• Sonuç bulunamadı

2.2.3. Osman Turan’ın Fikir Hayatı

2.2.3.4. Medeniyet Değişimi ve Buhran

2.2.3.4.2. Yeni Türk Kültürünün Esasları

Ulaşılmak istenen “muasır medeniyet” düzeyi sonu gelmeyen toplumsal bir hedeftir. Bu medeniyet yolculuğunda kültürler kilometre taşlarını oluşturur iken, bir sosyal sermaye olarak toplumsal gelişme düzeyinin arka planındadırlar. Toplumsal yaşamın niteliğini oluşturan ahlak, kurallar ve kurumlar, sosyal normlar, değerler ve inançlar gibi kavramlarla ifade edilen unsurların tümü “sosyal sermaye” anlamına gelmekte ve bu unsurlar aslında tek başına kültür kavramı ile ifade edilebilmektedir (Aktan, Tutar, 2007:1).

Sosyolojinin ana kavramlarından biri olarak bildiğimiz kültür, sosyal bilimciler tarafından “öğrenilmiş davranış kalıpları” olarak görülmektedir. (Bozkurt, 2012:90). Edward B.Taylor’un tarifine göre ise kültür; “Bilgi inanç, sanat, ahlak, hukuk, örf ve adetlerden ve insanın toplumun bir üyesi olarak elde ettiği bütün yeteneklerden oluşmuş karmaşık bir bütündür” (Dönmezer, 1982:116). Lal’in ifade ettiğine göre kültür kavramı iktisatçıların denge nosyonuna uyduğu gibi Ekolojistler için insanın yeni çevrede bekanın yollarını çözümledikten sonra, bulduğu yolları sosyal adetler yoluyla kalıcılaştırarak gurubun yeni üyelerine aktarır. Böylece grubun

yeni üyeleri kendileri için yeni yollar icat etmek zorunda kalmazlar (2005:60). Başka bir açıdan uzantılarıyla Ülken, kültürün ilk şartının insanı medeniyet karşısında “mukallitlik ve hayranlıktan” kurtararak, “anlayan ve izah eden” bir konuma getirmek olduğunu ifade etmektedir (1976:56).

Kültürün rolü de batılılaşma hadiselerinin merkezindedir. Fakat o da belirsiz bir terim olarak kalmaya devam etmektedir. İngiliz ve Fransız geleneğinde kültür, uygarlık kavramını da kapsayacak şekilde kullanılırken, bizde üzerinde tartışmalar devam etmekle beraber, Almanlarda olduğu gibi Ziya Gökalp referansıyla kültür ve uygarlık ayrımı yapılmıştır. Kültür; din, dil, ahlak, örf ve adetleri kapsarken, uygarlık; bilim ve teknolojiyi anlatmaktadır. Kültürün mahiyetine olan bakış ile ilgili olarak ta Batılılaşma düzleminde Gökalp, batının kültürünü almayı reddetmektedir (Bozkurt, 2012:91).

Kültür ve medeniyet kavramları Kotan’ın ifade ettiği gibi üzerinde uzlaşılan kavramlar olmamıştır. Söz konusu kavramlar kimi zaman birbirlerinden müstakil bir anlamı barındırırken, kimi zamanda birbirleriyle aynı anlamda ya da yakın olarak kullanılmaktadır. Kültürün ve medeniyetin bu farklı ele alınış biçimleri kuşkusuz her mütefekkirin kendi zihin dünyasında inşa etmeye çalıştığı tarih yorumuyla alakalıdır. Tarihin ele alınışı ve yorumlanışı ve bu yorumdan hareketle inşa edilmeye çalışılan “kimlik”, kültür ve medeniyet kavramlarının da ele alınışını farklılaştırmıştır. Türk düşünce dünyasındaki mütefekkirler İslam-Batı karşıtlığı etrafında Türkiye’nin meselelerine çözüm üretmişler ve bu karşıtlık bir yanıyla da kültür, medeniyet ve teknik kavramları etrafında şekillenmiştir. Bu kavramlar üzerinden hem “öteki” olarak Batı anlaşılmaya çalışılmış, hem de bu “öteki” üzerinden modern bir “biz kimliği” inşa edilmeye çalışılmıştır (Kotan, 2016:195-210).

Toplumsal değişim ve değişime aday olmak üzere düşündüğümüzde Dönmezer’in ifade ettiği gibi insan elbette kültürün esiri değildir. Kültürde bir takım değişikler zaman içerisinde olabilir. Her toplumda bir azınlık grup ürettikleri araçlar ve fikirlerle çoğunluğun kabulünü sağlamak kaydıyla kültüre yeni unsurlar katacak ve değişimlerle aktarılarak kültürün parçası olacaktır. Diğer taraftan eklenecek unsurlar eski unsurlarla ahenk taşımadığında toplum içinde gerilimlere neden olacaktır (Dönmezer, 1982:121). Serbest değişimle ortak kültüre sonradan katılan

ögelerin sebep olduğu gerilim dışında gerçekleşen, empoze ve zorlama kültür değişmeleri gerçekleştiğinde ise oluşan uyumsuzluk bazen parçalanmaya kadar gitmektedir (Turhan, 1987:64). Ayrıca değişimle beraber kültürün özüne ait asli unsurlardan hiç biri, yerine daha tatmin edici bir araç getirmeden terk edilemeyecektir (Turhan, 1987:116). Buna bağlı olarak Günay’ın ifade ettiği gibi toplumlarda geleneksel çizgiden modernleşmeye geçiş, düz bir hatta devam etmemekte, kimi zaman önemli toplumsal bunalımlara ve gerginliklere neden olmakta ve değerler sistemini altüst edebilmektedir (2006:23).

Güdümlü ve mecburi kültür değişimlerinde önemli bir nitelik hâkim gurubun, empoze edeceği hususlar gibi mahkûm grubun da kültüründen tahrip etmek istediğini özellikle seçmekte ve hoşlanmadığı kültür unsurlarını kendi nazarında kıymetten düşürerek terk edilmesini kolaylaştırmaktadır (Turhan, 1987:116-117).

Toplumun karşılaştığı maddi ve manevi tehlikeler karşısında Turan, mücadelesini tarih ve kültür bağlantıları üzerinden vermektedir. Turan, Gökalp’in devleti ve toplumu içinde bulunduğu kimlik bunalımından kurtarmak için ürettiği sentezi isabetli bulur. Zira inkılapların, batılılaşmayı engeller düşüncesiyle din ve ananeye bağlı unsurları kaldırması bağlantılı ana yapıların sarsıntıya uğramasına neden olacaktır (Turan, 2018:57).

Ziya Gökalp eserinde Avrupalılaşmaktan kastın ne olduğunu şöyle açıklamıştır; “Asriyet (modernisme) aletten (outil) tekevvün eder. Bir zamanın muasırları, fen ve teknik hususunda diğer ileri milletlerin kullandıkları tüm aletleri kullanabilen imal edebilenlerdir. Bugün bizim için muasırlaşmak demek Avrupalılar gibi diritnavtlar, otomobiller, tayyareler yapıp kullanabilmek demektir. Muasırlaşmak şekilce ve maişetçe Avrupalılara benzemek değildir.” Ziya Gökalp’e göre ne zaman ki sanat ve bilgi aktarımı için Avrupa’ ya ihtiyaç duymayacak noktaya ulaşırız o zaman muasırlaştığımızı söyleyebiliriz.

Türkleşme ve İslamlaşma arasında bir uyumsuzluk olmadığı gibi muasırlaşma ihtiyacı arasında da bir çatışma yoktur. Modernleşme bizden sadece Avrupa’nın bilim ve teknik tarafını almamızı istemiştir. Her üç dinamiği bir ihtiyacın üç farklı safhadan görünümü olarak kabul etmeli, “Muasır bir İslam Türklüğü” kurmalıyız.

Türk Milleti Ural Altay ailesine, İslam Ümmetine ve Avrupa beynelmileliyetine dâhildir (Gökalp, 1976:11-13). Nitekim milli, İslami ve Avrupai menşelerden gelen üç esasa bağlı unsur kaynaşmadıkça yeni ve ileri bir kültür olamayacaktır (Turan, 2017:13).

Turan Türkçülük yerine milliyetçiliği kabul etmekte, bununla beraber Gökalp’ten aldığı sentez fikrini vazgeçilmez bir varış noktası görmektedir. Gökalp’in fikir mirasında bulunan anti Osmanlı yönünü de görmezden gelmektedir (Özden, 2004:564).

Başgil’in Batı medeniyetinin modellenmesinde, fark edilmesi gereken “cevher ve cüruf” ayrımına benzer bir perspektifle Avrupa’nın teknolojisini bütününden ayırmak mümkün müdür? Bu tip bir ayrıştırma söz konusu olabilir mi? tartışmalarıyla beraber Turan da değişimin yollarını hesaplamadan hürriyet ve meşrutiyetin her derde deva olacağı savına itiraz etmiştir. Çünkü Türklerin siyasi hayatında yüz elli, iki yüz yıldan beri tekerleme olarak devam eden hürriyet mücadelesinin ne içtimai ne de siyasi manada karşılığı yoktur. O dönemlerde bütün komşu ülkelerde bile meşrutiyet oluşmamış, en eski parlamentoya sahip İngiltere’de bile seçim hakkı asilzadelere ve zenginlere dayanmaktadır. Dolayısıyla yenilik hareketinin başlangıç noktası karıştırılmaktadır (Turan, 1980:36).35 Esasında Türk

modernleşmesi düzleminde muasır medeniyet telakkisi ve kendi rönesansımızın imkânına baktığımızda Ülken’in dilinden şunları söyleyebiliriz. En eski medeniyetin temeli “sır” inanışına, Yunan mucizesi Garp medeniyetinin kökleri akıl inanışına, bugünün medeniyeti ise “tarih şuuruna” dayanmaktadır. Bu şuur, kendi varlığımızın köklerini tanımak ve bugün ki potansiyelimizi görmekle ilgilidir. Memleketin tarihine hâkim, dogmatik her türlü dar görüşten uzak, şark ve garp dramına girmeden kendi Rönesans’ını yapmakla, Şarkçının “Kendini terk ediyorsun” ve Garpçının “İçine kapanıyorsun” ithamları anlamsız kalacaktır. Dolayısıyla insan olarak

35 Benzer itirazı Sultan Hamid düşmanlığı üzerine yazdığı yazıda vardır. Bir yandan o dönemi

bilmenin 27 Mayıs olayını anlamak adına taşıdığı önemi ifade ederken, diğer yandan gerçeklik taşımayan bir kavramın peşine düşülerek devlet yapısına zarar verildiğini savunmuştur. Üstelik kendi ülkesinde Müslimlere hak tanımayan büyük devletler Hristiyanlar için hak talep etmiştir (Turan, 2017:40,54).

vazifemiz insanlığa yeni bir şey katmak için dünya açısından kendimize bakmasını bilmekle olacaktır (Ülken, 1976:46). Başka bir yönüyle bu kendi küllerinde doğarak bir milli kültür ihyasını düzenleme projesi Türk İslam Sentezinin alt yapısını da oluşturmaktadır (Özden, 2004:381).