• Sonuç bulunamadı

TOPLUMSAL DEĞİŞİME ETKİLERİ

1.5.2.1 Bireyselleşmiş Tüketim

1960 sonrasında Amerika’nın ekonomik yapısının yeniden şekillendirilmesinde David Harvey’in esnek birikim olarak adlandırdığı yeni bir programa geçilmesi ve bu programın da neoliberalizm olarak diğer sanayileşme aşamasında olan toplumlara yayılmasıyla birlikte uygulanan programın benzer

202 a.e., s. 181 203 a.e., s. 205

87 etkileri bütün toplumlar üzerinde de gözlemlenmeye başladı.

1980 askeri darbesi, bir taraftan toplumu depolitize ederken diğer taraftan uygulanan neoliberal politikalarla gençlere yeni bir ufuk çiziliyordu. Gençlerin üniversite seçimleri bile neoliberal politikalardan etkilenmişti. Ekonominin dışa açıldığı yabancı malların iç pazarda yer bulduğu ve yurt dışı ticarete önem verildiği bir dönemde Türkçe eğitim veren Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi gençlerin üniversite seçiminde eski ağırlığını yitirirken, İngilizce eğitimi Boğaziçi Üniversitesi gibi üniversiteler ve özellikle de İşletme, Uluslararası ilişkiler ve ekonomi gibi bölümler 80 sonrası gençliğin rüyalarını süsler hale geldi.204 Bu tam anlamıyla ideolojilerin çöküşü ve toplumun depolitize olmasının göstergesiydi. Gençler artık dünyayı kurtaracak ideal sahibi kahramanlar olmak yerine kendilerini kurtaracak tiplere dönüşmüşlerdi.

İşte böyle bir dönemde “ Yuppie” kelimesi Türk basınında yer edinir oldu. “Young Urban Professional” ( bu kuşağın ismi bile ingilizce bir kelime ile anılıyordu.) kısaltılmışı olan Yuppie teriminin ve 80 sonrası kuşağı Hayri Kozanoğlu 1993’te yayınlanan kitabında ( Yuppieler, Prensler ve Bizim Kuşak) net bir şekilde kendi kuşağından ( 78 Kuşağı) ayırdı. Artık dönem Yuppie’lerin dönemiydi. Savaşı yuppieler kazanmıştı. 80 gençliği üzerine yapılan araştırmalarda aslında savaşı Yuppielerin kazandığı savını doğruluyordu. Örneğin 1988 yılında Nokta Dergisi gençlikle ilgili başlığını “ Materyalist Veletler” olarak atmıştı.205

Yuppie bir süre sonra özellikle sanayi ve finans kuruluşlarında yüksek ücret ve primlerle çalışan, kısa sürede büyük servetler edinen, her hizmetin ve ürünün en iyisini arayan genç sınıfı tanımlamak için yaygın olarak kullanılmaya başlandı. Şirketlerin profesyonel yöneticilere ihtiyaç duymaya başlamasıyla birlikte aile şirketlerine dışarıdan yüksek ücretlerle atanan yöneticiler Yuppie kuşağını oluşturdu. Seksenli yılların en gözde mesleklerinden biri de bankacılıktı. Bankacılar, “ Nescafelerin içildiği, İngilizce telekslerin yazılıp gönderildiği, telefon konuşmalarının çoğunun İngilizce olarak yapıldığı bir ortamda çalıştıklarından özel

204 Demet Lüküslü a.g.e., s. 122 205 a.e., s.123

88 yaşamları da batıdaki akranlarına benzer şekilleniyordu.206

Zaman içinde genç yöneticiler Türkiye’yi Batıyla bütünleştirecek seçkinleri oluşturmaya başladı. Basın sürekli özel sektör yöneticileri ile bankalarda para akışını yöneten “ para mühendisleri”nin çok yüksek gelir elde ettiklerine dikkati çekip gençleri yönetici olmaya yönlendirdi. Böylece “girişimci” ve “başarılı” olma en önemli toplumsal değerler haline geldi. Kişinin başarılı olup olmadığının tek ölçüsü de servetinin hacmiydi. Seksenli yıllar sona ererken oldukça kısa sayılabilecek bir sürede yaşanan bu değişim, doksanlı yıllarda hayata atılacak öğrenci ve gençleri de derinden etkiledi.

12 Eylül askerî darbesi sonrasında gençler artık siyasetle ilgisizdi. Toplumda görülen değişimi çarçabuk kavradıklarından tek idealleri başarılı olmak yani çok para kazanmaktı. Nokta Dergisi’nin 1988 yılında yaptığı bir araştırmada Boğaziçi Üniversitesi İşletme Bölümü birinci sınıf öğrencisi bir gencin şu sözleri bu idealin veciz bir özetiydi.

“ Para maddi bağımsızlığın sembolü, bizim tek kurtuluşumuz. Ben her bakımdan tam bir kapitalistim. Zira uzun vadede ulaşmak istediğim her şey paraya dayanıyor. Daha iyi, rahat bir yaşam için, özel arabalar, evler, iyi yiyecekler, giysiler… Bunları istiyorum ve başaracağım.” 207

Tüsiad’ın yaptırdığı bir ankette gençlerin %48’i “ben patron olmak istiyorum” şeklinde cevap veriyordu. Geleceğin yönetici adayı öğrenciler öğrencilik yıllarında bile elit olmanın provasını yaparak, bu yolda ilk adımları atıyorlardı. İstanbul Üniversitesi’nden bir öğrenci bu dönemin seçkinlik anlayışını şöyle dile getiriyordu:

“ Fırsat buldukça arkadaşlarla iyi bir yere yemeğe çıkıyoruz. Divan, Opera ,Pizza Flora gibi. Gittiğimiz mekânın kalitesine dikkat ediyorum. Kahve kültüründen nefret ediyorum. Temiz giyimli, kibar insanların varlığı, o mekânı benim için cazip kılıyor. O tür yerlerde karın doyurmaktan çok havasını koklamaya, tadını yudumlamaya önem veriyorum.” 208

206 Rıfat Bali, Tarz-ı Hayattan Life Style’a, İstanbul, İletişim Yayınları, 2013, s. 41-42 207 a.e., s. 52

89 Nokta Dergisi bu ilk araştırmadan üç yıl sonra üniversite giriş sınavlarına hazırlık dersanelerinden birinde yapılan bir araştırmanın bulgularını açıkladı. Araştırmada gençlerin en çok ilgi gösterdikleri meslek dalının gene özel sektörde yöneticilik olduğu ortaya çıktı. Genç seçmen sayısının çok yüksek olduğunu göz önünde bulunduran Anap’ın İstanbul Ankara İzmir’de Türk gençliği üzerine yaptırdığı araştırma sonucunda da benzeri özellikler tespit edildi.

“ Türk gençliği şu sırada en çok borsayla ve döviz fiyatlarıyla ilgileniyor. Hisse senetleri nasıl alınıyor kaça satılıyor. Borsadan nasıl para kazanılıyor. Bunları merak ediyor(…)Ortak özellikler ise şunlar: İş adamı düşünceli teknokrat yapılı rekabetçi ve muhafazakar. Bir fikir ya da inanç uğruna kendini feda etmeyi asla düşünmüyor. Bilgisayarlarla ilgileniyor. Dil öğrenmek istiyor. Dünyaya açık, trene binip Avrupa’yı dolaşıyor. İyi bir eşle evlenip, iyi bir evde oturup, iyi bir arabaya binmek istiyor.” 209

Paraya verilen bu önem yükselme çabası, toplumsal hareketliliğe ulaşma çabası bir yandan global olarak izlenen neoliberal rüzgarla uyumlu olsa da Türk toplumu açısından bir kırılma noktasına işaret ediyordu. Şerif Mardin’in başarıyla gösterdiği gibi Osmanlı toplumundan itibaren Türk toplumu hiçbir zaman tüccar bir toplum olmadığı gibi para da hiçbir zaman statü kazandıran bir obje değildi. Belirttiğimiz gibi Osmanlı toplumunda statüyü sağlayan öğe devlete hizmetti ve devlete hizmet eden memurların belli bir zenginliğe de sahip olmaları meşru karşılanıyordu. Böylece 1980’lerle beraber özel sektörün atağa geçmesi zenginliğin başlı başına bir değer olarak yerini alması aslında 1950’lerden beri başlayan ekonomi politikalarının bir sonucuydu ve 80’lerle beraber bu süreç son noktasına ulaştı ve Türk toplumunun kültürel kodunda önemli bir değişim yarattı. Bu değişimden en çok nasiplenen de tabii ki o dönemde yetişmiş bir kuşak olarak gençler oldu. Bu bakımdan bu genç kuşakla birlikte oluşan yuppie terimi ya da başka bir deyişle

209 a.e., s. 53

90 yuppie kuşağı bu kültürel kodun çöküşünü simgeler.210

Piyasalardaki mali işlemlerdeki kısıtlamaların kaldırılması, yurt dışına çıkışların serbest bırakılması ve döviz transferlerinde denetimin kalkması sonucunda kredi kartları ve yeni bankacılık hizmetleri insanların gündelik hayatlarına girdi. Türk insanı yurt içi ve yurt dışında harcama yapmayı sağlayan Wordcard, sınırsız harcama imkânı veren Gold ve Platin kredi kartları, otomatik banka vezneleri, nakit avansı, harcamaları taksitlendirme gibi yeniliklerle tanıştı. 1980 yılına kadar sadece seçkin bir sınıfın ayrıcalık simgesi olan kredi kartları artık sıradan insanın da kolaylıkla erişebildiği bir statü simgesine dönüşmüştü.211

1989 yılında bir pazarlama araştırma şirketi tarafından yapılan bir araştırmaya göre gençler seyrettikleri reklamlar, batıdaki yaşam tarzını gösteren televizyon dizileri ve filmlerden son derece etkilenmekteydi. Bunun sonucunda filmlerde görülen yaşam tarzına benzer bir hayata özlem duyan genç bir kuşak yetişmekteydi. Reklamla her seçkinliği vurgulayan mesajlar içeriyordu. “ Tüketici olma” yolunda atılan tüm adımlar gazeteciler tarafından ayakta alkışlanıyordu. Eşi Mehmet Barlas ile birlikte kentli seçkinlerin sözcülüğünü üstlenen Canan Barlas’ın şu satırları gelecek hakkında birçok öngörüde bulunuyordu.

“ Bugün Anap, bir ideolojinin savunması yerine iş bitiricilik sloganını yerleştiriyor. Burada ideoloji yerine hizmet götürme meselesi ortaya çıkıyor. Bir ölçüde bireysel değerlere önem veriyor. Tüketim toplumunu sunuyor. Tüketerek farklılaşan insanları gündeme getiriyor. Günün birinde İstanbul’daki kahveler Paris’teki gibi olacak. İstanbullular kendi kahvelerini ve meydanlarını seçecek. Dünyanın başka yerlerinden sanatçılar İstanbul’a gelecek, İstanbul tarihinin üstüne modernliği katacak ve üretecek. İstanbullular Parisliler gibi olacak ve farklı dünyaların insanı olmanın tadına varacak.” 212

Canan Barlas öngörülerinin birkaç yıl sonra gerçekleştiğini gördüğünde sevincini gizleyemiyor, bir yandan tüketiciliği en önemli erdem olarak göklere çıkaran diğer yandan doğmakta olan yeni kentli seçkinler sınıfı için de neredeyse bir methiye senfonisi özelliğini taşıyan şu satırları kaleme alıyordu:

210 Demet Lüküslü, a.g.e., s. 124 211 Rıfat Bali a.g.e., s. 31 212 a.e., s. 32

91

“ Dönülmez akşamın ufkundayız, vakit de hiç geç değil. Türkiye bir yandan laikliği gözden geçirirken kitlesel bir kültür haline gelen ara kültür mü diye düşündüğümüz arabeski tartışırken bir yandan da tüketim toplumu olma özelliklerini gösteriyor. Bayram tatili kitlelerin yaz tatili biçimine dönüşüyor ve trilyonlar bu uğurda harcanıyor. Bir uluslararası firma Avrupa standartlarında dondurma çıkarıyor. Bu dondurma çok kısa sürede yaygınlaşıyor. Kentli gibi tüketmek artık vazgeçilmez. Dönülmez akşamın ufku giderek genişliyor. Yeni ufuklar Türk insanının gündeminde. Alt yapısı tamamlanmamış bir ülke ama Tüketim toplumu olmak için çırpınıyor.” 213