• Sonuç bulunamadı

Aydınların İstiklâl Savaşı’na Bakışı…

Yakup Kadri eserlerinde kendisini ve Türk aydınını temsil eden tiplere yer vermiştir. Bu bölümde bulunan eserlerde de yazarın ve Türk aydınının İstiklâl Savaşı’na bakışını bulabiliriz. Yazar başından beri İstiklâl Savaşı’nı fikren destekleyen ve ona fiili olarak katılan aydınlar olduğu gibi bulunduğu ortamdan kurtulamayan zayıf karakterli, İstiklâl Savaşı’na sempati duyan, fakat katılamayan aydınlara da yer vermiştir. Sodom ve Gomore romanında Cemil Kâmi ve Necdet tiplerini bu konuda örnek verebiliriz.

Doktor Cemil Kâmi, İstiklâl Savaşı’na katılmış, Ankara’yı içinde bulunduğu Millî Mücadele ruhu yüzünden İstanbul’dan üstün tutan aydınlardandır. İstiklâl

75 Nazike Umut, a. g. e., s. 64

Savaşı’na katıldığı için ruhen ve fiziksel olarak bir rahatlık ve onur duymaktadır.

Arkadaşı Necdet’e şöyle der: “Bilemezsin ne kadar mesudum. Mesuttu çünkü İstiklâl Harbi denilen bu eşsiz destan içinde ona da kutsal bir vazifeden pay düşmüştü.

Vicdanı süt emen bir çocuk kadar rahattı ve bir çocuk gibi başsız, sonsuz söylenip duruyordu.”76

Kurtuluş Savaşı’nın zaferle sona ereceğine inancı büyüktür. İstanbul’un işgal kuvvetleriyle birlik olduğu kesime ve bu kesimin oturduğu semtlere karşı bir yabancılık duyar. Adeta İstanbul’da kendini gurbetteymiş gibi hisseder. Her türlü ilkel şartları kendinde toplamasına rağmen Ankara’yı özlediğini, millî birlik havasını teneffüs etmek istediğini belirtir.

Cemil Kâmi gibi Yaban romanındaki Ahmet Celal de Kurtuluş Savaşı’nın başarıya ulaşacağından emindir. Fakat Ahmet Celal, kurtuluş olayına daha geniş bir açıdan bakar. Köyde geçirdiği günler ve köylülerin yaşantısı, İstiklâl Savaşı’na karşı takındıkları tavırları görmesi, Salih Ağa gibi sahtekârlar ile Şeyh Yusuf gibi dini alet ederek köylüleri sömüren yobazlar, Ahmet Celal’i şu düşüncelere sevk eder: “Eğer bize zafer müyesser olsa bile kurtaracağımız şey, yalnız bu ıssız topraklar, bu yalçın tepelerdir. Millet nerede? O henüz ortada yoktur ve onu bu Bekir Çavuşlar, bu Salih Ağalar, bu Zeynep kadınlar, bu İsmailler, bu Süleymanlarla yeni baştan yapmak lâzım gelecektir. Ben Kemal Paşa’dan yana olmam da kimden yana olurum? Çünkü o, yarın bu değişimi başaracak olan serden geçti gönüllülerin başıdır. Top seslerinin yirmi beş, otuz kilometreden geldiği anda bile zafere inanıyorum. Lâkin onu takip edecek olan ikinci cidal devresinin sonu, bana efsanelerde okuduğum hayaller gibi uzak ve dumanlı görünüyor.”77

76 Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Sodom ve Gomore, s.317-318.

77 Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Yaban, s. 131-132.

Yazar Yaban romanında İstiklâl Savaşı’nın değişik bir yönünü ele almıştır.

Ahmet Celal, emir eri Mehmet Ali’nin köyünde edindiği tecrübeleri ile Türk halkının İstiklâl Savaşı içinde yekvücut olmadığını, karşı çıkanlar da bulunduğunu belirlemiştir. Karşı çıkanlar arasında cahil halkı peşinden sürükleyen cahil köy ağaları, imamlar, hatta düşman askerlerine yol gösteren köy ve kasaba eşrafı, İstanbul’da işgal kuvvetleriyle birlik olan eğlenen İstanbul’un belli bir kesimi ve azınlıklar vardır. Ayrıca yazar, Türk köylüsü ile aydını arasındaki büyük uçurumu ortaya koymuş, İstiklâl Savaşı’ndan sonra ikinci ve daha büyük, başarılması daha zor olan cehaletle mücadele ve kalkınma harekâtıyla bu uçurumu dolduracağını belirtmiştir. Ahmet Celal’in ve aynı zamanda yazarın bu konuda Mustafa Kemal’e ve Ankara’daki devlete büyük inancı vardır.

Bu güveni duyanlar arasında Cemil Kâmi ve Ahmet Celal gibi Ankara romanında yer alan Neşet Sabit de vardır. Neşet Sabit bütün varlığıyla İstiklâl Savaşı’na ve Ankara’ya bağlıdır. İstanbul’dan Ankara’ya gelişi ile kendini, özünü bulduğunu belirtir. Neşet Sabit şöyle der: “İlk defa olarak, ömrümde ilk defa olarak burada kendi etimden, kendi kanımdan, kendi cevherimden bir cemaat içinde yaşadığımı hissediyorum.”78

Neşet Sabit, Ankara’nın İstanbul ile karılaştırılmasına karşıdır. İstanbul’un tabiat güzelliklerine karşı, Ankara’nın bütün Türk milleti için ifade ettiği manevî değerler ile daha ağır bastığını söyler.

Sodom ve Gomore romanındaki Necdet adlı aydın, bu bölümde ele aldığımız kişilerden farklı bir tutum gösterir. Necdet batı ülkelerinde eğitim görmüş, Türk milletinin değerlerini, gelenek ve göreneklerini yeterince sindirememiş bir aydındır.

78 Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Ankara, s. 82

İstiklâl Savaşı’na bakışı, nişanlısı Leyla ile arasının iyi olup olmamasına bağlıdır.

Leyla ile dargın olduğu günlerde kendisini oyalayacak ve sarılacak bazı değerler aramakta, Kurtuluş Savaşı’na katılma ve Ankara’ya gitme arzusu duymaktadır.

Necdet pasif bir insandır. İşgal kuvvetleri tarafından şahsına, kendi halkına ve Türk askerine yapılan hakaretleri sineye çekmektedir. Aynı Necdet, Türk askeri İstanbul’a girince bambaşka bir kimliğe bürünür. Ateşli bir milliyetçi olur.

Yakup Kadri, bu bölümdeki eserlerinde aydınların içinde yaşadıkları ortam ve kişisel özellikleri dışında İstiklâl Savaşı’nı ele alışlarında büyük bir farklılık göstermemiştir. Aralarında büyük zaferden sonra da olsa, Necdet’in katılmasıyla, hepsinin Mustafa Kemal’e, savaşın zaferle sonuçlanacağına Ankara hükümetine bağlılık ve inançları vardır.

Yazar, İstiklal Savaşı gerçekleşirken, Türkiye’nin içinde bulunduğu maddî imkânsızlıklara, bu savaşa karşı olanlara rağmen, zor olanı başarmanın ve bundan sonra en büyük savaşın kalkınma mücadelesi için verileceğinin bilincine varan bir aydın nesli okuyucuya tanıtır.

Kurtuluş Savaşını, romanlarında “Kadrocu” bir aydının bakış açısından da olsa, İstanbul’u, Ankara’sı, cephesi, köyü, insanı ile bir bütün olarak işleyen, irdeleyen tek romancımız Yakup Kadri Karaosmanoğlu’dur. Sodom ve Gomore’de ateşkes yıllarında İstanbul’un, daha çok düşmanla iç içe, kucak kucağa yaşayan işbirlikçi çevrelerinden gerçekçi tablolar verir. Yaban’da bir aydının gözünden Kurtuluş Savaşı’nın köyden, köylülerin gözüyle görünümünü çizer. Ankara’nın ilk bölümünde askeri, devlet memuru, yerli halkı, tüccarı ile kuruluş halindeki yeni devletin başkenti Ankara’yı anlatır, savaş cephelerinden, ordudan, komutanlardan izlenimler verir.

Yakup Kadri bununla da kalmamış, gerek Ankara’nın son iki bölümünde, gerekse

daha sonra yazdığı Panoramalar’da Kurtuluş Savaşı sonrası günlerinin de eleştirel bir gözle irdelenmesini yapmıştır. Bu nedenle Yakup Kadri’nin Kurtuluş Savaşı’na bakışını yalnızca o dönemi içeren romanlarıyla değil bütünüyle ele almak gerekir.

Yakup Kadri’nin Kurtuluş Savaşı’na bakışı, başından beri, Atatürk’ün Nutuk’unda Millî Mücadele süresince “millî sır” olarak içinde sakladığını söylediği devrimci fikirleri doğrultusunda olmuştur. Ne mandaya, ne İngiliz dostluğuna güvenmiş ne de Kurtuluş Savaşının Osmanlı İmparatorluğu’nun yeniden ayağa kaldırılması için yapıldığına bir an için olsun inanmamıştır. Başlatılan savaşın emperyalizme ve sömürgeciliğe karşı olduğunu romanlarında baştan beri hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak biçimde koymuştur79.

Mehmet H. Doğan’a göre, Yakup Kadri’nin Kurtuluş Savaşı’na, bütün nedenleri ve sonuçlarıyla birlikte tümelci bir gözle bakan tek romancımızdır80.

79 Mehmet H. Doğan, “Türk Romanında Kurtuluş Savaşı”, Türk Dili, “Türk Romanında Kurtuluş Savaşı Özel Sayısı”, No:298, Ankara 1976, s. 18.

80 Aynı eser, s. 19

BEŞİNCİ BÖLÜM

MİLLİ MÜCADELEYİ KONU ALAN DİĞER ROMANCILAR VE ESERLERİNİN KONULARI

28 Temmuz 1914’te başlayan Birinci Dünya Savaşı, İtilaf Devletleri’nin (İngiltere, Fransa, Rusya, İtalya) zaferiyle sona erdi ve 30 Ekim 1919 tarihinde Osmanlı Devleti, Mondros Mütarekesi’ni imzalamak zorunda kaldı.

Mondros Mütarekesi’yle Osmanlı Devleti, kayıtsız şartsız teslimiyetinin yanı sıra İtilaf Devletleri’nin de ülkeyi işgal etme koşulunu da kabullendi. Savaşın galibi ülkeler, Türk topraklarını paylaşmaya giriştikleri sırada 15 Mayıs 1919 tarihinde Yunan’lılar İzmir’i işgal edince Anadolu’da direniş başladı. Direnişin ilk evresinde subayların ve eşrafın örgütlediği Kuvayı Milliye müfrezelerince sürdürülen mücadele ve efe hareketleri öne çıktı. Bu dönem daha çok gerilla savaşı özelliklerini taşıyan çatışmalara sahne oldu. Birinci İnönü Savaşı’yla birlikte düzenli orduya geçildi81.

30 Ağustos 1922’de kazandığımız zaferle sona eren bu acılı süreç tarihimizde Milli Mücadele Dönemi olarak bilinir ve gerek Türkiye, gerekse dünya siyasî tarihi açısından büyük önem taşır.

Edebiyat tarihçileri ve eleştirmenleri, Türk tarihinin bu önemli devresi için yazılan romanların sayısını az ve içeriğini yetersiz bulmaktadırlar. Şimdiye kadar Kurtuluş Savaşı’nı her yönüyle, geniş kapsamlı bir şekilde ele alan bir romanın yazılmadığını söylemektedirler. Taner Timur’a göre edebiyat tarihimizde Mustafa Kemal’i ve Kurtuluşçu cepheyi devrimci bir yaklaşımla gerçekçi bir şekilde veren, değeri herkesçe teslim edilmiş bir romanın yokluğu dikkat çekicidir. Tahir Alangu bu

81 Mürşit Balabanlılar, Türk Romanında Kurtuluş Savaşı, T. İş Bankası Yay., İstanbul, 2003, s. 7.

yokluğu edebiyatın, henüz halka mal olmamış devrimlerin propagandasını yapmaya memur edilmesinde arar. Alemdar Yalçın ise, “Birinci Dünya savaşından yüzlerce roman çıkaran Batı, Vietnam savaşından yüzlerce film çıkaran Amerikalı aydın, kendi meselesine sahip olmanın, onlara ciddiyetle yaklaşmanın zevkini, verdiği kaliteli eserlerde tatmaktadır. Bizim, her biri acı-tatlı binlerce olayın destanı olan tarihimiz ise kendi aydını tarafından keşfedilmeyi beklemektedir”82 diye yakınır.

Mehmet H. Doğan da Türk Romanında Kurtuluş Savaşı adlı makalesinde bu konuya değinerek şöyle der: “Söz konusu dönemle ilgili taramaları yaparken dikkati çeken ilk nokta, Kurtuluş Savaşı’nın romanlarda yansımaya başladığı 1922 ile 1976 arasındaki 54 yılda bu konuda yazılan romanların sayıca azlığı oldu. Elli dört yılda sayıları 30’u zor bulan roman yazıldığını, bu durumda yıl başına bir roman bile düşmediğini söylersek, romancılığımızın, bugünkü Türk devletinin temelinde yatan önemli bir olguyu, önemli bir dönemi ele almaktaki yavaşlığını daha iyi anlamış oluruz.”83

“Kurtuluş Savaşı üzerine yazılmış bütün romanları okuduktan ve çeşitli yönlerden inceledikten sonra hemen şunu söylemeliyiz: Romanımız, bugünkü devletin siyasal, ekonomik, toplumsal temelini oluşturan ve Osmanlı Devleti ile tarihsel bağını kuran Kurtuluş Savaşı olgusunu bütün boyutlarıyla, noksansız bir biçimde vermiş sayılamaz. Üzerinden elli yılı aşkın bir süre geçmiş olmasına karşın, bu tarihsel olguyu tümüyle kapsayan kuşbakışı bir görünümü verememiştir. Ayrıca, Kurtuluş Savaşının siyasal hazırlık dönemi diyebileceğimiz Kurultaylar dönemini; o yılların Doğu Anadolu’sunun toplumsal görünümünü; Kurtuluş Savaşı’nın Güney,

82 Alemdar Yalçın, Cumhuriyet Dönemi Türk Romanı, Akçağ Yay., Ankara, 1998, s.126.

83 Türk Dili, “Türk Romanında Kurtuluş Savaşı Özel Sayısı”, c. XXXIV, sayı: 298 (Temmuz 1976), s.

8.

Güneydoğu cephelerinde Fransızlara karşı verilen savaşları (Maraş, Urfa, Antep, Adana) romanlarımızda bulmak hemen hemen olanaksızdır.

Bunları, bu konudaki tek tek romanlardan çok, romanların bütününe, Kurtuluş Savaşı’nın romanlarda yansıyış biçim ve oylumuna bakarak söylüyorum. Yoksa, salt coşkusal bir içeriğe dayanan, tarihsel gerçeğe soyut kavramların ışığı altında eğilen birkaç romanla, ilk yılların acemilik ürünlerini bir yana bırakırsak, geriye kalanlar, genel yazın nitelikleri ve gerçeği vermekteki ustalıklarıyla yüz ağartacak düzeydedir.

Örneğin Sodom ve Gomore, ilki iki bölümüyle Ankara, Esir Şehrin İnsanları, Esir Şehrin Mahpusu, Var Olmak, Küçük Ağa, Yorgun Savaşçı, Sahnenin Dışındakiler gibi romanlar daha şimdiden, gerçekçi romanımızın her zaman okunacak, her zaman taze kalacak klasikleri olmaya adaydırlar hiç kuşkusuz84.”

Yine de yazılan bu romanlar, farklı ideolojiler ve söylemlerle yazılsalar da siyasî bir projenin parçası sayılabilecek bu anlatılarda ulus-devlet projesinin ve yaratılmak istenilen millî kimliğin yansımaları vardır85.

Cephelerdeki kanlı sahneleri, Mütareke İstanbul’undaki yozlaşmayı, halk zenginleriyle yoksul halka arasındaki uçurumu, örgütlenmeye çalışılan direnişi, Millî Mücadele’nin Anadolu’nun dört bir yanına yayılmasını, çeteleri, Kuvayı Milliye’den düzenli orduya geçişi velhasıl bu toprakların en uzun on yılını, 1914-1923 yılları arasında yaşananları yansıtan romanları yazılış tarihlerine göre üç döneme ayırabiliriz. I. Dönem (1920-1950) romanları, savaş yıllarına tanıklık eden aydınların kaleminden çıkmıştır. II. Dönemde (1950-1980) yazılanlar, Cumhuriyet’in yetiştirdiği ilk kuşak aydınların yakın dönem anlatılarıdır ve yazdıkları yılların siyasî

84 Mehmet H. Doğan, “Türk Romanında Kurtuluş Savaşı Özel Sayısı”, s. 39-40

85 Mürşit Balabanlılar, a.g. e., s. 13

eğilimlerini barındırırlar. 80’lerden sonra yazılan III. Dönem romanlarında ise bugünün ihtiyaçlarına göre yapılandırılan bir tarih anlayışı vardır.

Dönemlerine ait listelerde adı geçen romanlarda Millî Mücadele’nin ele alınışı farklı ağırlıkta ve farklı renklerdedir. Kimisi bütünüyle kurtuluş ve kuruluş teması etrafında kurgulanırken önemli bir bölümünde Millî Mücadele anlatılan hikâyede bir fon olarak kullanılmıştır86.

Kurtuluş Savaşı konusunda yazılmış olan önemli romanların yıllara göre dökümü şöyle:

1922 : Ateşten Gömlek (Halide Edib Adıvar); Sözde Kızlar (Peyami Safa) 1926 : Vurun Kahpeye (Halide Edib Adıvar)

1928 : Sodom ve Gomore(Y. Kadri Karaosmanoğlu); Dikmen Yıldızı (Aka Gündüz)

1929 : Halâs (Mehmet Rauf)

1932 : Yaban (Y. Kadri Karaosmanoğlu) 1934 : Ankara ( Y. Kadri Karaosmanoğlu) 1938 : Üç İstanbul (Mithat Cemal Kuntay) 1939 : Biz İnsanlar (Peyami Safa)

1956 : Esir Şehrin İnsanları (Kemal Tahir) 1957 : Var Olmak (İlhan Tarus)

1961 : Esir Şehrin Mahpusu (Kemal Tahir)

1962 : Kalpaklılar (Samim Kocagöz); Hükümet Meydanı (İlhan Tarus) 1963 : Doludizgin ( Samim Kocagöz); Küçük Ağa (Tarık Buğra); Kurtlar Sofrası (Atilla İlhan)

86 a.g.e., s. 14 vd.

1965 : Yorgun Savaşçı (Kemal Tahir)

1966 : Küçük Ağa Ankara’da (Tarık Buğra); Kutsal İsyan (Hasan İzzeddin Dinamo)

1967 : Vatan Tutkusu ( İlhan Tarus)

1973 : Sahnenin Dışındakiler (Ahmet Hamdi Tanpınar) 1974 : Toz Duman İçinde (Talip Apaydın)

1975 : Sırtlan Payı (Atilla İlhan); Haçin (Zebercet Coşkun); Yüzbaşı Selahattin’in Romanı (İlhan Selçuk)

1976 : Vatan Dediler (Talip Apaydın)

Millî Mücadele, yazarların hem şahsî hayatlarında hem eserlerinde rol oynar.

Aydınlar kendileriyle hesaplaşırlar. Yeni değerlerin aslında millette zaten bulunduğunu görerek aydın-halk farkını kapatırlar.

Bu dönem yazarları arasında bilhassa Halide Edib ve Yakub Kadri bize büyük eserler bırakırlar. Yakup Kadri çeşitli yazılarında bu devrin bir destan edebiyatı olduğunu ifade eder. Bu bir yeniden diriliş efsanesidir. Gökalp’in yeniden keşfettiği Ergenekon Destanı bu devirde canlı olarak işlenir, Ergenekon adı dillerde gezer. Yüz yıllar önce Türkler, sığındıkları Ergenekon vadisinde kalmışlar ve sonra bir kurdun ve akıllı bir demircinin önderliğinde demir dağı elbirliği ile eriterek açılan yoldan kurtulmuşlardır. Millî Mücadele de Türk’ün sıkıştırıldığı köşeden kurtuluşudur.

Yakup Kadri bu tarihlerde İkdam gazetesinde çıkan makalelerini ve hikâyelerini Ergenekon adı altında toplar.

Yakup Kadri bütün romanlarında çöküş ve yeniden diriliş günlerinde cepheden çok, cephe gerisinin ruh hali üzerinde durur.

Bu romanlar üzerinde tek tek durup ayrıntılı bilgi vermeyeceğiz. Bu bizim konumuz değil. Yalnız bunların ortak noktaları ile işledikleri ortak konuları ana hatlarıyla anlatacağız. Bunları şu maddeler altında özetleyebiliriz:

1. Türk aydını içine düştüğü kötümserlikten sıyrılmıştır. Bu bilhassa Yakup Kadri’nin eserlerinde görülür. Yakup Kadri mizacı dolayısıyla kötümser bir yazardır.

Milli Mücadele döneminde bile o, mizacı dolayısıyla halkla tam manasıyla kaynaşamaz ve bu kaynaşamayıştan ve onların ıstırabını paylaşamayıştan dolayı mustarip olur. Onun bu duygusunu en açık şekilde “Barbarların Yaktığı Türk Köylerine” adlı yazısında görürüz. Yakup Kadri bu yazıyı, daha sonra Yaban romanının başına koyacaktır87.

Falih Rıfkı Atay da Eski Saat’teki bir yazısında Mustafa Kemal’in asıl zaferinin Türk milletine yeni bir iman aşılamak onun kötümserliğini yenmek olduğunu yazar.

Yakup Kadri doğrudan doğruya savaşa, mücadeleye atılamayan, uzun süreli bir iç mücadele geçiren kahramanlar yaratır. Bunların ilki Kiralık Konak romanının kahramanı Hakkı Celis’tir. Hakkı Celis, hassas, aşk ıstıraplarından başkasına aklı ermez bir genç iken evde aldığı sağlam Türk terbiyesi ile uyanır. Çanakkale savaşına gider ve yeni bir edebiyat anlayışı geliştirir: “Mensup oldukları milletin itikatlarını, gazalarını, hezimetlerini, elem ve neşatını terennüm eden o büyük halk ve millet şairleri benim için daima mübarektirler. Şair denilen mahlûk biraz evliya ile kahraman arasında bir şey olmalıdır” der88.

Bu edebiyat anlayışı, bir roman kahramanının ağzından bir neslin edebiyat anlayışının değişmesi demektir.

87 İnci Enginün, Yeni Türk Edebiyatı Araştırmaları, Dergâh Yay., 5.bsk., İstanbul, 2004, s. 496.

88 Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Kiralık Konak, 5. bsk., Remzi Kitabevi, İstanbul, 1970, 1939, s.176-177

Sodom ve Gomore romanında ise, Yakup Kadri, yine kendisine benzer bir kahraman çizer. Necdet’in bütün hayatını dolduran, sevgilisi Leyla’ya karşı duyduğu kıskançlık ve İstanbul’daki işgal kuvvetlerine karşı duyduğu nefrettir. İçinde onu Anadolu’ya iten güç olduğu halde harekete geçmez. Tam manasına şuuruna eremediği millî benliği, ona gereken imanı sağlayamaz. O, ancak Millî Mücadele zaferle sonuçlandıktan sonra bulunması gereken yeri fark eder.

Çöküşün altında ezilmeyecekler, sağlam köklere sahip olanlardır. Onlar, çöküşün en kuvvetle görüldüğü yerlerde yaşayan bir takım iradesiz kişiler dahi olsalar, köklerinin besleyici gücüyle uyanacak, ve yeniden canlanacaklardır. Yakup Kadri’nin usta kalemiyle çizdiği dehşet verici çöküş tasvirlerinin arkasında her zaman bir iyimserlik ve Türklüğün canlı, dipdiri varlığı belirmiştir. Dış görünüşün altında Türkü sonsuza kadar yaşatacak, sanıldığından çok derin, sağlam, çürütülmeyecek kökler vardır89.

2. Millî Mücadeleyi gerçekleştiren Türk askeri ve milleti: Kadın, çocuk, asker herkes Millî Mücadelede üzerine düşeni yapmıştır. Bunların çoğu isimsiz kahramanlardır.

Yakup Kadri Sodom ve Gomore’de Türk askerinin şehre girişini anlatırken şu tasviri yapar: “Yağız benizli ve çocuk bakışlı askerler ilk adımlarını Dolmabahçe taşlarına basar basmaz, bütün İstanbul yekpâre bir cisim gibi bir anda baştan başa sarsıldı. Sanki bu şehrin gizli bir noktasında bir indifâ olmuş gibi bütün sükkânı coşkun bir sel haline girip sokaklarda dalgalana dalgalana akmağa, sokaklarda uğultularla taşıp yayılmağa başladı. Bu acayip, mehabetli ve pürfeyezan unsur

89 İnci Enginün, a. g. e., s. 497.

tramvayları dolduruyor, duvarları aşıyor, binaları çatılara kadar istilâ ediyor, minarelerden daha yüksek bir irtifaa kadar kabarıyor…” (s. 332).

Yakup Kadri’nin hikâyelerinde bunlardan bazılarının hazin hayat tecrübeleri yer alır. (“Bir Şehit Mezadı” gibi.).

Yakup Kadri gibi kötümser olamayan Halide Edib en dehşet verici savaş sahnelerini bile anlatırken büyük bir imanla geleceğin güzel günlerinden bahseder.

Geleceği inşa edecek olan bugün cephede savaşmış olanlar ve onların cephe gerisindeki yardımcılarıdır. Düşmanın kovulduğu ülkede ailesine kavuşan veya yeni aileler kuran, her biri bir destan kahramanı Türkler, ülkelerini yeniden imar edeceklerdir. Hele çocukluklarını savaş içinde geçirmiş olan çocuklar. Onlarda büyük işler yapacak büyük kahramanların gücü gizlidir. Halide Edib “Himmet Çocuk” adlı hikâyesinde bunu şöyle dile getirir: Himmet Çocuk Halide Edib’in yakından tanıdığı bir savaş kahramanıdır. Yedi yaşında kız kardeşiyle kimsesiz kalmış, elindeki öküzlerle başkalarının tarlalarını sürmüş, kız kardeşini evlendirmiş.

Sonra öküzleri ölmüş. Himmet Çocuk yine başkalarının tarlalarında çalışmış, kazancıyla iki manda almıştır. Halide Edib hayat karşısında yılmadan gösterilen bu kahramanlığı, düşman karşısındaki savaşma kadar yüce bulur. Himmet Çocuk’un mandalarını orayı işgal eden düşman alır, kendisini de kesmek üzere yatırırlar. Sonra biri der ki: “Bakalım torbasında yumurta var mı, yumurta varsa bırakırız.” Tesadüfen büyükannesi, yesin diye torbasına lop yumurta koymuştur ve Himmet Çocuk kesilmeden kurtulur. O yeniden manda alacak, yine hayatını kuracaktır. Yaşama azmi, ölümden ve kötümserlikten çok daha kuvvetlidir.

Ateşten Gömlek Sakarya ordusuna ithaf edilmiştir. Ordu, millî gücün birleştiği noktadır. Ve bu roman Sakarya Savaşı’nın destanıdır.

Aka Gündüz de yazdığı çok heyecanlı hikâye ve romanlarda kısa kısa bütün Türk milletinin Millî Mücadele’ye katkısını ortaya koyar.

Akım o kadar kuvvetlidir ki Servet-i Fünun yazarlarından Mehmet Rauf, 1927 de Halâs adlı bir roman yazmaktan kendini alamaz ve Millî Mücadele’ye katılmak üzere İzmir’den İstanbul’a gelen ve oradan Anadolu’ya geçen bir gencin macerasını anlatır.

Ahmet Hikmet Müftüoğlu, bu ruhla yazdığı hikâyelerini topladığı Çağlayanlar’ı Aydın Zeybeklerine ithaf eder90.

3. Milletin sembolü ve önderi Gazi Mustafa Kemal Atatürk’tür. O, yurdu ve Türk vatanını, Türklüğü kurtaracak önderdir. Mustafa Kemal hakkındaki çeşitli yazılar, onun ruhlarda bıraktığı tesirleri aksettirir. Yakup Kadri’nin kendisiyle ilk karşılaşmasını anlatan ve onu değerlendiren yazıları heyecan doludur: “Bizim ilk

3. Milletin sembolü ve önderi Gazi Mustafa Kemal Atatürk’tür. O, yurdu ve Türk vatanını, Türklüğü kurtaracak önderdir. Mustafa Kemal hakkındaki çeşitli yazılar, onun ruhlarda bıraktığı tesirleri aksettirir. Yakup Kadri’nin kendisiyle ilk karşılaşmasını anlatan ve onu değerlendiren yazıları heyecan doludur: “Bizim ilk

Benzer Belgeler