• Sonuç bulunamadı

1.1.1.1 Hâkim İdeolojiler Kıyısında Bir İnşa Süreci: İslamcılık Yeni Osmanlılar ve Jön Türkler’in ortak noktası Batıcılık olan bütün fikr

1.2.1 Resmi İdeoloji ve Hikâye

Bir merkez unsuru olarak bürokrasi ve çevre unsuru olarak halkın sosyal yapıda tam bir çerçeveye yerleşmesi ancak Cumhuriyet sonrasında gerçekleşecektir. 1908 II. Meşrutiyet ile Cumhuriyet arasındaki dönemde bürokrasi fiili olarak merkezi temsil ediyor olsa da bunun tam anlamıyla hukuki karşılığı Cumhuriyet’in ilanı ile gerçekleşmiş olacaktır. Bu dönemde yukarıda isimlerini zikrettiğimiz İkdam, Tanin, Türk Yurdu, Genç Kalemler gibi dergiler sadece milli burjuvazi oluşturulması çerçevesinde iktisadi analizler yapan yazılar değil bunlardan daha çok milli dil ve milli edebiyat oluşturulması planı dahilinde yazılar yayınlıyorlardı. Yusuf Ziya Öksüz’ün uzunca incelemesinin konusu olan bu dergiler ve özelde Genç Kalemler dergisi Ali Canip Yöntem, Ziya Gökalp ve Ömer Seyfettin’in birlikteliğiyle çıkıyor, İttihat ve Terakki Cemiyet’inin gayri resmi yayın organı gibi işlev görüyordu. Bu ve diğer dergiler Meşrutiyet’ten sonra fiili olarak hâkim olan İTC bürokrasisinin

112 Feroz Ahmad, Modern Türkiye’nin Oluşumu, İstanbul, Kaynak Yayınları, 2012, s. 126 113 Çağlar Keyder; a.g.e., s.159

45 çerçevesinde milli bir lisan oluşturulması için çabalıyorlardı.114 Bütün bu görüşler çerçevesinde Ömer Seyfettin hikâyelerini yazıyordu. Hikâyelerinde yeni bir lisan oluşturmanın gayretini gösteriyor, “ Ulusal edebiyatın, ulusal dilden doğacağı”115 görüşünü dillendiriyordu. Söyleyişten çok düşünceye önem veren Ömer Seyfettin, kendini halkı aydınlatmaya adadığını dile getiriyordu. Seçkinlerden çok avâmın, azınlıktan çok çoğunluğun eğitimine kendini vermiş olan Ömer Seyfettin, milli burjuvazi gayretinde olan bürokrasinin görüşleri çerçevesinde milli edebiyat ve milli lisan oluşturmayı vazifesi olarak görüyordu. Nasıl ki Müsameretname yazarı Emin Nihat yahut Muhayyelat yazarı Aziz Efendi; bürokrasinin ilk belirmeye başladığı dönemde bürokrasinin gereği olan “büyülü atmosferin” dağılmasına katkı sağlamış ve Aziz Efendi “ usûl-u dervişan üzre sade ibareyle”116 yazdım demişse, artık bürokrasinin fiili olarak merkezde bulunduğu 1908 sonrası dönemde de Ömer Seyfettin, yeni bürokrasinin yani İttihat ve Terakki kadrolarının, zihinsel altyapısını eserleriyle oluşturmayı hedefliyordu. Aziz Efendi gibi ilk dönem yazarlarında bu tutum belki bilinçli bir hareket değildi fakat Ömer Seyfettin’e gelindiğinde bürokrasi- burjuvazi ve milli edebiyat arasında, yukarıda andığımız dergiler çerçevesinde bilinçli bir bütünlük oluşturulmuştu.

Bürokrasi bu dönemde artık merkezde bulunurken, yine onunla birlikte teb’adan halka dönüşüm gerçekleşmiş, İTC, köylüye yönelik politikalar oluşturmayı planlamıştır. Ne var ki bu politikalar köylülük bölgedeki statükoyu değiştirememiş ve hatta köylülüğün sömürülmesi 1914’te başlayan savaş döneminde sermaye birikiminin başlıca kaynağı haline gelmiştir. Bu dönemle ilgili Ahmet Şerif, Tanin gazetesinde köylülerle yaptığı mülakatlarda, “ evvelce bazı işler daha iyiydi, bugün bütün bütün karıştı, devlet dairesine gitsek amir memur belli değil, hükümet hâlâ bizim dertlerimize bakmıyor.” gibi yakınmalar aktarmıştır.117 Bu yakınmalara karşı önlemler alınmış, idealist hedefler belirlenmiş, Halka Doğru Cemiyeti kurularak köylülerin eğitimi için kütüphaneler ve uygun fiyatlı kitaplar basılması

114 Yusuf Ziya Öksüz, Türkçe’nin Sadeleşme Tarihi, Genç Kalemler ve Yeni Lisan Hareketi,

Ankara, Türk Dil Kurumu Yayınları, 1995 s. 78

115Cevdet Kudret, Türk Edebiyatında Hikâye ve Roman 1859-1959, Ankara, Bilgi Yayınevi, 1971

C.2 s. 23

116 Yusuf Ziya Öksüz, a.g.e., s. 11

46 düşünülmüştür. İttihat ve Terakki’den Cumhuriyet’e geçişte, idealizm Kemalist felsefenin “ Köylü Milletin efendisidir.” cümlesinde karşılığını bulmuş fakat bu idealizm Faroz Ahmad’ın aktardığına göre toprak ağalarıyla uzlaşının sağlanması sonucu statükoyu kabullenmekle sonuçlanmıştır.118 Eşraf ve gelenekler böylesi bir kabullenmenin sorumlusu görülmüş ve dönemin yazarlarının eleştirileri bu çevrelere ve düşüncelere olmuştur. Bu eleştirileri getiren gruplar kendilerini merkeze, köylü ve eşraf kesimleri çevreye yerleştirmişlerdir. Bu isimlerin başında belki de Yakup Kadri Karaosmanoğlu gelir. Yakup Kadri, ileride ele alacağımız Sadri Ertem’in bir öncüsü olarak, ilk dönem hikâyelerinde Cevdet Kudret’in ifadeleriyle, doğrudan halkın geleneklerini hedef olarak alır, toplumsal baskılara karşı bireysel özgürlüğü savunur.119 Bu özelliğiyle de öncelikle Sadri Ertem’den başlayan bir damarın öncüsü olarak belirir. Bilhassa Yakup Kadri’nin Kadro Dergisi’nin görüşlerinden etkilenen ve hariçten bir kadrocu olarak anılan Sadri Ertem, yine kendisinden sonra gelecek olan toplumcu gerçekçi köy edebiyatının öncüsü olacaktır.

Merkez ve çevre ayrımı, Jorge Largain’e göre “On dokuzuncu yüzyılda ortaya çıkan ve halen geçerli olan kültürel kimliklerin oluşumunu etkileyen en önemli ayrımdır.”120 Largain, merkez ülkelerinin kendilerini ve çevreyi nitelemelerine dair şunları söyler:

“ Küreselleşme sürecinin öncü gücü olarak bu sürecin merkezinde bulunan ülkeler, kendi ulusal kimliklerini merkezî, egemen bir şekilde tanımlamışlar, diğer kültürlerin tümünü çevre ve aşağı olarak niteleme misyonuna sahip olduklarını düşünmüşlerdir. Aynı şekilde çevre ülkeler kültürel olarak aşağı ve merkez ülkelere bağımlı ülkeler olarak algılanmıştır. Çevre ülkeleri de kendilerini bir çok yönden böyle değerlendirmektedir. 121”

Jorge Largain‘in ifadesiyle Avrupalılar, “Avrupa’yı merkez, Avrupalı

118 a.e., s. 83

119 Cevdet Kudret a.g.e., C. 2. S.98

120 Jorge Largain, İdeoloji ve Kültürel Kimlik, Çev. Neşe Nur Domaniç, İstanbul, Sarmal Yayınevi, 1995, s. 216

47 olmayan “ötekini çevre, ve aşağı olarak; görmüşlerdir.”122 Bu yaklaşım “kendini tarihin oluşumunda merkezde gören ve diğer herkesi çevreye yerleştiren bir kavrayıştır. “Akıl insanlığı mutsuzluktan kurtaracaktır. Bilgi; bilim, eğitim ve ilerlemenin anahtarıdır. O zaman araççıl aklın ve bilimin yeterince gelişmediği Avrupa dışındaki dünyanın, bir mutsuzluklar dünyası olarak görülmesi şaşırtıcı olmamaktadır.”123

Bu yaklaşım dikkate alındığında nasıl ki Avrupa diğer ülkeler nezdinde kendini merkez olarak görüyor ve çevreyi aşağı olarak nitelendiriyorsa, bir çevre ülkesi olan Türkiye’nin de iktisadi anlamda merkez olan Avrupa’ya yönelişini üstlenen Türkiye’deki bürokrasi( merkez) de kendini Avrupai olarak tanımlıyor ve merkeze yerleştiriyor; halkı çevreye yerleştirip aydınlatılmaya muhtaç bir nitelikte görüyorlar ve aynı zamanda diğerlerinin de Avrupai standartlara, yaşam şekillerine dönüşmesini arzuluyorlardı. Osmanlı’dan devraldıkları mirasla kendilerini merkeze yerleştiren bürokrasi, Tanzimat döneminde nasıl ki saf züppe tipi Felatun’u, sonraki dönemlerde ise Meftun tiplerini çıkarcılık üzerinden ele almışsa, bu dönemin romanlarında da bu tiplerin benzerleri aferistler olarak ele alınıyordu. Halk ise bu defa hiçbir şeyden anlamayan kaba cahil görgüsüz olarak nitelendiriliyor, bu “cahilliğiyle” de bir bakıma aferist tiplemenin dümenine su taşımış olarak eserlerde yansıtılıyordu.

Merkeze göre halkın dünyası tıpkı Avrupalıların “ötekiler olan Avrupa dışındakilerin dünyasını” tanımladığı gibi mutsuzluklar dünyasıydı. Bu dünyaya ancak kendilerinin temsil ettiğine, halkın ulaşmasıyla mutluluk gelebilirdi. Resmi ideolojinin kurucusu ve yönlendiricisi olan bu “merkez” kadro, “akılcı, bilimsel, hurafelerden arındırılmış” Avrupai bir modelin temsilini şahsıyla bütünleştiriyordu ve çevre unsurlarını bu yaklaşımlarıyla ötekileştiriyorlar ve dönüştürmeyi tasarlıyorlardı. Şakar’a göre de124 “söz konusu dönüşüm, tepeden inmeci bir yöntemle tabana yayılmaya çalışıldığından halkla devlet arasında derin bir yarılma meydana” geliyordu ve bu dönüşüm sürecinde merkez, kendi dışında kalan taşra unsurlarını ötekileştirmiş oluyordu.

122 a.e., s. 196

123 a.e., s. 195

48 Bu dönüştürme süreci, bir taraftan devletin baskı aygıtları125 aracılığıyla yapılmaya çalışılırken diğer taraftan devletin ideolojik aygıtları126 kültür üreticileri tarafından devreye sokuluyordu. Devletin baskı aygıtları, asıl yapısı kurumları aracılığıyla baskı kurmakken belli oranda ideoloji içerdiği gibi ideoloji aygıtları da asıl işlevi ideolojik olarak dönüşümü sağlamakken yine kurumları aracılığıyla belli oranda baskı uygular.127 Devletin ideolojik aygıtlarından olan kültürel dianın uygulayacağı baskı, çizilen ideolojik çerçeveye uymamaktan kaynaklanan ötekileştirme, görmezden gelme ve kimi zaman son kertede de devletin baskı aygıtlarına işi havale etmek olarak belirir.

Türkiye’de cumhuriyetin kuruluş yıllarında halkın ideolojik aygıtlar kullanılarak kültürel anlamda dönüşümünün sağlanması için Türk Dil Kurumu, Türk Tarih Kurumu, Halk Evleri, Türkiye Musiki Kongresi gibi kurumlar vazife ifa etmiştir.128 Bu görevin verildiği gruplardan birisi olarak da yine Kadro Dergisi çevresi öne çıkmaktadır. Cumhuriyetin ilk yıllarında bizzat Atatürk’ün desteğiyle Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Vedat Nedim Tör, Şevket Süreyya Aydemir gibi isimler tarafından kurulan Kadro Dergisi, kimi noktalarda Kemalist ideolojinin teorilerinden ayrılıyor olsa da büyük oranda CHP için ideoloji üreten bir yapıdaydı.129 Kemal Karpat’a göre130 “Edebiyata, “ toplumsal’’ı sokmak düşüncesi

125 Althusser’e göre; Devletin İdeolojik Aygıtları( DİA) DİA’lar devletin (baskı) aygıtıyla aynı şey değildirler. Marksist teoride, devlet aygıtı şunları kapsar: Hükümet, Yönetim, Ordu, Polis, Mahkemeler, Hapishaneler vb. ki bunlar devletin Baskı Aygıtını oluştururlar. ( Althusser, s. 33) 126 Dinî DİA (Değişik Kiliseler sistemi),Öğretimsel DİA (değişik, özel ve devlet "okulları sistemi) ,Aile DİA’si ,Hukuki DİA,Siyasal DİA,Sendikal DİA ,Haberleşme DİA’sı,Kültürel DİA. DİA’ları Devlet’in (Baskı) Aygıtından ayıran şu aşağıdaki temel farktır. Devlet’in Baskı aygıtı zor kullanarak işler, oysa DİA’lar "ideoloji kullanarak işlerler.” Louis Althusser, İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları, İstanbul, İletişim Yayınları, 2002, s. 33

127 Althusser, baskı aygıtlarının ve ideolojik aygıtların bu iç içe geçmişliğiyle alakalı İdeolojik Devletin Aygıtları kitabında şu açıklamaları yapar: “Gerçekten de ister Baskı ister ideolojik olsun, devletin her aygıtı hem baskı, hem de ideoloji ile işler; ama devletin ideolojik aygıtı ile devletin (Baskı) aygıtını birbirine karıştırmamayı gerektiren çok önemli bir ayrım vardır arada. Bu ayrım, devletin (Baskı) Aygıtı, kendi hesabına baskıya tümüyle (fizik baskı dahil) öncelik verirken, ideolojinin burada ikincil bir işlevi olmasıdır (bütünüyle baskıya dayanan aygıt yoktur). Aynı biçimde, fakat tersine DİA’larda ideoloji tümüyle öncelik kazanırken, aynı zamanda baskıya, en son durumda olsa bile, fakat yalnızca en son durumda çok hafifletilmiş, gizlenmiş, hatta sembolik bir baskıya (bütünüyle ideolojiye dayanan aygıt yoktur) ikincil bir işlev verildiği söylenmelidir.” (Althusser, a.g.e s. 35)

128 Kültürel dönüşümün gerçekleştirilmesi bağlamında ayrıntılı bir çalışma için bkz. Esra Dicle Başbuğ, Resmî İdeoloji Sahnede, İstanbul, İletişim Yayınları, 2013

49 düzenli olarak önce, hükümetin desteğiyle 1932 -1934 yılları arasında yayımlanan ideolojik Kadro dergisinde belirdi Başlıca amaç, ülkenin gerçeklerine göre, Cumhuriyet için toplumsal-siyasî bir felsefe kurmaktı.”

İdeolojik dönüşümlerin iktisadi beklentileri de içerdiğini burada gözden kaçırmamak gerekir. İktisadi beklentiler, hakim odakların ekonomik anlamda çıkar ilişkilerini de ifade eder ki bu beklentiler hem ideolojiyi belirler hem de ideolojiden etkilenir. Bu dikkate alındığında devletin ideolojik aygıtlarını kullananlar bunu aynı zamanda iktisadi beklentilerini gerçekleştirmek için de bir araç olarak görmüşlerdir. Bu anlamda Kadro dergisi cumhuriyetin ilk yıllarında CHP içerisindeki askeri-sivil bürokrasi, eşraf, sanayi ve ticaret burjuvazisini kapsayan geniş ittifakın içindeki askeri-sivil bürokrasinin arzuladığı iktisadi çerçevenin hakim kılınması için de ideoloji üretmiştir.

Cumhuriyetin ilk yıllarında yayınlanmaya başlayan “Kadro, açıkça, özel sektörün karar alma mekanizmalarının içinde yer almasının engellenmesi ve özel sektörün Türkiye ekonomisi içinde asgari düzeyde tutulması gerektiğini savunmaktaydı ki bunlar açıkça özel sektör ve özellikle de İş Bankası grubunun çıkarlarıyla çatışmaktaydı. Kadro, Celal Bayar'ın iktisat bakanlığına atanmasına açıkça karşı çıkmadı, fakat özel sektörün devlet tarafından kontrol edilmesini, özel sektöre Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı'nda marjinal bir yer verilmesini ve özel sektörün karar alma süreçleri ve mekanizmalarının dışında tutulması gerektiğini sık sık dile getirerek, İş Bankası grubunu ve genelde özel sektörü tedirgin etti. Kadro özel sektörün ve özellikle İş Bankası grubunun çıkarlarına ters düşen görüşleri savunmaktaydı.

Kadro dergisinin kapanışından yaklaşık beş ay sonra CHP Genel Sekreteri Recep Peker bir konuşmasında, CHP'nin solunda Marksistler, sağında liberaller olduğunu, solundaki Marksistlerin devletçiliği uç noktaya çekmeye çalıştıklarını, sağındaki liberallerin ise liberal ekonomiyi savunduklarını ifade etmiştir. Peker isim belirtmemekle birlikte, CHP'nin solunda bulunan Marksistler diye tanımladığı

130 Kemal Karpat, Çağdaş Türk Edebiyatında Sosyal Konular, İstanbul, Varlık Yayınları, 1962 s. 33

50 kuvvetle muhtemeldir Kadroculardı.”131 İnönü’nün Kadro ‘da bir makale yayınlaması ve bu makalenin devletçilik özelinde yazılmış olması CHP içindeki İş Bankası grubunun Kadro'ya karşı daha şiddetli olumsuz propaganda yapmasına yol açmıştır. Siirt Milletvekili ve İş Bankası Genel Müdürü Mahmut Soydan'ın Kadro dergisini Kominterm propogandasını yapmakla suçlayarak, Kadro 'ya karşı tavır alması bu döneme rastlamaktadır. CHP içerisinde liberal ekonomiyi savunan İş Bankası grubu ile bürokratik kontrolü savunanlar arasındaki bu ayrım daha cumhuriyetin ilk yıllarında başlamıştı. 1947 yılına gelene kadar parti içerisinde oluşan bu çatlak derinleşecek ve CHP içerisindeki eşraf ve sanayi burjuvazisini temsil eden gruplar, 1940’lı yıllarda Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu, Toprak Mahsulleri vergisi gibi uygulamalar sonucunda partiden ayrılarak Demokrat Parti’yi kuracaklardır.

Kadro Dergisi çevresi bu özellikleriyle eşraf ve sanayi burjuvazisi karşıtlığında birleşiyorlar, bu sınıflara karşı bir merkez unsuru olarak bürokrasinin kontrolünde bir gelişim çizgisini kabulleniyorlardı. Kadro'nun önerisi, Kemalistlerin uyguladığı devlet eliyle burjuvazi oluşturulması stratejisi yerine, devletin burjuvazinin işlevini yerine getirmesiydi.132

Bu anlamda, askeri-sivil bürokrasinin bir merkez unsur olduğunu göz önüne alırsak, Kadro Dergisi’nin daha özelde bu grubun ideolojik tercihlerine uygun bir kültürel Dia işlevi gördüğü daha önce belirtilmişti. Bu çerçeveye uygun bir şekilde gerek Yakup Kadri’nin romanları gerekse hikâye özelinde değerlendirirsek sonra gelecek olan Sadri Ertem, Kenan Hulusi, Bekir Sıtkı sonraları köy enstitülü yazarlar olan Fakir Baykurt, Talip Apaydın Mehmet Başaran gibi isimler eliyle halkı dönüştürmek tasarlanmıştır. Bu ideolojik çerçeveden sapma gösteren Necip Fazıl Kısakürek, Nazım Hikmet, Sabahattin Ali, Orhan Kemal gibi isimler ise ilk elden kültürel dianın baskısına maruz kalmıştır. Kültürel Dia’nın merkezini temsil eden askeri-sivil bürokrasi, kendi dışında kalan grupları devletin baskı aygıtlarını ve ideolojik aygıtlarını kullanarak dönüştürmeyi hedefliyordu. Bu yüzden sanayi ve ticaret burjuvazisi romanlara aferistler olarak nitelenen çıkarcı gruplar olarak giriyor,

131 Mustafa Türkeş, a.g.e., s. 208 132 a.g.e., s. 219

51 halk ise cahil, geleneklerin kıskacında hurafelere boğulmuş bir kimlikle hikâye ve romanlarda nitelendiriliyordu. Kültürel ideolojik dönüşümü arzulayanların, halkı dönüştürmek için yöneldiği konu “köy” oldu.

Türk edebiyatında köy konusu Nabizade Nazım’ın Karabibik isimli eserine kadar götürülebilecek bir başlangıca sahipken, bu temaya ideolojik bir fonksiyon ve gelişen güç aygıtlarına karşı ittifak kurulabilecek bir karşı güç işlevi yüklenmesi cumhuriyet sonrasına rastlar. Asım Karaömerlioğlu’na göre Cumhuriyet sonrasında “Köycülük ideolojisi sınıf temelli ideolojileri yadsırken; durağan, toplumsal farklılaşmalardan arınmış bir ülke tahayyülü kurmuş; bir taraftan tabandan gelişebilecek hareketlerin önünü kesmek için bir araç olarak düşünülürken, bir taraftan da büyük ölçüde tarıma dayalı bir ülkede milliyetçiliğe anti-sosyalist bir kitle tabanı oluşturması tasarlanmıştır.”133 Yakup Kadri’nin Yaban romanı Cumhuriyet döneminde köylüler ve köy hayatına ilişkin yazılan ilk eserlerden birisidir. Karaömerlioğlu Yakup Kadri’nin eseriyle alakalı şu tespitleri de önemlidir:

“Eserin edebi niteliği bir yana, birçok tarihçiye göre Yaban Türk romanının gelişiminde bir dönüm noktasıdır. Romanda Yakup Kadri Türk aydınlarına, dikkatlerini köylülere, köy meselelerine çevirmeleri için çağrıda bulunur. Kemalist önderliğe, rejimi destekleyecek toplumsal bir taban olarak köylülerin değerini hatırlatır, bu konulara gözlerini kapatan aydınları eleştirir.”134

Yakup Kadri, o dönemde Dikmen gazetesine verdiği bir beyanatta “ Refik Halit ile ben şehirli tiplerden ayrılarak mevzumuzu köylerden, halkın arasından ve çobanlardan seçtik.” demiştir.135

Yakup Kadri’nin ardından bir süre sonra yine onun etkisiyle Kadro Dergisinin fikirlerini temele alan yazarlar da edebiyat sahasında eserlerini vermeye başlarlar. Bunlar içerisinde ilk dikkati çeken Sadri Ertem’dir. Mehmet Özden’in yazdığı bir makalede hariçten bir Kadrocu olarak nitelenen Sadri Ertem, yazdığı

133 Asım Karaömerlioğlu, Orada Bir Köy Var Uzakta, “ Erken Cumhuriyet Döneminde Köycü

Söylem, İstanbul, İletişim Yayınları,2006, s. 151

134 a.e., s.155

52 hikayeler ve Vakit Gazetesi çevresindeki yetiştirici özelliğiyle CHP içerisindeki Kadroculara eserleriyle katkıda bulunmuş, Türk İnkılabının Karakteri isimli incelemeyi yazdıktan sonra da CHP’den milletvekili seçilmiştir. Mehmet Özden; Sadri Ertem ile ilgili şu tespitleri yapar136

: “Sadri Ertem, 1890lar kuşağını oluşturan Kadroculardan bir on yaş kadar küçük ve Kadro dergisinin yazarları arasında yer almasa da fikir itibarıyla hariçten bir Kadrocudur ve onlar gibi maddeciliği Kemalizm’in emrine verir. Nitekim Vakit gazetesinde ilk üç sayısı yayınlanan dergi için ‘Kadro, Tek Fikirde Beş Adam’ (30 Mart 1932) başlıklı bir destek makalesi yayınlar.

Tahir Alangu’ya göre Sadri Ertem’in en belirgin özelliği “Cumhuriyet çağının, devrimlerinin, o yeniden kuruluş günlerinin başlıca ilkelerinin propagandasını yapan hikâyeler yazmış olmasıdır. Bunlar, tek parti devrinin başlıca vasıfları, ekonomi planlaması, devletçi ekonomi, okuma yazma seferberliğini anlatan devrimci ve hamleci devlet idaresinin amaçlarına uygun eserlerdi.”137

Sadri Ertem’in hikâyelerinin tematik yapısına baktığımızda karşımıza çıkan tablo da şu şekildedir:

“Türkiye’de kapitülasyonlar, yabancı sermayenin koloni metodlarıyla yerli halkı sömürüşü, köylü ve işçinin patron ve tüccar elinde ezilişi, yerleşen endüstrinin orta çağ hayatı yaşayan köyler üzerinde etkileri, halk ve köylünün gerçek durumu karşısında aydınların gülünç davranışları, fabrika hayatında işçiyi ezen kötülükler, usta ve işçi çekişmeleri, sarıklı ve medreseli zümrenin yeni devletin laik tutumu karşısındaki direnişleri, bunların iç yüzleri, büyük endüstri ve fabrika karşısında küçük atölyelerin çöküşü, İstanbul külhanbeylerinin yaşayışı…”138

Sadri Ertem hikâyesi, resmi ideolojiyi temsil ederken aynı zamanda, CHP içerisindeki yerel eşrafı, sanayi burjuvazisini, İş Bankası çevrelerini ve halk içerisinde cari olan yerleşik değerleri, eleştirir bir nitelik taşıyordu. Sadri Ertem’in öncülük ettiği çizgide Refik Ahmet, Bekir Sıtkı, Kenan Hulusi gibi isimlerin eserler

136 Mehmet Özden, Cumhuriyet Tarihi Araştırmaları Dergisi Yıl 8 Sayı 15 Bahar 2012, s. 159 137 Tahir Alangu, Cumhuriyetten Sonra Hikâye ve Roman, İstanbul Matbaası, 2. Baskı, 1968, s. 68 138 a.g.e., , s. 68

53 verdiği belirtilmişti. Bu isimler içinde Sadri Ertem ortaya koyduğu örneklerin edebi gücüyle değil, hikâyede bu yolu açmış olmasıyla öne çıkmıştır.”139

Sadri Ertem’deki acemilik, dil ve anlatımdaki özensizlik ile kişilerdeki cansızlığı büyük oranda aşan Sabahattin Ali ve Orhan Kemal bu yolu daha kuvvetle temsil ederek, devam ettirdiler. 140

Bu isimler toplumcu gerçekçi çizgide eserlerini verirken, köy ve köylülük meselelerine yaklaşımda diğerlerinden ayrıldı. Bu isimler, eserlerinde yerel eşrafın ve yereldeki diğer güç odaklarının karşıtlığını ortaya koyarlarken aynı zamanda resmi ideolojiyi temsil eden bürokratları da eleştirdiler ve bu özelliklerinden dolayı kültürel Dia’nın baskısına maruz kaldılar.141

1.3 27 MAYIS DARBESİNİ HAZIRLAYAN ETKENLER