• Sonuç bulunamadı

1

ٍ ِ َ ِ َ َرאَّ ُ ْا َّنِإَو۝ٍ ِ َ ِ َ َراَ َْ ْ ا َّنِإ

Ey Said-i gâfil! Herkes için şu hayat denilen süratli se-ferde, kabre iki yol vardır.2 O iki yol, uzun ve kısalıkta müsavidirler. Lâkin birisinde zararsız olmakla beraber bir menfaat-i azîme olduğu, mütevatir ehl-i şuhûd ve ihtisa-sın şehâdet ve icmâlarıyla sabittir. O yolun on yolcusun-dan dokuzu, o menfaat-i azîmeye nâil olduğu yine ehl-i şuhûdun tevâtürüyle sabittir.

İkinci yol ise, ittifaken menfaatsiz olduğu hâlde, pek azîm bir zararı olduğu ehl-i hibre ve şuhûdun icmâıyla

* Bkz.: Sözler, Üçüncü Söz.

1 “Kâmil iyilik ve fazilet ehli, hiç şüphesiz nimetler içinde, içinde nimet-lerin kaynadığı cennettedir. Günaha dadanmış hayasızlar ise Kızgın Alevli Ateş’te.” ( İnfitâr Sûresi, 82/13-14).

2 Bkz.: “şükür” ya da “küfür” yolu (Dehr Sûresi, 76/3); “iki yol (hayır ve şer yolu)” (Beled Sûresi, 90/10); “kötülük” ya da “takvâ” yolu (Şems Sûresi, 91/8); “en kolay yol” ya da “en güç yol” (Leyl Sûresi, 92/5-10).

Ehl-i şuhûd ve ihtisas / Ehl-i hib-re ve şuhûd: Halkın itikad ettiği gaybî meseleleri göz ve kalbleriy-le müşâhede eden, mânevî mese-lelerde söz sahibi peygamberler ve veliler.

İcmâ: İttifak, fikir birliği.

Menfaat-i azîme: Çok büyük men-faat.

Müsavi: Eşit, denk.

Mütevatir: Yalanda ittifak etmele-ri aklen mümkün olmayacak sayı-daki topluluk.

Dördüncü Ders --- 39 sabittir. Bu ikinci yolda, onda dokuz ihtimal zarar vardır.

Şu tehlikeli yolu ihtiyâr edenler bedbaht ve eblehlerdir ki, zâhirî bir hafiflik için, silâh ve zâdı beraber kaldırmıyorlar.

Vâkıa bir batman ağırlıktan kurtuluyorlar. Lâkin bilmiyor-lar ki, kalbleri yüz batman minneti kaldırıyor. Kantarbilmiyor-larla ehvâl ve mehâvifi ruhlarına yüklüyorlar. Temsil, makul şeyleri mahsûs gösterdiği için şu hakikati bir misal ile izah ve beyan edelim. Mesela:

Sen istiyorsun ki şu şehirden İstanbul’a gideceksin ve-yahut ona gönderiliyorsun. Fakat yolunu sen ihtiyâr ede-ceksin.

İşte İstanbul’a giden yolun biri sağda, diğeri solda. Bu iki yol, uzun ve kısalıkta müsavidir. Bu iki yolun birisin-de menfaat ve zâhirî bir külfet var; diğerinbirisin-de, zarar ve sûrî bir hiffet var.

Sağ taraftaki yoldan gitsen bilittifak zararsızdır. Ehl-i ihtisasın icmâıyla, bir menfaat-i azîmeyi kazanacak-sın. Yalnız her düşmana mukabele edecek, her gıdanın

Batman: Yaklaşık 8 kg.lık eski bir ağırlık ölçü birimi.

Bilittifak: İttifakla, fikir birliği ile.

Ebleh: Pek akılsız, pek budala.

Ehl-i ihtisas: Sahasında uzman olan kimseler, mütehassıslar.

Ehvâl / mehâvif: Korkutucu hâller, korkular.

Hiffet: Hafiflik.

İhtiyâr etmek: Tercih etmek, seç-mek.

Mahsûs: Hissedilen, duyarak kav-ranan.

Sûrî: Görünürde, dış görünüşte.

Zâd: Azık.

40 --- Nur’un İlk Kapısı hülâsasını câmî dört kıyyelik bir çanta ve iki kıyyelik bir silâh ki, mecmûu bir batman ağırlığı kaldıracaksın. Lâkin ruh ve kalbin, minnet ve haşyet sıkletlerinden kurtulacak.

Herkese dilenci ve her şeyden çekinmekten kurtulacaksın.

Sol taraftaki yol ise, milyonlar ehl-i şuhûdun şehâ-dâtıyla, azîm zararlı olduğunu ve muvâfık ve muhalifin it-tifakıyla, menfaatsiz olduğunu ve bu yola gitsen, yalnız bir hiffet-i zâhirî ve bir sûrî serbestlik var. Ve o lâzım olan silâhı almayacaksın ve o elzem olan zâd-ı lezizi terk ede-ceksin. Lâkin bu zâhirî hiffetin sana gayet ağıra mal olur ki, ruhunun omzuna yükleyeceği iki kıyyelik silâh bedeli-ne, korkudan gelen kantarlarla ağırlığı taşıyorsun. Ve zah-rına yükleyeceğin dört kıyyelik zâda bedel, yüzer batman minneti o kalbine yükletirsin.

Böyle yollarda, âdi bir muhbirin zayıf bir ihbarı nazar-ı itibara alınır. Hâlbuki –tevâtür derecesinde– kâmil, şahit sâdıklar ihbar ediyorlar ki; yümn-ü imanla yemin cihetinde

Câmî: İçine alan, kapsayan.

Haşyet: Korku, ürperti.

Kıyye: Okka. 1282 gramlık eski bir ağırlık ölçüsü.

Mecmû: Hepsi, tamamı.

Muhalif: Karşı olan, kabul etme-yen.

Muhbir: Haberci.

Muvâfık: Uygun bulan, kabul eden, benimseyen.

Nazar-ı itibara almak: Dikkate al-mak, göz önünde bulundurmak.

Sâdık: Dürüst, güvenilir kimse.

Sıklet: Ağırlık, yük.

Şehâdât: Şehadetler.

Yemin: Sağ.

Yümn-ü iman: İman bereketi.

Zâd-ı leziz: Lezzetli azık.

Zahr: Sırt, bel.

Dördüncü Ders --- 41 gidenler, müddet-i seferlerinde emn ü emandadırlar. Şeh-re yetiştiklerinde on yolcudan dokuzuna her hâlde bir nef-i azîm vardır. Hem ihbar ediyorlar ki:

Dalâlet ve betâlet ve belâhet şu’muyla (uğursuzluğuy-la) sol yolda gidenler, müddet-i seferlerinde açlık ve kor-kudan, azîm bir ızdırap çekiyorlar, her şeyden titriyorlar.

Çünkü aczleri içinde zayıftırlar. Her şeye tezellül ederler.

Çünkü fakirlikleri içinde muhtaçtırlar. Şehre yetiştiklerin-de, bir-iki tanesi müstesna ya hapis veya katledilirler.

Şimdi ednâ bir aklı olan, ihtimal-i zarar bulunan yo-lu, zararsız yola, bir hiffet-i zâhirî için tercih etmez. Nasıl oluyor ki, kendini mükemmel ve âkil zannettiği hâlde, öy-le bir yolu tercih eder ki; o yolda yüzde doksan dokuz âzam zarar ihtimali vardır. Hem öyle bir yolu terk eder ki;

yüzde doksan dokuz âzamü’n-nef’ ihtimali o yolda vardır.

Acaba ne için bunu terk, onu tercih ederler? Sırf tembellik için yalnız sureten cüz’î bir hiffet-i zâhirî için. Hâlbuki kül-liyetli bir sıkleti çekerler.

Âkil: Akıllı.

Âzam: En büyük.

Âzamü’n-nef’: Çok büyük fayda, menfaat.

Belâhet: Aptallık, budalalık.

Betâlet: Tembellik, iş görmemez-lik, işsizlik.

Cüz’î: Küçük, az.

Ednâ: En alt, en basit derece.

Emn ü eman: Emniyet, güvenlik ve huzur.

Katletmek: Öldürmek.

Külliyet: Kapsamlı, umumî.

Müddet-i sefer: Yolculuk süresi, müddeti.

Nef-i azîm: Çok büyük menfaat, fayda.

Tezellül etmek: Kendini alçaltmak, küçük duruma düşürmek.

42 --- Nur’un İlk Kapısı İşte misali anladın, hakikati şudur ki:

Misafir sensin. İstanbul, âlem-i âhiret ve berzahtır. Sağ yol tarîk-i Kur’ân’dır ki; imandan sonra, salâta yani na-maza emreder. Sol yol tarîk-i ehl-i fısk ve tuğyandır. Ehl-i şuhûd dediğimiz ehl-i hibre, enbiya ve evliyadır. Çünkü hakikî veli, zevk-i şuhûdî sahibidir. Âmînin itikad ettiği gaybî şeyleri bazen veli, aynı şeyi gözüyle veyahut kalb ile görüyor. Silâh ve zâd ise iman-ı billahtan neş’et eden te-vekkül ve itimaddır ki; bütün mehâlik ve hacâta karşı bir nokta-yı istinad ve bir nokta-yı istimdaddır.

Evet bir Kadîr-i Hafîz-i Alîm’e ve bir Ganiyy-i Kerîm-i Rahîm’e tevekkül etmekte öyle bir nokta-yı istinad ve bir nokta-yı istimdad bulunuyor ki; o noktalar, kelime-i

Âlem-i âhiret ve berzah: Âhiret ve kabir âlemi.

Âmî: Sıradan biri, fazla bilgili ol-mayan kimse.

Ganiyy-i Kerîm: Bütün zengin-liklerin, servetlerin yegâne sahi-bi, pek cömert ve merhametli Hz.

Allah.

Gaybî: Gayba ait, görünmeyen.

Hacât: İhtiyaçlar.

İman-ı billah: Allah’a inanma.

Kadîr-i Hafîz-i Alîm: Her şeye gü-cü yeten, her varlığı koruyup mu-hafaza eden ve her şeyi en iyi bi-len, Hz. Allah.

Mehâlik: Tehlikeli, helâka götüren durumlar.

Neş’et etmek: Meydana gelmek, kaynaklanmak.

Nokta-yı istimdad: Yardım istenen yer, medet veren kuvvet kaynağı.

Nokta-yı istinad: Dayanak nokta sı.

Tarîk-i ehl-i fısk ve tuğyan:

Günaha dalan ahlâksızların, zulüm ve inkârda ileri gidenlerin yolu.

Tarîk-i Kur’ân: Kur’ân yolu.

Zevk-i şuhûdî: Gayba ait mese-leleri akıl ve kalp gözüyle görme-ye dayanan, müşâhede kaynaklı zevk.

Dördüncü Ders --- 43 tevhidin zımnında münderic.. o da namazda mündemic..

o da ubûdiyetin içinde.. o da teklifin zımnındadır.

Demek ubûdiyeti iltizam eden, derecesine göre tenez-zül ve tezellülden kurtulur. Her şeye tezellül, her şeye di-lenci olmaktan necat bulur. Çünkü 1

ُ ّٰ ا َّ ِإ َ ٰ ِإ

kelime-i

kudsiyesi ifade eder ki: Nef’ ve zarar verici ancak Allah’tır.

Ve hem zarar ve nef’ de O’nun izniyledir.

1 “Allah’tan başka ilâh yoktur.” ( Sâffât Sûresi, 37/35; Muhammed Sûresi, 47/19).

İltizam etmek: Benimsemek, ka-bul etmek.

Münderic / mündemic: İçine alın-mış, yerleştirilmiş.

Necat bulmak: Kurtulmak.

Teklif: Yükümlülük, sorumluluk.

Zımn: İç, içeri, dâhil.