• Sonuç bulunamadı

Yugoslavya’nın Dağılması: Bosna Hersek Krizi

4. Turgut Özal’ın Siyasi Düşünce ve Perspektifi

5.2. Geleneksel Stratejik Kültüre Meydan Okuma: Özalcı Grand Stratejinin Türk Dış

5.2.8. Yugoslavya’nın Dağılması: Bosna Hersek Krizi

değerlendirilmiştir. Buna rağmen zirvede somut gelişmeler de olmuş, Azeri ve Türkmen gaz ve petrolünün Türkiye üzerinden Avrupa’ya taşınması ve diğer ülkelere ihraç edilmesi konusunda anlaşmaya varılmıştır (Milliyet, 31.10.1992). Bu ekonomik bağlantıların yanı sıra Türkiye, Türk Cumhuriyetleriyle ekonomik bağlantıları desteklemek amacıyla sosyal ve kültürel alanlarda da politikalar üreterek bölgeyle yakınlaşmaya çalışmıştır. Bu amaç doğrultusunda, Türk Cumhuriyetlerine yönelik yayın yapan bir uydu kanalı kurulmuştur. Bundan başka, bu ülkelerdeki binlerce öğrenciye Türk üniversitelerinde öğrenim görmesi için burs temin edilmiştir (Abramowitz, 1993: 167).

Son olarak, Türk Cumhuriyetlerinin ekonomik, sosyal ve kültürel alanda inşasına yardımcı olmak amacıyla Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı (TİKA) kurulmuştur.

Vefatından kısa bir süre önce Türk Cumhuriyetlerine on bir gün süren ve beş ülkeyi kapsayan bir gezi düzenlemiştir. Gezi sırasında ülkelerin parlamento ve üniversitelerinde konuşma fırsatı yakalayan Özal, konuşmalarında “Türk modeli” ve “Türkiye’nin tecrübelerine” sık sık vurgu yapması bu ülkelerin liderlerinde Türkiye’yi örnek almalıyız duygusunu uyandırmıştır. Bunun yanı sıra Özal, Türk Cumhuriyetlerinin birlikte hareket etmesi durumunda uluslararası politikada yeni bir gücün ortaya çıkacağının altını çizmiştir. Gezi esnasında yaptığı konuşmalarda “Yirmi birinci yüzyıl, Türklerin yüzyılı olacak” demiştir. Görüşmelerde Türk iş adamlarının gıda, tekstil, havaalanı ve otel gibi birçok alanda yapacakları faaliyetler ve Türkiye’nin bu faaliyetler için ayırdığı 1 milyar dolarlık kredi konusu konuşulmuştur. Yine enerji alanında Kazakistan ve Türkmenistan’dan Türkiye’ye yapılacak petrol boru hatları projesiyle ilgili görüşmeler gerçekleştirilmiştir (Kohen, 17.04.1993).

ardından Bosna-Hersek Cumhurbaşkanı İzzetbegoviç Türkiye’ye resmi ziyarette bulunmuş ve Özal’dan destek istemiştir. Fakat, Türkiye’nin Yugoslavya’daki krizin çözümüne dair bakış açısı sabit kalmaya devam etmiştir. Ancak, Hırvatistan ve Slovenya’nın AB’ye tanınma için yaptığı başvurunun 15 Ocak 1992’de kabul edilmesi ve ardından Bulgaristan’ında Bosna-Hersek ve Makedonya’yı tanıması, Türkiye’yi harekete geçirmiş ve nihayet bu ülkeleri 6 Şubat 1992’de tanıma kararı almıştır (Sönmezoğlu, 2016: 213- 215).

Bu ülkelerin bağımsızlık kararlarını tanımaya yakın bir dönemde Washington Times gazetesi için ele aldığı yazısında Özal, “Ortadoğu’daki tek laik katılımcı demokrasi olan ve serbest piyasa ekonomisi işleten Türkiye, bu yeni devletler için model görülmektedir… Yakın tarihi bağlara sahip olduğumuz ve şu an bölünen Balkanlar’la yeni işbirliği alanları açma konumundayız.” (Milliyet, 22.01.1992) diyerek, Türkiye’nin bölgede aktif bir politika takip edeceğinin sinyallerini vermiştir. Özal açısından uluslararası sistemin mevcut yapısı dış politikaya farklı bir perspektiften bakılmasını zorunlu kılıyordu. Zira, Yugoslavya’nın dağılması sonrası gelişen hadiseler Türkiye’ye net tehdit sinyalleri yollamakla birlikte açık fırsatlar da sunmaktaydı. Öncelikle, bölgenin güvenliği ve istikrarı Türkiye açısından önem taşımaktaydı. Türkiye’nin Batı Avrupa’yla yaptığı ticaret ve turizmin önemli bir kısmı Balkan güzergahı üzerinden gerçekleşiyordu (Bieniek, 2014: 374). İkincisi, Balkanlar üzerinde cereyan eden Türkiye ve Yunanistan arasındaki ekonomik ve politik etki mücadelesiyle ilgiliydi (Sayarı, 2000: 177).

Yunanistan’ın Sırplara destek vermesi bölgesel güç dengesini değiştirmeye yönelik bir girişimdi. Türkiye terazinin ağırlığını dengelemek için Arnavutluk ve Bosna-Hersek’e destek vererek kendi ulusal güvenliğini de sağlamayı düşünüyordu (Baharçiçek, 2020:

67-70). Üçüncüsü, bu cumhuriyetler Türk ürünleri için yeni pazar olanakları sağlamaktaydı. Bu sebeple Balkan ülkeleriyle ticari ilişkilerin geliştirilmesi Türkiye’nin ihracatını ve yatırımlarını artırabilirdi (Laçiner, 2003: 181).

Son olarak Özal’ın Balkanlar’a karşı yoğun ilgisinde iç politik dinamiklerde önemli etkiye sahipti. Osmanlı’nın görece gücünün azalmasına paralel olarak Balkanlar’dan Anadolu’ya yoğun göçler yaşanmıştı. Bu göçler Türkiye ve Balkanlar arasındaki akrabalıkları ve kan bağını canlı tutmaktaydı. Fransa’nın Le Figaro gazetesine göre Türkiye’de en az 10 milyon Rumeli ve 2 milyonda da Boşnak kökenli insan yaşamaktaydı. Bu sebeple gazete, Türk kamuoyunun Balkanlar’daki insani krize son

derece duygusal yaklaştığı yorumunu yapmıştır (Milliyet, 16.02.1993). Gerçekten de yerel basın, Bosna-Hersek’te yaşanan insani krize geniş yer veriyor ve duygusal yoğunluğu yüksek haberler paylaşıyordu (Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, 1993: 137-389). Sırp saldırılarından kaçan 25 bin Bosnalı Türkiye’de mülteci durumuna düşmüştü. Balkanlar’daki bu gelişmeler karşısında Türk kamuoyu hükümetin Bosna-Hersek’e yardım konusunda daha büyük rol oynamasını beklerken, Irak’ta hemen harekete geçen ancak Bosna-Hersek’e sessiz kalan Batı’yı ise çifte standartlı olmakla suçluyordu (Abramowitz, 1993: 169).

Bosna-Hersek’te savaş devam ederken, ANAP’la arası açılan Özal cumhurbaşkanlığı görev süresi dolduktan sonra aktif siyasete döneceğinin mesajını vermiş ve yeni bir parti kurmak için çalışmalara başlamıştı (Birand ve Yalçın, 2012: 543-545). Bu atmosferi seçim öncesi bir fırsat olarak gören Özal, Balkanlar’da yaşanan dramı protesto eden mitinglere katılmış ve siyasi parti lideri gibi konuşmalar yapmıştır.

Örneğin, Balkan gezisinden iki gün önce 13 Şubat 1993’te Taksim’de Bosna-Hersek Dayanışma Mitingi düzenlenmiş ve on binden fazla kişi mitinge ilgi göstermiştir. Bu mitinge katılan Özal, konuşmasında hamasi ve popülist söylemler kullanarak “Bosna-Hersek yalnız değildir. Biz bugünde yarında Bosna-“Bosna-Hersek’in yanındayız. Türkiye ve Türk milleti Bosna-Hersek’te ikinci bir Endülüs trajedisinin yaşanmasına aslan izin vermeyecektir.” demiş ve Bosna krizinin çözümünde takip ettiği politikaları halka anlatmıştır. Mitingde siyasi parti temsilcilerine söz verilmemesi tepkilere yol açmış ve muhalefet Özal’ı mitingi şova dönüştürmekle suçlamıştır (Milliyet, 14.02.1993).

Yugoslavya’dan ayrılmış cumhuriyetler de Türkiye’nin bölgede aktif politika takip etmesini destekliyordu. Balkan ülkelerinin Türkiye ile yakınlaşma isteğinin altında birkaç neden yatmaktaydı. Öncelikle Bosna-Hersek, Arnavutluk ve Makedonya, bağımsızlıklarının tanınması ve ülkelerinin yeniden inşası için ihtiyaç duydukları mali yardım konularında Batı’dan arzu ettikleri desteği bulamıyorlardı. Buna rağmen Sırplar, Yunan ve Rus desteğini arkasına alarak bölgedeki güç dengesini kendi lehlerine çevirmeye başlamıştı. Bu durum karşısında tarihi ve kültürel yakınlık nedeniyle Boşnaklar, Makedonlar ve Arnavutlar güç dengesini oluşturmada Türkiye’yi cazip bir müttefik olarak görüyorlardı. Bu sebeple mali ve politik sorunlarına çözüm bulmak amacıyla bu ülkeler, siyasi ve ekonomik model olarak gördükleri Türkiye’yle ilişkileri geliştirme konusunda istekliydiler (Laçiner, 2003: 181).

Makedonya Parlamentosu Başkanı Andov, “… Türkiye’nin bizimle daha yoğun ekonomik işbirliğine girmesini bekliyoruz. Türkiye bizi uluslararası platformlarda destekleyebilir…Türkiye ile ortak bir tarihimiz var. Makedonya’da 100 binin üzerinde Türk yaşıyor. Herkesten çok Türkiye’nin desteğine ihtiyacımız var.” diyerek Türkiye’den siyasi ve ekonomik anlamda destek istemiştir (Yurtsever, 26.01.1992). Sırplar tarafından Bosnalı Müslümanlara yönelik kötü muamele, sistematik işkence ve katliamların artırması üzerine savaştan kaçan halk Türkiye’ye yoğun bir şekilde göç etmeye başlamıştı. Bosna-Hersek Başbakan Yardımcısı Cengiç, “Türkiye bizim tek güvencemizdir.” diyerek, Sırpların büyük bir katliam yapmaya hazırlandığını ve Türkiye’nin Sırplara baskı yapmasını ve duruma acilen müdahale etmesini istemiştir (Yurtsever, 17.04.1992).

Özal, yeni jeopolitik gelişmelerin tarihi, kültürel ve dini yakınlıktan dolayı Orta Asya ve Balkanlar’da kurulan yeni cumhuriyetlerle Türkiye arasında karşılıklı farkındalığı ve sempatiyi artırdığını ve yine bu ülkelerin komünizm sonrası düzene geçiş sürecinde Türkiye’yi kendilerine maddi ve manevi bir destek olarak gördüklerini söylemiştir (Laçiner, 2003: 180). Balkanlar’da Sırp saldırısının artması üzerine Özal, BM, NATO ve İKÖ gibi uluslararası örgütlerin Bosna’ya daha etkin müdahalede bulunması için çalışmalar yürütmüştür. Örneğin, 11 Ocak 1993’te Senegal’de düzenlenecek olan İKÖ toplantısında Bosna-Hersek sorununun zirvenin öncelikli gündem maddeleri arasında yer alması için Suudi Arabistan Kralı Fahd, İran Cumhurbaşkanı Rafsancani ve Mısır Devlet Başkanı Mübarek gibi liderlerle telefon diplomasisi gerçekleştirmiştir (Milliyet, 31.12.1992). Bunların yanı sıra, Bosna Cumhurbaşkanı Begoviç’in İslam Zirvesi’ne katılması için özel uçağını Cenevre’ye göndermiştir (Batur, 08.01.1993). İslam Zirvesi’ne de katılan Özal, zirvedeki konuşmasında Bosna-Hersek üzerinde uçuş yasağının güçlendirilmesini, Sırp stratejik hedeflerine askeri operasyon yapılmasını, güç dengesinin kurulması amacıyla silah ambargosunun kaldırılmasını, insanlık suçu işleyen Sırp liderlerinin Lahey’de yargılanmasını ve Bosna halkına insani yardımın acilen yapılmasını istemiştir (Batur, 12.01.1993).

Özal, Bosna’da yaşanan çatışmaların ve insani dramın sonlandırılması için askeri seçeneklerin de değerlendirmeye alınmasını önermiştir. Bosna’daki insani kriz konusunda dünya kamuoyunu aydınlatmak ve ABD yönetimini askeri müdahaleye ikna

etmek için ABD’ye giden Özal, CNN ve CBS TV’nin programlarına katılmıştır.

Televizyon kanallarında BM’nin barışı sağlama çabalarının yetersiz olduğunu, ABD’nin hava harekatı yapması halinde Türkiye’nin de karadan destek verebileceğini söylemiştir (Milliyet, 30.01.1993). Çankaya Köşkü’nde düzenlediği yeni yıl davetinde siyasetçiler ve gazetecilerle gerçekleştirdiği söyleşisinde "Ben olsam Balkanlar’ı karıştırırdım. Mesela Makedonya’ya gidersiniz…Şöyle bir dolaşırsınız. Bakalım o zaman Balkan Savaşı korkusu etrafı sarmaz mı?” (Milliyet, 17.01.1993) demiş ve Türkiye’nin sert güç unsurlarıyla bölgede varlığını hissettirmesi gerektiği imasında bulunmuştur.

Demirel hükümeti Azeri-Ermeni çatışmasında olduğu gibi Bosna konusunda da Özal’ın aksine bir görüşe sahipti. Demirel hükümetinin Türkiye’nin çevresinde meydana gelen gelişmeler karşısındaki genel tutumu, savaş yerine barışa şans tanıyıp sorunların çözümünde uluslararası kamuoyuyla birlikte hareket edilmesi şeklindeydi. Demirel, Türkiye’nin geleneksel dış politika kalıplarına aykırı bu tür taleplerin ülkenin ulusal çıkarlarına ters olduğunu düşünmekteydi. Bosna-Hersek, Nahcivan ve Karabağ’da yaşanan olayları yorumlayan Demirel, Özal’ın asker gönderme tekliflerini “Nasıl kullanacaksınız askeri. Dünyadan koparsınız.” diyerek tepki göstermiş, yaşanan krizlerin çözümü için uluslararası platformlarda yoğun diplomasi yürüttüklerini söylemiştir (Milliyet, 25.05.1992). Dışişleri Bakanı Çetin de Kafkasya ve Balkanlar’da yaşanan olaylar karşısında Türkiye’nin tek başına çözüm arayışına girmeyeceğini belirten ifadeler kullanmıştır. 25 Ağustos 1992’de TBMM’de Kafkasya ve Balkanlar’daki olaylar hakkında konuşan Çetin, Karabağ ve Bosna-Hersek’teki gelişmeler karşısında hükümetin barışçıl bir dış politika izlediğini ve sorunların çözümünde uluslararası toplum ve örgütlerle işbirliği içinde hareket ettiğinin altını çizmiştir (TBMM Tutanak Dergisi, 1992:

30).

Türk kamuoyunda Bosna’ya askeri müdahale ile ilgili tartışmalar sürerken, Türkiye’ye gelen Bosna-Hersek Cumhurbaşkanı Yardımcısı Eyüp Ganiç açık bir şekilde Dışişleri’nden askeri silah ve ekipman yardımı istemesi hükümeti zor duruma sokmuştur.

Demirel hükümeti Ganiç’in Türkiye üzerinden Bosna’ya silah gönderilmesi isteğini Balkanlar’daki çatışma alanını genişleteceği ve bir Balkan savaşına dönüştürebileceği gerekçesiyle kabul etmemiştir (Batur, 29.07.1992). Bunun yerine Demirel hükümeti diplomatik atak başlatarak Bosna-Hersek konusunu AGİK, İKÖ ve BM gibi uluslararası kuruluşların gündemine taşımaya çalışmıştır. Ayrıca hükümet, yukarda belirttiğimiz gibi

Türkiye’nin tek taraflı askeri müdahalesine sıcak bakmıyordu. Eğer bir askeri müdahale olacaksa bunun uluslararası hukuk kuralları çerçevesinde ve BM Güvenlik Konseyi kararları doğrultusunda olmasını istiyordu. Bu politik strateji doğrultusunda Dışişleri Bakanlığı, BM Güvenlik Konseyi’ne çağrıda bulunarak Bosna-Hersek’e uygulanan silah ambargosunun kaldırılmasını ve Konsey’in askeri müdahalede bulunmasını isteyen önerilerde bulunmuştur (TBMM Tutanak Dergisi, 1992: 50).

Bosna krizine yönelik izlediği dış politika konusunda hükümetin desteğini alamayan Özal, Demirel hükümetiyle diyalog kuramamaktan ve dış politikada ortak bir karar alamamaktan yakınmıştır. Ayrıca hükümeti, Türkiye’yi doğrudan ilgilendiren Bosna-Hersek konusunda pasif bir tutum takınmakla itham etmiştir. Özal, yeni dünya düzeninde Türkiye’ye bakışın farklı olduğunu ve aktif bir dış politika izlenerek bu fırsatın değerlendirilmesi gerektiğini aksi taktirde Türkiye’nin Türk ve Müslüman dünyasının gözünde lider olma konumunu kaybedebileceğini vurgulamıştır. Bu yüzden “Devlette küskünlük olmamalı” diyerek hükümetle Çankaya’nın birlikte çalışmasının önemine ve gerekliliğine dikkat çekmiştir (Tayyar, 20.05.1992).

Bosna-Hersek meselesinde Özal, Türkiye’nin Bulgaristan, Arnavutluk ve Makedonya’yı yanına alması gerektiğini, bu üç ülkenin birlikte hareket etmesi durumunda Sırplara bir gözdağı verileceği düşüncesine sahipti (32. Gün Arşivi, 2020).

Nitekim Bosna Hersek’te gelişmeler devam ederken, Türkiye’nin Balkan ülkelerinin yanında olduğunu göstermek, bu ülkelere moral vermek ve ekonomik ilişkileri geliştirmek amacıyla Şubat 1993’te Bulgaristan, Arnavutluk ve Makedonya’ya kalabalık bir iş adamı heyetiyle bir dizi geziler gerçekleştirecektir. Dış basında gezi dikkatle takip edilmiştir. Le Figaro Özal’ın Makedonya, Bulgaristan ve Arnavutluk gezileri için

“Osmanlı İmparatorluğu’na bir özlem mi yoksa bir canlandırma girişimi mi?” sorusunu sorarken, Alman basını “Gezinin tarihi bir önem taşıdığını” ve “Yunanistan’ın büyük bir dikkat ve kaygıyla geziyi takip ettiğini” yazmıştır (Milliyet, 16.02.1993). Birand’ın sunduğu 32. Gün programına katılan Özal Balkan gezisi sırasında bu ülkelerin Türkiye’yi nasıl gördükleri sorusuna yanıt olarak, sadece Balkan ülkelerinin değil Orta Asya ve Kafkasya’daki eski Sovyet cumhuriyetleri de dahil olmak üzere Türkiye’yi büyük bir askeri ve ekonomik güç olarak gördüğünü ve hibe ve kredi gibi birçok konuda Türkiye’den yardım istediklerini söylemiştir (32. Gün Arşivi, 2020). Ancak Özal’ın Balkan ülkelerine yönelik başlattığı bu diplomatik atak, onun vefatından sonra devam

ettirilmeyecek ve Türkiye’nin bölgeye yönelik ilgisi zamanla ivme kaybedecektir (Çalış, 2015: 124).