• Sonuç bulunamadı

3.1.2. Osman Turan’ın Din Anlayışı

3.1.2.2. Din, Medeniyet ve Toplum İlişkisi

Tarihi akışı içinde din ve medeniyet ilişkisine baktığımızda din, cemiyet ve medeniyetler için temel unsur olmaktadır (Turan, 1993:15). Nitekim Yunan filozoflarından Plutargue’ nun “dünyayı dolaşınız, duvarsız, edebiyatsız, kanunsuz, servetsiz şehirler bulacaksınız; fakat mabetsiz ve mabutsuz bir şehir bulamayacaksınız” sözü rivayeti üzere insanlık tarihi kadar eskilere uzanan ve her zaman diliminde varlığını hissettiren dinin, bireysel olarak inkâr edilse de bir toplumun tamamı tarafından reddedildiği görülmemiştir (Güneş, 2014:153).

Kozan, Turan’ın eserlerinde mukayeseli olarak İslam ilişkisini madde-ruh muvazenesi ve kültür-medeniyet ilişkisi üzerinden işlediğini tespit etmiştir (Kozan, 2006:49).

Din ve medeniyetlerin ilişkisi bağlamında medeniyetler din üretememiş fakat nerede dini bir oluşum ortaya çıkmışsa orada yeni bir kültür ve medeniyet türemiştir. Diğer yandan toplumlar, kendi karakterlerine göre dinler üzerinde birtakım değişiklikler de vücuda getirebilmiştir (Turan, 2018:16). Dinin medeniyet üzerindeki etkisinin en kuvvetli örneği Yahudiler olmuştur (2018:18).

Arapların tarihte kazandığı mevkii ve özellikle Türklerin cihan hâkimiyeti mefkûresini kurgulayan kudret yine İslam’a bağlıdır. Unan’ ın Turan tespitine göre, “İslam yoksa Türk milleti de yoktur” (Unan, 1999:204). Karadeniz’in kuzeyine göç eden Türklerin akıbeti buna örnektir. Diğer yandan Yunan Roma, İslamiyet ve Hristiyan medeniyetlerinde dinin rolü birbirinden farklılık göstermiştir. Yunan da putperestlik, Avrupa da Hristiyanlık medeniyete müspet katkı sağlamamıştır. İslam, medeniyetin terakkisinde önemli bir unsur olmuştur. Ayrıca her medeniyet var olduğu yer de maddi ve manevi kalıntılar bırakmış, bunların nerede filizleneceğinin ve taşıyıcısının kim olacağı belli olmamıştır (Turan, 2018:39; Turan, 1998). Avrupa da İslam’ın tesiriyle oluşan Rönesans buna bir örnektir (2018:75).

Osman Turan, diğer yandan dinin toplumu birbirine bağlayıcılığı, kültürel yapı içinde ki konumu ve ahlaki nizamı sağlayıcı rolüyle ilgili herkesin hem fikir olduğunu söylemiştir. Kendine ait olanı orijinalliğini bozmadan ve yok saymadan günümüze taşıyamamış, milli tarih ve milli kültürüne ait şuurunu geliştirememiş olan cemiyetimiz için, dağılmayı engelleyen din kadar kuvvetli bir bağ yoktur.

“Bir taraftan din müessesi sarsılmış ve mekteplerde okutulan kültür

derslerinde de milliyet şuuru ve milli birlik bakımından beyhude yere, dinin lüzumsuzluğu ve tesiri olmadığı ispata çalışılmıştır. Bu hata işlenirken, ırk olarak Türk olmayan birçok Müslümanların neden Türkiye’ye göçmekte oldukları, onları vatanlarından söken ve bize bağlayan kuvvetin manası bir türlü düşünülmemişti. Tarih Türklük ve İslamiyet’in şerefli mazilerinde birbirlerine ne kadar bağlı ve borçlu olduğuna şahadet eylediği gibi istikbalde de bunların birbirlerinden ayrılamayacaklarını, aksi takdirde Türk milletinin bekasının da tehlikeye gireceğinin ifadede bir müşkülat yoktur. Bugün Türkiye de göze çarpan ideolojik ve zümreci temayüllerde milli birlikte çimento vazifesini gören dinin sarsılmasının neticesidir”

(Turan, 2018:125).

Turan’ın özelde İslam ilişkisi kurduğu medeniyet değişimi ile ilgili şunlar söylenebilecektir. İlk olarak; ilerleme ve modernleşme varsayımıyla da olsa Türk toplumu, talep etmediği bir değişime zorlanmıştır. İlmi temelden uzak ve toplumun gerçekliğine aykırı bu değişim, toplumda siyasi düzenin bozulmasına ve manevi bir buhranın doğmasına sebep olmuştur.

Tarih ve sosyoloji, farklı bir medeniyetin tesiriyle ortaya çıkan değişimlerde bir takım manevi huzursuzlukları normal görürken; bu durumun bir tahrip nedeni değil bir aşı vazifesi görmesini beklemektedir (2018:53). Dolayısıyla Turan, medeniyetlerin temasında bir kültür tesiri söz konusu olduğunda, bir takım sarsıntıların kültürel ve iktisadi temaslarla yavaş yavaş gerçekleştiğin de toplumda bir aşı vazifesi göreceğini ifade etmiştir.41 Bu aşı medeniyet senteziyle hayatiyet

41 “Örneğin Tanzimat’la başlayan Türk edebiyatı garbın milli kültüre yaptığı bir aşının

filizlenmesiydi. Garbın daha kuvvetli tesirlerine rağmen bugün bu aşı kurumakta ve edebiyat kısırlaşmaktadır.” Turan bu durumu edebiyatımızın milli kültür hazinemizden mahrum kalmasına bağlamaktadır. Zira kültür mirasımız ilmi metotlarla işlense zengin eserler ortaya çıkması mümkün olurdu (Turan, 2018:46).

kazanacaktır. Bu sentez, tabii temaslar yanında irade ve ilmi müdahaleler ile de gerçekleşebilir. Her iki ihtimalde de ortaya çıkan değişimin sebep olacağı buhran tehlike arz etmeyecektir. Fakat Türkiye’nin Batı medeniyetine dâhil olma süreci bu iki seçenek dışında gerçekleşerek toplumu tehlikeli bir buhrana sürüklemiştir (Turan, 2017:8). “Zira biz Avrupa medeniyetini kendimize mal etmiş ve onun için yeni bir kültür yaratmış değiliz. Bu sebeple Türkiye de doğan buhranın başka bir mahiyette ve yaratıcı bir hüviyette olması iktiza ederdi” demektedir (2018:53).

Osman Turan için ikinci önemli eleştiri; bu zorunlu batılılaşma çabaları ekseninde, medeniyet davamızın planlı, ilmi bir programa ve belirlenen hedeflere göre cereyan etmemesi, ilmi bir muhasebe yapılmadığı yönündedir42 (2018:43).

Mevcut durum, medeni bir millet olabilme hedefi iken, Türk kültürünün belirsiz bir istikamette sürüklenmesi ve geleceğinin tesadüflere kalması endişe vericidir (2018:44).

Üçüncü eleştirisi taklit değil bir medeniyet sentezinin gerekliliğidir. Türk ruhu, mefkûresi, milli dil, edebiyat, sanat, din, ahlak ve ananelerimiz yani bizi biz yapan milletimizi ayakta tutan bütün manevi kıymetler manzumesi, yıkıcı tesirlere maruz kalmaktadır. İlmi ve kültürel bir müdafaa teşkilatı kurmadıkça, içgüdüsel olarak gösterilecek karşılık, bu tahribata tek başına yeterli olmayacaktır (Turan, 2018:58).

“Türkiye de gelişmiş dengeli bir cemiyet kurabilmek için ilk şart İslamiyet’in bilim ve kültürle cihazlandırılmasıydı. Çünkü dinin, ilim ve kültürden uzak kalmasıyla hurafeye boğulması da Komünizmin gelişmesine ve irtica için bir sebep teşkil ederdi” (2018:47).

Dördüncü eleştirisi modernleşme hareketinin ve medeniyete dair tüm değişim tasavvurların mümessili ve sorumlusu olan seçkin kadro ve aydınlara yöneliktir. Kimi zaman seçkinler atıl kalsa da, toplum içgüdüsel olarak koruma refleksine girmektedir. Hatta “cemiyet, şuurla veya insiyaki olarak, şahsiyetini muhafaza

42 Zira Turan’a göre her ne kadar medeniyet davasında aydınlar arasında ayrılık olsa da Avrupa

ilminin Türkiye’ye nakil ve tesisinde, sağ-sol dahil tüm münevver arasında bir ayrılık mevcut değildir. İşte bu husus bu birliktelik, “şükre şayan bir kurtuluş imkânını bize bahşedecek bir ehemmiyet taşır” (Turan, 2018:44).

ettikçe, bir ayıklama ameliyesiyle, yabancı tesirleri yaratıcı bir unsur haline sokar”. Dolayısıyla kültür ve mefkûre sahiplerine düşen milli kimliği ve şahsiyeti korumak ve yeniden hayatiyet kazandırmaktır (2018:45).

Seçkinler için dikkat edilmesi gereken yegâne husus sahip çıkması gereken kültürel mirastır. Mazi ile bağlantı sağlanmadıkça özgün ürünler çıkarmak mümkün olmayacaktır (2018:48).