• Sonuç bulunamadı

Yeniden Büyülenme Yahut Postmodernizm

TOPLUMSAL DEĞİŞİME ETKİLERİ

1.5.2.2 Yeniden Büyülenme Yahut Postmodernizm

Postmodernizm’in neoliberalizmin ekonomik mantığı olduğu daha önce söylenmişti. Postmodernizmin felsefi arka planında yer aldığı yeniden büyülenmenin ekonomik bir teori olan neoliberalizmin tüketim kalıplarıyla ilgili olduğunu iddia edebiliriz. Neoliberalizm ve beraberinde gelen postmodernizm, toplumun tüm katmanları için bir yeniden büyülenme olarak kabul edilebilir. Bir yeniden büyülenmedir çünkü ilk büyülenme toplumun rasyonalize edilmesiyle gerçekleşmiştir. Hatırlanacağı üzere George Ritzer’den yaptığımız alıntılarla Tanzimat Dönemi’ni yorumlarken bu dönem için büyünün bozulması ve yeniden büyülenme tabirini kullanmıştık. Osmanlı toplum yapısının manevi bir estetiğin etkisiyle bilhassa kendini Divan Şiiri’nde gösteren bir büyülenmenin kıyısında şekillendiğini, 19. yüzyıla gelindiğinde rasyonelleşme ile birlikte büyünün bozulduğunu ve topluma yerleşen tüketim normlarıyla birlikte yeniden bir büyülenmenin etkilerinin başladığını söylemiştik. Bu büyülenme biçimi aslında rasyonalitenin etkisinde büyüyü bozduğunu iddia eden bir nitelikteydi. Büyülenmiş toplum bu devrin aydınlarına göre geleneklerin etkisinde bir yaşam sürüyordu. Onları bu büyüden kurtarmak için geleneğe aykırı tipler yüceltilmeliydi. Böylece mesela Yakup Kadri yazdığı bir yazıda Bihruz tipini yüceltiyordu ve Şerif Mardin’e göre Yakup Kadri kendini Bihruz ile özdeşletiriyordu.214 Bu elbette garipsenecek bir durumdu fakat burada aslında Bihruz’un zatında Yakup Kadri için geleneksel Osmanlı normlarına karşıtlık tezahür ediyordu. Fakat ilerleyen dönemlerde tüketime

213 a.e., s. 32

92 dayalı bir şahsiyet olarak öne çıkarılan Bihruz tipi toplumsal kabul görmedi ve geniş bir ittifakın muhalefetiyle karşılanarak toplum dışına itildi. Her şeyden önce halk kültürü bu tiplemeyi dışarı attı ve Şerif Mardin’e göre “ modernleşme taraftarı olan yazarlar da halk kültürünün Bihruz tiplemesine karşı olmasından etkilendiler ve geleneksel kültürde üst ve alt sınıfların ortak yanı Bihruz karşıtlığında birleşen bir ideoloji oldu.”215

1980’lerden sonra yıkılan tam da bu ideoloji oldu. Dünya’da ideolojilerin yenilgiye uğradığı 70’lerden 80’lere uzanan süreçte bu rasyonellik iddiasında olan ideolojik büyü bozuldu ve yeni bir büyülenme biçimi belirdi. Bu yeni beliren biçim Postmodernizm olarak adlandırıldı. Bauman, “Postmodernliğin, dünyanın büyüsünü bozmak için girişilen, sonunda sonuçsuz kalan uzun ve gayretli modern mücadeleden sonra dünyanın “yeniden büyülü hale getirilmesi” olduğunu (ya da daha doğrusu, büyünün bozulmasına karşı hemen hemen hiç sona ermeyen direncin, modernliğin gövdesini kaplayan postmodern diken olduğu)” söylemekte haklıydı.216 “Postmodem dünyada gizem, sınır dışı edilmeyi bekleyen, zar zor tolere edilen bir yabancı değildi artık.”217

David Harvey’in modern dönem için tüketim toplumu, postmodern dönem içinse bireyselleşmiş tüketim tabirini kullanması bu yeniden büyülenmeyi daha iyi vurgular. George Ritzer yeniden büyülenme için şunları söyler:

“Yeniden büyülenme genel olarak dünyanın özel olarak tüketim araçlarının yarattığı ikilemden çıkış yolunu gösterir. Tüketicileri kendine çekme, denetleme ve sömürmeye devam etmek için tüketim katedralleri sürekli bir yeniden büyüleme sürecine girmiştir. Postmodern kuram tüketim araçlarının tüketicileri denetleyip sömürdükleri fikrine yararlı bir çare sunar. İnsanların satın almaya ve çok fazla para harcamaya yönlendirildikleri anlamında bir denetim ve sömürü varsa da insanların asıl olarak buna zorlanmadıkları tam tersine bu şekilde davranmaya can attıkları da bir vakıadır. Görmüş olduğumuz gibi bu yalnızca Amerikalı tüketiciler için geçerli değil; dünyanın geri kalan büyük kısmı da Amerikalılar gibi tüketmeye istekli görünüyor. Ödenen fiyatların nesnel gerçeklikleri ne olursa olsun bir çok tüketici fiyatları ödemeye istekli

215 a.e., s. 79

216 Zygmunt Bauman, Postmodern Etik, İstanbul, Ayrıntı Yayınları, Çev, Alev Türker, 2011, s.46 217 a.e., s. 47

93

görünüyor ve yapabilseler daha fazla tüketirlerdi.”218

Bu tespitlerin ışığında Bireyselleşmiş Tüketim ve Yuppie Kültürü başlığında anlattıklarımıza bakıldığında 80 sonrası Türkiye’nin panoraması daha bir netleşmiş olur. Bu dönemde toplum artık yeniden büyülenmenin etkisinde bireyselleşmiş tüketime odaklı seyirlik bir toplum haline gelmiştir. Bu seyirlik toplum Nurdan Gürbilek’in Vitrinde Yaşamak ve Kötü Çocuk Türk kitaplarında ayrıntılarıyla ele alınır.

218 George Ritzer, a.g.e., s.103

94

İKİNCİ BÖLÜM

2. 12 EYLÜL’ÜN HİKÂYESİ VE SÖZÜN BASTIRILMASI

12 Eylül her şeyden önce toplumun ciddi bir şekilde depolitize edilmesi anlamına geliyordu. Toplum politik kimliklerden arındırıldıktan sonra yeni bir kimlik inşa edilecekti. Sancılı geçiş sürecinde ilk hedeflenen, toplumun opere edilerek belleğin geçmişe dair izlerden arındırılmasıydı. Kenan Evren de zaten darbeyi cerrahi bir operasyona benzetmişti. “ Evren 12 Eylül müdahalesini birçok kez hastalığa bulunmuş bir çare olarak sundu; “parlamenter sistem felce uğramıştı”, “demokrasinin işleyişi sağlıklı değildi”, “temiz vatan evlatları sapık ideolojilerin” etkisinde adeta büyülenmiş gibiydi.

Evren’in “ acılı reçete” olarak sunduğu programla öncelikle bu “sapıkça” düşüncelere yol açan büyünün bozulması gerekiyordu. Bu reçete sayesinde toplum, adeta büyülenmişçesine kurguladığı “şizofrenik” paranoyalardan kurtulacak ve sağlığına kavuşacaktı. Siyasi mâhkumların rehabilite edilip topluma kazandırılması için yapılan bir sempozyuma katılan psikiyatrist Ayhan Songar ve psikofarmakolog Turan İtil, mahkumların ıslahı için “ inanç değiştirme” ve “karıştır barıştır” gibi yöntemleri önermişlerdi ki Turan İtil daha sonra Nokta Dergisi’ne verdiği bir röportajda mahkumları şizoid olarak nitelemişti.219

Büyünün bozulması için ciddi bir baskı uygulandı. Kenan Evren ile özdeşleşen “ Bir sağdan, bir soldan astık. Asmasayıp da cezaevinde mi besleseydik” ifadeleri baskının boyutlarını göstermesi açısından manidardır. Böylesi bir dönemde öncelikle sesler kısıldı. Geçmişin ideolojik haykırışlarının hepsi suskunluğa büründü. Mehmet Özger’in ifadesiyle bu dönemde bir ideolojiye sahip olan kişiler, “Tanrısını yitirmiş mistikler” gibi ortada kalakalmıştı. Çünkü kelimelerini yitirmişlerdi. Kelimelerden kurdukları devletler, ütopyalar, gözlerinin önünde iskambil kağıdından yapılan kuleler gibi yıkılmıştı.220 Deyim yerindeyse büyü bir kez daha bozulmuştu.

219 Nurdan Gürbilek, a.g.e., s. 70