• Sonuç bulunamadı

Hayreti, Hayâli ve Usûlî’de Siyasî Otoriteyi Eleştiri a Hayreti’de Siyasî Eleştir

HETERODOKS İSLÂMIN EDEBİYAT

C. Şairlerin Siyasî ve Toplumsal Eleştirileri 1 Eleştirelliğin Kaynağı

2. Hayreti, Hayâli ve Usûlî’de Siyasî Otoriteyi Eleştiri a Hayreti’de Siyasî Eleştir

Kalenderîlerin iktidara yönelik tepkilerini, bağlı bulundukları merkezî yönetime karşı çıkardıkları isyanlar nedeniyle bilmekteyiz. Hayreti’nin aşağıdaki beyti ise Osmanlı yönetimine karşı bireysel bir isyan gibidir:

Ne Süleymâna esîrüz ne Selîmüfi kulıyuz

Kimse bilmez bizi bir şâh-ı Kerîmün kulıyuz (Hayretî Dîvan 219) Bu beytiyle yalnız Tanrı’ya kul olduğunu belirten şairi, heterodoks eğilimleri nedeniyle Fuad Köprülü, “XVI inci asrın tanınmış bozuk akıydeli şairlerinden” biri kabul eder (Köprülü, Türk H alk Edebiyatı Ansiklopedisi 35). Şairin Rumeli Abdâllığına yönelik övgüleri, Köprülü’nün “her manasıyla müfrit alevi” olarak gördüğü bu zümreye mensup olan Hayretî’yi böyle nitelemesine yol açmıştır. Fuad Köprülü’nün yüzyıllar sonraki bu sert değerlendirmeleri yanında, Hayretî’nin yaşadığı dönemdeki Şii propagandası düşünüldüğünde, Osmanlı yönetiminin heterodoks zümrelere daha dikkatli yaklaşmasını normal karşılamak gerekiyor. Nitekim, kişisel çıkarlarını düşünerek Hayretî’nin başına buyruk, büyüklerine karşı nazlı ve Osmanlı padişahlarına karşı asi olduğunu söyleyen Hayâlî Bey’in bu sözleri,

İbrâhim Paşa’nın bu hassas dönemde Hayretî’ye yalnızca küçük bir tımar vermesine neden olmuştur.

Hayreti, siyasî otoriteye yönelik en şiddetli eleştirisini “s. . . m” redifli gazeliyle yapmıştır. Burada Hayreti, irfan sahiplerini kuru sözlerle avutan, değer bilmez beylere ve paşalara küfrederken muhtemelen kendisinden esirgenen tımarın da hesabını sormaktadır:

Şimdiki begler mürüvvetden dem urup her nefes Ehl-i dil ‘âriflere itdügi ikrârın s. . . m

Ehl-i ‘irfana kuru tahsîndür ihsânları

Bu zemâne beglerinün cümle etvânn s. . . m (Hayretî-Dîvan 341) Gazelin sonlarında Hayreti, bu niteliklere sahip devlet adamlarından bir şey ummuş olmanın pişmanlığı içinde onlardan gelecek yardımı da reddeder:

Kala ben bîmârunuz bu gûşe-i iflâsda

Vâz geldüm bunlarun itdügi tîmârun s. . . m (341)

Bu beytiyle dünya malına müstağni yaklaşımı belirgin olarak görülen Hayreti, Divan edebiyatında yalnızca övgü şiiri haline gelen kaside nazım şeklini daha farklı olarak ele almıştır. D îvan'ında yer alan 21 kasidenin içeriğine bakıldığında, ilk kasidelerin Tevhîd, N a‘t, Hz. Ali, Hz. Hüseyin ve 12 imam övgüleri içerdiği, dolayısıyla klasik kaside düzenine uyduğu görülür. Daha sonra, dönemin padişah ve paşalarına yönelik övgülerin gelmesi gerekir; ancak Hayreti bu konuda çok az kaside yazmıştır.

Kanûnî’ye sunduğu düşünülen “âb” redifli kaside, Vardar Yenicesi’ndeki akıncı beylerinden Abdi ve İshak Beylere yazılmış birer kaside, Sadrazam İbrâhim Paşa’ya yazdığı olaylı kaside ve yine kim olduğu bilinmeyen bir paşaya yazdığı kaside dışında bir kişiyi övme amaçlı kaside yazmamıştır. Diğer kasidelerinde Hayreti, felekten şikâyet etmiş, insanın dünyadaki halini, dünyanın geçiciliğini dile getirmiş

ve Abdâllığı övmüştür. Şairin kimi musammatlarında ve gazellerinde de görülen eleştirel tavır, onun yazmak istediklerine uygun nazım şekilleri bulamadığı için geleneksel şekiller içinde arayışa girerek onların içeriğini genişletmeye çalıştığı şeklinde yorumlanabilir.

Hayreti, beyleri kadir bilmez olarak niteleyip onlara baş eğmezken saltanat makamını da “künc ü mihnet” olarak kabul eder. Bu durumda, Hayretî’ye göre baş eğilecek, kul olunacak değer nedir? Bu soru tek kelimeyle “aşk” olarak

cevaplandırılabilir. Şair,

‘Işk şâhına kul olup ihtiyâr ile bu gün

Dostlar baş eğmeyen sultâna gönlümdür benüm (315)

beyti ile önünde eğilinecek biricik şeyin “aşk” olduğunu belirtir ve onu yüceltir; çünkü aşka kul olan kişi aynı zamanda aşk ülkesinin şahı olacaktır. Çelişki gibi görünen bu durum şöyle açıklanabilir: Şair, birbirine zıt olan “gedâ” ve “sultân”ı aşk ülkesinde birbirine eşit kılmıştır. Aşk öyle bir ülkedir ki orada zengin-fakir, padişah- kul gibi ayrımlar yoktur; çünkü aşk her insanda aynı şekilde yaşanır ve âşık olan herkes benzer acıları ve mutlulukları tadar. Bu bilince erişen kişi beylerin önünde baş eğmeyecektir:

Kul olan ‘ışka cihân beglerine eğmedi baş

Başka sultân-ı cihânuz gör e kimün kulıyuz (219)

Hayretî’ye göre, siyasî otoriteyi temsil eden padişah, dünyevî işlerle ilgilendiğinden aşkın herkesi eşit kılan yüceliğine ulaşamamıştır. Bu nedenle de âşık bir insandan çok aşağıdadır:

Hayreti başumdaki key tâc-ı zerrînüm durur

Gerçek padişah yani aşk ülkesine padişah olmak için ise tasavvuf yoluna baş koyup gönül ehli olmak gerekmektedir:

Pâdişâh olmak dilersen Hayreti Eylegil bir tekye küncin ihtiyar (445)

Görüldüğü gibi Hayreti, sıkıntı köşesi olarak gördüğü saltanat makamındaki kişileri, gönül ehlinin değerini bilmedikleri ve âdil olmadıkları gerekçesiyle eleştirir ve onlara değil aşk padişahına kul olmayı tercih eder; çünkü aşk ülkesinde kul ve padişah birbirine eşittir.

b. Usûlî’de Siyasî Eleştiri

Tezkirelerde Gülşenîliğe intisap ettiği söylenen Usûlî’yi şiirlerindeki tavır nedeniyle Hayreti ve Hayâlı’den ayırmaya imkan yoktur. İbrâhim Gülşenî’nin ölümünden sonra ona yazdığı bir mersiye ve Divan'mda. onun adının geçtiği birkaç beyit dışında şiirlerinde İbrâhim Gülşenî’ye açık bir gönderme yoktur. Büyük olasılıkla Usûlî, onun Vahdet-i vücut felsefesinden etkilenerek derviş-meşrep şiirler yazmıştır. Üstelik İbrâhim Gülşenî, bu dönemde pek çok şairi etkilemiştir. Daha önce de belirtildiği gibi, Hayâli ve Hayreti de birkaç beyitle onu anmışlardır.

Usûlî, şiirlerinde Kalenderîliğe övgünün yanı sıra Abdâllıktan ve Hz. Ali’ye bağlılığından da söz eder. Hayreti’de daha yoğun olmak üzere Hayâli’de de görülen bu durum, üç şairin ortaklıklarından biridir; ancak bu noktada, Hayreti ve Usûlî’nin düşünce planında birbirlerine daha yakın olduğunu belirtmek gerekir.

Usûlî, Defterdar İskender Çelebi’ye ve Evrenosoğullarından İsa ve Abdi Beylere birer kaside sunmuştur. Bunların dışında biri Farsça iki kasidesi daha vardır. Mustafa İsen, Usûlî Divan¡ adlı eserinde bu kasidelerde şairin bir kişiyi övme amacı gütmediğini söyler (21). İsen, Divan'a. Farsça kasideyi almamıştır; ancak diğer

kasidenin isim verilmese de bir kişiyi, büyük olasılıkla bir güzeli/ sevgiliyi övdüğü şu beyitlerden anlaşılmaktadır:

La’lin altında güher dendanları mı bu yahûd

Dürc-i la’lin içre dere olmuş durur dürr-i Aden (70) Yok yok âb u gilden olmamışdır anın tıyneti Cân u dilden yaradılmışdır vücûdu cümleten (71)

İsa ve Abdi Beylere sunduğu kasidelerinde Usûlî, Hayreti gibi, Vardar Yenicesi’ne hâkim bu beylerin âdilliklerine ve kerem sahibi oluşlarına duyduğu minneti, abartılı ifadelerden kaçınarak dile getirmiştir. Şairin Vardar Yenicesi beylerine olan sevgisinin nedenlerinden biri de onların derviş niteliklerine sahip olmalarıdır. Örneğin, Evrenosoğlu Abdi Bey şöyle tanıtılır:

Sûretâ begsin velî dervîşlikdir sîretin

Zî-sa’adet devlet-i dünyâ vü ukbâ sende var (67)

Zîrâ Abdi Bey, kendine taş atana dahi lütfeder ve dünyanın bâkî olmadığının bilincindedir:

Halk-ı âlem sâyesinde hoş geçip yer ni’metin Kendiye taş atana lutf u kerem eyler nisâr (68)

Usûlî, Abdi ve İsa Beylere kaside yazmıştır; ancak genel olarak şiirlerinde siyasî otoriteye boyun eğmeme, mevki ve makama değer vermeme vardır.

Seng-i mihnet mesnedim başımda bin dürlü belâ

Mülk-i gam sultânıyam bana gerekmez taht u tâc (107)

diyerek kendini gam ülkesinin padişahı ilan eden Usûlî, “bu cihânın ne vezirinde ne paşasında” olduğunu söyleyerek dünyevî statülerle de ilgilenmediğini belirtmiştir. Siyasî otorite ile hiçbir şekilde ilişkiye girmeyen, ondan bir çıkar ummayan Usûlî’ nin bu düşüncesinin temelinde, Kalenderîliği benimsemesinin yanı sıra devletin, tebasına

istikrarlı davranmamasının da etkisi vardır. Padişahın mutlak otorite olması sonucu çevresindeki insanların yaşamı, onun iki dudağı arasındadır. Diğer yandan, daha önce de sözü edildiği gibi, Osmanlı yönetiminin zaman zaman gayri-sünni topluluklara ettiği kötü muamele, şairin siyasî otoriteye güvenini sarsmış olabilir:

Ey hâce böyle devlet ü câha dayanma kim Bu devletin sonu let ü bu câh çâh olur (113)

Usûlî’nin iktidara yönelik en sert tepkisi “y û f ’ redifli gazelinde görülür. Şairin diğer şiirlerinde fazla görülmeyen bir öfkeyle dile getirdiği, dünyaya, beylere ve sultanlara yönelik eleştirel tavır, gazelin onu etkileyen bir olay sonucu yazıldığını düşündürtmekteyse de bunun ne olduğunu bilemiyoruz. Hayretî’nin,

Ehl-i ‘irfana kuru tahsîndür ihsânlan

Bu zemâne beglerinün cümle etvârın s. . . m (Hayretî-Dîvcın 341) beytine çok benzeyen,

Bu cihân beglerinin ehl-i kemâle dâyim

Kuru tahsînine vü etdigi ihsânına yûf (U sûlîD ivanı 153)

beytinde Usûlî, protestocu bir tavırla, cihan beylerini ve sultanları, dünyaya ölmeyecekmiş gibi sarılmaları ve ehl-i kemâle ihsanda bulunmamaları nedeniyle eleştirmiştir:

Dürülür çün kamu defterleri tömâr gibi Dehr sultânlarının defter ü dîvânına yûf

Olımaz çünki şebîhûn-ı ecelden mâni

Hây ile hûyuna vü leşker-i sultânına yûf (153)

Alevi-Bektaşi Şiirleri Antolojisi adlı çalışmasında İsmail Özmen, “cihân beyleri” ve

“dehr sultânları”na yuf çeken Usûlî’nin bu şiirinin, Türk yazınındaki ilk “yuf-yuh” redifli şiir olduğunu söyler ve şöyle devam eder: “Ayrıca [bu şiir] Bektaşi şiirinde

sosyal eleştiri havası taşıyan örnekler arasında yer alır” (355). “Y û f’ redifli gazeller daha sonra Bağdatlı Ruhî ve Ziyâ Paşa ile devam edecektir. Özmen’in, Usûlî’nin bu gazelindeki bir beytiyle Bağdatlı Ruhî’den aldığı bir mısraı karşılaştırması bu

benzerliği ortaya koymaktadır. Usûlî’nin,

Be bu bâzâr-ı cihânın kuru dükkânına yûf Çenber-i çarhına vü günbed-i gerdânına yûf

diyerek göklere, yazgıya, yaşamın tutarsızlığına isyan eden beytiyle Bağdatlı Ruhî’nin,

Yuf hârına dehrin gül ü gülzârına hem yuf

mısraı arasındaki anlam benzerliği açıkça görülmektedir (352).

Usûlî’nin bu eleştirel tavrı, dünya kaygısı çekmemesinden ötürüdür. Şair, kaybedecek hiçbir şeyi olmayan bir insanın rahatlığıyla düşüncelerini açıkça dile getirmiştir. Onun bu özelliği, tezkire yazarlarının da gözünden kaçmamıştır. Örneğin Latîfî, Usûlî’nin yaşam tarzı ve dünya görüşünü şöyle açıklar:

Usûlî’nin yoksullukla tuhaf bir uzlet ve inzivası kanaatle garip bir zenginliği ve tok gözlülüğü vardı. Dayanılmayacak kadar yoksul düşülen anda bile hamiyyet sahibi kişilere alçalmaktansa kanaat ve mücahede köşelerinde nefse sabır tavsiye etmek ve canı baskı altına almak daha iyidir der ve hiç kimseye ihtiyacını bildirip baş eğmezdi. İlahî dergâhı bırakıp vezir ve bey kapılarına giden dilenciler gibi elini paraya uzatmazdı. {Latîfî Tezkiresi 470)

Bu kişilik özelliğiyle beylere ve sultanlara “y û f’ çeken Usûlî, Hayreti gibi, âşık olduğu kişiyi padişah olarak görüp onun kulu olmayı tercih eder:

Bir güzeller şâhına bin cân ile kul oldu dil

Şair, cihan sultanlığını, sevgilinin ayağını bastığı toprağa kul olmaya değişmez: Ayağın toprağın koyup cihâna pâdişâh olmak

Senin devletli başınçün bana devlet değil letdir (129)

Bu düşünceleri nedeniyle de siyasî otorite olan padişahın karşısına gönül ülkesinin padişahı olarak çıkar:

Aldanmadık bu memleketin tâc u tahtına Bu taht içinde biz de acep pâdişâlarız (138)

Dünyayı değersiz gören Usûlî, dünyevî istekler için devlet büyüklerine el açmayı eleştirmiş ve bir gönüle girmeyi herşeyden üstün tutmuştur.

c. Hay âlî’de Siyasî Eleştiri

Hayâlî, Divdn’ındaki yirmi üç kasidenin on beşini Kanûnî Sultan Süleymân’ı övmek için yazmıştır. Bu kasidelerde şair, Kanûnî’nin yüceliğini ve devrinin güzelliğini şu örnekte olduğu gibi ince bir mübalağa ile dile getirir:

Kimse kan yutmadı devrimde meğer gonca-i bâg Kimse ah etmedi ‘ahdünde meğer bülbül ü zar (10)

Hayatı hakkında bilgi verirken değinildiği gibi, kasidelerinde çok nadir olmakla birlikte padişahtan isteklerde bulunan şair, Kalenderîliğin dünyevî arzulardan arınmış düşünce yapısından olsa gerek daha sonra bu isteklerinden pişmanlık duymuştur. Çünkü o, kendini “Abdâl”, “Haydarî”, “Kalender” tabirleriyle tanımlamaktadır:

Dilden Hayâli süret-i idrâki kazıyub

DTvâne-meşreb oldu kalenderlik eyledi (421) İsm ü resminden cihânun fariğ ü âsüde hâl

Tekye-i Hakda tırâş olmuş bir abdâlem bu gün (330) Hayâlî, Hayretî gibi, Bektaşîliğe de gönderme yapmıştır:

Dâg-ı sinem ehl-i derdün olalı baş ocağı Benden uyarır çerâgı Hacı Bektâş ocağı (422)

Şair, kendini mensup hissettiği bu heterodoks grupların muhalif bakışını şiirlerine yansıtmıştır:

Benem o saltanat-ı fakr şahı kim oldu Kapumda iki cihan begleri sipahiler (175)

diyerek serkeş kişiliğini gösteren Hayalî, Kalenderîliğin ilkelerinden “fakr”ı esas alarak onunla geda arasında ilişki kurmuş ve bunların karşısına “pâdişâh”ı

koymuştur. Bu durumda “fakr”ı benimsemek yüce bir durum olduğundan dünya işleriyle ilgilenen padişah daha alt seviyede görülmüştür. Bu karşılaştırmayı Hayreti de ehl-i aşk ve padişah arasında yapmıştı. Hayreti kadar coşkun olmamakla birlikte Hayâli, âşık olmakla padişahlığı karşılaştırmış ve bu yarışta âşığı galip getirmiştir:

Begligüm var ‘âlem içre çok şükür Allahuma Taze bir şaha kul oldum ‘âlemün sultânıyem (286)

Küy-i vefada bir güzelün hâk-i râhıyüz Ey ‘aşk devletünde cihan pâdişâhıyüz (202)

Dünya malına değer vermeyerek ondan gelecek herşeye istiğna ile bakan Hayâli, Hayreti ve Usûlî gibi önünde başını eğdiği tek şeyin “aşk” olduğunu belirtir ve sevgilinin eşiğinde kul olmayı, dünya saltanatına değişmeyeceğini söyler:

Ben ol Hayâliyem ki eşigün gedâlıgın

Taht-ı ‘Acemle milket-i ‘Osmâna vermezem (281)

Kanûnî’ye sunduğu kasidelerde, onun yüceliğini ve devrinin güzelliğini dile getiren Hayâli’nin-kasidelerindeki ruh hali ile gazellerindeki ruh hali arasındaki farklılıklar bu beyitlerle ortaya çıkmaktadır. Padişaha methiyeler düzen Hayâli ile gazellerinin çoğundaki ser-âzâd Hayâli, farklı iki kişi gibi görünür; ancak yaşantısı

göz önüne alındığında, Hayâlî’nin gerçek kişiliğinin gazellerinde görülen hal olduğu söylenebilir. Bu durum şöyle bir soruyu akla getiriyor: Âşık Çelebi’nin anlattığına göre, parasının hesabını bilmeyen ve onu dostlarına cömertçe dağıtarak mal-mülk hırsından uzak olduğunu gösteren Hayâlî, Kalenderîliği benimsemesine rağmen siyasî otoriteye neden bu kadar yakındı? Bu soruyu, yazdığı kasideler sonucu elde ettiği gelir, diye yanıtlarsak yirmi yıllık arkadaşı Âşık Çelebi’nin taraflı olduğu sonucu çıkar. Nitekim Gelibolulu Âli, ona şiddetle karşı çıkmış ve Hayâlî’nin cimri bir insan olduğunu söylemiştir: “Mevlânâ ‘Âşık ki takririnde sâdık bir müverrih-i fayıkdur merhümun bl-kaydlıgını beyân eylemiş ya‘n! ki mâl-i dünyâya çendân rağbet itmeyüp cem ‘-i mâle mâ‘il degül idügini halka destân eylemiş. Hâlâ ki emr ber-‘aks olup merhümun hisset ü imsâkı şöhre-i cihândur” (Kiinhü 7 A h b â r ’ın Tezkire

Kısmı 213). Diğer yandan, Hayâlî’nin edebî çevrelere girmesinde ve şiirlerinin

buralarda beğenilmesinde, saray çevresince çok erken keşfedilmiş olmasının payı da unutulmamalıdır. Şair kasideleriyle, padişah ve çevresindeki paşalara bir nevi minnet borcu ödemiştir.

Hayâlî’nin şiirlerinin yazıldığı tarihler bilinmediği için hangilerini Kalenderi dervişlerle birlikteyken hangilerini İstanbul’a gelip saraya dahil olduktan sonra yazdığı hakkında bir şey söylemek zordur; ancak çok genç yaşta yazdığı şiirleriyle ün kazandığını kaynaklardan öğrenmekteyiz. Gelibolulu Âli bu durumu şöyle açıklamıştır: “Dahi sebzezâr-ı hattı nâ-reslde çâr-ebrülar gibi mukavves kaşlarımın sâyesi leb-i laiinde derriîde olmadın eş‘ar-ı hasene ile hüsn-i iştihâr bulmuş idi” (212). Hayâlî’nin olgunluk döneminde hâlâ diğer şairler tarafından “Işık”lığı söz konusu edildiğine göre, ilk yetiştiği çevreden uzaklaşmakla birlikte o ruhu hiç kaybetmediği söylenebilir. Buna rağmen Hayâlî, siyasî eleştirilerinde Hayreti ve

Usûlî kadar etkin olamamış; en azından, padişaha ve paşalara kasideleriyle ettiği iltifatlar, gazellerindeki eleştirelliğin etkisini azaltmıştır.

Ç. Hayreti, Usûlî ve Hayâli’de Sosyal Eleştiri 1. Dünyadan ve Felekten Şikâyet

Hemen tüm Divan şairlerinde görülen ve bu edebiyatta üstü kapalı bir isyan olan felek/ dünya/ çarhtan şikâyet, Hayreti, Usûlî ve Hayâlı’nin şiirlerinde de yoğun şekilde görülür. “Kahpe, dûn [alçak], pîrezen [kocakarı], denî [rezil], bî-vefâ, zâl [ihtiyar, zalim] gibi olumsuz sıfatlarla dünyayı/ feleği, vefasızlığı ve verdiği

mutluluğun geçici olması bağlamında eleştiren şairlerin bu yönlerini ele almamızın nedeni, bağımsız ve baş eğmez kişilikleriyle dünyadan gelecek kötülükleri sineye çekme gibi bir tevekkül içinde olmamalarıdır. Örneğin Hayreti, her fırsatta bu dünyaya gönül bağlamadığım ve bağlamayacağım belirterek bir anlamda kendini ona karşı savunur ve,

Degüldür Hayreti er cân için dünyâ bize gâlib

Zebûm olmaduk bu pîre-zâlün erkeküz erkek (Hayreti-Dîvan 281) diyerek verdiği can için dünyaya borçlu olmadığını belirtir. Mustafa Tatçı,

HayretVnin Dinî-Tascıvvıtfî Dünyası adlı çalışmasında, Hayretî’yi tasavvufî

değerlerin ağır bastığı bir şair olarak göstermesine rağmen onun dünyevî konulardaki eleştirilerinin çokluğunu göz ardı edememiştir; ancak yine de ihtiyatlı davranarak bu konuyu kısaca geçiştirir: “Dünyaya ait düşüncelerinde Hayreti, kısmen de olsa, şikâyet içindedir. O bir vahdet-i vücûdçu olmakla birlikte, her zaman tevekkül ve teslimiyet içinde değildir. Zaman zaman isyânkâr bir tavır da sergilemektedir” (229). Kanımca şair, öbür dünya düşü kurmaktan çok içinde yer aldığı dünyanın daha

yaşanılır hale gelmesi için sosyal yaşamdaki aksaklıkları ve insanların kişiliklerinde gördüğü eksiklikleri eleştirmiş ve tasavvufa daha az değinmiştir.

Hayretî’ye göre üstün insan, bu dünyaya baş eğmeyen insandır ve bu kişiyi “mert”/ “erkek” olarak görüp yüceltir:

Virmedünse zînetine zâl-i dünyâmın gönül

‘Işk meydânında Rüstemden dahi merdânesin (Hayretî-Dîvan 369) Vakti geçmiş bir ‘acûze kahbedür dünyâ-yı dûn

Cüft idinme kendüne merdâne ol merdâne ol (290)

Şair, en yüce İnsanî değer olarak gördüğü “erkek/ er/ mert olma”yı dünyaya boyun eğmeyen her insan için kullanmak ister. Meğer ki o kişi bir kadın olsun:

Pîre-zen dehre şu kim meyi itmedi ‘Avret ise dahi ana er de sen (370) Usûlî,

Usûli bâlı belâdır bu dehr-i pîrezenin

Gülünde hân vü gencinde mân var ancak (U sûlîD ivanı 155)

diye eleştirdiği dünyaya karşı Hayreti gibi bir başkaldırı içindedir. O da dünyanın nimetlerine baş eğmediğini ve eğmeyeceğini mertlikle bağlantılı olarak dile getirir:

Bin zînet ederse özünü pîrezen-i dehr

Baş eğmezüz ol kahpeye merdâneleriz biz (139)

Dünyanın verdiği geçici mutlulukları ikiyüzlülük olarak niteleyen şair, yalnızca sevgilinin önünde boyun eğdiğini söylerken onun da dünya gibi ikiyüzlü olmamasını ister:

Yine bir yüz dahi gösterdin bu ben dervişine İki yüzlü olma hey çok sevdiğim dünyâ gibi (238)

Usûlî gibi dünyayı ikiyüzlülükle suçlayan Hayâlî’nin baş kaldırışı daha yumuşaktır. Şöyle ki, önce dünyevî isteklerden vazgeçmek ister:

Ey Hayalî gerçek erler eşiğinde soyunub

Bu yalan dünyâ libâsından ferâgat isterüz {Hayalî Bey Dîvânı 207)

Ancak, bu isteğini daha ileri götürüp uygulamaya geçemez; yalnızca bunu yapanları takdir eder:

Kim ki bu çarh-ı pTre-zene mâ‘il olmadı Merdâneler içinde bugün erlik eyledi (421) Oysa kendisi bir teslimiyet içindedir:

Dediler kim hazân eyyâmı geldi vakt-i ‘işretdür

Bahârından ne gördüm ki görem anun hazânından (321)

Görüldüğü gibi, Hayretî ve Usûlî’de daha yoğun olmak üzere her üç şairde görülen dünya ve felekten şikâyet, şairlerin baş eğmez kişilikleriyle bağlantılı olarak eleştiri halini almıştır.