliği, Kanûnî Sultan Süleymân’ın ve İbrâhim Paşa’nın gözde bir şairi olmasına bağlanabilir. Şairler toplumsal eleştirilerinde, insanlar arasındaki eşitsizliği “padişah-geda” karşıtlığını kurarak dile getirmişler; gönül zenginliği nedeniyle asıl padişahın geda olduğunu belirtmişlerdir. Hayretî bu eşitsizliği halka indirmiş; aynı unsurlardan yaratılan insanların aynı koşullarda yaşamamalarını eleştirmiştir.

Melâmet ehli olan Hayretî, Usûlî ve Hayâlî, dinî inançlarını zâhitle sıkça tartışmışlardır. Zühd ve takvâyı bir kenara iten şairler, insan sevgisini Tanrı sevgisine eşit kılmışlardır. Kalenderîliğin bir özelliği olan cemâlperestlik şairlerde mahbupperestlik halini almıştır. Bu konuya şiirlerinde çok yer veren Hayretî’nin

adlarıyla andığı mahbuplarına duyduğu sevgi, T an n ’ya ulaşma yolu gibi zaman zaman şehvetin ağır bastığı bir sevgi halini de almıştır.

Hayreti, Usûlî ve Hayâlı, sosyal yaşama yönelik duyarlılıkları nedeniyle daha onurlu ve mutlu bir yaşam için insanlara yüce duygular aşılamak istemişlerdir.

İnsanlığın ancak bu şekilde iyiye ve güzele doğru gideceğinin bilincinde olan şairler, bu amaçla verdikleri öğütlerde, alçakgönüllü ve gururlu olmayı, ârif olmayan insanlardan uzak durmayı tavsiye etmişler; kula kul olmayı, aç gözlülüğü ve kibiri yermişlerdir. Üç şairde de benzer şekilde görülen bu düşüncelerin yanında Usûlî’nin son derece incelikli öğütleri üzerinde ayrıca durmak gerekir. Usûlî, dedikodudan uzak durmayı, yıkılan insan gönlünü tekrar yapmanın imkansızlığını ve kimseye akıl satmamak gerektiğini bir bilge edasıyla dile getirmiştir.