• Sonuç bulunamadı

I.3 Yatırım Modeli

I.3.1 Yatırım Modelinde Cinsiyet ve ĠliĢki Türü Farkları

Yatırım Modeli değişkenlerinde, cinsiyet açısından bir farklılaşma olup olmadığı pek çok araştırmada incelenmiştir. Yapılan bir çok araştırmada, kadınların erkeklere oranla, ilişkilerinden daha fazla doyum aldıkları (Rusbult, Martz ve Agnew,1998; Le ve Agnew,2003; Sacher ve Fine, 1996); ilişkiye daha fazla bağlandıkları (Rusbult, Martz ve Agnew,1998; Le ve Agnew,2003;

Sacher ve Fine, 1996; Fitzpatrick ve Sollie, 1999) ve ilişkiye daha fazla yatırım yaptıkları (Rusbult, Martz ve Agnew, 1998; Fitzpatrick ve Sollie, 1999;

Sprecher, 1988) gözlenmiştir. Erkeklerin ise, seçeneklerin niteliğini kadınlara göre daha yüksek değerlendirdiği yine bir çok araştırmada görülmektedir (Rusbult, Martz ve Agnew,1998; Le ve Agnew,2003; Fitzpatrick ve Sollie, 1999; Büyükşahin, Hasta ve Hovardaoğlu, 2005; Hasta ve Büyükşahin, 2006;

Büyükşahin, 2006). Kadınlarda seçeneklerin niteliğinin düşük olarak değerlendirilmesinin bağlanımı arttırdığı gözlenmiştir (Rusbult,1983). Ancak aynı çalışmada, erkeklerde seçeneklerin niteliğinin değerlendirilmesi ilişki bağlanımı ile ilişkili bulunmamıştır. Sprecher‟e (1988) göre bağlanımın belirleyicileri kadınlarda seçeneklerin niteliğiyken, erkeklerde ilişki

doyumudur. Davis ve Strube‟nin (1993) çalışmasına göre ise, kadınlarda hem doyum, hem de seçeneklerin niteliği bağlanımın önemli belirleyicisidir.

Bir çok araştırmada, Yatırım Modelinin ilişki türüne göre farklılaşmasını da incelenmiştir. Flört edenlerin, evli ve sözlü-nişanlı olanlara oranla, seçeneklerin niteliğini daha olumlu değerlendirdikleri gözlenmektedir (Sprecher, 1988; Hovardaoğlu, 1996; Büyükşahin, 2006). Flört edenlerin ilişki doyumu ve ilişki yatırımı diğer gruplara göre daha düşük bulunmuştur (Sprecher,1988; Büyükşahin,2006). Hasta ve Büyükşahin‟in (2006) çalışmasında benzer bulgular elde edilmiş, evli olmayanlar evlilere oranla, seçeneklerin niteliğini daha olumlu değerlendirmişlerdir. Ancak bu çalışmada, ilişki doyumu ve ilişki yatırımı açısından gruplar arasında anlamlı farklar bulunmamıştır.

Yatırım Modeli‟nin ilişki türüne göre etkilerini araştıran başka bir çalışmada, evlilerin seçeneklere karşı temkinli olmaları, yatırımlarının fazla olması ve sosyal normların etkisiyle ilişkiyi sürdürmeye daha yatkın oldukları ileri sürülmektedir (Givertz ve Sergin, 2005). Flört edenlerin, seçeneklere karşı açık olmaları, bu nedenle daha olası görünmektedir.

Literatüre bakıldığında, farklı cinsel yönelimli bireylerin de bağlanım düzeylerinin incelendiği görülmüştür (Le ve Agnew, 2003; Kurdek, 2000). Le ve Agnew‟in (2003) çalışmasında eşcinsel kadınlarda doyum ve bağlanım arasındaki ilişkinin heteroseksüel kadınlardan daha yüksek olduğu bulunmuştur. Yine eşcinsel erkeklerin de doyum bağlanım ilişkisinin

heteroseksüel erkeklerden daha yüksek olduğu belirlenmiştir. Duffy ve Rusbult‟ın (1986) bir çalışmasında heteroseksüel ve eşcinsel kadınların erkeklere oranla ilişkilerine daha fazla yatırım yaptıkları ve ilişkilerine bağlanım düzeylerinin erkeklerden daha yüksek olduğu gözlenmiştir.

Ülkemizde, Yatırım Modeline ilişkin sınırlı sayıda çalışma mevcuttur.

Büyükşahin‟in (2006) çalışmasında, bağlanma stillerine göre yakın ilişkilerde bağlanımın farklılığı ve ilişki bağlanımının bazı ilişkisel değişkenler, gelecek zaman yönelimi ve aşka yönelik tutumlar açısından yordanması incelenmiştir.

Yatırım modelinin birinci altboyutu olan ilişki doyumunu, ilişkinin niteliğini olumlu değerlendirme, ilişkide güvende hissetme, ilişkiye bağlılık, gelecek zaman yönelimi gibi değişkenlerin pozitif olarak yordadığı gözlenmiştir.

Yatırım modelinin ikinci alt boyutu olan seçeneklerin niteliğini değerlendirmeyi, ilişki bağlanımı, ilişkide güvende hissetme, gelecek zaman yönelimi, ilişki doyumu, ilişkiden korkma ve kaygılı olma değişkenlerinin, negatif olarak yordadığı gözlenmiştir.Yatırım modelinin esasını oluşturan ilişki yatırımını ise, ilişkiye bağlılık, ilişki süresi, ilişkinin devam etmesine ilişkin bekleyiş, ilişkiye yüksek düzeyde odaklanma ve bağımlılık gibi değişkenlerle yine gelecek yönelimli değişkenlerin pozitif olarak yordadığı sonucuna ulaşılmıştır. Kadınlar ve erkekler arasındaki farklılaşmaya bakıldığında ilişki doyumunu kadınlarda ilişkide güven duyma ve ilişkiye bağlılık duygusu;

erkeklerde ise geleceğe yönelik plan yapma ve ilişki korkusu/kaygısı anlamlı olarak yordamıştır. Kadınların İlişkilerinde güvende hissetmeleri yatırımlarını

artırırken, erkeklerde ise geleceğe yönelik planlar yapmaları yatırımlarını artırmaktadır.

Aynı çalışmada yapılan ikinci bir araştırmada ise, ilişki türü ve cinsiyete göre yatırım modeli değişkenlerinin incelenmesi yapılmıştır. Bu çalışma, ilişki türünü üç grupta ele almış ve araştırma flört ilişkisi olan bireylerle, sözlü/nişanlı ve evliler üzerinde gerçekleştirilmiştir. Araştırma sonucunda flört edenlerin ilişki doyumu ve ilişki yatırım düzeylerinin diğer gruplara göre en düşük olduğu ve aynı grubun seçeneklerin niteliğini en olumlu değerlendirdiği bulunmuştur. Aynı çalışmada, kadınlara oranla erkeklerin seçeneklerin niteliğini daha olumlu değerlendirdikleri de saptanmıştır. Evli kadınların ise, seçeneklerin niteliğini en olumsuz değerlendiren grup olduğu belirlenmiştir. Yine flört edenlerin, diğer gruplarla karşılaştırıldığında ilişki bağlanımı, ilişkide güvende hissetme, ilişkinin niteliğini olumlu değerlendirme, partnerini çekici bulma ve ilişkiye bağımlılık düzeylerinin en düşük olduğu gözlenmiştir.

Cinsiyet açısından farklılaşmaya bakıldığında, kadınların erkeklere oranla ilişkilerine daha çok bağlı ve daha çok bağımlı oldukları, daha çok gelecek zaman yönelimli oldukları ve ilişkilerinin sürmesini daha çok istedikleri gözlenmiştir.

Çimen‟in (2007) çalışmasında, görücü usulü ve anlaşarak evlenen kadın ve erkeklerin ilişki doyumu, seçeneklerin niteliğini değerlendirme ve ilişki yatırımlarının romantik kıskançlık ve benlik saygı düzeyi ile ilişkisi ele

alınmıştır. İlişki doyumunu, ilişki yatırımı, ikinci tür tetikleyiciler (partnerin farklı yakınlık derecesinden biri ile cinsel birlikteliği), belirtilen kıskançlık düzeyi, kıskançlık durumunda verilen bilişsel tepkiler, kıskançlıkla baş etmede, umursamama ve konuşma yöntemlerine başvurma değişkenlerinin yordadığı görülmüştür.

Bu araştırmada, anlaşarak evlenen bireyler, görücü usulü evlenen bireylere oranla ilişkilerinden daha fazla doyum aldıklarını belirtmişlerdir. Bu çalışmada da modelin öngördüğü gibi, ilişki doyumu arttıkça ilişki yatırımı artmaktayken, seçeneklerin niteliğini olumlu değerlendirme düzeyi azalma göstermektedir. Görücü usulü ve anlaşarak evlenen kadın ve erkeklerin seçeneklerin niteliğini değerlendirme ve ilişki yatırımları açısından aralarında fark olmadığı gözlenmiştir. Katılımcıların kıskançlık düzeylerine bakıldığında, bağlanım düzeyi arttıkça belirtilen kıskançlık düzeyinin ve tüm kıskançlık tetikleyicilerine gösterileceği belirtilen kıskançlık düzeyinin arttığı gözlenmiş, ancak cinsiyet ve evlilik şeklinin kıskançlık düzeyinde bir etkisi olmadığı görülmüştür. Kadınlar kıskançlık durumunda erkekelere oranla daha fazla duygusal ve bilişsel tepki vermekte ve ilişki yatırımının artması ile duygusal ve bilişsel tepki verme olasılığı artmaktadır.

Bağlanım değişkenleri açısından bakıldığında, yüksek ilişki yatırımı olan bireylerin kıskançlığın olumlu etkilerine daha büyük oranda katıldığı görülmektedir. Kıskançlıkla baş etmede yapıcı yöntemlere (konuşma, bağlılık) daha çok kadınlar başvumaktadırlar. Kıskançlığın olumsuz etkilerine, kadınların ve görücü usulü evlenen bireylerin daha fazla katıldığı

görülmektedir. Ayrıca ilişki yatırımının yüksek olması, kıskançlığın olumlu değerlendirilmesine neden olmaktadır.

I.4. Romantik ĠliĢkilerde Stres ve Stresle BaĢaçıkma

İnsan yaşamının her aşamasında olduğu gibi, yakın ilişkilerde de zaman zaman stres yaşanmakta, bununla bağlantılı sorunlar gündeme gelmekte ve bu durumların üstesinden gelebilmek için çözüm yolları aranabilmektedir. Bu kapsamda, romantik ilişkilerde yaşanan stres ile bununla başa çıkma yolları incelenmiştir.

Romantik ilişki yaşayan çiftlerin beraberliğinde mutsuz, sıkıntılı ve acılı dönemler de yaşanır. Bu durumlar bireylerde büyük rahatsızlıklar ortaya çıkarabilir. En çok terapi gören kişilerin problemli bir ilişki, mutsuz bir evlilik yaşayanlar olduğu araştırmalarla belirlenmiştir (Berscheid ve Reis,1998)

İlişkide yaşanan acı ve mutsuzluk kendiliğinden ortaya çıkmaz. Bunlar çoğu zaman çiftin yaşadığı bir seri stresli yaşam deneyimlerinden kaynaklanır. Evlilik çevreleri üzerine yapılan araştırmalar, sıklıkla çiftlerin maruz kaldığı travmatik olaylara, ekonomik işle ilgili stres kaynaklarına ve stres olaylarına eğilir. Travmatik olayların evliliğin işlevselliği ile ilişkisi üzerine çok sayıda çalışma vardır (çocuğun hastalığı, ölüm, kanser gibi). Bu travmatik olayların evlilik bağlarını güçlendirdiğine ilişkin bulgular da

bulunmaktadır. Bu çalışmalar, sıklıkla özgül evlilik süreçlerini ayırtettikleri için önemlidirler. Ekonomik ve işe bağlı stres kaynakları, evlilikte çevresel etkiler üzerine yapılan çalışmaların büyük bir bölümünü kapsamaktadır. (Bradbury, Fincham, 2000, çev., Tutarel Kışlak, 2002). Ayrılma ve boşanma süreci, ekonomik ve işe bağlı stres kaynakları ya da travmatik olaylar dışında, günlük olayların stres kaynağı olarak araştırılması (Kanner, Coyne, Schaefer ve Lazarus, 1981) gündeme gelince, ikili ilişkilerde stres yaratan konular üzerinde incelemeler yapılmıştır.

Snell ,Sebby ve arkadaşlarının (2002a) bir çalışmasında bir grup bireye, ikili ilişkilerinde stres yaratan olay ya da deneyimlerin neler olduğu sorulmuştur. Cevaplar ikili ilişkilerdeki stresörler olarak analiz edilmiştir.

Stresli Yakın İlişki Deneyimleri Anketi (Stressful Intimate experiences Survey-SIES) adı altında 15 faktörlü bir stresörler yapısı ortaya konmuştur.

Bu faktörler sırasıyla, şüphe yaratan stresörler, yakın ilişkinin sonlanması, maddi istekler, uyum problemleri, geleceğin belirsizliği (gelecek kuşkusu), yakınlık/dürüstlük yoksunluğu, evcil problemler, kişisel problem ve düşkırıklıkları, evlilik sorumluluğu yükü, akademik problemler, geçmiş dönemdeki birliktelikler (bağlanmalar), partner problemleri, aile üyelerinin problemleri, kıskançlık eksikliği, günlük yaşanan problemler olarak adlandırılmıştır. İkili ilişkilerde stres deneyimleri üzerine yapılan araştırmalar sonucunda, stresörler ile cinsiyetten çok, ilişki türünün (evli olup olmama) farklar gösterdiği tesbit edilmiş (Snell, Sebby ve ark, 2002; Gotlib ve Hooley, 1988; Whiffen ve Gotlib, 1989); yine eğitim durumu, çocuk sayısı, yaş

bakımından anlamlı bir fark elde edilmiştir (Snell, Sebby ve ark, 2002). Evli olmayanlar evlilere oranla, geleceğe daha kuşkuyla bakarken, evle ilgili ve aile bireyleriyle ilgili problemleri daha az yaşamaktadırlar. Yüksek eğitimli erkeklerde, akademik problemler daha çok belirginken, yüksek eğitimli kadınlarda, evlilik problemleri stres yaratan unsur olarak görülmektedir. Yaşlı erkekler, gençlere oranla, uyum, gelecek korkusu, kişisel engeller ve partner problemlerinden sıkıntı duyarken, daha az ev ve aile problemleri bidirmektedirler. Yaşlı kadınlar, daha çok kişisel düşkırıklıkları ve evlilik sorumluluğundan sıkıntı yaşarken, aile problemleri ve evle ilgili engellerden ise daha az rahatsızlık duymaktadırlar (Snell, Sebby ve ark, 2002).

Çiftler, ilişkilerini korumak adına stresörler ile karşılaştıklarında çeşitli başaçıkma tarzları kullanırlar. Bu başaçıkma tarzlarını değerlendirebilmek adına son on yıldır yakın ilişkilerde başaçıkma stratejileri ortaya konmuş, beraberliğin niteliği, stresli yaşamların etkisi ve çiftlerin bu sıkıntılı durumlarla başaçıkma stilleri ile ilgilenilmiştir (Pollina ve Snell, 1999). Olumlu başaçıkma stilleri ve eğilimi ilişkide doyumu arttırrırken (Bowman, 1990) ve ilişkide bağlanımı arttırırken (Rusbult, Verette, Whitney, Slovnik ve Lipkus, 1991), kaçınmacı başaçıkma stilleri ilişkide depresyonla (Pollina ve Snell, 1999) ve evlilikte doyumsuzlukla bağlantılı bulunmuştur (Guinta ve Compas, 1993). Başaçıkma davranışlarında cinsiyetler arası farklar bir çok çalışmada incelenmiştir (Folkman ve Lazarus,1980; Şahin, Durak-Batıgün, Şahin, 1998; Büyükşahin, Gökler ve Bilecen, 2006). Bazı araştırmalarda erkeklerin daha çok problem odaklı statejiler kullandıkları tesbit edilmiştir (Folkman ve Lazarus,1980, Karancı, Alkan, Akşit, Sucuoğlu ve Balta,

1999). Bazı araştırmalar ise kadınların erkeklere oranla daha çok başaçıkma tarzı kullandıklarını göstermektedir(Büyükşahin, Gökler ve Bilecen, 2006).

Romantik ilişkilerde stres literatüründe, kadın ve erkeklerin yaşamdaki stres faktörlerine karşı yaralanabilirliklerinin farkı incelenmiştir (Leslie 1989;

Gotlib ve Hooley, 1988; Whiffen ve Gotlib, 1989). Kadınların erkeklere oranla sosyal alandaki stresörlere karşı daha zayıf oldukları görülmüştür (Gotlib ve Hooley, 1988). Boşanma ve ayrılık sürecinde ise genelde, kadınların ilişkilerin bitmesine kendilerini daha iyi uyarladığı görülmektedir (Choo, Levine ve Hatfield, 1996 ). İlişkilerin erkek ve kadın açısından nasıl bittiğine ışık tutan ilk önemli çalışmalardan birisi, boylamsal bir çalışma olan Boston Çiftleri Çalışmasıdır. 1972 de, kolejde genç ve yetişkinlerden oluşan 200 den fazla çift çalışmaya katılmış, iki yıl sonra, çiftlerin %45‟i ayrılmıştır (Hill ve ark.,1976). Bulgulara göre, kadınlara oranla erkekler bu ayrılmadan daha fazla rahatsız duymuşlardır.

Helgeson (1994), tarafından yapılan ve üniversite öğrencilerinin flört ilişkilerini inceleyen benzer bir araştırmada, kadınların partnerleriyle yaşadıkları fiziksel ayrılığa erkeklere göre daha iyi adapte oldukları rapor edilmiştir. Heteroseksüeller arasında çalışılan ilişki kaybı, bir çalışmada eşcinsel erkek ve kadınlar arasında tekrarlanmış, ayrılma durumuna adaptasyonda cinsiyet farklılığı olmadığı ve ayrılma nedenlerinde cinsiyet farklılıklarının bulunmadığı belirlenmiştir (Kurdek, 1991). Eşcinsel erkek ve kadınların ayrılmalarına neden olarak gösterdikleri sebepler,

heteroseksüellerinki gibi partner gereksinimlere tepki verilmemesi ve duygusal olarak uzak kalınmasıdır.

Evlilik bozulmasını inceleyen çalışmalar, ayrılmış ve boşanmış bireyleri bir arada gruplamıştır. Ensel (1986), ayrılmanın kadınlar için, boşanmanın ise erkekler için daha zor olduğunu bulmuştur. Bir çalışma da, ayrılan kadınların boşanmış kadınlara göre, günlük aktivitelerde sınırlamaları olduğunu, erkeklerde ise tam tersinin meydana geldiğini ortaya çıkarmıştır (Riessmann ve Gerstel, 1985). Genel olarak, ilişki kaybının ilk döneminde kadınlar, erkeklere göre daha rahatsız durumda görünmekte, erkekler ise kaybın sonraki etaplarında kadınlara göre daha rahatsızlık yaşamaktadırlar (Helgeson,2005b). Ayrılma ve boşanmaya, farklı başaçıkma yöntemleri nedeniyle, erkekler ve kadınlar farklı tepki verebilirler (Riessman ve Gerstel, 1985). Kadınlar sorunlarla daha kolay yüzleşebilme ve duygularını daha çok ifade edebilme eğiliminde olup, erkekler ise, geri çekilerek, sorunlarla uğraşmaktan kaçınmaktadırlar. Bu farklılıklar, ayrılmanın ilk etaplarının kadınlar için niçin daha zor olduğunu, sonraki etapların ise niçin erkekler için daha zor olduğunu açıklayabilir. Ayrılma sırasında, kadınlar rahatsızlıklarıyla yüzleşebilmekte erkekler ise, kaçınmaktadır. Bir boşanma gerçekleştiğinde kadınlar ilişkinin bozulmasına erkeklerden daha çok kendilerini uyarlayabilmektedirler (Hegelson,2005b).

Ayrıca, psikologlar stresli olaylar ve bunların sonucundaki sıkıntılı tepkileri ortaya koyan kişisel ve sosyal eğilimleri incelemektedirler. Bu perspektife göre, doğrudan stresli yaşam olaylarına maruz kalan insanların,

fiziksel ve psikolojik problemlere yatkınlığının arttığı görülmüş (Lefcourt, Miller, Ware ve Sherk, 1981; Ormel, Sanderman ve Stewart, 1988; Mullen ve Suls, 1982 ), ancak bunların kişilik özellikleri ve sosyal destek sistemiyle yönetilebildiği belirtilmiştir.

Başaçıkma mekanizmalarının yetersiz kalması, bireyin stres veren uyarıcılar üzerindeki kontrol gücünün azalması anlamına geldiğinden, fiziksel belirtiler daha kolay bir biçimde ortaya çıkmaktadır (Peterson,Seligman ve Vaillant,1988; Rodin, 1986; Saranson 1984; akt Hovardaoğlu, 1997).

Literatüre göre kadınlar ve erkeler arasında stres belirtileri açısından farklılıklar mevcuttur (Corell, 1984; Das Gupta, 1992; Magni ve Diego, 1984;

akt Hovardaoğlu, 1997). Hovardaoğlu (1997) tarafından gerçekleştirilen stres belirtileri ile durumsal ve sürekli kaygının yordanması çalışmasında, kadınların bazı fizyolojik belirtiler ve ağrı belirtileri yönünden daha yüksek ortalamaya sahip oldukları görülmektedir. Yine aynı çalışmada stres durumunda başaçıkma mekanizmalarının harekete geçirilmesinde bilişsel duyuşsal faktörün daha güçlü olduğu, fizyolojik belirtiler ile ağrının stresin yan ürünü olarak ortaya çıktığı ve hastalık riskini yordamada güçlü oldukları belirlenmiştir. Büyükşahin‟in (2001) üniversite öğrencileri üzerinde yaptığı bir çalışmada bu bulgular doğrulanmış, kızların erkeklere oranla bilişsel duyuşsal belirtileri, fizyolojik belirtileri ve ağrı-yakınma belirtilerini daha çok gösterdikleri belirlenmiştir. Aynı çalışmada toplam stres puanlarında da kızların erkeklere kıyasla daha fazla stres belirtileri gösterdikleri belirlenmiştir.

I.5 Yakın ĠliĢkilerde YaĢanan Sorunlar KarĢısında GeliĢtirilen DavranıĢ Örüntüleri

İlişkilerin başlaması ve bitişine dair çok bol kaynak ve kuram olmasına rağmen (Altman ve Taylor, 1973; Johnson, 1982; Lee, 1984; Levinger 1979;

Rusbult, 1983) insanlar hala problem çözmede en işe yarayan çözümün ne olduğu hakkında çok bilgiye sahip değildirler.

Bir ilişkinin sağlıklı olmasında, neyin o ilişkiye katkıda bulunduğunu anlayabilmek için, sıkıntılı mutsuz ilişkiler ile sıkıntılı ilişkilerde gelişen davranış örüntülerini karşılaştırmak gerekir (Billings 1979, Birchler,Weiss ve Vincent, 1975; Fiore ve Swensen, 1977; Gottman 1979, Schaap, 1984).

Mutsuz çiftlere göre, mutlu çiftlerin kullandığı problem çözme davranışları, sağlıklı bir ilişkinin işlerliğinin yansımasıdır.

Kelley‟e göre, kapsamlı bir ilişki kuramı formüle etmek için çiftlerin her birinin sadece kişisel davranışlarını dikkate almaktansa, çiftlerin karşılıklı bağımlılığı ve ilişkideki ortak davranışlarını da dikkate almak ilişkinin formülünü oluşturmakta oldukça önemlidir (Kelley ve Thibaut,1978).

Rusbult, Zembrodt ve Gunn (1982), yakın ilişkilerde problem çözme davranışında dört adet tipoloji geliştirmiş ve bunları çıkış (exit), konuşma (voice), sadakat-bağlılık (loyalty) ve ihmal /kayıtsızlık (neglect) olarak sınıflandırmışlardır. Bu dört temel tepki, aktif - pasif ve yapıcı - yıkıcı olmasına göre iki ana eksen üzerinden belirlenmektedir. Aktif veya pasif

eksen, bireylerin ilişkideki davranış biçimlerini incelerken, yapıcı veya yıkıcı eksen tepkinin ilişki üzerindeki etkisini inceler (Rusbult Johnson ve Morrow,1986).

a) Çıkış (exit), ilişkiyi tamamen yok eden bir tepkidir; bu tepki başka bir daireye taşınmak, ilişkiyi bitirmek için hamlelerde bulunmak, ayrılmak ve son haliyle boşanmaktır.

b) Konuşmak (voice), aktif ve yapıcı olarak durumu iyileştirmeye çalışmaktır; problemi tartışmak bir arkadaş veya terapistten yardım istemek, çözümler önermek, kendini veya çiftinin davranışını değiştirmeye çalışmaktır.

c) Sadakat - bağlılık (loyalty), pasif ancak iyimser olarak durumun iyileşmesi için beklemektir; durup işlerin düzelmesini ummak ve beklemek, ilişkinin düzelmesi için tanrıya sığınmak, dua etmektir.

d) Kayıtsızlık (neglect), pasif olarak ilişkinin çürümesine izin vermektir;

partnerini ihmal etmek, beraber az zaman geçirmek, problemleri tartışmayı reddetmek, partnerine kötü davranmak, gerçek problemle ilişkisiz konularda partnerini eleştirmek, ilişkiyi çürümeye bırakmaktır.

Konuşmak ve sadakat-bağlılık, ilişkiyi kalıcı kılmak ve yaşatmak çabası içinde olan yapıcı tepkilerken, çıkış ve kayıtsızlık ilişkiyi yıkıcı tepkilerdir. Buna karşılık, çıkış ve konuşmak, kişilerin birşeyler yapmasına

dayanan aktif tepkilerken, kayıtsızlık ve sadakat- bağlılık kişilerin durağan olduğu pasif tepkilerdir.

Bu dört tepki çeşidi ilişkiden alınan doyum, yatırımlar, seçenekler ve problemin şiddetine göre etkilenir (Rusbult, Zembrodt ve Gunn, 1982).

Rusbult, Zembrodt ve Gunn (1982), bu dört tepkinin nasıl verileceğinin yatırım modelindeki üç değişkenin belirlediğini öne sürerler. Bireyin, sorun ortaya çıkmadan önce ilişkisinde doyumlu olması ve ilişki yatırımlarının fazla olması bireyin yapıcı tepkiler vermesine yol açabilir. Ortak çocuklar, ortak dostlar, paylaşılan anılar, duygusal yatırım, harcanan enerji ve çaba, konuşma ve bağlılık tepkilerinin seçilmesine yol açabilir. Yine birey, seçeneklerin olumlu değerlendirilmesi durumunda çıkışı ya da iyi bir seçeneğin olmaması durumunda pasif yolları (kayıtsızlık ya da sadakat- bağlılığı) seçebilir (Rusbult, Johnson, Morrow, 1986 ).

Ayrıca cinsiyet, psikolojik erkeksilik veya kadınsılık, benlik saygısı ve yaş, eğitim de problem çözme eğilimlerini etkiler (Rusbult, Morrow, Johnson, 1986). Bir çok araştırmada, sıkıntılı çiftlerin, sıkıntısız olanlara oranla, negatif tepkileri daha fazla gösterdiği (örneğin daha düşmanca - baskın, reddedici,

Ayrıca cinsiyet, psikolojik erkeksilik veya kadınsılık, benlik saygısı ve yaş, eğitim de problem çözme eğilimlerini etkiler (Rusbult, Morrow, Johnson, 1986). Bir çok araştırmada, sıkıntılı çiftlerin, sıkıntısız olanlara oranla, negatif tepkileri daha fazla gösterdiği (örneğin daha düşmanca - baskın, reddedici,