• Sonuç bulunamadı

YAKUP KADRİ’NİN MİLLÎ MÜCADELE İLE İLGİLİ ESERLERİ

C) ESERLERİ

VII) Romanları

3. YAKUP KADRİ’NİN MİLLÎ MÜCADELE İLE İLGİLİ ESERLERİ

3) YAKUP KADRİ’NİN MİLLÎ MÜCADELE İLE İLGİLİ ESERLERİ

3.1- ANKARA

Bu romanda en çok üzerinde durulması gereken bölüm İstiklal Savaşı sırasındaki Ankara’dır. Eserde Ankara, İstiklal Savaşının simgesi olarak alınmıştır.

Birinci bölüm boyunca romanın kahramanlarından Selma’nın yaşadığı çevre İstiklâl Savaşının yaşandığı çevredir. Yakup Kadri bu bölümde İstiklal Savaşına bakışı üç kesim üzerinden verir. Bunlardan ilki, belirli bir kültür seviyesine ulaşmış aileler ve kişiler gözüyle İstiklal Savaşına bakıştır.

Selma’nın babası için İstiklal Savaşı ve mücadelenin verildiği Ankara, bir umut ve kurtuluş yeridir. Selma’nın babası sabahleyin gazetesini alırken ilk aradığı haber Ankara ilgili olanlardır. İstanbul’dan Ankara’ya gidenlerin önemi artar. Bu kişiler İstanbul’da kalanların gözünde millî hareket kahramanları olarak görünür. Selma’nın ve ailesinin gözünde işgal altındaki İstanbul bir zindandır ve Ankara bir kurtuluş şehridir. Eserde şöyle denilir: “Hele son zamanlarda ecnebi işgali altında bir zindan haline giren İstanbul’da, bir kaçış ve kurtuluş parolası gibi kulaktan kulağa fısıldanan, her fısıldanışta bir ümit ve intizar ışığı parlatan ve o gizliliği kendisine esrarlı bir cazibe veren Ankara kelimesi, ideal Ankara’nın adı, zihinde bir hayal ülkesi olarak yaşayan bu yeri adeta bir masal iklimi haline sokmuştu.”40

Yazar, kendi düşüncelerini ortaya koyan İstanbul’dan gelen gazeteci Necat Sabit’e eserinde yer verir. Aydın kesimin simgesi olan Necat Sabit’in İstiklal Savaşı’na bakışı yazarın bakışıdır. Neşet Sabit, Selma ile aralarında geçen bir

40 Ankara, İletişim Yay. 6. bsk, İstanbul 1983, s.25.

konuşmada şöyle der: “Burada vatanın bir takım yeni şeyler kaynayan göbeğinde bütün bir milletin ıstırabıyla yaşayan bu ıstırabın içinde pişen bir bahtiyarım. Her sabah uyanınca –inanır mısınız- Ankara’da bulunmanın şerefini duyarım. Burada her sabah benimle beraber bir millet uyanıyor ve kendisini selamete götürecek olan kahramanın başı ucunda gülümseyerek durduğunu görüyor.”41

Selma ve Kocası Nazif’in İstiklal Savaşına bakışı birbirlerinden ayrılmalarına yol açacak kadar farklıdır. Nazif’in İstiklal Savaşına ilgisi hiç yoktur. Selma ise, Binbaşı Hakkı Bey ile tanışınca ondan çok etkilenir. Isınmadığı Ankara’ya ve eremediği Kurtuluş Savaşı bilincine Hakkı Bey ile erişir. Hakkı Bey aracılığı ile kendini Kurtuluş Savaşına adar. Kocası Sakarya Savaşı sırasında canını kurtarmak için Ankara’dan kaçarken, Selma Kurtuluş Savaşında yaralananlara bakmak için gönüllü olarak Cebeci Hastanesinde kalır. Selma’nın İstiklal Savaşı bilincine ermesinde Çankaya’ya doğru yaptığı bir gezi de rol oynar. Bu semtte Mustafa Kemal’in mütevazı evini görünce İstiklal Savaşı’nın hangi şartlarda gerçekleşebildiğini anlar ve Mustafa Kemal’e olan saygı ve güveni artar42.

İstiklâl Savaşı’na bakışta ikinci kesim olarak asker kesimini görüyoruz. Ankara romanında asker kesimini Binbaşı Hakkı Bey temsil eder. O, Erkanıharp zabitlerindendir ve eserde Kurtuluş Savaşı’na fiili olarak katılan tek kişidir. Kuvayı Milliye’nin birçok zaferinde değerli hizmetleri olmuştur. Türkiye’nin kurtuluşunun masa başında değil, silâh başında savaşarak mümkün olacağını söyler. Yenilik taraftarıdır. Sadece Avrupa ile değil, mecliste gericilik rüzgârı estiren milletvekilleriyle savaşmak gerektiğini söyler. Türk kadının cephede erkeğe omuz verebileceğini belirtir. İstanbul’da işgal kuvvetleri subaylarıyla gönül eğlendiren

41 a.g.e., s.82

42 Nazike Umut, a. g. e., s. 36

kadınları nefretle anar. Yazar, Hakkı Bey ile vatanını seven, İstiklâl Savaşı’na ve onun mimarı Mustafa Kemal’e gönülden bağlı bir asker tipini çizmiştir.

İstiklâl Savaşı’na bakışta üçüncü kesim olarak yerli halkı ele alıyoruz. Yazar, Ankara’nın yerli halkı olarak Taceddin mahallesinde yaşayanlarla Ömer Efendi ailesini vermiştir. Ömer Efendi ve ailesi Ankara’nın en zengin aileleri arasında yer alırlar. Zenginliğe İstiklâl Savaşı’nın ikinci yılında kavuşmuşlardır ve hangi yolla zengin oldukları bilinmemektedir. Yazar, Anadolu’daki savaş zengini tipini Sungurlu- zade Ömer Efendi ile vermiştir. İstanbul’daki savaş zengini aileler lüks bir hayatı tercih ederlerken Ankara’dakiler bunun tam tersi olarak sade ve gösterişten uzak bir yaşamı tercih etmişlerdir. Bunlar için önemli olanı zenginliklerine zenginlik katmak olup, savaş onlar için önemli değildir. Cahil bir köylü olan Ömer Efendi’nin annesi, ortalıkta ahlâk, bet bereket kalmadığından dolayı düşman askerinin çok yakınlara geldiğinden şikâyet eder.

Yerli Ankaralı, savaşa karşı lakayt davranmakta, düşmanın çok yaklaştığı zamanlarda bile kendi özel işleriyle meşgul olmaktadır. Bunların savaşla tek ilgisi evlerinde duyulan bombanın hangi taraftan geldiğini tahmin etmekten ibarettir.

Ankara’ya atılan bombaları bazıları hiç duymamışlardır bile. Bunlar kaderlerine boyun eğmişlerdir. Sakarya’dan gelen zafer haberleri bile gösterişsiz, sevinçsiz karşılanmıştır.

3.2- YABAN

Yakup Kadri, 1932 yılında yayınladığı Yaban romanında halk-aydın çatışmasını konu alır. I. Dünya savaşı ve Millî Mücadele yılları aydınımızın dikkatini Anadolu üzerine yöneltmiştir. Cumhuriyet döneminde Ankara’nın başkent olması bu dikkatin daha değişik bir mahiyet kazanmasına zemin hazırlamıştır. Yeni dönem

gücünü Anadolu’dan almakta, gayesini bu toprakları imar etmek, bu topraklar üzerinde yaşayan insanlara rahat bir hayat sürdürme imkânı hazırlama şeklinde ifade etmektedir. Millî Mücadele, Anadolu hareketidir. Bütün bunlar aydınlarımızı ve yazarlarımızı Anadolu ile ilgilenmeye davet eder. Ancak bu ilginin ölçüsü, zaman zaman kaçırılır. Gerçekle pek bağdaşmayan yazılar ve eserler ortaya çıkar.

Anadolu’yu ve Anadolu insanını sevmek başka, onu kendi şartları içinde görmekten kaçmak başka bir davranış tarzıdır. Birincisi gerekli, ikincisi aldatıcıdır43.

Yaban, Anadolu Coğrafyasını ve insanını Birinci Dünya Savaşı’nın sonu ile Sakarya Savaşı’nın kazanılması arasındaki süredeki görünüşü ile ele almaktadır.

Birinci Dünya Savaşı’nda bir kolunu kaybeden ihtiyat zabiti (yedek subay) Ahmet Celal, işgal altındaki İstanbul’da yaşamayacağını anlayınca eski emir eri Mehmet Ali’nin çağrısına uyarak onun Haymana Ovası ortalarında Porsuk Çayı dolaylarındaki köyüne gelmiştir44. Kendi içine kapanmış, bakımsız ve cehaletin hüküm sürdüğü köyde yalnız kalır, yadırganır. Köylüler ona yabancı gözüyle bakar.

Halbuki o onlarla dost olmak, kaynaşmak arzusundadır. Orada yaşayanların hayata ve kâinata bakış tarzları böyle bir dostluğa engeldir. Köylüler Yaban adını taktıkları Ahmet Celal’den uzak durular. Ahmet Celal, köylülerin cehaletle iç içe yürüyen kurnazlıklarını gözlemler. Onların hayatına hâkim olan değerlerine yabancı kalışları karşısında şaşırır45. Ahmet Celal, Mehmet Ali’nin kardeşi İsmail’in karısı Emine’ye bir yakınlık duyar. Bu duygu zamanla sevgiye dönüşür. Mehmet Ali tekrar askere alınınca Ahmet Celal büsbütün yalnız kalır. Köy, Millî Mücadele’ye ilgi göstermez, İstiklâl Savaşına karşı kayıtsızdır. Yunan ordusu bu köyü de işgal etmiş, yakıp

43 Şerif Aktaş, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay., Ankara, 1987, s. 77.

44 Türk Romanında Kurtuluş Savaşı, Hazırlayan: Mürşit Balabanlılar, T.İş Bankası Kültür Yay. ty, s.94.

45 Şerif Aktaş, a.g.e. s. 80.

yıkmaya köylülere işkence etmeye başlamıştır. Ahmet Celal, Emine’yi bu mahşerden kurtarmak ister, ama ikisi de yaralanır. Emine yürüyemeyecek kadar ağır yaralıdır.

Ahmet Celal, köyde geçen günlerini yazdığı defterini ona teslim ederek yarı aç, yarı çıplak, tek başına, saklanıp geceledikleri mezarlıktan uzaklaşır. Sakarya Savaşından sonra o bölgeden düşman ordularının çekilmesi üzerine köye gelen düşman zulümlerini araştırma kurulu, yıkıntılar, kemikleşmiş insan kemikleri arasında bir defter bulur. Kenarları yanık, yırtık bu defter, Ahmet Celal’in bu köydeki anılarını yazdığı defterdir, Yaban romanıdır46.

Yaban romanının işlediği konulardan biri aydın-halk çatışmasıdır.

İmparatorluğun son dönemlerinde aydın, kendi özünden ve kaynağından uzaklaşmış,

“dışardan gelen maddeler ve unsurlarla yoğrula yoğrula adeta sinaî, adeta kimyevî bir şey hâlini almıştır”. Köylü ise, yüzyıllarca kendi içine terk edilmiş olmanın sonucu kendi içine kapanmış, kalıplaşmış yaşama tarzı içinde değerini kaybetmiş, varlığını sürdürmek için gerekli olan toprağı tek ve değişmez değer hâline getirmiştir. Yalnız korkunun dilini bilmekte, din adına kendine sunulan cahil hoca ve düzenbaz ağaların dikkatiyle algılanmaktadır. Millî his, vatan duygusu, ferdî hürriyet gibi üstün değerlerden ve temizlik, sağlıklı yaşama, giyinme gibi medenî ihtiyaçlardan haberi yoktur. Bu iki unsur aynı milletten olmaları bakımından bir arada bulunmak zorundadır. Ancak anlaşmaları mümkün değildir. Çatışma tabiidir.

Yaban romanı, Türk okuyucusuna böyle bir ihtiyacı edebî türün imkânları ölçüsünde hissettirmektedir47.

Bunun dışında Kurtuluş Savaşı romanları denince hemen ilk akla gelen eserlerden biri Yaban’dır. “Türk romanında aydın sorunsalı” dendiğinde ya da

46 Behçet Necatigil, Edebiyatımızda Eserler Sözlüğü, Varlık Yayınları., İstanbul 1979, s. 124.

47 Şerif Aktaş, a.g.e., s. 79.

“Cumhuriyet romanında köy ve köylülük” dendiğinde yine karşımıza ilk örnek olarak o çıkar. Kısaca Yaban, Türk romanının tartışmasız klasiklerindendir48.

Bu romanda İstiklâl Savaşı iki yönde verilir. Birincisi Ahmet Celal’in ağzından gazete haberleriyle verilen ve savaşın ikinci plânda gösterildiği Kurtuluş Savaşı, ikincisi ise, doğrudan doğruya düşmanın köye girmesi ve savaşın köy içinde cereyan etmesiyle birinci plâna geçen Kurtuluş Savaşı’dır.

Yine bu roman Ahmet Celal’in ve köylünün İstiklal Savaşı’nın nasıl gördüğünü ve görüş ayrılıklarının hangi noktalarda çatıştığını göz önüne serer.

Yaban romanı Ahmet Celal’in hatıralarıyla birlikte 1919 -1922 yılları arasında geçen İstiklâl Savaşı’nın safhalarını da gösterir. Romanda Kurtuluş Savaşı’nın gidişatını, Ahmet Celal’in epey geriden de olsa, İstanbul gazetelerinden izlemesi, köy dışına çıkıp gelen geçenden bilgi almasıyla öğreniyoruz. Yazar, okuyucuyu İstiklâl Savaşı’ndan haberdar ediyor ve savaş alanının arkasından izlettiriyor.

Ahmet Celal’in İstiklâl Savaşı’na bakışı, her zaman heyecanlı ve coşkuludur.

O, aynı zamanda yazarın sözcülüğünü yapar. Ahmet Celal, cepheden aldığı sevinçli haberlerle hayata bağlanmakta, Türk milletinin geleceği için ümitlenmektedir.

Ankara’da Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin Mustafa Kemal’e geniş yetkiler vererek Başkumandan tayin etmesi, Mustafa Kemal’in Türk ordusuna duyduğu sonsuz güven ve kurtuluşa doğru atılan kararlı adımlar, Ahmet Celal’in sevinç duyduğu haberler arasındadır. Burada görüldüğü gibi Yakup Kadri önemli tarihi gerçeklere romanında yer vermiştir. Atatürk’e olan saygı ve bağlılığını Ahmet Celal’in şahsında okuyucuya duyurur.

48 Zeki Coşkun, Türk Romanında Kurtuluş Savaşı, s. 96

İstiklâl Savaşı Ahmet Celal’a göre Türk milletinin var olma savaşı verdiği büyük bir facia, bir destandır. Verilen mücadelenin kalbi Ankara’da atmaktadır.

Ankara’yı meydana getiren birlik ve mücadele ruhu, şehir işgal edilse bile asla bozulmaz49.

Ahmet Celal’in bu olumlu görüşlerine rağmen köylünün İstiklâl Savaşı’na ve Mustafa Kemal’e bakışı hep olumsuzluk ve ilgisizlikten ibarettir. Ahmet Celal, kahve sohbetlerinde gazetelerden öğrendiği kadarıyla savaş hakkında köylülere bilgi vermek istediği zamanlarda köylülerin sıkıldıklarını açığa vuracak şekilde davranmaktan çekinmezler. Köylülerin savaşa karşı tutumları, genel bir kayıtsızlık havası taşıdığı kadar, pek çoğu da bu savaşa karşı olduklarını gösterir bir tavır içindedirler. Bunlardan biri muhtardır. Ona göre Kurtuluş Savaşı’nı başlatan Mustafa Kemal’in açtığı yol çıkmaz bir yoldur ve çok tehlikelidir. Çünkü padişah kendisiyle beraber değildir. Kasabadan duyduğu haberlere göre, Avrupa adlı bir kraliçe vardır ve Osmanlı’nın bütün meselelerini halledecektir. Köyün devletle ilişki kurabilecek en yetkili kişisinin ve aynı zamanda en çok bilgi sahibi olması gereken kişinin Avrupa’yı bir kraliçe olarak tanıması, köylülerin her şeyden ne denli uzak kaldıklarının bir örneğidir. Ayrıca köylüler, Kurtuluş Savaşı’nın başarıya ulaşacağından da umutsuzdurlar. Ahmet Celal’in köy sakinlerinden biri olan ve ev işlerini gören Emeti Kadın’a “Seni düşman bozguna uğradıktan sonra evlendireceğim sözüne “Artık bu iş kıyamete kalır” diyerek cevap verir.

Bu örneklerden görüldüğü gibi köylülerin Türkiye gerçeğinden haberleri yoktur. Bilinçlenmeye eğilimleri olmadığı gibi bilgisizliklerinden dolayı savaşın neler getirip neler götüreceğinden de haberleri yoktur. Yakup Kadri köylülerin savaş

49 Nazike Umut, a.g.e., s. 28.

gerçeğine ne kadar uzak olduklarını Ahmet Celal’in ağzından şöyle ifade eder:

“Köye gelen bir askerî birlik, tehlikenin köye çok yaklaştığını, köylülerin ateş hattından uzaklaşmaları gerektiğini bildirir. Ahmet Celal, tehlikeyi köylülere haber verip gidelim derse de hiçbiri aldırmaz. Çünkü iş zamanıdır ve mahsullerini almaya başlamışlardır. Onlar için en önemli şey elde edecekleri mahsuldür, gerisine aldırmazlar. Bu konuda köyün ileri gelenlerinden Bekir Çavuş, Ahmet Celal’i uyarır.

İş zamanı köylüleri telaşa düşürmenin hiç iyi olmayacağını söyler. Ahmet Celal, Bekir Çavuş’a ve köylülere hak verir. Çünkü köylüler savaşın ne olduğu konusunda habersizdirler. Onlar için önemli olan mahsullerini toplamak, kışlık ihtiyaçlarını karşılamak ve hayatlarını devam ettirmektir. Köyün üzerinden geçen düşman uçakları, köylüleri çok eğlendirmektedir. Durumun ciddiliğinden haberleri yoktur.

Uçaklardan atılan kağıtlarda ”Sizi Kemal’in çetelerinden kurtarmağa geliyoruz”

sözüne özellikle kurtarmak lafını duyunca olayları daima kendi çıkarları açısından ve dıştan değerlendirdikleri için çok memnun kalırlar. Hatta düşman uçakları kendilerine hiçbir şey yapmadıkları için onları dost görürler. Hele içlerinden Salih Ağa adlı köyün en zengin kişisinin düşman uçaklarına bakış tarzı sevecendir. Ona göre uçaklar, tarlada mahsulü yiyen kuşları kaçırdığı için köye çok faydası olmuştur50.

Düşman askerlerinin köye yaklaşmasının belirtileri görülmeye başlanınca Bekir Çavuş bu durumdan endişelenir. Endişesi tamamen maddiyata dayalıdır. Ona göre düşman askerleri gelirse, köyde ne ekmek ne de yumurta bırakırlar, köyü sömürürler.

Bu yüzden Bekir Çavuş’a göre her şeyi kaçırıp saklamak gerekir. Salih Ağa’nın ise her zamanki gibi para hırsı öne çıkar. Duyduğuna göre gelenler, aldıklarının parasını

50 a.g.e., s.29

verirlermiş. Bu yüzden olanlardan çok memnundur ve bir vatan parçasının elden gideceği fikri onu hiç ilgilendirmez. Şimdiye kadar hiç düşman istilâsı görmemişlerdir. İstilânın kendilerine zarar vereceğini düşünmezler de kendileri âdeta pazar kurup düşman askerleri de alış verişe geleceklermiş gibi bir fikre sahiptirler.

Oysa savaş çok yakında olup bitmektedir. Düşmanın yaptığı zulümden ve asıp kesmelerden hiç haberleri yoktur. Köy tamamen kendi sınırları içinde sıkışıp kalmıştır ve bir kısır döngü içindedir. Köylülerin böylesine her şeyden uzak kalmaları ve cehaletleri de onları ulusal bilince eriştirmekten alıkoymuştur. Bekir Çavuş, Ahmet Celal’le arasında geçen bir konuşmada şöyle der: “Biz Türk değiliz ki beyim, biz İslâmız elhamdülillah. …O senin dediklerin Haymana’da yaşarlar.”51

Ahmet Celal çözüm yollarını bulmaya çalışır. Savaşı kazandıktan sonra en önemli mesele köylülerimizi de kazanabilmektir. Bu yüzden Mustafa Kemal’e büyük inancı vardır. Savaşın kazanılacağından emin olmakla beraber, ikinci ve daha büyük savaşın başarıya ulaşmasını şahit olduğu olayların etkisiyle çok uzak görmektedir.

Ahmet Celal köylü gerçeğiyle Türkiye gerçeği arasında ezilmektedir.

Yakup Kadri, köylü ve Ahmet Celal açısından verdiği İstiklal Savaşı’nın tarihî gerçeklerini yer ve zaman bildirerek vermeyi de ihmal etmemiştir. Ahmet Celal, köylülere Anadolu’nun işgali ile ilgili bilgi verirken şöyle der: “Bir gün bir öğleüstü idi. Kahvenin çardağı altında oturuyorduk. Bizim Mehmet Ali, Bekir Çavuş, Salih Ağa ve Muhtar hep orada idiler. Bahis, harp üzerine ve onun akıbetinde dair idi.

Onlara İstanbul’un dört devletin askerî işgali altında olduğunu, İzmir’in ta Bursa’ya kadar Yunanlılar tarafından istilâ edildiğini, Adana’dan Fransızların henüz el

51 Yaban, 2. bsk. Hamit Matbaası, İstanbul 1942, s.131

çekmediğini, Urfa’da Ayıntap’ta kanlı hadiseler cereyan etmekte olduğunu haber veriyor ve her birinin yüzüne ayrı bir dikkatle bakıyordum.”52

Yakup Kadri eserinde, Anadolu’daki Kurtuluş Savaşı başlangıcına ve Mustafa Kemal’e de yer verir. Ahmet Celal, köylülerle konuşurken der ki: “İşitmediniz mi?

Mustafa Kemal ismindeki bir büyük adam, bir büyük kumandan, İstanbul’dan çıktı.

Anadolu’ya geçti. Erzurum’da, Sivas’ta milleti başına topladı.”53

Yakup Kadri’nin Yaban romanı diğer romanlarına göre, İstiklâl Savaşı’na en çok ağırlık verilmiş eseridir. Bu yüzden tezimiz için aradığımız bütün malzemeyi eserde bulabildik. Yakup Kadri, İstiklâl Savaşı’na hakkındaki görüşlerini, cephe gerisinden, köylü ve aydın üzerinden, ortaya koymuştur. Yazar şu gerçeğin altını çizmiştir: Köylüyü İstiklâl Savaşı’na olumsuz yönde bakmasından dolayı suçlayamayız. Çünkü hiçbir şeyden haberleri yoktur, ihmal edilmişlerdir. Yazar burada en büyük suçlu olarak aydınları görür. Aydınların köye ve köylüye ulaşamadığını, Türkiye gerçeklerinden habersiz bu insanların masum olduklarını belirtir ve yeni kurulacak Türkiye Cumhuriyeti’nde en büyük savaşın köylüyü eğitip bilinçlendirmekle mümkün olacağını ifade eder54.

Bu roman hakkında olumlu görüş bildiren eleştirmenlerin yanında onu şu şekilde tenkit edeler de olmuştur: “Yaban, birinci dünya harbinde sağ kolunu kaybettiği için hemen bütün cemiyete, hatta bütün hayata küsmüş, isteksiz ve hedefsiz bir insan gözüyle görülen Türk köylüsünün romanıdır. Türkiye’deki köylü-şehirli anlaşmazlığının temelleri ta XIII. Asırda atılmıştır. Bu anlaşmazlığın iktisadî, içtimaî, din, dil velhasıl tarih bakımından sayısız sebepleri vardır. Bu sebepler iyi araştırılırsa, bu tarihî talihsizliğin kabahatini ne köylüye, ne de hatta şehirliye

52 a.g.e., s.22.

53 a.g.e., s.22.

54 Nazike Umut, a.g.e.,s.32.

yüklemek kolaydır. Yaban ise böyle bir maziyi araştırmaya lüzum görmeksizin köylüye âdeta fena gözle bakan bir roman olmuştur.

“Yaban, esas itibariyle ciddi bir yaramıza dokunan ve dokunduğu için hayırlı bir iş gören romanlarımızdandır. Fakat bu yaraya dokunuş, o kadar sert, öylesine hoyratça olmuştur ki okuyan ister istemez muharririn Türk köylüsüne karşı bir hayli zalim davrandığını düşünmek zorunda kalır.

“Bu eserde vahşi denebilecek kadar iptidai, insanî hayat şartlarından, insan zevk ve duygularından uzak, bilhassa şehirliye karşı düşmanlık hisleriyle dolu bir köylünün hayatı vardır.”55

3.3- VATAN YOLUNDA

Yakup Kadri, bu anı kitabına “Milli Mücadelemizin Avrupa’dan Görünüşü”

başlığı altında, “Genç Anafartalar kahramanın, Sevr Muahedesini kılıcının ucuyla yırtarak Anadolu yaylalarında mukaddes harbi açtığını duyduğum gün kendi kendime: ‘Ne güzel bir ölüm fırsatı!’ demiştim. Fakat kader, bir siperin çukuru içinde bir köylü çocuğuyla üst üste düşüp göçmek şerefine beni lâyık görmedi” (s.15) sözleriyle başlar. Mondros Mütarekesini takip eden ilk işgal ve istilâ felâketleri sırasında üç yıldır tedavi gördüğü İsviçre’de bulunur. Ülkede olup bitenleri Türk düşmanı Avrupa basınından takip eder. Bu basının ortak isteği “Türk milletinin yeryüzünden kazınması ve Türkiye’nin dünya haritasından silinmesiydi.”(s.15).

Avrupa’da Türkler aleyhine yaratılan ortam yüzünden orada öğrenim görenlerle yazar gibi tedavi gören Türkler için yaşanılmaz bir yer haline gelmişti. Onlara

“vatansız” muamelesi yapılmaktaydı. Orada bulunanların memleketlerine dönmek için düşman topraklarını ve onların işgal ettikleri yerleri geçmek zorundaydılar.

55 Nihat Sami Banarlı, a.g.e.,c.II.,s. 1203.

Bunun için de düşman askerlerine güler yüz göstermeleri, onların gözüne girmeleri gerekiyordu. Yani bir eski atalar sözüne uyarak “Köprüyü geçinceye kadar ayıya dayı diyemezdik. Çünkü bizde o zamandan beri bir Atatürk gençliği şuuru, bir Atatürk gençliği gururu uyanmıştı” (s.17).

O arada orada bulunan Türkler, Millî Mücadeleyi toplantılarla ve beyannamelerle destekleyen çalışmalarda bulunurlar. Atatürk’ün Samsun’a çıkışı, Yürük Ali’nin Aydın’da yaptığı baskın, Demirci Efe ile Çerkez Ethem’in faaliyetleri onların şevkini ve gayretini daha da arttırmıştı. Avrupa basını bu hareketleri “vahşi bir anarşi, bir eşkıyalık” şeklinde değerlendirirken, onlar arasında da hareketin lideri Atatürk hakkındaki olumlu görüşler konuşulmaktaydı. Onlar, Çanakkale kahramanı

O arada orada bulunan Türkler, Millî Mücadeleyi toplantılarla ve beyannamelerle destekleyen çalışmalarda bulunurlar. Atatürk’ün Samsun’a çıkışı, Yürük Ali’nin Aydın’da yaptığı baskın, Demirci Efe ile Çerkez Ethem’in faaliyetleri onların şevkini ve gayretini daha da arttırmıştı. Avrupa basını bu hareketleri “vahşi bir anarşi, bir eşkıyalık” şeklinde değerlendirirken, onlar arasında da hareketin lideri Atatürk hakkındaki olumlu görüşler konuşulmaktaydı. Onlar, Çanakkale kahramanı

Benzer Belgeler