• Sonuç bulunamadı

ِ ِ َّ ا ِ ٰ ْ َّ ا ِّٰ ا ِ ــــــ ْ ِ

ْ ِ ْ ُ ْ ِ ُ ِرُأ א ۝ِنوُ ُ ْ َ ِ َّ ِإ َ ْ ِ ْ اَو َّ ِ ْا ُ ْ َ َ אَ َو ِةَّ ُ ْا وُذ ُقاَّزَّ ا َ ُ َّٰ ا َّنِإ۝ِن ُ ِ ْ ُ ْنَأ ُ ِرُأ א َو ٍقْزِر

1

ُ ِ َ ْ ا

Ey Said-i gâfil! Nedendir ki vazifeni terk edip, Hâ-lık’ının vazifesiyle fuzûlî iştigal ediyorsun? Zalûm ve cehûl vasfına2 liyakat kesbediyorsun ki, daire-i iktidarın-da olan hafif ubûdiyet vazifesini terk ediyorsun. Hâlbuki zayıf beline, tahammülsüz başına, tâkatsiz kalbine, Hâlık

* Bkz.: Sözler, Beşinci Söz.

1 “Ben cin le ri ve in san la rı sırf Be ni ta nı yıp yal nız Ba na iba det et sin ler di ye ya rat tım. On lar dan na fa ka is te mi yo rum, be ni ye di rip bes le me-le ri ni de is te mi yo rum. Asıl bü tün mah lûk la rın rı zık la rı nı ve ren, kâ mil kuv vet ve tam ik ti dar sa hi bi olan Al lah Te âlâ dır.” ( Zâriyât Sûresi, 51/56-58).

2 Bkz.: “Biz ema ne ti gök le re, ye re, dağ la ra tek lif et tik de on lar bu nu yük len mek ten ka çın dı lar. Zi ra so rum lu lu ğun dan kork tu lar, ama onu in san yük len di. İn san (bu ema ne tin hak kı nı gö zet me di ğin den) cid den çok za lim, çok ca hil dir.” (Ahzâb Sûresi, 33/72).

Cehûl: Kara cahil.

Daire-i iktidar: İktidar alanı.

Hâlık: Yaradan, Hz. Allah.

İştigal etmek: Meşgul olmak, va-kit geçirmek.

Zalûm: Çok zâlim.

56 --- Nur’un İlk Kapısı ve Rezzâk’ına mahsus vazife-i rubûbiyeti yükletiyorsun.

Saadet ve istirahat istersen vazifene sahip ol, Hâlık’ın va-zifesini ona tefviz et. Yoksa sen, şakî bir âsi, fuzûlî bir hâin olursun.

Bilir misin neye benzersin? Misalin bir nefer asker gibi-dir ki, o nefer iki vazife karşısındadır:

Biri: Vazife-i asliyedir ki; o da tâlim ve cihaddır. Sultan ise şu vazifede ona muâvenet eder. Levazımâtını ihzâr eder.

İkinci Vazife: Sultana mahsus vazifedir ki; o neferin erzakını ve tayinâtını, libasını ve silâhını, atını ve devâsını vermektir. Lâkin bazen neferi, şu vazife-i şâhanede istih-dam eder ki, o hizmeti de devlet hesabına yapar. Şu sır-dandır ki, taamı pişiren veya karavanayı yıkayan nefere denilse: “Arkadaş ne yapıyorsun?” O nefer der: “Hükûmet

İhzâr etmek: Hazırlamak.

İstihdam etmek: Çalıştırmak, gö-revlendirmek, iş gördürmek.

Levazımât: Lâzım olan, gerekli olan her şey.

Libas: Elbise, kıyafet.

Muâvenet etmek: Yardım etmek, yardımcı olmak.

Rezzâk: Bütün mahluklarının rızk-larını veren Hz. Allah.

Şakî: Bahtsız, nasipsiz.

Taam: Yiyecek, yemek.

Tâlim: Eğitim, öğrenme.

Tayinât: Günlük verilen yiyecek-ler, kumanyalar.

Tefviz etmek: İşleri Allah’a havale etmek.

Vazife-i asliye: Asıl iş, birinci va-zife.

Vazife-i rubûbiyet: Cenâb-ı Hakk’a ait olan her şeyi idare ve terbiye işi, vazifesi.

Vazife-i şâhane: Padişaha, sulta-na ait vazife.

Yedinci Ders --- 57 ve devletin angaryasını çekiyorum.” Demiyor: “Rızkım için çalışıyorum.” Zira bilir ki, o vazife-i asliyesi değil; bel-ki rızkı devlete aittir. Hattâ hasta olsa ağzına lokmayı koy-maya kadar devlete aittir.

İşte şöyle bir nefer, rızkını tedarik niyetiyle ticaret ile iştigal etse, cahil bir şakî olur. Tezyif olunur, tedip edilir.

Tâlim ve cihadı terk ettiği için hâin ve âsi olur. Tânif ve darbedilir.

Ey Said-i şakî! Misali anladınsa dinle:

Sen o nefersin. Salât ve ibâdâtın tâlimattır. Terk-i ke-bâir ile, nefis ve şeytan ile mücâheden harptir. Senin vazife-i fıtratın budur. Fakat Cenâb-ı Hak, senin vazifen-de muvaffık ve muîndir.

Amma rızkın ve hayatın idâmesi, emvâl ve evlâdın muhafazası Hâlık’ına aittir. Fakat bazen seni şu vazifede

Angarya çekmek: Başkasına ait, başkasının görevi olan bir işte kar-şılıksız olarak çalışmak.

Darbetmek: Vurmak, dövmek.

Emvâl: Mallar, mülkler, servetler.

İbâdât: İbadetler.

İdâme: Devam ettirme, sürdürme.

Muîn: Yardımcı.

Muvaffık: Muvaffak kılan, başarı-ya ulaştıran.

Mücâhede: Gayret etme, nefis ve şeytanla mücadele.

Salât: Namaz.

Tâlimat: Eğitim-öğretimle alâkalı yapılması gereken faaliyetler, emir-ler.

Tânif etmek: Şiddetli, çok sert bir şekilde azarlamak.

Tedip etmek: Cezalandırmak, haddini bildirmek.

Terk-i kebâir: Büyük günahları terk etmek, işlememek.

Tezyif: Alay etme, küçük düşürme.

Vazife-i fıtrat: Yaratılış vazifesi, hayat görevi.

58 --- Nur’un İlk Kapısı istihdam eder ki, hazâin-i rahmetinin kapılarını kavil ve hâl ve fiil ve suâl ile dakk-ı bâb etmek1(*) ile ubûdiyet su-retinde hizmet edersin.

Hem nimetlerinin matbahlarına vâsıl edecek yollarda sülûk etmekle seni istîmal eder. Tâ ki ya istidat veya ihti-yaç veya fiil veya kâl lisanıyla sen, kader ile tayin olunan tayinâtını ve levazımâtını alasın.

Bununla beraber ne derece bir cehle düştüğünü anla ki, ihtiyârsız ve iktidarsız olduğun tufûliyet zamanında, en leziz rızkı sana ve hem rızkını tedarik edemeyen bütün za-yıf hayvanlara erzaklarını ihsan eden Rezzâk-ı Hakikî’yi it-ham ediyorsun ki, ol Rezzâk her bir duayı işitir ve her bir hâcâtı bilir ve her bir şeye kudreti erişir. Öyle bir Ganî’dir ki; yeryüzünü yaz zamanında, zîhayat olan misafirlerine

1 * “Kapı çalmak” demektir.

Cehl: Cehalet.

Ganî: Bütün zenginliklerin, servet-lerin sahibi Hz. Allah.

Hâcât: İhtiyaçlar.

Hazâin-i rahmet: Rahmet hazine-leri.

İhtiyâr: Seçebilme gücü, kabiliye-ti.

İstidat: Kabiliyet, yetenek.

İstîmal etmek: Kullanmak.

Kavil / kâl: Söz, ifade.

Matbah: Mutfak.

Rezzâk-ı Hakikî: Rızkın gerçek sa-hibi Hz. Allah.

Suâl: İsteme, talep etme.

Sülûk etmek: Bir yola girip de-vam etmek.

Tufûliyet: Çocukluk, küçüklük.

Vâsıl etmek: Ulaştırmak, eriştir-mek.

Zîhayat: Canlı, hayat sahibi.

Yedinci Ders --- 59 bir matbaha-yı rabbâniye yapar ki, her bir bostan bir ka-zandır. Ve her bir müsmir, meyveli ağaç bir kaptır. Bütün onları, –feyz ve rahmetinden– et’ime-i lezize ile doldurur.

İncecik sicim gibi iplerle indirip bizlere ikram ediyor.

Madem iş böyledir, vazife-i asliyeni yaptıktan son-ra seni istîmal ettiği vakit, onun hesabıyla çalış, onun nâmıyla başla. İzin verdiği dairede amel et. Eğer vazife-i asliyen olan ubûdiyetle vazife-i ârızıye mua-raza etseler, sen vazifene bak. Ötekini, sahib-i hakikî olan Cenâb-ı Hakk’a tefviz et ve

2

ُ ِ َّ ا َ ْ ِ َو ٰ ْ َ ْا َ ْ ِ ،

1

ُ ِכ َ ْا َ ْ ِ َو ُ ّٰ ا אَ ُ ْ َ

de.

1 “Allah bize yeter. O ne güzel vekildir!” ( Âl-i İmran Sûresi, 3/173).

2 “O ne güzel mevlâ, ne güzel yardımcıdır!” ( Enfâl Sûresi, 8/40).

Et’ime-i lezize: Lezzetli yiyecek-ler.

Feyz: Bereket, ihsan, lütuf.

Matbaha-yı rabbâniye: Cenâb-ı Hakk’ın kusursuz idare ve sınırsız kudretiyle varlıkların ihtiyaç duy-duğu her türlü rızkın onların bün-yelerine en uygun hâlde hazır-landığı bir mutfak hükmündeki kâinat.

Muaraza etmek: Karşı karşıya kalmak, çatışmak.

Müsmir: Semereli, meyveli.

Sahib-i hakikî: Gerçek sahip.

Sicim: Keten, kenevir gibi bitki lif-lerinden örülerek elde edilen iplik-ten kalın, sağlam ip.

Vazife-i ârızıye: Asıl vazifenin dı-şında kalan geçiçi görev, vazife.