• Sonuç bulunamadı

İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER... I ÖNSÖZ...III KISALTMALAR... VI

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER... I ÖNSÖZ...III KISALTMALAR... VI"

Copied!
143
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

İÇİNDEKİLER

İÇİNDEKİLER... I ÖNSÖZ ...III KISALTMALAR... VI

GİRİŞ………1

YAKUP KADRİ KARAOSMANOĞLU’NUN HAYATI VE EDEBİ KİŞİLİĞİ...1

A) HAYATI ...1

B) EDEBÎ KİŞİLİĞİ VE SANATI...6

C) ESERLERİ ...7

I) oları...7

II) Mensur Şiirleri ...8

III) Hikâyeleri ...8

IV) Hatıra Kitapları...9

V) Monografileri...10

VI) Makaleleri...10

VII) Romanları...12

BİRİNCİ BÖLÜM……… ..13

1.YAKUP KADRİ’NİN İSTİKLAL SAVAŞI ÖNCESİ OSMANLI İMPARATORLUĞUNU ELE ALAN ESERLERİ...13

1.1- BİR SÜRGÜN ...13

1.2- HÜKÜM GECESİ ...16

1.3- KİRALIK KONAK...19

1.4- NUR BABA...23

1.5- SODOM VE GOMORE...24

1.6- HEP O ŞARKI...27

İKİNCİ BÖLÜM………28

2. YAKUP KADRİ’NİN İSTİKLAL SAVAŞINDAN SONRAKİ...28

TÜRKİYE’Yİ ELE ALAN ESERLERİ ...28

2.1- ANKARA...28

2.2- PANOROMA ...29

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM ...31

3. YAKUP KADRİ’NİN MİLLÎ MÜCADELE İLE İLGİLİ ESERLERİ...31

3.1- ANKARA...31

3.2- YABAN………...33

3.3- VATAN YOLUNDA...41

3.4- MİLLÎ SAVAŞ HİKÂYELERİ…… ... ……67

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM………..89

ESERLERİNDE MİLLÎ MÜCADELEYE BAKIŞ AÇISI...89

A. Anadolu’nun İstiklâl Savaşı’na Bakışı...…90

B. İstanbul’un İstiklâl Savaşı’na Bakışı….. ...91

C. Köylülerin İstiklâl Savaşı’na Bakışı...…94

D. Aydınların İstiklâl Savaşı’na Bakışı…...95

BEŞİNCİ BÖLÜM…...100

MİLLİ MÜCADELEYİ KONU ALAN DİĞER ROMANCILAR VE ESERLERİNİN KONULARI…...100

SONUÇ… ...122

BİBLİYOGRAFYA...128

(2)

ÖZET…...131 ABSTRACT………..…...….132

(3)

ÖNSÖZ

Millî Mücadele, 30 Ekim 1918 yılında imzalanan Mondros Mütarekesi’nin ardından başlayıp Lozan Antlaşması ile (24 Temmuz 1923) son bulan dönemde işgal devletlerine karşı yapılan savaşların genel adıdır ve İstiklâl Savaşı, Bağımsızlık Savaşı, Kurtuluş Savaşı olarak da anılır.

Millî Mücadele, yedi sekiz yıllık bir zaman dilimi içinde meydana gelen Trablusgarp, Balkan ve Birinci Dünya Savaşları, Mütareke, Yunan ve Müttefik işgali ve nihayet Sevr Antlaşması ile üç kıtaya yayılmış büyük bir imparatorluğun sahibi olan bu memleket halkının bütün hayat merkezleri elinden alınarak, Anadolu’nun ortalarında birkaç il sınırı içinde yaşamaya mahkûm edilmesi sonucunda girişilen ve anayurt topraklarının kurtarılmasıyla sonuçlanan ve üç buçuk yıl süren büyük millet mücadelesinin adıdır.

Millî Mücadele aynı zamanda varlığı sona ermiş sayılan büyük bir milleti, temelleri çökmüş, ömrü tamamlanmış olan imparatorluğun yıkıntıları arasından çekip çıkararak çağdaş ve millî bir devlet haline gelmesinin hikâyesidir.

Millî Mücadele, Türk milletinin haysiyetli ve şerefli bir millet olarak yaşamak için verdiği savaştır. “İstiklalinden yoksun bir milletin medenî insanlık dünyası karşısında uşak olmak mevkiinden kurtulamaz” gerçeğinden “Ya istiklâl ya ölüm”

ilkesinden yola çıkılarak verilen ve başarıyla sonuçlanan bir mücadeledir.

Millî Mücadele, millî bir uyanışın ifadesi olarak bir milletin maddî ve manevî bütün güçlerini harekete geçiren Kuva-yı Milliye ruhunun, bir yandan dış düşmanlara karşı koyarken, bir yandan da içerideki ihanet çetelerine, iç politikası iflas etmiş ve düşmana boyun eğme politikasının temsilcisi durumuna gelmiş bulunan İstanbul Hükümetiyle Saray’a karşı verdiği mücadelenin hikâyesidir.

(4)

Millî Mücadele, ülkenin geleceğini belirleyecek olan Millî Birlik ilkesi etrafında bilinçlendirip kenetleyerek millî irade ve millî hâkimiyet kavramlarını aksiyona dönüştürülmesi yoluyla Türkiye Büyük Millet Meclisinin kuruluşundan Cumhuriyet’in ilânına kadar başarılı bir tarihî akışın hikâyesidir.

İşte biz Türkler için böyle hayatî bir öneme sahip olan Millî Mücadele, çeşitli yönleri ve evreleri olan çok cepheli bir tarihî olaydır. Bu olaylar, tarihçilerle birlikte roman, hikâye, şiir gibi edebiyatın çeşitli dallarına da konu olmuş, birçok yazar tarafından ayrıntılı olarak kaleme alınmıştır.

Daha çok duygu ve düşünceye ağırlık veren ve tarihçi kadar objektif olamayan edebî eserler de başka eserlerle karşılaştırılarak pek âlâ tarihî kaynak olarak kullanılmaktadır. Bunlar, bilhassa tarihî kaynakların kıt olduğu dönemler için önemli bir kaynak görevini görürler. Biz de bu düşünceden hareket edip, Hocamız Prof. Dr.

Kurtuluş Kayalı’nın bir makalesinden (Bak. Bibliyografya) esinlenerek Kurtuluş Savaşımızın başlangıcından sonuna kadar canlı şahidi olmuş ve yazdığı değerli eserleri büyük bir takdir toplamış olan Yakup Kadri Karaosmanoğlu ile ilgili “Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Metinleri Çerçevesinde Millî Mücadelenin Yorumlanması” konusunu, tez konusu olarak seçtik.

Çalışmamızın başında Yakup Kadrinin hayatından ve edebi kişiliğinden kısaca bahsettik. Daha sonra onun eserlerinin bir tasnifini yaptık. Bunlardan ülkeyi Kurtuluş Savaşına götüren siyasi ve sosyal olayları konu alan Kurtuluş Savaşı öncesi zamanı anlatan romanları ve hikâyelerini, Kurtuluş Savaşıyla ilgili olanlarını ve Kurtuluş Savaşı sonrasını anlatanları tasnif ettik. Bunlar arasından konumuzla dolaylı ilgisi olanlardan daha az ve konumuzla ilgili olanlardan daha fazla bahsederek Yakup Kadri’nin Kurtuluş Savaşına bakış açısını değerlendirmeye çalıştık.

(5)

Yakup Kadri’nin bütün eserleri ülkemizde birkaç kez basılmış ve hayatı, edebî kişiliği ve eserleri hakkında pek çok yayın yapılmış olması işimizi ne kadar kolaylaştırmışsa, bu muazzam kaynak arasından onun belirlenmiş bir konu olan Kurtuluş Savaşı hakkındaki görüşlerini bulup çıkarmak da o kadar zorlaştırmıştır.

Böyle önemli ve geniş bir konuyu bir yüksek lisans tezi çerçevesinde tam ve eksiksiz olarak ortaya koymak elbette mümkün değildir. Fakat tezimizin bu hâliyle de okuyuculara faydalı olacağını umuyor, çalışmamda yardımlarını esirgemeyen Sayın Hocam Prof. Dr. Kurtuluş Kayalı’ya şükranlarımı sunuyorum.

Deniz Sevinç Öztürk

(6)

KISALTMALAR

A.Ü.D.T.C.F : Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi

bkz : Bakınız

c : Cilt

çev. : Çeviren

DİA. : Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi E.I.. : Encyclopedia of Islam

ed. : Editör

haz. : Hazırlayan

İ. A. : Millî Eğitim Bakanlığı İslâm Ansiklopedisi nşr. : Neşreden

s : Sayfa

TDK : Türk Dil Kurumu TTK : Türk Tarih Kurumu yay. : Yayınları

(7)

T.C.

ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TARİH(TÜRKİYE CUMHURİYETİ TARİHİ)

ANABİLİM DALI

YAKUP KADRİ KARAOSMANOĞLU’NUN METİNLERİ ÇERÇEVESİNDE MİLLÎ MÜCADELENİN YORUMLANMASI

YÜKSEK LİSANS TEZİ

DENİZ SEVİNÇ ÖZTÜRK

ANKARA- 2007

(8)

T.C.

ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TARİH(TÜRKİYE CUMHURİYETİ TARİHİ)

ANABİLİM DALI

YAKUP KADRİ KARAOSMANOĞLU’NUN METİNLERİ ÇERÇEVESİNDE MİLLÎ MÜCADELENİN YORUMLANMASI

YÜKSEK LİSANS TEZİ

DENİZ SEVİNÇ ÖZTÜRK

Tez Danışmanı:

PROF. DR. KURTULUŞ KAYALI

ANKARA- 2007

(9)

T.C.

ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TARİH(TÜRKİYE CUMHURİYETİ TARİHİ)

ANABİLİM DALI

YAKUP KADRİ KARAOSMANOĞLU’NUN METİNLERİ ÇERÇEVESİNDE MİLLÎ MÜCADELENİN YORUMLANMASI

YÜKSEK LİSANS TEZİ

Tez Danışmanı:

PROF. DR. KURTULUŞ KAYALI

Tez Jürisi Üyeleri:

Adı Soyadı İmza:

Prof.Dr. Kurtuluş Kayalı ………

Prof.Dr. Zafer İlbars ………

Prof.Dr. Musa Çadırcı ………

………. ………

………. ……….

………. ……….

Tez Sınavı Tarihi: 14.03.2007

(10)

ABSTRACT

Yakup Kadri is one of the most famous writer of Modern Turkish Literature.

By writing a lot of articles in newspapers, and in all type of literature, like stories, plays, monographs and novels, he has enlightened Turkish society.

He has spent his life in those days which are considered very difficult and rainy days of constitutional monarchy, armistice, truce and war of independence for Turks. He has been the living witness of those days and has selected the the most of the topics from those years, he with his powerful writing and very effective style, has preneted the events in very clear and objective way.

While he has thrown the light on the bad condition of Istanbul under the foreign occupation in his novels named Kiralık Konak, (Rented Mansion) Sodom ve Gomore and Bir Sürgün (an exile) he has explained the attitude of the villagers of Anatolia in the War of Independence, memories of national struggle and the tyranny and bad behaviour of Greek on the people of Western Anatolia in a very remarkable manner in his works named, Yaban, (Wild) Vatan Yolunda ( On the Way to Motherland) and Millî Kurtuluş Hikâyeleri ( The Stories of National War of Independence).

The most important characteristics of writings about National struggle which took him very different place among the other National Struggle writers is his depth of culture and outstanding talent of presenting of incidents in remarkable manners.

His works have not lost any worth till now days, his works always has been the source of hope and inspiration of those who faces difficulties and struggle in their lives, those who have not seen The war of Independence and keep them alive to feel tragic and sad incidents of war once again are the nature of to take some lesson from these incidents.

(11)

ÖZET

Yakup Kadri, çağdaş Türk edebiyatının en büyük yazarlarındandır. Seksen beş yıllık uzun hayatı boyunca çeşitli gazetelerde makale yazarlığı, hikâye, piyes, monografi ve roman gibi edebiyatın her alanında yazılar yazmış ve bu yazılarıyla Türk toplumuna ışık tutmuştur.

O, Türk tarihinin Türkler açısından en uzun ve zor yılları sayılan Meşrutiyet, Mütareke ve Kurtuluş Savaşı yıllarını yaşamış, o yılların canlı şahidi olmuş ve kaleme aldığı eserlerinin büyük bir kısmının konusunu bu yıllardan seçmiş, güçlü kalemi ve etkili üslubuyla olayları objektif ve net olarak sunmuştur.

Mütareke dönemini anlatan Kiralık Konak, Sodom ve Gomore ve Bir Sürgün romanlarında o yılların işgal altındaki çürümüş İstanbul’unu gözler önüne sererken, Yaban, Vatan Yolunda ve Millî Kurtuluş Hikâyeleri adlı eserlerinde de Kurtuluş Savaşı’ndaki köylülerin tutumunu, Millî Mücadele anılarını ve Yunanlıların Batı Anadolu bölgemizde halka yaptığı zulümleri ve halkın gördüğü muamele karşısında düştüğü acıklı durumu çarpıcı bir şekilde anlatmıştır.

Onun eserlerini, Millî Mücadele hakkında eser vermiş diğer yazarlarınkinden ayıran en önemli özelliği, engin kültürü ve üstün yazarlık yeteneğiyle diğer yazarların göremediği olayların çarpıcı yönlerini vererek anlatmış olmasıdır.

Eserleri, bugün için de değerinden hiçbir şey kaybetmemiştir. Onlar, her zaman insana umut ve ilham aşılayan ve insanı zorluklara karşı mücadele edip dayanma göstermeye teşvik eden, Kurtuluş Savaşı’nı yaşamamış olanlara o acıklı olayları tekrar yaşatarak onları ders almaya yönelten mahiyettedir.

(12)

GİRİŞ

YAKUP KADRİ KARAOSMANOĞLU’NUN HAYATI VE EDEBİ KİŞİLİĞİ

A) HAYATI

27 Mart 1889'da Kahire’de doğdu. Aslı, Osmanlı Devrinde önemli bir yer tutan Karaosmanoğulların sülâlesine dayanır. Mısır'da İbrahim Paşa konağına yerleşen ve orada İkbal Hanımla evlenen Kadri Beyin oğludur.

Çocukluğunun ilk yıllarını doğum yeri olan Kahire’de geçirdi. Duygu ağırlıklı bu yıllar onun üzerinde derin izler bıraktı. Altı yaşında ailesiyle birlikte asıl memleketi olan Manisa’ya döndü. İlköğrenimini Manisa’da, Feyziye İlkokulunda yaptı. Evde bulunan kitaplar, Yakup Kadri’yi okumaya meraklı biri haline getirdi.

Ekmekçi Kadın, Monte Kristo, Zavallı Kız, Paul ve Virgine gibi Batı klasiklerini anlayarak okudu. Sonra taşındıkları İzmir’de Liseye devam etti. O sırada edebiyata ve sanata karşı hevesi daha da arttı. Derslerinden arta kalan zamanlarında bu dallarla ilgilendi. Macera romanlarından sonra Ahmet Mithat Efendi’nin telif ve tercüme eserlerini, Muallim Naci, Ekrem, Hamit ve Mehmet Celal gibi şair ve yazarların yazıları, severek okuduğu yazılar oldu. O, ailesinin tekrar Mısır’a dönmesi üzerine Liseyi bitirmeden İzmir’den ayrıldı. Aile yeniden Mısır'a yerleşince İskenderiye'deki Freres'ler Fansız Okuluna girdi. Burada bir yıl okudu. İdadi özlemi onu İzmir'e çekti.

Fakat tatilini geçirmek üzere geldiği Mısır'da (1906) Jön Türk'lerle tanıştı. İzmir’e dönmekten vazgeçti. Sınava yeniden girdiği Freres'ler okulunda iki yıl sonra bakaloryasını vererek ortaöğrenimini tamamladı.

(13)

Bu dönüş onu Mısır’ın gizemli hayatının verdiği duygular yükledi. Gençlik yıllarında kaleme aldığı Bir Serencam ile bazı yazıları bu dönemin izlenimlerinin etkilerini taşır. O, bu Doğu ülkesinde Batı’yı da öğrenme fırsatı buldu. Bir ara İskenderiye’deki Fransız mektebine devam etti. Burada öğrendiği Fransızcasıyla Paule Bourget, Flaubert, Guy de Maupassant ve A.Daude gibi ünlü yazarları okudu1. Bu suretle Türk yazarlarından aldığı ilhama Batı’nın da zevk ve tekniğini katarak kabiliyetine sağlam bir yol açmış oldu.

1908 yılında İstanbul’a gelip Kadıköy tarafındaki Yel Değirmeni semtine yerleşti. Balkan Savaşına kadar üç dört yıl burada kaldı. O arada istibdat idaresi yerini hürriyet idaresine bırakmış, özgürleşen düşünceler sayesinde edebiyat ve sanatta büyük bir canlanma gözlenmişti. İstanbul’da Mekteb-i Hukuk'a girdi. Ama bitirmeden, üçüncü sınıftan ayrıldı. Bu arada İbsen'den esinlenerek yazdığı Nirvana adlı tek perdelik oyunu yayımlandı. Arkadaşı Şahabettin Süleyman'ın aracılığıyla Fecr-i Ati topluluğuna katıldı. Oraya katıldıktan sonra bir yandan Fecr-i Aticilere yönelik eleştirilere cevap vermeye ve diğer yandan da Servet-i Fünun'da küçük hikâyeler yayınlamaya başladı. Bu hikâyelerinde gerçek ile hayalin ölçülü kullanıldığı çok başarılı örnekler vardır. Mensur şiirleri de bu ilk döneminin ürünleridir.

1912'de tüberküloza yakalandı. Ama ancak 1916'da tedavi için İsviçre'ye gidebildi ve orada üç buçuk yıl kaldı.

Bektaşilikle ilgisi de bu yıllarda, İsviçre'ye gitmeden öncedir. O sıralar Paris'ten yeni dönmüş olan Yahya Kemal'in de etkisiyle Yunan ve Latin kaynaklarına dayalı yeni bir sanat anlayışını savunmaya başladı. Yahya Kemal’le birlikte Nev-Yunanîlik

1 Ferhan Oğuzkan, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, İstanbul, 1954, s.3.

(14)

adını verdikleri bir çığırın açılması için gösterdikleri çabalar, edebiyat çevreleri tarafından kabul görmedi. Ayrıca Doğu mitolojisiyle de ilgilendi ve mistisizme yöneldi. Bu eğilim onu Bektaşi tekkesine itti. Gözlemlerinden yararlanarak Nur Baba romanını yazdı. Ama hem karşılaşacağı tepkiler, hem İsviçre'ye gidişi romanın yayınlanmasını engelledi.

Yakup Kadri bu arada Manisa seyahati yaptı. Bu seyahat sonunda Şapka ve Baskın hikâyelerini yazdı. Bergson ve Freud’un fikir ve görüşlerinden hikâyelerinde faydalanmak istiyordu. Psikanalizin insan ruhunu tanımaktaki rolünü kavrayıp bir hikâyeci sıfatıyla eserlerinde ruh tahlillerine geniş yer ayırdı. İlk hikâye kitabı Serencam’ı 1913 yılında yayımladı2.

Yakup Kadri’nin ateşli ruhunda Balkan Harbinin dehşeti derin bir sarsıntı yarattı. Onun düşüncelerinde değişikliklere sebep oldu. O, o tarihten itibaren “sanat sanat içindir” felsefesini bir yana bırakarak toplum meselelerine daha çok ilgi gösteren biri haline geldi.

Karaosmanoğlu bu yıllarda Peyam gazetesinde yazıyordu. Bu yazılarında kadın sorunlarına, hayat, medeniyet ve felsefe ile ilgili birçok meselelere değinmektedir.

1916-1917 yılları arasında Üsküdar idadisinde edebiyat ve felsefe öğretmenliği yaptı. 1918 yılına Mondros mütarekesinden sonra İstanbul’un cemiyet ve fikir hayatı değişmişti. Savaşın en zor anlarında bile milletçe beslenen bir zafer ümidi vardı.

Bundan sonraki devir ise gayesiz şaşkınlıkla dolu bir bekleme devriydi. O günkü gazete sütunları bu psikolojiyi günü gününe canlı bir şekilde yansıtan belgelerdir. Bu sırada İkdam’da çalışıyor ve Yeni Mecmua’ya da Erenlerin Bağından adını verdiği nesirlerini yazıyordu (1918–1919). Yakup Kadri’de olumsuz ortamın yarattığı

2 a.g.e., s. 7

(15)

kötümser ruh hali, aşırı bir mistisizme dönüştü. Bu yıllarda İstanbul hayatına ve Millî Mücadele safhalarına dair hikâyeler yazdı. Milli Mücadeleye, İstanbul’un Mütareke günlerine ve Ankara’ya ait makalelerini de Ergenekon adlı iki ciltte topladı. Bu yazılarında daha önceki ferdiyetçi düşüncelerinden uzaklaşarak toplumcu bir kimlik kazandı.

Yakup Kadri Millî Savaşı izlemek için bazı arkadaşlarıyla birlikte Anadolu’ya davet edildi. Harap ve perişan Ankara’da gittikçe kabaran millî bir ruhun yüceliğiyle karşılaştı. Çok değerli makalelerini bu tesirle kaleme aldı. Garp cephesini savaş sırasında dolaştı. Bu seyahat onun millî duygularının daha da gelişmesine sebep oldu.

İstanbul’a eskisinden daha kuvvetli bir ümit ve şevkle döndü. O arada çok verimli gazetecilik çalışmaları arasında asıl büyük eserlerini romanlarını vermeye başladı.

9 Eylül İzmir zaferinden sonra Türkiye Büyük Millet Meclisine Mardin milletvekili olarak girdi. Bazı nesirlerini, denemelerini, muhasebe ve makalelerini Yeni Mecmua’da yayınladı(1923). 1923-1925 yılları arasında Hakimiyet-i Milliye ve Cumhuriyet gazetelerinde yazdı. Ondan sonra birkaç yazı ile Türk Yurdu dergisinde yer aldı. 1926 yılında tedavi ve dinlenmek için İsviçre’ye gitti. Orada iki yıl kadar kaldı. O arada İstanbul’da çıkan Milliyet gazetesine yazılar gönderdi.

Onu 1932 yılında Kadro dergisinin kurucuları arasında görüyoruz. Yakup Kadri bu derginin hemen hemen her sayısına sanat ve edebiyat üzerine denemeler yazdı.

17 Ağustos 1934 yılında Moskova’da toplanan Edebiyat Kongresine gitti.

Orada Birinci Dünya Savaşından sonraki toplum şartlarının edebiyat anlayışına getirdiği yenilikler üzerindeki görüşlerini açıkladı. Aynı zamanda yeni Rus

(16)

edebiyatına hâkim olan zihniyetle bu zihniyeti temsil edenlerin özel düşüncelerini tanımak fırsatını buldu.

Yakup Kadri on iki yıl milletvekilliği yaptıktan sonra mizacına hiç uymadığı halde sadece Atatürk’ü sevdiği için kabul ettiği diplomatlık görevine 1934 yılında Tiran (Arnavutluk) elçiliği ile başladı. Bir yıl sonra Prag (Çekoslovakya) elçiliğine gönderildi. İkinci Dünya Savaşının hemen başında La Haye (Hollanda) elçiliğine tayin edildi ve burada bir yıl görev yaptı. 1942 yılında Bern (İsviçre) elçiliğine gönderildi. Yedi yıl bu görevde kaldıktan sonra 1949 yılında Tahran elçiliğine tayin edildi. Ancak buranın sağlığına uygun olmadığını öne sürerek görevini iki yıl sonra Bern’e aldırdı. 1954 yılına kadar bu görevde kalan Yakup Kadri emekli olarak yurda döndü3. Yakup Kadri diplomatlık yıllarını hayatının sıkıntılı geçen yıllarından sayarak o yılları şöyle anar: “Yalnız sınır ötesi değil, tarih dışı ömür geçirmeye mahkûm olmuştum. Bu benim için tam manasıyla bir sürgündü. Vücudum gurbette, gönlüm gurbette, yirmi yıl kendime benzer kişilerden uzak, diyar diyar dolaşacaktım.”4

1955'te emekli olunca yurda dönerek çeşitli dergi ve gazetelerde yazılarını sürdürdü. 1957'de Ulus gazetesinin başyazarlığını üstlendi. 27 Mayıs'tan sonra Kurucu Meclis üyeliğine seçildi. 1961'de Manisa milletvekili oldu. 1962'de Atatürk ilkelerine ters düşüldüğünü ileri sürerek CHP'den istifa etti. 1965'ten sonra ise politikadan çekildi. Son görevi Anadolu Ajansı Yönetim Kurulu Başkanlığıydı. 13 Aralık 1974'te Ankara'da öldü. İstanbul'da, Beşiktaş'ta Yahya Efendi mezarlığında annesinin yanında yatmaktadır.

3 Zeki Gezer, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, İstanbul 2002, s. 19

4 a.g.e., s. 20

(17)

B) EDEBÎ KİŞİLİĞİ VE SANATI

Yakup Kadri’nin edebî hayatı İzmir idadisi yıllarından arkadaşı olan, Şehabeddin Süleyman’ın teşviki neticesinde Fecr-i Âti’ye girmesiyle başlar.

Yayımlanan ilk kalem tecrübesi Nirvana adlı piyesidir (Resimli Kitap, sayı:9 ( İstanbul 1909). Yazı hayatının başlarında daha çok tenkitleriyle tanınan Yakup Kadri’nin çeşitli yazıları Çığır, Dergâh, Genç Kalemler, Güzel Sanatlar Mecmuası, Hayat, İçtihad, İnci Jale, Meydan, Muhit, Musavver Muhit, Musavver Eşref, Musavver Hâle, Peyam-ı Edebî, Nevsâl-i Millî, Resimli İstanbul, Rübâb, Servet-i Fünûn, Şebab, Şiir ve Tefekkür, Tercüman, Tercüman-ı Hakikat, Türk Yurdu, Varlık, Yeni İstanbul, Yeni Mecmua, Yeni Nesil gibi gazete ve dergilerde çıkmıştır5.

Yakup Kadri, yazı hayatının başlarında Fecr-i Âti içinde bulunmaktan dolayı ferdiyetçi bir sanat anlayışına sahiptir. Ayrıca Yahya Kemal’in neo-klasik bir edebiyat ortaya koyma gayretlerinin neticesi olan Akdeniz havzası medeniyeti (Nev- yunanîlik) bir müddet onu da cezp etmiştir. Balkan Savaşı bu kanaatlerini epey sarsmakla birlikte asıl I. Dünya Savaşı’nda vatan, emperyalist Batı’nın “Kan ve yağmadan gözü dönmüş kurt sürülerinin” saldırısına uğrayınca mukaddes ve bağımsız sanat davası yerine bir cemiyetin ve milletin malı olan sanatı benimsemiştir. Bu düşüncelerine bilhassa romanlarında Sultan Abdülmecid devrinden 1950’lerin Türkiyesi’ne kadar geçen yüzyıl içindeki tarihî olayları ve sosyal değişmeleri ele almıştır6.

Geniş kültür birikiminde birbirinden farklı pek çok şahsiyet ve akımın izleri bulunan Yakup Kadri’nin mensur şiir tarzı denemeleri başta olmak üzere eserlerinde tasavvufî hikmetler, Kitâb-ı Mukaddes’tan kıssalar, Yunus Emre, Fuzulî,

5 Nazım Hikmet Polat, “Karaosmanoğlu, Yakup Kadri”, DİA / 24, s. 466

6 a.g.e. s. 466

(18)

Karacaoğlan gibi yerli şairlerin yanında İbsen, Maeterlinck, Proust, Nietzche, Bergson gibi Batılı yazar ve filozofların da tesirleri görülür. Kendisinin de kabul ettiği gibi Fransız realist ve natüralistlerini benimsemiş olan Yakup Kadri’nin romanları bu akımlara uygunluk gösterir. Bunlarda daima bozulan cemiyet ve fertleri konu almış, kahramanlarını da muhayyilelerinde canlandırdıkları ile cemiyet gerçeğinin çarpışmasından doğan hayal kırıklığına uğramış kişilerden seçmiştir.

Bilhassa erkek kahramanların hayat karşısında bedbin, tatminsiz, hatta psikopat olmaları, hayatı ıstırap verici ve çekilmez kabul etmeleri daima kötüyü tahlile çalışan bu edebi akımlara uygun düşmektedir. Daha ilk hikâyelerinden başlayarak kötülüklere, musibetlere, günaha mahkûm, çoğunlukla irade yoksulu kahramanlar Yakup Kadri’nin mizacına uygun düşen fatalizmden kaynaklanmaktadır7.

C) ESERLERİ

Yakup Kadri, deneme, roman, hikâye, tiyatro, hatıra ve monografi gibi edebiyatın her alanında eser veren yazarlarımızdandır. Onun eserleri hakkında gerek edebiyat tarihlerinde gerekse onun hayatını anlatan kitaplarda geniş bilgiler bulunabilir. Biz burada onun eserlerini konumuzla ilgili oluşlarına göre tasnif ettik.

Konumuzla ilgili olmayanlardan kısaca ve konumuzla ilgili olanlardan ise ayrıntılı olarak bahsettik.

I) Tiyatroları

:

Yakup Kadri’nin Nirvana(1909), Veda (1909), Sağanak(1929) ve Mağara(1934) adlarında dört tiyatro eseri vardır8. Dergilerde kalmış olan bu eserlerinden Nirvana ve Veda piyeslerinde içki ve sefahatin aile müessesini nasıl yıktığı üzerinde durulmuştur. Sağanak’ta inkılâpları ve kadının sosyal hayata girişini

7a.g.e, s. 466

8 Zeki Gezer, a.g.e, s. 24

(19)

küfür olarak nitelendiren muhafazakârların idamla sonuçlanan davranışları anlatılır.

Yazarın son piyesi Mağara’da kaderin engellediği bir aşk anlatılmıştır. Bu piyeslerin tamamı Niyazi Akı tarafından Tiyatro Eserleri(1983) adıyla tek ciltte toplanmıştır9.

II) Mensur Şiirleri

Yakup Kadri’nin Erenlerin Bağından(1922) ve Okun Ucundan(1940) isimli iki mensur şiir kitabı vardır. Bu mensur şiirleri 1910 yılından itibaren yazmaya başlamıştır. Mensur şiir, şekil olarak nesre benzeyen ama bir şiir havası bulunan yazı türüdür. Edebiyatımızda Servet-i Fünun döneminden itibaren kullanılmaya başlanmış, daha çok romancıların tercih ettikleri bir tür olmuştur10. “Bu kitapları teşkil eden nesir parçalarında çok kere sanatkârın kuvvetli kültürü ve zengin fikir hamleleriyle derunî bir lirizm adeta musikîli bir söyleyiş vardır”11. Ayrıca bunlarda kaderci, rint, isyankâr ve bedbin bir ruhun ifadeleri ahenkli bir Türkçe ile dile getirilmiştir. Tevrat, İncil, Kuran, Kısas-ı Enbiya, Yunan mitolojisi, Fransız sembolist ve parnasyenlerinden değişik Türk ediplerine kadar yaygın etkilerin görüldüğü mensurelerinde dinî vecd yerine dinî kaynaklardan gelen duygu ve üslup unsurları hâkimdir12.

III) Hikâyeleri

Yakup Kadri’nin Bir Serencam (1913), Rahmet(1923) ve Millî Savaş Hikâyeleri(1947) adlarında üç hikâye kitabı vardır. Onun hikâyeciliğini iki döneme ayırmak mümkündür. İlk dönemde Fecr-i âti yazarı olarak kaleme aldığı yazarın Mısır’da geçen çocukluk hatıralarından izlenimlerle de süslenen Bir Serencam ve Rahmet’teki hikâyeler, Edebiyât-ı Cedide zevkini ve anlayışını yansıtır. Bunlarda

9 Nazım H. Polat, a.g.m, c.24, s. 467

10 Zeki Gezer, a.g.e., s. 24

11 Nihat Sami Banarlı, a.g.e., s. 1202

12 Nazım H. Polat, a.g.m.,c.24, s. 466

(20)

hikâyeden çok mistik ve artistik bir nesir kıvamı vardır. Sanatın şahsî ve muhterem olduğuna inanan yazar bu hikâyelerde ferdî ve ailevî konuları işler. Bunlarda cemiyet-fert çatışması esastır ve ferdi hürriyet sosyal baskı karşısında daima zavallı bir kavram olarak kalır. Sanat anlayışında köklü bir değişime yol açan siyasi ve sosyal problemler ikinci dönemdeki hikâyelerinin konularını da değiştirir. Yakup Kadri Millî Mücadele yıllarında düşman mezaliminden çok canlı sahneler taşıyan Millî Savaş Hikâyeleri’nde artık ferdi ıstıraplardan sıyrılarak toplum meselelerine yönelir. Yakup Kadri’nin içtimai ve milli meselelere yönelişi 1916’dan itibaren yayımladığı diğer hikâyelerinde de görülmektedir. Kitaplarına girmeyen 20 hikâyesi Niyazi Akı tarafından Hikâyeler adıyla yayımlanmıştır13.

IV) Hatıra Kitapları

Yakup Kadri’nin 1908’de başlayan edebiyat hayatı ile 1934 yılında başlayan diplomatik hayatına dair hatıraları Zoraki Diplomat (1955), Anamın Kitabı(1957, çocukluk hatıraları), Vatan Yolunda (1958), Politika’da 45 Yıl (1968), Gençlik ve Edebiyat Hatıraları (1969) kitaplarında toplanmıştır14.

Bunlardan Anamın Kitabı aile çevresini, Mısır, Manisa ve İzmir’de geçen yıllarını hikâye ederken kendi mizacı ve yetişme tarzı hakkında da ipuçları verir.

İzmir’deki idadî yıllarıyla biten eseri, aynı günlere uzanan edebiyat merakı ve yazarlığa başladığı II. Meşrutiyet’in biraz öncesinden itibaren tanıştığı ediplerle ilgili Gençlik ve Edebiyat Hatıraları takip eder. O, olayların değil, edebî şahsiyetlerin odakta bulunduğu bu eserde yakından tanıma tarihlerine göre sıraya koyarak Mehmed Rauf, Şehabeddin Süleyman, Refik Halit Karay, Ahmed Haşim, Yahya Kemal Beyatlı, Süleyman Nazif, Abdülhak Şinasi Hisar, Abdülhak Hamid Tarhan,

13 a.g.e., s. 467.

14 Zeki Gezer, a.g.e, s. 26.

(21)

Tevfik Fikret ve Halide Edib’i anlatırken II. Meşrutiyet’ten Cumhuriyet’e kadarki edebi ve fikri yönelişlerin de boşluklarının bol bir panoromasını çizer.

Vatan Yolunda Millî Mücadele hatıralarıdır. İkdam’daki başyazılarıyla Millî Mücadele’yi destekleyen bir gazeteci olarak Mustafa Kemal’in yakınında bulunan yazar bu döneme ait hatıralarında onu mihver almıştır.

Politika’da 45 Yıl’ın odağı ise İsmet İnönü’dür. Burada Cumhuriyet’in kuruluşundan 1968 yılına kadarki dönemin siyasî olay ve şahsiyetleri hakkında hırs ve oyunları anlamakta güçlük çeken bir romancının değerlendirmeleri yer alır.

Zoraki Diplomat’ta, 1934–1954 yıllar arasında kendi arzusu dışında görev aldığı Arnavutluk, Çekoslovakya, Hollanda, İsviçre ve İran gibi ülkelerin genel durumu ile oradaki bazı bürokrat ve siyasetçilerle ilgili izlenimlerini anlatır. Bu eserlerde tarihe şahitlik edecek bir kalem yerine günlük hayatın ayrıntılarında gizli olanı yakalamaya çalışan bir romancı tavrı vardır.

V) Monografileri

Yakup Kadri’nin monografi türünde iki eseri vardır. Bunlardan ilki yakından tanıdığı ve aynı edebî zümre(Fecr-i Âti) içinde yer aldığı şair arkadaşı Ahmet Haşim, ikincisi 1919 yılından itibaren büyük bir hayranlık duyduğu, uzun müddet yakınında bulunduğu, ilke ve inkılaplarını samimiyetle savunduğu devlet adamı Atatürk için yazılmıştır. Ahmet Haşim kitabı, Ahmet Haşim’in ölümünden bir yıl sonra (1934), Atatürk kitabı da 1946’da çıkmıştır15.

VI) Makaleleri

Yakup Kadri’nin uzun süren bir gazetecilik hayatı vardır. Aslında ilk yazıları da kitap tenkitleriyle ilgiliydi. Bu yüzden onun sanat özelliklerini, fikirlerini

15 Zeki Gezer, a. g. e. s. 26.

(22)

açıklarken bu yazılardan bahsetmek lazımdır. Onun sürekli çalıştığı gazete İkdam’dır. Bu gazetedeki en faal devresi 1919–1923 yılları arasına rastlar. Bu müddet zarfında yazdığı gündelik makaleleri genel olarak üslup ve mana bakımından her zaman bir olgunluk, bir yükseklik gösterir. 1921 yılında İkdam başyazarlığını üzerine alan Yakup Kadri üç yıl içinde Millî Mücadelenin çeşitli safhalarına, meselelerine dair değerli makaleler de bırakmıştır. Onu bu devirde Anadolu zaferini bekleyen, dikkatli ve heyecanlı bir müşahit olarak görürüz. Yazarın o günlere ait ruh halini anlayabilmek için İkdam’da çıkan bir makalesinden alınmış şu satırları okumamız yeter: “Ne olursa olsun coşkun akan seli durgun suya bin kere tercih edenlerdeniz. Zira onda hayat, sıhhat, bunda teaffün, sıtma ve ölüm vardır. İkide bir Abdülhamit devrini hasretle yad edenler, işte, sükun ve rahatı ölüme kadar sevenlerdir. Bunlar o tembel ruhlardır ki her kımıldanışta bir ıstırap duyarlar ve o zayıf kafalardır ki etraflarında dönen şeylerden sersem olurlar, isterler ki her şey müebbeden yerli yerinde dursun; evet, küf tutsun, yosun bağlasın, fakat yerini değiştirmesin (Nikbin Olmanın Faydası, 13 Aralık 1920)16.

Karaosmanoğlu’nun İstiklâl Savaşı içinde Atatürk’ü ve savaş liderlerini anlatan ve Anadolu’nun birçok yerlerindeki hürriyet ve istiklâl aşkını dile getiren yazıları her zaman zevkle okunacak parçalardır. Zaman zaman sansür tarafından en canlı satırları karalanan bu makalelerinde o, geleceği iyi gören, anlayışlı, sezişli ve imanlı bir yazar olarak belirir. Kendisi bu hususta şöyle der: “Kendi irademin fevkinde bir ilahî kuvvet beni bir sarp yokuştan, adı belirsiz bir tepeye doğru itiyordu. Ve tadını hâlâ hasretle hatırladığım bir sıtma içinde bir şeyler sayıklıyordum; işte bu yazılar o sayıklamalardır. Onun içindir ki bir kısmını cezbesi tutmuş bir dervişin boğuk

16 A. Ferhan Oğuzkan, a. g. e. s. 20.

(23)

vaveylaları gibi manasız, bir kısmını âtiyi gören kahinlerin sözleri gibi esrarlı ve dokunaklı bulacaksınız. Diğer bir kısmı ise hafiften gelen sesler kadar bütün olacak şeyleri noktası noktasına haber verdiler” (Ergenekon, c.I, Birkaç Söz)17.

Yakup Kadri’nin dile ait de birçok makalesi vardır. Ona göre “Yaşayan dil, edebiyatın değil, hayatın dili, halkın dili”dir. Nitekim yazar, Türkçenin doğal gidişini dikkatle takip etmiş ve eserlerini, üslup özelliklerini bozmadan daima canlı bir dille yazmıştır. Yakup Kadri, dilimizin arınmasında hayırlı tesirleri bulunan Alfabe Komisyonu ile Dil Kurumu’nda da bir müddet fiilen çalışmıştır18.

Yakup Kadri, İkdam gazetesinde yazdığı makalelerini, Ziya Gökalp’in yeniden keşfettiği Ergenekon başlıklı bir kitapta toplamış ve kitabın üzerine Gökalp’in

“Ergenekon” destanından şu iki mısraı yazmıştır:

“Ergenekon yurdun adı Börtiçine kurdun adı.”19

VII) Romanları

Yakup Kadri’nin bugün edebiyat dünyasında en çok tanınan ve okunan eserleri romanlarıdır. Biz onun romanlarını tezimizin konusu olan İstiklâl Savaşı’nı hareket noktası alarak üçe ayırdık:

1) İstiklâl Savaşı öncesi Osmanlı İmparatorluğunu ele alan eserleri: Bir Sürgün, Hüküm Gecesi, Kiralık Konak, Nur Baba, Sodom ve Gomore, Hep O Şarkı

2) İstiklâl Savaşından sonraki Türkiye’yi ele alan eserleri: Ankara, Panorama.

3) İstiklal Savaşı içindeki Türkiye’yi ele alan romanları: Yaban, Ankara.

17 a.g.e., s. 21

18 a.g.e., s. 22

19 İnci Enginün, Yeni Türk Edebiyatı Araştırmaları, Dergah Yay. İstanbul, 2004, s. 496

(24)

BİRİNCİ BÖLÜM

1- YAKUP KADRİ’NİN İSTİKLAL SAVAŞI ÖNCESİ OSMANLI İMPARATORLUĞUNU ELE ALAN ESERLERİ

1.1- BİR SÜRGÜN

Kibar ve devlet düşkünü bir ailenin oğlu olan Doktor Hikmet, fazla okuduğu ve yabancılarla fazla temasta bulunduğu için İzmir’e sürülür. İzmir İstanbul’a göre çok serbesttir. Ona Gureba Hastanesi’nde görev verilir. Babası özel muayenehane açması için 150 altın gönderir. Fakat İzmir’deki hayatı çok monoton bulan Doktor Hikmet, 1904 yılı Temmuz ayında Paris’e kaçar. Öğrenimini burada tamamlayacaktır.

Paris’te tanıştığı Ragıp Bey ona yardım eder. Yabancı bir çevrede iş aramak, dost edinmek yaşamak zordur. Tanıdığı Fransız aile de ondan maddi olarak faydalanmakta, kızları Arlette’i vermek istemektedirler. Ancak babasının göndereceği parası kalmaz, ipotek edilen yalısı da elinden gittiği için o, sadece emekli maaşına kalmıştır. Onun da ancak bir kısmını gönderebilecektir. Giderek para sıkıntısına düşen Doktor Hikmet vereme yakalanır ve bir süre sonra ölür. Paris’in umumî mezarlığından birine gömülür20.

Yakup Kadri Bir Sürgün romanında 1904-1905 yıllarını tarih olarak vermesine rağmen eserde sadece bu yıllar arasına bağımlı kalınmaz. Yazar okuyucuya daha geniş bir zaman diliminden seslenir. Bir Sürgün romanında İstiklal Savaşı ile ilgili unsurlar yoktur. Fakat eserde Türk toplumunun Tanzimat’tan sonraki gelişimini, siyasal olayları, bu olayların Türk milletine ve bireylerine getirdiği etkiler, toplumun çalkantılarıyla İstiklal Savaşına doğru yol alması görülür.

20 Zeki Gezer, a.g.e., s. 40.

(25)

Yakup Kadri, romanda Doktor Hikmet’in macerasını anlatırken Türk adının dramı ile birlikte Jön Türklerin özelliklerini, Paris’teki İttihatçıların durumunu göz önüne serer. Yazar bunu yaparken eleştirici bir tutumu benimser.

Doktor Hikmet, II. Abdülhamit devrinin aydınlarından biridir. İzmir’den Paris’e kaçmaktaki amacı, Abdülhamit yönetiminin kurduğu baskıdan çok içinde bulunduğu dar çemberi kırmak isteğidir. Bunu yaparak Paris’e kaçar. Doktor Hikmet Paris’i hep Hugo ve Balzac’ın romanlarından tanımıştır. Kaçtığı şehri hep onların gözüyle görür. Fakat Doktor Hikmet’i büyük hayal kırıklıkları bekler. Sanat değeri yüksek bir tablo için yapılan kıyasıya pazarlıklar, bir Fransız asilzadesi olarak gördüğü kişinin gerçek yüzünü keşfedince uğradığı şaşkınlık ve çevresinde ilişki kurduğu Fransızların hep paraya bağlı dostlukları Doktor Hikmet’i üzüntüye düşürür.

Yazar, Doktor Hikmet ile II. Abdülhamit devri içinde yaşamış bir aydının hayatını anlatmaktan çok o devir içinde yer alan aydınları ve onların düşüncelerini temsil eden bir tipi canlandırır. Abdülhamit devri aydınları içinde Batı medeniyeti, özellikle Fransız kültürü, hayran oldukları ve öğrenmek istedikleri konular arasındadır. Batı medeniyeti ve Fransız kültürü Türk aydınları için olağan üstü ve yüce bir yerdedir. Doktor Hikmet, kitaplardan okuyarak hayalinde yarattığı Paris ile içinde yaşadığı Paris arasında bocalamıştır. Eserde şöyle der: “Paris’i elimde boş bir kâse gibi tutmaktayım. Lâkin içindeki iksir nerede?”21

Ayrıca Paris’te II. Abdülhamit’in baskılı yönetimine karşı yurt dışında mücadele eden Jön Türklerin gerçek amaçlarını unutup, kısır çekişmelere girmeleri Doktor Hikmet için ikinci bir hayal kırıklığıdır. Paris’te tanıştığı Ragıp Bey, Jön Türklerin bu durumunu şöyle anlatır: “Buraya geldiğim vakit hemen hemen benden

21 Bir Sürgün, İletişim Yay. 4. bsk. İstanbul, 1983, s. 106.

(26)

başka Türk yoktu. Sonradan üremeğe başladılar maşallah. Fakat ne hikmettir bilmem üredikçe itibarımız azalıyor. Çünkü yavaş yavaş ne mal olduğumuz ortaya çıkıyor.

Yalan, iftira, fitne, desise mi istersin, her adım başında birbirinin kuyusunu kazmayı istersin, gırla… Geçenlerde sözüm ona bir Jön Turc konferansı yapalım dediler, ağızlarına yüzlerine bulaştırdılar. Az kalsın tokat tokada yumruk yumruğa gelecektiler. Ne imiş o? Sen Prens Sabahattin Bey taraftarı imişsin. A efendim, aranızda hiç de vatan millet taraftarı olan yok mu? Hepiniz vatan millet diye hant hant ötersiniz vatan, millet yolundaki fedakârlığınızı, feragatiniz ne vakit göstereceksiniz? Şimdiden yer kavgası. Günün birinde bunlar bir de iş başına gelirlerse, tasavvur edin, artık siz bir kere curcunayı.”22

Yazar, eserinde bazı tarihsel gerçeklere de yer verir. 1902 yılında yapılan İttihat ve Terakki’nin Paris Kongresi, Abdülhamit’in arabasına konulan bomba haberi verilen tarihsel gerçeklere örnektir.

Bir Sürgün romanında asıl ele alınan konu çöküşe doğru giden Osmanlı İmparatorluğu’nda yer alan ve II. Abdülhamit’in baskılı yönetimi içinde yetişen aydın neslin bunalımlarıdır. Toplumdaki değişim ve Batı etkisi yüzünden kültür kurumlarımızın yozlaşması ve dolayısıyla sağlıklı bir eğitim ve terbiye alamadıkları için ne içinde bulundukları Türk toplumuna ayak uydurmuşlar, ne de hayran oldukları Batı medeniyetini anlayabilmişler, böylece bunalıma düşmüşlerdir.

Aydınların enerjilerini harcayacakları, uğrunda çalışıp başarmanın tadını duyacakları bir hedefleri yoktur. Hedefi kaybediş, Doktor Hikmet gibi aydınları ürkek, iradesiz ve çekingen yapar. Yazarın Hüküm Gecesi romanındaki kahramanı Ahmet Kerim de bir hedefi olmayan aydının bunalımlarını yaşar.

22 Aynı eser, s. 73 vd.

(27)

Doktor Hikmet, Türkiye’de yaşadığı ortamdan kaçınmakla kurtuluşa doğru gittiğini sanmış, fakat aradığını bulamayınca hayattan kopmuştur. Fransa’da Şark insanının ruhî özelliklerinin, batılılardan daha üstün olduğu gerçeğini kavrar. Bir zamanlar kurtulmak için çaba gösterdiği vatanının kıymetini anlar. Fakat gerçekleri görüşte Doktor Hikmet geç kalmıştır ve yakalandığı hastalıktan kurtulamayarak Türkiye’den uzakta ölür. Parası olmadığı için Fransa’nın umumî mezarlıklarından birine gömülür23.

Yakup Kadri Batı medeniyeti hakkındaki fikir değiştirmesini şöyle anlatır:

“Hayatımda aldığım en büyük ders, bütün kültürümün ve inançlarımın kaynağını teşkil eden Garp medeniyetinin Millî Mücadele devrinde tersini görmek ve bu yüzden büyük bir hayal kırıklığına düşmüş olmaktır.”24

Yakup Kadri Bir Sürgün romanında II. Abdülhamit devrinde yetişen aydın neslin bunalımlarını ve dramını vermiştir. Böylece bu eserde açıktan açığa İstiklal Savaşının etkisi olmamakla beraber, İstiklâl Savaşına hazırlanan toplumun, aydın kesiminin bunalımlarının verilmesi yüzünden bu romana geniş olarak değindik.

1.2- HÜKÜM GECESİ

Ahmet Kerim, II. Meşrutiyet devrinin ünlü muhalif gazetecisi Ahmet Samim’in yakın arkadaşıdır. Ahmet Samim Seda-yi Millet, Ahmet Kerim Nidâ-yi Hakikat gazetesinin başyazarıdır. Her ikisi de İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin kaba kuvvete dayanan yönetimine karşı yazı ile mücadeleye girişmiştir. Günün birinde Ahmet Samim öldürülür, muhalif gazeteler kapatılır. Bunun üzerine işsiz kalan ve derin bir karamsarlığa kapılan Ahmet Kerim politikadan iğrenir. Ahmet Kerim, bir İttihatçının kız kardeşi olan sevgilisi Samiye’nin konağına gittiği bir gün tuzağa düşer. Ahmet

23 Nazike Umut, Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Romanlarında Kurtuluş Savaşı, Ankara 1984, s. 5 (Hacettepe Üni. Türk Dili ve Edebiyatı Böl. basılmamış lisans tezi).

24 Zeki Gezer, a.g.e., s. 41.

(28)

Kerim’i Samiye’nin ağabeyi ve iki yeğeni ellerinde tabancalarıyla öldürmeye gelirler. Ahmet Kerim’in kahramanca tavrı üzerine Samiye araya girer ve onu ölümden kurtarır. Ahmet Kerim, bu olay üzerine Samiye’den uzaklaşır, yeniden politikaya girer ve Alemdar gazetesinin başyazarı olur. Samiye, kurduğu tuzaktan pişmanlık duyarak ona âşık olur, mektuplar yazar, aracılar gönderir, aşkına karşılık bulamaz ve intihar eder. Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nın kurduğu ihtilal komitesi Mahmut Şevket Paşa’yı öldürünce bütün muhalifler gibi Ahmet Kerim de tutuklanır ve o yılların meşhur Bekirağa Bölüğünde yargılanır. Ziya Gökalp’in aracılığıyla Sinop’a sürgün edilerek idamdan kurtulur. Sinop’ta hiçbir şeyle ilgilenmez, kendini içkiye verir. Annesine bir mektup yazmaya karar verdiğinde ellerinin titrediğini fark eder. Cevdet Kudret, roman için “Yazarın en özgün, en ilgi çekici, en güçlü romanı, bugüne değin yazılan edebiyat tarihi ve incelemelerde ne yazık ki gereği gibi işlenmemiştir” görüşündedir25.

Bu roman 1908–1911 yıllarında geçen olayları anlatır. Yazar romanında İstiklâl Savaşı’na hiç değinmez. Romanın kahramanlarından Ahmet Kerim’in gözüyle Meşrutiyet devri, bu devirde geçen olaylar anlatılmıştır. Eserde sergilenenler, İttihat ve Terakki Cemiyeti ile muhalefetteki Hürriyet ve İtilaf Fırkası arasındaki kısır çekişmelerdir. Bu çekişmenin yarattığı gergin ortam, Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşü ve böylelikle ülkenin İstiklâl Savaşı’na giden yola doğru yürümesi ele alınmıştır. Yakup Kadri romanda anlatılan olayları bizzat görmüş ve yaşamış bir insan olarak eserin konusunu, gözlediği toplumun içinden almış ve Hüküm Gecesi romanı Meşrutiyet döneminin eleştirisi özelliğini göstermiştir.

25 a.g.e, s. 34.

(29)

Yakup Kadri Ahmet Kerim’in trajedisiyle Osmanlı İmparatorluğunun trajedisini birlikte ele almıştır. Ahmet Kerim, muhalif bir gazetenin başyazarıdır.

Aydın bir kişidir. Hürriyet ve İtilaf Fırkası’ndan olduğu halde gerektiğinde kendi partisini eleştirebilecek olgunluktadır. Yani gözü kapalı bir partizan değildir. Ahmet Kerim, iktidara gazetesinden muhalefet ederken çevresindeki diğerleri gibi bir koltuk sevdasına düşmemiştir. Eserde şöyle denilir: “Saim hocaların, mebus Tahsinlerin ve daha başkalarının, dilek ve gayeleri de kendilerine göre bir ikbale erişmekten başka bir şey değildi. Lâkin Ahmet Kerim, kendi etinde bu çeşitten bir ihtirasın iğnelerini hiç duymamıştı.”26

Yakup Kadri bu eserinde Meşrutiyet devrinde yaşamış ve önemli görevlerde bulunmuş gerçek kişilere yer vermiştir. Burada ülke çıkarlarından çok kendi çıkarlarını düşünen kişiler söz konusudur. Bunlar, kısır çekişmeleri yüzünden Balkanlar’da baş gösteren bağımsızlık isyanlarıyla ülkenin paylaşıldığının farkında değildirler. Ordunun isyanlar karşısında düştüğü acizlik ve yaşanan ekonomik çöküntü Batılı Emperyalist devletlerin lehine işlemektedir. İktidardaki İttihat ve Terakki, kendisine muhalefet eden gazetecileri ortadan kaldırma çabası içindedir.

Halkın manevî çöküntüsünün yanında cepheden gelen kötü haberler de ümitsizliği büsbütün arttırmıştır. İhtiras sahibi kimseler, şeref ve şan uğruna askerleri bile bile yenilgiye göndermektedirler. Askerler yenildikçe Türk milletinin hayatî kuvvetleri bir bir çökmektedir. Romanın kahramanı Ahmet Kerim, buna karşı önlem almak isteyenlere katılırsa da çok geçmeden bunların yavan, bilgisiz ve boş insanlar olduklarını anlar. Bir defa daha hayal kırıklığına uğrar. Bu sırada Mahmut Şevket

26 Hüküm Gecesi, İletişim Yay. 4. bsk. İstanbul 1983, s. 31

(30)

Paşa vurulur. Tutuklama hareketleri başlar. Ahmet Kerim de tutuklanır. Kurtulunca kendisini içkiye vererek ölümü bekler.

Yakup Kadri, bu romanda bir kuşağın eleştirisini yapar. O devir gençliğinin idealden, bilgiden yoksun bırakılmasının, iktidar çarklarının onların öğütmesine yol açtığını, devrin karışıklıkları, kin ve hileleri içinde yok olup gittiklerini, Türk milletine çok şey verecekken pasif bir güç haline geldiklerini belirtir. Yine de onlar hakkındaki ümidini kaybetmemiştir. Bu gençlik içinden millî mücadele savunucularının çıkacağını hissettirmek istemiştir. Bu eserde İstiklâl Savaşına sadece yıkılmakta olan Osmanlı İmparatorluğu’nun meseleleri ve kısır çekişmelerin yol açtığı çatışmalar arasından bakılmıştır. Yakup Kadri bu eserinde Osmanlı İmparatorluğu’nun temelinden sarsılmasına sebep olan olayları gözler önüne sermiş ve bu olayların faillerini eleştirmiştir. Bu roman bir bakıma Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmasına ve yeni bir sisteme oturan Türkiye Cumhuriyeti’ne dönüşmesine, ülkenin paylaşılmasına tahammül edemeyen Türk milletinin silkinerek İstiklâl Savaşına doğru yol almasının başlamasına sebep olan olayların ele alındığı bir eserdir27.

1.3. KİRALIK KONAK

Romanda II. Abdülhamit devri nazırlarından emekli Naim Efendi, gelenek ve göreneklere bağlı, olgun bir adamdır. Kızı Sekine Hanım, damadı Servet Bey ve torunları Seniha ve Cemil ile aynı konakta yaşamaktadır. Damat alafranga düşkünüdür. Torunu Seniha da serbest yetiştirilmiştir. Konağa girip çıkan gençler arasında iki hayranı vardır. Faik ve ondan daha genç, daha yakışıklı Hakkı Celis.

Faik uçarı, çapkın ve yüzsüzdür. Seniha’yı baştan çıkarır. Seniha hamile kalır.

27 Nazike Umut, a.g. e., s. 10.

(31)

Durumu öğrenen Naim Efendi çok sarsılır. I. Dünya Savaşı’nın yarattığı pahalılık konakta da etkisini gösterir. Kanlıca’daki yalı satılır. Seniha’dan para sızdırmaya kalkacak olan alçalan Faik ortadan kaybolur. Seniha özlemini çektiği Avrupa’ya kaçar. Seniha’yı temiz bir aşkla sevmiş olan Hakkı Celis da cepheye gider. Damat Servet Bey, karısını alıp bir apartmana çıkmıştır. Avrupa’dan dönen kızı Seniha’nın apartmanda savaş zenginleriyle yaşamasına, bol para edinmesinden rahatsız olmayacak kadar geniş bir insandır. Naim Efendi, konağı kiraya verip kız kardeşinin yanına taşınmak istese de kimse eski konakla ilgilenmez. Servet Beylerin evinde verilen bir ziyafette cepheden izinli gelmiş bir subay, Hakkı Celis’in birkaç gün önce şehit olduğunu haber verir. Seniha, Hakkı Celis’in şehit olmasını umursamaz, fakat orada bulunanlardan bir harp zengini “O delikanlı için muhteşem bir türbe yaptıracağım” der. Naim Efendi hızlı değişmesine akıl erdiremediği bir çöküş dünyasında yapayalnızdır28.

Yukarıda kısaca özetlediğimiz Kiralık Konak romanında Yakup Kadri İstiklâl Savaşı’na sadece değinmiş ve onu malzeme olarak kullanmıştır. Burada asıl ele alınan konu yıkılan Osmanlı İmparatorluğu içinde yenileşme hareketlerinin yanlış değerlendirilmesi ve kuşaklar arasındaki çatışmaların sonucu, bir ailenin faciası yer alır. Eserde savaş arkası İstanbul’unda belli bir kesime yöneliş vardır. Yazar işgal altındaki ve İstiklâl Savaşı öncesindeki İstanbul’da Naim Efendi ve ailesini, onların yakınlarını ele alır.

Yakup Kadri nesiller arasındaki farkı ve insanların dramını Naim Efendi, torunu Seniha ve yeğeni Hakkı Celis üzerinden verir. Bu insanların dramında Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşü ve İstiklâl Savaşı’na doğru yol alması vardır.

28 Zeki Gezer, a. g. e. s. 30.

(32)

Eserde Naim Efendi, ölüm kalım savaşı içindeki Türkiye’de üzerinde Osmanlı geleneğini en çok yoğunlaştırmış kişisi olarak tanıtılır. Tezimizin konusu olan İstiklâl Savaşı’na bakış açısından Naim Efendi ortada kalmıştır. Konakla beraber yarı yolda kalmış bir insandır. Eski tuttuğu değerlerin kaybolması ve yenisine ayak uyduramaması yüzünden onun yaşama alanı ailesi etrafında sınırlanmıştır. Meydana gelen siyasi olaylar ile yapılan savaş onu ilgilendirmez. O, kendini zamanın akışına bırakır. Değişen toplum içinde yerini ve zamanını geçirmiş olan bir kişi olarak ölüme terk edilir. Çünkü onun zamanı geçmiş, damadı Servet Bey gibilerin zamanı başlamıştır. O, işgal kuvvetleri subaylarına ve yeni harp zenginlerine evinde ziyafetler vererek kârlı bir iş tutma yoluna girer. İşadamlarını ve işgal kuvvetleri subaylarını evine çekmekte usta olan kızı Seniha’yı amacına ulaşmak için çeşitli erkeklere peşkeş çektiğinin farkında değildir veya öyle görünmek işine gelmektedir.

Burada yazar aile kurumunun kutsal sayıldığı Türk toplumunda değişen ahlak kurallarını ve ahlak bozukluğunu vermiştir.

Yazarın verdiği bir diğer örnek ise, Seniha ile Faik Bey arasındaki ilişkidir. Bu ilişki çok ileri gitmesine rağmen evlenmeyi düşünmezler. Çünkü ikisi de zengin bir eş bularak rahat bir ömür sürdürmek istemektedirler. Kısacası savaş bu aileye ahlak bozukluğu, değer karmaşası ve zenginlik getirmiştir.

Eserde Avrupa’ya gitme özlemi duyan Seniha zengin ve gösterişli bir hayatın peşindedir. Millî ve manevi duygulardan yoksun biridir. O, ülke sorunlarıyla ilgilenmekten çok kendi ihtirasları peşinde koşmaktadır.

Bu yoldan çıkmış kişiler arasında Hakkı Celis, doğruyu bulan tip olarak karşımıza çıkar. O, Seniha’da umduğunu bulamayınca ve onun çevresini bayağılıklarla dolu görünce ondan uzaklaşır. O, savaşın en yoğun olduğu bir

(33)

dönemde cepheden gelen yaralı askerlerin İstanbul sokaklarındaki acıklı manzarasını göremezken, Seniha’dan alacağı bir mektubun umuduyla her şeyi unuturken, şimdi Çanakkale Savaşı’na katılarak “Ölüme gidiyorum” demektedir. Seniha karşısında hayal kırıklığına uğrayan Hakkı Celis, bireysel acılardan daha önemli şeylerin olduğunu kavramıştır. O vatan millet sevgisi gibi toplumun yeni değerlerine sarılır.

Hakkı Celis, yazarın fikirlerini okuyucuya vermekte aracı olarak kullandığı kişidir. O, o devrin Türkiye’sinin görünüşünü Hakkı Celis’in ağzından şu şekilde açılar: “Millet ona bazen kilometrelerce toprak üzerine yığılmış bir kocaman ceset halinde göründü. Bu cesedin üzerine dünyanın dört köşesinden çıkmış bir sürü haşarat hücum ediyor ve kendi kıyafetinde alay alay insan bu haşaratları dağıtmaya koşuyordu.”29

Sonunda Hakkı Celis, Çanakkale Savaşı’nda ölür. Ondan sonra da Seniha hayatını kaybeder.

Yakup Kadri’nin Kiralık Konak adlı romanında onun İstiklal Savaşı’na bakışını Hakkı Celis’te görebiliriz. Eserde İstiklal Savaşı ile ilgilenen ve onunla iç içe olan tek kişi Hakkı Celis’tir. Yazar, Kurtuluş Savaşı’na katılmayan İstanbul’daki yozlaşmış kesime iyi gözle bakmamaktadır. Onların içinde doğruyu bulan Hakkı Celis’i Türk aydınının bir simgesi olarak görür. Yazar için o, yıkılan Osmanlı İmparatorluğu ile yeni kurulacak Türkiye Cumhuriyeti arasında bir köprüdür. Yazar için Türk aydınları kurulacak cumhuriyete en çok katkısı olacak kişilerdir. Türk milletinde var olan olumsuz yanlar sökülüp atılacaktır. Yazar Türk aydınından umutludur30.

29 Kiralık Konak, Birikim Yay., İstanbul 1979, s. 191.

30 Nazike Umut, a. g. e. s. 16.

(34)

1.4. NUR BABA

Nur Baba bir Bektaşi şeyhidir. Kara sakallı, güzel sesli, zevk düşkünü bir adamdır. Gözlerinde ve sesinde kadınları büyüleyen bir güç vardır. Çıkarlarıyla zevklerini birleştirmesini bilmektedir. Tekkeye düşen zengin ve güzel kadın müritler, onun elinden servetlerini ve kendilerini kurtaramaz. Nur Baba, önce, ölen şeyhin karısı Celile Bacı ile evlenerek tekkeye şeyh olur. Ziba hanımefendinin servetini tüketir. Daha sonra Nigar’ı ele geçirir. Nigâr onun uğruna kocasını, çocuklarını ve itibarını terk eder. Bütün servetini de tekkeye verir. Nur Baba, onu da bırakıp Süheyla isimli genç bir kızla evlenir.

Nur Baba romanında imparatorluk devrinin en önemli dinî ve sosyal kurumlarından biri olan tekkenin 20. asrın başlarındaki çözülüşü anlatılmaktadır.

Tekkede düzensizlik, ölçüsüzlük vardır. Tekke çile yeri olmaktan çıkıp bir eğlence yerine dönüşmüş, fedakârlık yerini menfaate bırakmıştır. Yalıda oturan Ziba Hanım ile konakta oturan Nigâr hanım bütün ölçülerine, düzenlerine, duygu ve düşüncelerine rağmen ölçüsüz olan Nur Baba tekkesine düşünce kendilerini, zenginliklerini ve bütün değerlerini kaybetmişlerdir31.

Yazıldığı tarihten itibaren büyük tepkiler çeken bu roman hakkında Nihat Sami Banarlı şunları söylemektedir: “Sanatkâr, Nur Baba isimli romanında millî ve tarihî bir Türk müessesi olan Bektaşî tekesinin Türk medeniyeti tarihine yedi asır süresince yaptığı büyük hizmetleri asla dikkate almayarak bu tekkenin yalnız son çağlardaki bazı bozuk taraflarını Bektaşîliğin kendisi zannedercesine bu teşekkülü şiddetle hırpalamıştır. Türk milletinin serbest düşünceye ve yaratıcı tefekküre olan tarihî meyline, medresenin, hatta yüksek zümre tasavvufunun otoritesine rağmen asırlarca, millî bir tefekkür sistemi halinde müesseseleştirerek yaşatan Bektaşi tekkesi, Türk

31 Zeki Gezer, a. g. e. s. 32.

(35)

dilini, Türk musikisini, millî nazım şekillerimizi, millî veznimizi velhasıl, tarihî ve ananevî Türk zevkini ve Türk zekâsını kendi hareketli bünyesinde nemalandırarak zamanımıza kadar ulaştıran bu harika teşekkül, daha kuruluşunun ilk çağlarında kadını, erkeği, sanatı ve serbest düşünceyi en medenî bir anlayışla bir araya toplayan bu ileri cemiyet, şerefli mazisi akla getirilmeden, yalnız son çağlardaki cismanî aşk ve ihtiras sahnelerine bakılarak, bu eserde insafsızca örselenmiştir. Nur Baba, Bektaşîliğin ancak kötü taraflarını belirten bu kuvvetli roman, âdetâ bir münevver taassubu ile yazılmış bu canlı eser, hikâye sanatı bakımından güzel, fakat asıl Bektaşîliğin ne olduğunu bilenler için iç ezici ve üzücü bir kitaptır.

“Yakup Kadri, bazı nesirlerinde “pîrim” diye andığı sanat ve tefekkürüne hayran olduğu Yunus Emre’nin de ilk mensupları arasında bulunduğu bu tarihî müesseseyi, öyle görülüyor ki, bir parça da bilmeyerek hırpalamıştır. Böylelikle Nur Baba, hiçbir içtimaî teşekkülün, tarihi incelenmeksizin bir roman mevzuu yapılamayacağını göstermek bakımından dikkate değer bir kitaptır”32.

1.5- SODOM VE GOMORE

Olayın oluştuğu çevre, Mütareke ve işgal günleri İstanbul’unun yabancı ve azınlık unsurlarının toplandığı semtlerdir. Bu semtlere yerleşmiş bir kısım Türkler de örnekleri Tanzimat'tan beri küçük bir azınlığını hayatında görülmüş olan az çok maddî imkân sahibi, temelli ve düzenli bir eğitimden geçmemiş, Batıyı ancak kabuktan görebilmiş ve bu gördüğü kabukta ihtiraslarında daha kolay ve daha cazibeli tatmin sahaları bulacağını umduğu için, olanca gücüyle biçimce Batılılara benzeme yolunu tutmuş, küçük bir topluluktur.

32 Nihat Sami Banarlı, a. g. e., c. II, s. 1203.

(36)

İntikal devri toplumlarında olağan ve ölçülü değişmelerin yanı sıra, yenilik taraftarlarıyla muhafazakârların taşkınlık ve ölçüsüzlüklerine daima rastlanır. Zaten toplum yapısındaki değişme ve gelişmelerin bir düzene girmesi ve basamaklanması da, bu yenilik taraftarlarıyla muhafazakârların kutuplanmasının ve bu kutuplanmanın sakladığı dengenin sonucudur.

Yenilik taraftarı, geleneklerin baskısından sıyrılıp kurtulmak, kraldan artık, kralcı bir görüşle yeni nizamın aşırı bir uygulayıcısı olmak çabası içindedir. Bu çaba, yenilik taraftarlarının kendini daha iyi yapabilmek yolunda ilkel ve utanılır bulduğu bazı özelliklerinden kurtulmak isteği diye tanımlanabilir.

Günlük yaşayış, zevkler, âdetler yenilik taraftarının elinde hep yenidünya görüşünün mihenginde denenecek, bütün bunlar yeni ortamın değerine göre yapı değiştirecektir.

Tabiî yenilik taraftarlarının çevresinde, işi fikir alanında yaşayanlar kadar yeniliğin ancak özentisini duyabilenler, değişmenin zorunluluğunu anladığı için değil, cazibesine kapıldığı için birikmiş yalınkatlar da bulunacaktır.

Bu yalınkatlar, kendi içlerinde bir fikir savaşı vererek ve yenidünya görüşünün İlkelerine bağlanarak değil, aşağılık duygusunun iticiliğiyle ve sırf benzemek kaygısıyla günlük yaşayışlarının, zevklerinin ve âdetlerinin sadece kabuklarını değiştirebilirler ve bu değişmenin hem ispatını göstermek, hem de amelî sonucu elde etmek için girdikleri çevrenin en bayağı zevklerine yönelirler.

İşte Yakup Kadri'nin Sodom ve Gomore'de verdiği Türk unsur, bu yalınkatlardadır33.

33 Aytekin Yakar, Türk Romanında Millî Mücadele, DTCF yay. Ankara 1973, s. 64 vd.

(37)

Olayda, bu küçük topluluk, Özellikle, İngiliz himayesini kurtuluş için tek çıkar yol olarak görmektedir. Olayın çevresinde kurulduğu ailenin reisi, Leylâ'nın babası Sami Bey, "Tanzimat devrinin meydana attığı o biçim alafranga Türklerdendir ki Türk'den gayri her milletin kuvvetine inanırlar ve Türkiye'ye ait her meselenin mutlaka başkaları tarafından halledileceğine kanidirler" (s. 337)34. Bu başkaları içinde özellikle "İngiltere kelimesi Sami Bey'in ağzında esrarengiz ve metafizik bir mahiyet alıyordu. Zaman-ı kadimin kâhinleri bile gaipten haber verirken veyahut bazı mabud isimlerini telâffuz ederken belki bu kadar dindarane bir ciddiyet almazlardı. Zira Sami Bey için İngiltere, şeriksiz bir ilâhtır; dünyanın bütün işleri, dünya milletlerinin bütün mukadderatı onun vereceği kararlara ve hükümlere tâbidir.

Onun arzu ve iradesi haricinde hiçbir şeyin vukuuna imkân yoktur. Filvaki yarım asırlık bir tecrübe silsilesi ondaki bu kanaati sarsılmaz bir iman haline getirmiştir.

Şimdi nasıl olur da, bir avuç Anadolu Türkünün bu mehip kudrete rağmen muvaffak olacağına ihtimal verebilir." (s. 337). Bu yüzden, Sami Bey ailesinin biricik kızı Leylâ ile çevresindeki kozmopolit topluluk, Mütareke'nin bu dağılma ve yıkılma günlerinde olanlar, adeta kendilerini haklı çıkarmışçasına pervasızlaşarak, itilâf dev- letleri kuvvetlerine, özellikle İngiliz subaylarına kucak açmışlar, onlarla dostluklar, içli dışlı münasebetler, sefih alâkalar kurmuşlardır.

Yakup Kadri Sodom ve Gomore’de Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşünü dile getirmiştir. Fakat bu çöküşte dimdik ayakta kalan Anadolu sezilir.

Yazar eserinde İstiklâl Savaşı’na açıkça yer vermez. Ağırlık teşkil eden konu, işgal altındaki İstanbul’a bakış ve bu şehirde belli bir kesimi teşkil edenlerin

34Yakup Kadri Karaosmanoğlu: Sodom ve Gomore, Hamit Matbaası, İstanbul, 1928.

(38)

ahlaksızlıkları ve İstiklâl Savaşı’na karşı aldıkları tavır ortaya konur. Yazar bu romanda umudunu doğacak yeni bir millete bağlamıştır.

1.6- HEP O ŞARKI

Bir paşa kızı olan Münire, Abdülmecit’in padişahlığının 10. yılında doğmuştur.

Abdülhamit’in padişahlığının 20. yılında roman yazmak için kaleme sarılmıştır.

Romanında kendi aşkını yazacaktır. Münire konak komşuları Hakkı Paşa’nın oğlu Cemil’i sevmektedir. Cemil, çevresinde çapkınlığıyla tanınmıştır, o da Münire’yi sever, fakat babası Münire’yi çapkınlığından dolayı Cemil’e vermez. Münire, Nafi Molla’nın oğlu Rüknettin Bey’le evlenir. Bir süre sonra Cemil’le tekrar buluşmaya başlar. Kocası konakta bulunan bir Habeş kızını hamile bırakınca baba evine döner.

Baba evinde de Cemil’le buluşmaya devam eder. Bu arada Cemil, bir sultan ile evlenmeyi reddetmesi üzerine sürgün edilir. Ancak 25 yıl sonra Cemil’i görebilen Münire, onu çökmüş bulur, hayal kırıklığına uğrar, yıllarca sürdürdüğü aşkı biter.

Hep O Şarkı romanı, bir aşk hikâyesi olmaktan ziyade XIX. asır sonu Osmanlı aile ve konak hayatı tarzlarını, insan ilişkilerini anlatmaktadır. Yakup Kadri’nin son romanı olmasına rağmen bütün romanları içinde zaman olarak en eski devri işleyen romanıdır35.

35 Zeki Gezer, a.g.e.,s. 46.

(39)

İKİNCİ BÖLÜM

2) YAKUP KADRİ’NİN İSTİKLAL SAVAŞINDAN SONRAKİ TÜRKİYE’Yİ ELE ALAN ESERLERİ

2.1- ANKARA

Romanın birinci bölümünde Millî Mücadele’nin heyecanlı, ateşli Ankara’sı vardır. İstanbul’dan gelen Selma Hanım, önceleri Millî Mücadele’nin ruhunu kavrayamaz, halkın ilkel yaşayışından nefret eder. Zamanla kocası Nazif Bey’in yardımıyla Ankara’ya uyum sağlar. Ancak Nazif Bey’in Sakarya Savaşından kaçma yollarını araması eşlerin arasını açar. Selma Hanım, Binbaşı Hakkı Bey’e yaklaşarak Millî Mücadeleye katılır, yaralılara bakar. Çok geçmeden Sakarya kıyılarından zafer haberleri gelir.

Cumhuriyetin ilk yıllarının işlendiği ikinci bölümde Selma Hanım ile Binbaşı Hakkı Bey, evlenirler. Hakkı Bey, askerlikten ayrılarak bir şirketin yönetim kurulu başkanı olur. Selma Hanım, lüks ve ihtişamın hâkim olduğu hayatında aradığı mutluluğu bulamaz. Cumhuriyet’in ilk aydın kuşağı yetişmiştir. Selma Hanın üçüncü evliliğini bu aydınlardan Necat Sabit ile yapar ve çok mutlu olur36.

Yakup Kadri bu romanından İstiklal Savası sırasındaki Ankara, zaferden sonraki Ankara ve kendi hayalindeki Ankara olmak üzere üç ayrı Ankara’yı anlatmıştır.

İstiklâl Savaşı sırasındaki Ankara, tezimizin bundan sonraki bölümünün konusuna girdiği için onu orada anlatacağız. Bu bölüme kitabın ikinci kısmı olan zaferden sonraki Ankara kısmına yer vereceğiz:

36 Zeki Gezer, a. g. e. s.38.

Referanslar

Benzer Belgeler

Ve sanatçının pek bilinmeyen bir özelliğini açığa vurur: Picasso, İlk eserlerinde, İnsanların duygularını İfade etmeye çalışmış ve klasik sadeliğe

Ken­ dini dışarda tutmasını, kendini bile dışardan gözlemesini bilmiş.” (s. Benzerlik, Akın’dan yararlandığım düşüncesi­ ni doğurur muydu? Bu

茯苓杏仁甘草湯方:茯苓 三兩 杏仁 五十個 甘草

Böylece daha yoğun ama başka özellikleri bakımından girdiyle tıpatıp aynı olan bir çıktı dalgası oluşur.. Madde dalgası yükselticisindeyse, atomlar için üç farklı

İstanbul Muallim mektebinde, İatanbul, Mer­ can, Galatasay Liselerinde malûmatı kanuniye Türkçe, edebiyat ve en son olarak da hukuk ve iktisad muallimliklerinde

˙Ikinci bölümde KLayout programı ile yatay eksende ve z ekseni yönünde salınım ya- pan MEMS rezonatör yapılarının tasarımı, 3 kütleli z ekseni yönünde salınım yapan

Birinci temel bileşen, Tarımda Çalışan Erkek NüfusXI, Sanayide Çalışan Erkek Nüfus X2, Sanayide Çalışan Kadın NüfusX3, Hizmet Kesiminde Çalışan Erkek NüfusX4, Kişi

Kurbanlar kesildi, dua­ lar edildi, işçiler, ustaları­ nın yanı sıra münavebe ile bir gün Yeniçeriler, bir gün Sipahi askerleri camiin in gaası için civardan