• Sonuç bulunamadı

Din ve vicdan hürriyeti, doğuştan var olan temel bir insan hakkıdır. Demokratik hukuk devletinin vazgeçilmez bir unsuru olarak kendisine, insan hakları metinlerinde yer bulmuştur. Dinler konusunda kamplaşmaların net hissedildiği soğuk savaş döneminde hazırlanmış olmalarına karşın bu belgeler, dinsel çoğulculuk ilkesi

çerçevesinde hoşgörü esasıyla, kapsamlı itirazlar yaşanmadan kabul edilmiştir (Yıldız vd, 2016:12).

İnsan haklarının varlığı dinsel olmayıp modern laik devlete ve modern dünyaya ait bir olgudur (Kaboğlu, 1991:275). Ortaya çıkmasını sağlayan en büyük etkenler Amerika’nın 1776 tarihli İnsan Hakları Beyannamesi ve 1789 Fransız İhtilâli’nin İnsan Hakları Beyannamesidir. Kabul edilen bu beyannamelerle birlikte, “bütün insanların hür ve eşit doğdukları ve dinî yönden istedikleri gibi düşünmekte ve hareket etmekte serbest oldukları” kayıt altına alınmıştır. Milli laik devlet kimliğinin sahip olacağı dini çoğulculukla, vatandaşlar arasında fark kalmamıştır (Uslu, 2004:238).

Temel hakları bölgesel ve evrensel düzeyde de korumak için, Avrupa Konseyi ve Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı, Birleşmiş Milletler gibi kuruluşlar, bu amaçla uluslararası sözleşmeler düzenlemiştir. Temel hakların yanında yaşam hakkı, kişi dokunulmazlığı ve güvenliği savunma ve adil yargılanma hakkı, din ve vicdan özgürlüğü, düşünce özgürlüğü, basın özgürlüğü, toplanma ve dernek kurma özgürlüğü gibi sivil özgürlükler de yer alır. Bu temel hakların korunma altına alınmadığı bir yerde ne demokratik bir siyasal sistemden ne de bir hukuk devletinin varlığından, bahsetmek mümkündür (Benli, 2003:59).

Sivil özgürlükler, medeni, özgür, barışçı ve sivil toplumun alt yapısını oluşturan özgürlüklerdir. Siyasi bir program olarak insan haklarının amacı ise bireylerin, siyasal iktidar tarafından cebre maruz kalmadan tercih hakkını kullanmasıyla ilgilidir (Erdoğan, 2001:22).

1876 tarihli Teşkilatı Esasiye’ den itibaren Türkiye, anayasa sorunuyla meşgul olmaktadır. Nitekim Cumhuriyetin ilanından sonra yapılan 1924, 1961 ve 1982 tarihli üç anayasada niceliksel olarak başarılı sayılsa da, birey hak ve özgürlüklerini devlet gücüne karşı korumak ve devlet gücünü sınırlamak konusunda nitelik olarak başarısız olmuşlardır. Her üç anayasa da insan temel hak özgürlükleri kapsamında; devlet-toplum, devlet-birey, sivil-asker ve din-devlet arası ilişkilerini gerilimli hale getirmiştir. Devlet ve Din ilişkilerinin gerilimli hali, meselenin din ve

vicdan özgürlüğü çerçevesinde ele alınmamış olmasından kaynaklanmaktadır (Sambur, 2012:93).

Bizde Gülhane Hattı Hümayunuyla 1839’dan beri devlet umdesinde olan ve 1924 anayasasının 75. maddesinde yer alan din ve vicdan hürriyeti Başgil için (2012:98). yönetimin din üzerinde ki tutumu ve laiklik adına yapılan kısıtlamalar nedeniyle hayatiyet arz etmiştir. Zira ilkenin anayasaya konduğu andan itibaren sadece kâğıt üzerinde kalması ve tersine tatbikatıyla laiklik, “efsanelerdeki kendi sağrısını kemiren canavar gibi, dönüp memleket ekseriyetini ısırmıştır”(..)“Memleket çoğunluğu öz vatanında mazlum bir müstemleke halkı gibi üzgün ve küskün yaşamıştır”. Peki, bir kısmının hürriyeti kendi için imtiyaz görürken diğerlerine reva görülen ıstırap nedendir? (Başgil, 2019:147).

Türkiye’de din ve vicdan hürriyeti çözülemeyen bir sorundur. Bunun temelinde elbette ki laikliğin uygulanış ve algılanış biçimi yatmaktadır. Başgil’e göre bu anlayış memleketi ikiye bölmektedir:

Türk vatandaşları şimdiye kadar olduğu gibi, memleketçi ve Garpçı59 diye

ikiye ayrılmakta devam ettikçe, bu topraklarda içtimai sulh ümit etmek, çöldeki serabı su sanmak kadar boştur” Bu aziz vatanın kardeş vatandaşları niçin birbirine düştü? Garpçı ve memleketçi diye ikiye bölündü? Birbirini anlamaz, birbirinin derdini dinlemez oldu?” (2019:153) Başgil’in bu ıstırabına sebep olan ötekinin varlığına tahammülsüzlük boyut ve şekil değiştirerek yıllarca devam edecektir.

Vicdan hürriyeti; ferdin benimsediği herhangi bir felsefi, ahlaki, iktisadi kanaati taşması serbestliğidir. Dini inançlar dâhil olduğu gibi, siyasi ve iktisadi doktrinleri benimsemekte bu hürriyet kapsamındadır. Aynı zamanda Çocukların inanç ve kanaatlerini şekillendirecek eğitimlerle ilgili esas yetki de bu kapsamda veliye aittir ve çocuğun sağlığını menfi yönde etkilemedikçe bu hak her hangi bir şekilde önlenemez, sınırlandırılamaz (Benli, 2003:59). Ferdin bu hakkını inkar edip baskıya vurmak akla ve vicdana tahakküm ve tecavüz demektir (Başgil, 1960:62).

59 Başgil burada memleketçi sözüyle kastettiği zümreleri idealist muhafazakârlar, milliyetçiler ve

müminler olarak tanımlar. Garpçılar ise münkirler, maddeci politikacılar, fırsatçı ve menfaatçilerdir (Başgil,2019:147).

Din Hürriyeti, ferdin inandığı ve mensup olduğu bir dinin amel ve erkânını, o dinde yerleşmiş usul ve adap üzere, o dince kabul edilmiş lisan ile yerine getirmesi serbestliğidir (Başgil,2019:141). Dolayısıyla vicdan hürriyeti bir din hürriyeti iken, din hürriyeti bir vicdan hürriyeti değildir.

3.5.2.1. İnanma Hakkı

Başgil ferdin en temel haklarından olan inanma hakkını ruhi bir ihtiyacın ifadesi ve vicdanın hakkı olarak görür.60 İman amelle ferdin hayatında görünür hale

gelmediği takdirde müdahale edilemez bir durumda addedilirken, Roma’da Hristiyanlara sonra Protestanlara yapılan tüm eziyetler bu vicdan hürriyetine karşı yapılmış baskılardır. “Hülasa medeniyet tarihi için, baştan aşağı din ve vicdan hürriyeti mücadelesidir dersek, mübalağa etmiş olmayız” (2019:143).

Zulmün engizisyonlar gibi görünür olmadığı şekli Rus çarları tarafından Ruthenes halkına karşı yapılan stratejilerde mevcuttur. Çarlık devrinde Rusya, Slav ırkının tamamının geleneksel mezheplerini yok ederek Ortodoks olmalarını istemiştir. Baskı yapmak yerine çar, Rüten kurumlarını devlet kontrolüne alarak mezhebe karşıt hocalarla eğitime devam etmesine izin vermiş ve mezhep kendiliğinden yok olmuştur. Çünkü “Hükümet elinin ve gözünün girdiği mabet te iman ve akide çürür ve çöker” der ve ekler: “Bize gelince otuz senelik devre içinde, bizde bu mevzuda tutulan yol ve tatbik edilen usul hakkında kanaat beyan edemem. Çünkü bu hususta hür değilim…” (2012:110).

3.5.2.2. İbadet ve Dua Hakkı

İbadette bireysel haklardandır. Bu hakkı almaya kalkmak “din hürriyetine ve vicdan selametine alçakça tecavüz etmektir. Zira gönüldeki iman gibi mabetteki

60 “Bu özgürlük, sadece herhangi bir dinin inananlarını değil aynı zamanda tanrı tanımazları ve bir

dine inanmayanları da korur. Dinini değiştirmek ve dinden çıkmakta bir insan hakkı olarak güvence altındadır.” Bu insan haklarının güvence altına alındığı uluslararası belgelerde İnsan Hakları Evrensel Bildirisi 18. Madde, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi 9.madde, Sivil ve Siyasal Haklar Uluslararası Sözleşmesi 24.maddeAvrupa insan Hakları Yasa Tasarısı m.10/1, Türk Anayasasının 24. Maddesinin birinci fıkrasında ise, ”Din ve hakkının sağladığı somut güvence, devletin dini-vicdani inançları veya kanaatleri nedeniyle bireyleri herhangi bir şekilde kınamaya, hak mahremiyetine ve ayrımcı muameleye maruz bırakamaması ve inancını değiştirmek için baskı yapamamasıdır” (Erdoğan, 2001:25) ,

ibadet, dua ve münacat da bir kanun ve karar mevzu değildir ve olamaz” (Başgil, 2012:116).

İbadetin kendisinin bir hak olması yanında ibadetin dili ve şekline müdahale edilmeyecek olması da aynı haklar içindedir. Tüm ibadetler ancak orijinal dillerine sadık kalındığında ibadet mahiyetini koruyabilecektir. Aksi durumdaki bir zorlama, “Müslüman vatandaşın ibadet ve dua hakkına zalimce tecavüzdür”(2012:112).

Başgil bir yönüyle hakların altını çizerken diğer yönüyle dinin toplum içindeki işlevselliğini defaten hatırlatır. Bu nedenle bir memlekette bu düzenleyici unsurlar kaybolduğu zaman, hastalıklı pek çok davranış ortaya çıkacaktır. Diğer yandan “Sokrat‘tan beri filozoflar, dinden ayrı bir müstakil ahlak sistemi aramış fakat bulamamıştır.” Zira kutsiyet duygusu dine ait bir uzantıdır (2012:113).

3.5.2.3. Talim Tedris, Neşir ve Telkin Hakkı

Tevhidi tedrisat kanunun kabulü ile başlayan süreçte, dini telkin ve eğitim kanalları tamamen engellenmiştir. Başgil için “Neşir hakkı din hürriyetinin en esaslı ve hayati bir cephesidir… Bu neşriyattan mahrum olan bir memleketin dindarları, tıpkı dili koparılmış bir kötürüme döner” . Bu hakkın en çok tanındığı yerler Laik Fransa, Belçika ve İtalya iken, Türkiye, dini eğitim ve neşir hakkının tam anlamıyla kısıtlandığı yerler arasındadır (2012:125).

Dini neşir hakkı dine mesafeli siyasetçiler tarafından en çok baskılanan hürriyet olmuştur. Bu hakkın kısıtlanmasının ardında “söz ve yazı hürriyetinden korkan ve bunu kısmağa çalışan hükümetler, doğruluğundan kendilerinin de emin olmadıkları iş ve icraatlarının yanlışlığını ortaya konulacağından korkmaktadırlar” (2012:128).61

Dini talim ve tedris62 Başgil için sadece dini bakımdan değil toplumsal

anlamda da ehemmiyetlidir. Kaliteli kurumlar ve hakikat ehli hocalar ve bu hocaların

61 ABD Yüksek Mahkemesi, geleneksel semavi dinler dışında kalan inanç sistemleri içinde, yapılan

yazılı sözlü propagandaları da özgürlük kapsamına alır. Zira laik bir devlet neyin din olduğu hakkında karar verme yetkisine sahip değildir (Erdoğan, 2001:26).

62 Tüm evrensel bildiriler içerisinde öğretim hakkı mevcuttur. Dini ağırlıklı okullar dâhil olmak üzere

her özel eğitim kurumunun işletilmesi serbest olması gerekmektedir. Diğer yönüyle devlet, bireylerin kendi vicdani kanaatlerine aykırı eğitimi almaya zorlayamaz (Erdoğan, 2001:27).

yetişeceği eğitim müesseseleri gereklidir. Bu döngüye izin verilmez ise din zarar görür, memlekette manevi buhran baş gösterir (2012:127).

Değişen dünya da hangi fikrin geçerli olacağı bilinemediğinde hiçbir fikrin neşrinin engellenmemesini gerektir. “Cemiyet işlerinde çok kere bugün hak olan yarın batıl olur. Bu takdirde, okutmağa ve öğretmeye koyduğumuz yasak damgası, netice itibarıyla, bizim körlüğümüzü ve cehaletimizi ilan etmekten başka bir şeye yaramayacaktır” (2012:131).

Hülasa laik bir hukuk sisteminde ferdin;

1) Tercih ettiği bir dinin akidelerine inanması ve bunları serbestçe benimseyebilmesi,

2) Müntesibi olduğu dinin kendi ibadet dilinde vecibelerini yerine getirebilmesi,

3) İnandığı dinle ilgili her türlü yayın ve neşir hakkına sahip olması.

4) Taraftar olduğu dini yönelimleriyle ilgili her türlü öğrenim görme ve eğitim verme hakkına sahip olması,

5) Devlet kanunlarına aykırı olmamak ve çelişmemek şartıyla ferdi ve içtimai olarak dinin emirlerini yerine getirebilmesi gerekmektedir (Başgil, 2012:154).63