• Sonuç bulunamadı

Ali Fuat Başgil’in Laiklik Anlayışı ve Laiklik Kavramsallaştırması

Garbın mutfağından çıkan laiklik olgusu, din ve devlet arasındaki ilişkilerin seyrinde ulaşılacak olan son aşamadır. Bu aynı zamanda Cumhuriyetçi kurucu kadronun takip ettiği pozitivist anlayışın da son basamağıdır (Akıncı, 2012).

Başgil ve ardılları din ve laiklik meselesini, “uzlaştırmacı bir tavır içinde ılımlı ve eklektik terimler ekseninde ele almıştır” (Mert, 2004:328). Önder’e göre liberal muhafazakârlığı kendini en açık bu hususta göstermektedir (Önder, 2004:299).

Başgil, laikliği getiren süreci tarihselleştirerek gerek toplumsal planda ki tepkileri azaltmak gerekse de sol kesimin reaksiyonunu hafifletme ve toplumsal çözülmeyi engellemek için alternatif yeni bir yol aramaktadır. Tarihsellik çabası Mert’in yorumuyla muhafazakârlara has bir tutumdur. Bu tutum “Tocquvelli’ nin Fransız devrimin tarihsel akışın bir basamağı olduğunu düşünmesinde ve Burke’ nin değişimden ziyade düzenin ve hiyerarşinin bozulmasına tepkisinde görünmektedir” (2004:333).

Başgil, Aslan ve Çağlayandere’ nin ifadesiyle, Türkiye’nin içinde bulunduğu siyasal ve dinsel meşruiyet krizlerinin farkındadır. Siyasal meşruiyet krizi yaşanan alanları ve dinin kendi meşruiyetini engellediği durumları tespit etmek ve hukuki prosedürle çözmek niyetindedir (2017). İnönü dönemi ve devamında ki laiklik yaptırımlarına karşı55laikliği, din ve devlet münasebetiyle sınırlı bir olgu olarak ele

alması ve din ve vicdan hürriyeti temelli çözüm arayışı Başgil’in laiklik anlayışının öne çıkan unsurlarındandır (Şahbaz, 2017:102)

Laiklik kavramını makul kılan, onun vicdan hürriyetinin korunmasındaki işlevselliğidir (Şahbaz, 2017:107). Ancak Türkiye de laiklik, Avrupa’da ki şekliyle hiçbir zaman uygulanmamıştır (Şahbaz, 2017:112). Başgil, modern ve liberal demokrasilerden farklı olarak, laikliğin siyasal baskı formuna karşı, modern hürriyet anlayışı ekseninde laikliği bir özgürlük aracı olarak anlatmıştır. Bu çaba dindar kesim için siyasi sistem tarafından meşruiyeti sağlanmış bir alan bulmak için gösterilen anlamlı bir çabadır (Haklı, 2017: 214).

55 Başgil’in ifadesiyle “hiçbir şey kamuoyunu, İnönü’nün siyasetinden ve mutlak otorite sahibi

partisinden laiklik anlayışı ve uygulamasından daha fazla nefret ettirip uzaklaştırmamıştır.” Buna

sebebiyet veren ise İnönü’nü laikliği din ve vicdan hürriyeti olarak anlamamakta, adeta komünistler gibi din duygusu ve Allah sevgisini söküp atmak, din kurumunu ortadan kaldırmak için savaşan materyalist bir zihniyete sahiptir. İnönü tarafından her türlü kurumun aracı edildiği dine karşı bu kampanyada, Başgil’in deyimiyle insanın içini sızlatan hile ve dolaplarla din adamları, dindar insanlar türlü hakaretlere ve sürgünlere maruz bırakılıyor, camiye gidemeyecek kadar baskılanıyordu ( Başgil, 2006:34), Turan da İnönü dönemi için terör dönemi demiştir (2018, 112).

Meşruiyetini arayan laiklik kavramın tanımının anayasa da yer alması Başgil için önemlidir. Çünkü “Yalnız, yabancı, kaypak ve manası kapalı, kilise kaçkını bir kelime olduğu için değil, hem de bizde bedbaht bir mazisi olduğu ve memlekette efkârı parçalayıcı bir tatbikata meydan verdiği için, eskisinde olduğu gibi kelime olarak değil, tarif olarak girmeli sınırı ve kapsamı belirtilmelidir” (Başgil, 2019:155). “…ancak bu şekilde, laiklik adına, yapılacak suiistimallerin önüne geçilebilir”(Başgil, 2019:159).

Anayasa da ki diğer ilkelerin tanımlarının olmayışı ve hukuki müphemliği de meşruiyet sorunu yaratmaktadır. Nitekim devletçilik; liberalistlere göre otoriter ve totaliter bir sosyalizm hatta yolu yarılamış bir komünizmken, sosyalistlere göre devlet eliyle maskelenmiş bir kapitalizmdir. Bu nedenle asli doğasından uzak olarak laiklik, Sovyetler de insanları Allah faraziyesinden kurtarma politikasıyken, Batı ilminde vicdan hürriyetinin teminatıdır (2019:137).

Başgil, dönem içerisinde tanınmış simaların yazdığı bir kaç yayınını gülünç derece de bilimden uzak bulur ve konuyla alakalı kayda değer ciddi bir eser bulunmadığını ifade eder (2012:8). Buna ek olarak ikinci baskıda Osman Turan’ ın Türk Yurdu Dergisinde ki konuyla ilgili neşrini derin ve araştırma mahsulü olarak değerlendirmiştir (2012:12). Başgil’ in vefatından sonra Osman Turan “Başgil’ in şehadeti” yazısında, Başgil’in kendine yazdığı “Otuz seneden beri Türkiye de bu kadar kuvvetli ve cesur yazılar yazıldığını hatırlamıyorum” tebrikinden bahsedecektir (Turan, 1980:45).

Başgil yazıları56 ve konuşmalarıyla laikliğin laisizme dönüşen despotik

şekline karşı oluşturduğu söylemleriyle belli kesimlerden yoğun tepkiler almıştır.

56 Ertelediği gerekliliğe karşın, Mareşal Fevzi Çakmak’ın cenazesinde toplanan bir grup gencin ısrarı

üzerine Bayezid de bulunan öğrenci lokalinde (28 Nisan- 5 Mayıs) iki uzun konuşma yapmış, 17 Mayıs’tan itibaren Yeni Sabah gazetesinde konuyla ilgili 12 makale yayımlamıştır. Okuyucuların derin teveccühüyle yazıların kitaplaştırılması istense de 29/07/ 1953 tarihli 6187 sayılı “Vicdan ve Toplanma Hürriyetinin Korunması” kanunu nedeniyle eserini ilk baskıda bir bölüm yayınlamak zorunda kalmıştır. Kitabın diğer bölümleri ise kendisini üzecek kadar bir feragatle yaptığı düzenleme sonucu orijinalinden uzaklaşmıştır. Fakat 1953 tarihli kanununda gösterdiği gibi DP iktidarı ilk yıllarında, dini neşriyatla ilgili tek parti dönemine sadık kaldığını ispat etmeye çalışacaktır (Başgil, 2012:13). Turan, Menderes yönetiminin ilk yıllarında laikliğin din aleyhtarı tatbikatına son verildiğini ifade etmiştir. 1950-1954 arasındaki nutuklarında “Türk milleti Müslümandır ve Müslüman kalacaktır” ifadeleri, Pakistan gezilerinde İslam birliğinden bahsetmesi ve Turan ile bir görüşmesinde “Osman Turan! Her cami ve minare diktikçe komünizme ve Moskova’ya karşı bir kale yaptığıma

Bunların bir sonucu olarak 1961’de Balmumcu hapishanesinde tutuklu iken, kendisine Paris’ te ki bir dernekten gelen telgrafta laiklik karşıtı eylemlerin başında olduğu iddiasına şöyle cevap vermiştir;

“Laiklik aleyhtarı olduğum, benim eserlerimi ve yazılarımı okumayan muarızlarımın, bana sırf bir isnat ve iftirasıdır. Ben laiklik aleyhtarı değilim, Allahsızlık aleyhtarıyım. Bu iki tabirin manaları arasındaki farkı siz Fransız dostlarım çok iyi bilirsiniz. Çünkü Fransa, tarihte ve bugün her ikisini de yaşamış ve yaşamaktadır. Ben medeni bir memleket için laiklik ne kadar lazım ise, Allahsızlığında o kadar zararlı ve tehlikeli bir gidiş olduğuna kaniyim. Allahsız bir cemiyetin huzur ve rahat yüzü göremeyeceğini sizin Alain, Blondel ve Chevalier gibi büyük filozof ve Edgar Quinet gibi devlet adamlarınızdan öğrendim. Memleketimin karşılaştığı bu büyük tehlike ile mücadelem eğer bir suç ise, asıl suçlu ben değilim; bunu bana öğreten Fransa’dır” (Başgil, 2012:23).