• Sonuç bulunamadı

Bulgaristan ve Türk Azınlığı Sorunu

4. Turgut Özal’ın Siyasi Düşünce ve Perspektifi

5.2. Geleneksel Stratejik Kültüre Meydan Okuma: Özalcı Grand Stratejinin Türk Dış

5.2.5. Bulgaristan ve Türk Azınlığı Sorunu

Ankara ile görüşmeler sırasında aktarılacak gizli bilgilerin Irak’a sızabileceğinden ve bu durumun savaş sırasında Irak’a stratejik avantaj sağlayacağını düşündüğünden kabul etmemiştir (Milliyet, 30.07.1984).

Bu yüzden savaş sırasında her iki ülkeyle ilişkiler ekonomik açıdan ilerlemiş ve 1985 yılına gelindiğinde Türkiye’nin bu ülkelere yaptığı ihracat en yüksek seviyelere ulaşmıştır. Fakat İran-Irak Savaşı’nın sona ermesiyle birlikte Türkiye’nin bu ülkelere gerçekleştirdiği ihracat ivme kaybedecektir (Balcı, 2018: 204). Bundan başka Özal, İran ve Irak’ın dikkatlerini savaşa yoğunlaştırdığı bir ortamda iç politikada GAP ve Atatürk Barajı gibi önemli projeleri hayata geçirmiştir. Nitekim savaşın devam ettiği yıllarda Irak baraj inşasına büyük tepki vermemiştir. Ancak İran ve Irak arasında ateşkes görüşmelerinin başladığı ve Atatürk Barajı’nın da yapımının bitmek üzere olduğu bir dönemde Irak’la ilişkiler baraj inşasından dolayı gerilmiş ve Irak Arap ülkelerini Türkiye’ye karşı örgütlemeye çalışmıştır (Barlas, 2001: 127).

açıklama yapılmadığı için hükümeti eleştirmiştir (TBMM Tutanak Dergisi, 1985: 401).

MDP Milletvekili Sökmenoğlu’nun TBMM’de Bulgaristan’daki Türklere işkence yapıldığı iddiasına yönelik sorusuna Dışişleri Bakanı Halefoğlu, söz konusu iddiaların Bulgar makamlarına iletildiğini, iki ülke arasında iyi komşuluk ilişkilerinin olduğunu ve mevcut problemi iki ülke ilişkilerine zarar vermeden diyalogla çözmek istediklerini söyleyerek (TBMM Tutanak Dergisi, 1985: 501) tansiyonu düşürmeye çalışan açıklamalarda bulunmuştur.

Fakat Bulgar yönetiminin Türklere karşı Bulgarlaştırma ve baskı politikasını yoğunlaştırdığına dair haberlerin Batılı medya organlarında geniş yer bulması üzerine hükümet, konu üzerinde daha fazla durmaya başlamış ve Bulgaristan’da yaşanan olayları MGK’nın gündemine almıştır (Yalçın, 10.02.1985). Şubat 1985’te hükümetin Bulgaristan’da yaşanan olaylar karşısında yeterli politika oluşturmadığını düşünen muhalefet, Bulgaristan’daki Türk azınlığın içinde bulundukları durumun görüşülmesi için TBMM’de genel görüşme açılmasına ilişkin bir önerge vermiştir (TBMM Tutanak Dergisi, 1985: 531). Hükümet adına söz alan Dışişleri Bakanı Halefoğlu Bulgaristan’daki Türk azınlığa karşı isim ve din değiştirmeleri konusunda baskı yapıldığına dair haberlerin yerli ve yabancı basında son zamanlarda yoğunlaştığını ve hükümetin konuyu dikkatle incelediğini ifade etmiştir. Ancak Halefoğlu, hükümetin ihtilafın barışçıl şekilde ve diyalog yoluyla çözümlenmesinden yana olduğunu bir kez daha vurgulayarak Bulgaristan hükümetine karşı sert ifadeler kullanmaktan kaçınmıştır (TBMM Tutanak Dergisi, 1985:

523-524).

Bununla birlikte Bulgaristan’daki Türk azınlığın yaşadıkları sorunlar karşısında izlenecek dış politika duruşunun belirlenmesi için TBMM’de gizli oturum yapılmasına karar verilmiştir. Gizli oturum öncesi muhalefet “Hükümeti bu konuda, zecri tedbirler almaya zorlayacağız.” derken, iktidar ise Bulgar Türklerinin ezilmesine müsaade etmeyeceklerini ifade etmiştir (Milliyet, 21.02.1985). Bu ifadelere rağmen, hükümet Bulgar yönetiminin Bulgaristan Türklerine karşı izlediği sistematik baskı politikasına karşı sert ifadeler içermeyen bir nota vermekle yetinmiştir. Türk hükümeti Bulgar hükümetine verdiği nota ile “İki ülke arasında mevcut sorunların geniş kapsamlı bir göç anlaşması konusu da dahil olmak üzere Dışişleri Bakanları düzeyinde ele alınıp görüşülmesini” (Yalçın, 23.02.1985) istemiştir. Fakat verilen notadaki talepler Bulgar makamları tarafından kabul edilmemiştir. Financial Times gazetesi “Türkler, Sovyetlerin

desteklediği Bulgaristan’la çatışmadan kazanacakları pek fazla bir şey olmadığı, buna karşılık pek çok şey kaybedeceklerin bilincinde.” diye yazarak hükümetin konuya yumuşak bir reaksiyon gösterdiğini belirtmiştir (Milliyet, 21.02.1985).

Bulgar makamlarına verilen notanın sert ifadeler içermemesini uluslararası sistemde devam eden Soğuk Savaş ortamı ve Türkiye’nin görece zayıf olan maddi kapasitesiyle ilgili olduğunu belirtebiliriz. Nitekim Özal da TBMM’de ANAP Grup Salonu’nda yaptığı konuşmada bu hususa şöyle dikkat çekmiştir:

“Bugün biz, Bulgaristan’daki soydaşlarımızla gönlümüzün arzu ettiği gibi ilgilenemiyoruz.

İstediğimiz tedbirleri alamıyoruz. Bulgaristan ile iki ayrı bloktayız. Biri sosyalist, diğer Batı bloku, dünyanın şartları böyle. Bizim dışımızda etkenler var. Bugün gönlümüzün arzu ettiği tedbirleri alamıyoruz ama, 15 yıl sonra 70 milyonluk koskoca bir Türkiye var, bugün olmazsa o gün yaparız, o gün olmazsa 10 yıl sonra yaparız, ama bütün bunları unutmayız.” (Milliyet, 22.02.1985).

Özal’ın güç kapasitesini nüfus üzerinden okuması muhalefet tarafından gülünç bulunmuş ve iki çocuğun kavgada birbirine söyleyeceği sözler olarak değerlendirilmiştir.

Muhalefet ülkede birkaç göçmen derneğinin protestoları dışında Türkiye’nin Bulgaristan Türklerinin yaşadığı sorunlara seyirci kaldığını ileri sürerek hükümeti eleştirmiştir (TBMM Tutanak Dergisi, 1986: 173).

Bulgaristan’a karşı sert bir duruş sergilemekten kaçınan Özal buna rağmen kamu diplomasisi faaliyeti yürüterek Bulgaristan Türklerinin yaşadığı sorunları uluslararası platformlara taşımış ve Bulgaristan hükümetini uluslararası alanda baskı altına almaya çalışmıştır. ABD gezisi sırasında Washington Post’a verdiği mülakatta Özal,

“Bulgaristan’a savaş açamayız ya…İslam dünyasını ve diğer müttefiklerimizi Bulgaristan’daki Türklere yapılan muamele konusunda duyarlılaştırmaya çalışıyoruz.”

(Milliyet, 06.04.1985) demiştir. Böylece Türkiye, Bulgaristan’daki Türk azınlığın yaşadığı sorunları BM, İKÖ ve AGİK gibi uluslararası örgütlerin gündemine taşımıştır (TBMM Tutanak Dergisi, 1986: 167). Ancak uluslararası toplumda yapılan bu girişimlere rağmen, Bulgar yönetiminin Bulgaristan’daki Türk azınlığa karşı gerçekleştirdiği insan hakları ihlalleri devam etmiştir.

Uzun bir süre daha Jivkov yönetimine karşı sert bir dil kullanmaktan kaçınan Özal, Bulgaristan’la bir göç anlaşması imzalayarak soruna çözüm getirecek ara formüllerin uğraşı içinde olmuştur. Ancak Mayıs 1989 tarihinden itibaren Özal’ın Bulgaristan krizine yönelik daha sert çıkışlar yaptığını belirtebiliriz. Özal’ın tepkilerindeki bu farklılaşmanın iki gerekçesi olduğunu ileri sürebiliriz. Birincisi, 1980’lerin sonuna doğru Sovyetlerin

sahneden yavaş yavaş çekilmesi ve uluslararası sistemde başlayan değişimle alakalıdır.

Diğer bir ifadeyle sistemin Türkiye açısından müsamahakar bir yapıya dönüşmesi sonucu Özal’ın manevra alanı genişlemiştir. İkincisi, Özal’ın pragmatist ve oportünist kişiliğinde saklıdır. Mart 1989 yerel seçimlerinde ciddi bir oy kaybı yaşayan Özal, 1989’da görev süresi dolacak olan Evren’in yerine cumhurbaşkanı adayı olmak istiyordu. Muhalefet Özal’ın cumhurbaşkanı adaylığına karşıydı. Özal, kamuoyunda düşen popülaritesini geri kazanmak ve cumhurbaşkanlığı seçimlerinde halkın desteğini arkasına almak için Bulgaristan krizinde milli duygulara hitap eden söylemlerini artırmıştır.

Örneğin Özal gerek Sovyetlerin Doğu Avrupa’daki tesirinin azalmasının bir sonucu olarak Balkanlarda güç boşluğunu doldurmak gerekse de iç politikadaki konumunu güçlendirmek için kültürel yakınlığa ve Osmanlı geçmişine daha sık referanslar vermeye başlamıştır. Haziran 1989’daki konuşmasında Osmanlı’nın 500 yıl Balkanlarda kalmasına rağmen insan haklarına dikkat ettiğini ve Türk milletinin yüce ruhlu bir millet olduğunu vurgulamıştır (Çalış, 2015: 93). Yine Temmuz 1989’daki TBMM’deki konuşmasında Özal, “Bulgaristan, Türkiye’nin daha doğrusu Osmanlı İmparatorluğu’nun bir vilayeti idi. Bu nedenle, Bulgaristan Türklerinin meselesinin, diğer ülkelerdeki Türklerin meselesinden çok daha önemli olması lazım…” demiştir (Çalış, 2015: 92).

Bulgaristan Türklerinin Mayıs 1989’da Bulgar hükümetine karşı yaptığı gösteriyi Bulgar polisinin sert bir şekilde bastırması sonucu 25’e yakın Türk ölmüş 72 Türk zorla sınır dışı edilmiştir (Milliyet, 24.05.1989). Bulgaristan’da Türk azınlığın organize protestolarının artması Komünist lider Jivkov’u tedirgin etmiş ve Türkleri kitleler halinde göçe zorlamaya başlamıştır (Hale, 2013: 123). Bu son yaşanan hadiseler iki ülke arasındaki krizi başka bir evreye taşımıştır. Türk azınlığın gösteriler sırasında öldürülmesi ve göçe zorlanması, krizin başından beri Türk kamuoyunda ilk defa büyük tepki toplamıştır. Bunun üzerine ANAP, SHP ve DYP’nin katkılarıyla Bulgaristan Türklerinin asimile edilmesini lanetlemek amacıyla İstanbul Taksim Meydanı’nda “İnsanlığa Çağrı”

mitingi düzenlenmiştir. Mitinge kamuoyu büyük bir ilgi göstererek on bine yakın kişi Bulgar yönetimi aleyhine sloganlar atmıştır. Yerli ve yabancı medya kuruluşları mitingi canlı olarak ekranlara taşımış ve Özal da gösterileri helikopterle takip etmiştir. Mitingde halk “ordu Sofya’ya” sloganları atmış, yabancı basın da Türk halkının tek yumruk olduğundan bahsetmiştir. Avrupa’da ikamet eden gurbetçi Türkler de bulundukları ülkelerde Bulgar hükümetini protesto etmiştir. Miting sonrası basına konuşan Özal

üslubunu sertleştirerek, Türk halkının sabrının taşmak üzere olduğunu ve Türk azınlığa karşı yapılan kötü muamelenin hesabını soracağını söylemiştir. Buna ilaveten, Jivkov’a mesaj göndererek göç eden vatandaşların da haklarını koruyan bir göç anlaşması için çağrıda bulunmuştur (Milliyet, 25.06.1989).

Buna rağmen Bulgar yönetimi Türk azınlığa yönelik şiddet ve zorunlu göç politikasını sürdürmeye devam etmiştir. Bu gelişmelerin bir sonucu olarak Özal söylemlerinin tonunu giderek sertleştirmiştir. Bulgaristan’dan gelen Türk azınlığın barındığı Gebze’deki çadır kentte incelemeler sırasında bir kadının oğlunu geride bırakmak zorunda kaldığını söylemesi üzerine şu şekilde cevap vermiştir:

“Onlara Bulgar domuzu derler, Alırız, döve döve alırız. Adamlar eşyaları gönderiyor. İnsanları göndermiyorlar. Hiçbir halt yiyemezler. Jivkov sallanıyor aslında. Bastırıyoruz merak etmeyin.

Burunlarından fitil fitil getireceğiz. Jivkov’u masaya oturtacağım. Kafasına vuracağım. Bulgarın blöfünü gördük. Türkleri gönderin dedim. Onlar bunu beklemiyordu, ne yapacaklarını şaşırdılar…Merak etme ümüklerine basa basa alacağız.” (Milliyet, 02.07.1989).

Bulgaristan’dan gelen Türk azınlığın sayısının 90 bine ulaştığını söyleyen Özal, 200 bin kişi gelse dahi Türkiye’nin ekonomisinin güçlü olduğunu, gelen göçmenlere istihdam sağlayabileceklerini ve aldığı istihbarata göre Bulgar yönetiminin bu duruma şaşırdığını söylemiştir (Milliyet, 02.07.1989). Özal’ı Jivkov’un blöf yaptığını düşündürmeye iten neden, Bulgaristan’ın bu denli göç vermesinin Bulgar ekonomisinde durgunluğa ve krize yol açacağını düşünmüş olmasındandır. Bu yüzden Özal “1 milyon da gelse kabul ederiz.” demiştir. Fakat hem Bulgaristan’dan kendisine iletilen istihbarat eksikliği yüzünden Bulgaristan’ın göreceli ekonomik kapasitesini doğru okuyamamış hem de Türkiye’nin kaldırabileceği göç yükünü hesaplamada yanılgıya düşmüştür.

Göçün devam etmesi, Jivkov’un göç anlaşmasına yanaşmayacağının anlaşılması ve göçlerin Türkiye’de toplumsal huzursuzluğu ve ekonomik baskıyı artırması üzerine hükümet, sınırları kapatma kararı almış ve Bulgaristan’dan gelecek göçmenlerden vize istemiştir. Bu durum muhalefetin tepkisine yol açmıştır. İnönü “Bulgaristan’dan gelen ailelerin tekrar parçalandığını” ifade ederken, Demirel de “İnsanların zulme terk edildiğini ve Başbakan Özal için gensoru istediklerini” (Milliyet, 22.08.1989) söylemiştir.

SHP ve DYP, TBMM’de Özal’ın Bulgaristan krizinde izlediği politikalara sert eleştiriler yöneltmeye devam etmiştir. İki parti de sınırların açılması ve hemen arkasından kapatılması sonucu Bulgaristan’da yaşayan soydaşların ikinci defa mağdur edildiğini

vurgulamışlardır. SHP, Özal’ın 26 Mart seçim sonuçlarından ağır bir yenilgi aldığını ve bu sonuçları unutturmak ve oyunu artırmak için Bulgaristan olayını fırsata çevirmek istediğini iddia etmiştir. Bu yüzden Dışişlerini devre dışı bırakıp tüm görevi üzerine alarak ve hiçbir politik ön hazırlık yapmadan ve strateji çizmeden sınırları açtığını ileri sürmüştür (TBMM Tutanak Dergisi, 1989: 473-474). Benzer bir iddia DYP tarafından da yapılmıştır. DYP, 26 Mart seçimleri sonrası zor durumda kalan Özal’ın konuyu iç politik malzeme yapmakla suçlamıştır. Ayrıca hükümeti, olayları sezememek ve yeterli tedbirleri almamakla itham etmiştir (TBMM Tutanak Dergisi, 1989: 502-503).

Basın da Özal’ın kriz sırasında izlediği yanlış politikayı eleştiren yazılar yazmıştır.

Birand ele aldığı yazıda, göç sırasında iddialı cümleler kuran Özal’ın ülkeyi gülünç duruma düşürdüğünü ve ülkenin uluslararası toplumda saygınlığına zarar verdiğini söylemiştir. Birand yazısının devamında Bulgaristan’ın bu denli göç vermesinin Bulgar ekonomisini olumsuz etkilemeye başladığını ancak Birand’ın tabiriyle erken havlu atanın Özal’ın “Güçlü ve çağ atlattığını” iddia ettiği Türkiye olduğunu belirtmiştir (Birand, 22.08.1989). Ayrıca Birand, Milli İstihbarat Teşkilatının (MİT) da krizin Türkiye aleyhine dönüşmesinde önemli bir payı olduğuna dikkat çekmiştir. Ankara’da dış politika yapımında etkili olan aktörler de MİT’i suçlayarak Bulgaristan’daki olaylarla ilgili eksik ve hatalı raporlar geldiğinden yanıldıklarını ileri sürmüşlerdir (Birand, 26.08.1989).

Nihayet, Bulgaristan’daki Türk azınlığa yönelik asimilasyon politikasının terk edilmesi ve Türkiye ile ilişkilerin normalleşmesi Berlin Duvarının yıkılması ve akabinde Jivkov’un 11 Kasım 1989’da iktidarı devretmesinin ardından gerçekleşecektir.