• Sonuç bulunamadı

2. YABANCILAŞMA KAVRAMI, TANIMI, TARİHSEL GELİŞİMİ,

2.3. Yabancılaşmanın Boyutları

Yabancılaşma öncelikle felsefi ve sosyolojik bir kavram olarak ele alınmıştır. İlerleyen zaman içerisinde ise psikolojik bir kavram olarak değerlendirilmiş ve araştırmacılar tarafından ölçülebilir bir hale getirilebilmek için gerekli çalışmalar başlatılmıştır (Boz, 2014:14). Yabancılaşma üzerine özellikle 1960’lı yılların başlangıcından itibaren pek çok araştırmalar yapılmış ve ölçekler geliştirilmiştir. Özellikle Amerikalı toplumbilimciler yabancılaşmayı kurumsal boyutunun dışına taşımaya çalışmışlar ve yabancılaşmanın somut biçimde ölçülebilmesi için ampirik çalışmalar yapmışlardır (Tüzün, 2014:65). Bu konu ile ilgili çalışmalar yapan araştırmacılar arasında öne çıkan isim Melvin Seeman’dır.

Yabancılaşma kavramı, kültüre yabancılaşma, örgüte yabancılaşma, bireyin kendisine yabancılaşması, işe yabancılaşma gibi farklı biçimlerde karşımıza

22

çıkmaktadır (Kösterilioğlu, 2011:45). Hegel’den önce ve Hegel’in döneminde felsefi bir kavram olarak ele alınan yabancılaşma kavramı, Marx ile birlikte sosyal bir kavram olarak değerlendirilmeye başlamış ve farklı yönlerinin olabileceği yavaş yavaş gündeme gelmeye başlamıştır (Fettahlıoğlu, 2006:31). İlerleyen zaman içerisinde de sosyal bir kavram olarak ele alınmıştır.

Seeman, yabancılaşma kavramını birey üzerine olan etkilerine göre ele almış ve sınıflandırmıştır. Seeman “Yabancılaşmanın Anlamı Üzerine” (On The Meaning Of Alienation) adlı makalesinde, yabancılaşmayı tek bir kavram olarak ele almak yerine beş ayrı boyutta ele alıp incelemiştir (Seeman, 1959:784; Boz, 2016:263). Bu boyutlar; anlamsızlaşma, kuralsızlaşma, yalnızlaşma, güçsüzleşme ve izolasyondur. Mottaz, Seeman'ın yabancılaşma sınıflandırmasını direkt işle ilgili olanların ayrı değerlendirilmesi maksadı ile üç başlık altında incelemiştir. Mottaz tarafından bu sınıflandırmaya dahil edilmeyen, kuralsızlaşma ve yalnızlaşma boyutları, önemsiz oldukları için değil, bu konularla ilgili etkenlerin daha çok kurumun dışından olmasından kaynaklanmaktadır (Uysaler, 2010:20). Sonuçta kurumdan kaynaklanan etkenlerden dolayı oluşan boyutlar; anlamsızlaşma, güçsüzleşme ve izolasyondur. Seeman’ın, yabancılaşma kavramını sınıflandırması yabancılaşma çalışmalarında bir düzen oluşmasını sağlamıştır. Bunların yanı sıra, Seeman’ın beraberinde yabancılaşma kavramını çeşitli boyutlarda değerlendiren düşünürler de olmuştur. Middleton, Seeman’ın sınıflamasını temel almakla birlikte, yabancılaşmayı “güçsüzlük, normsuzluk, anlamsızlık, ve işten yabancılaşma ” boyutlarında ele almıştır (Pierce, and Jussila, 2011:98).

Feuer, yabancılaşma kavramını beş boyutta ele almıştır. Bunlar “kuşakların yabancılaşması, ırkın yabancılaşması, endüstriyel toplumun yabancılaşması, rekabetçi toplumun yabancılaşması, sınıflı toplumun yabancılaşması” dır (Parsıl, 2007:17).

Dean, yabancılaşmayı “sosyal izolasyon, güçsüzlük ve kuralsızlık” şeklinde üç kompanette kavramsallaştırmıştır (Dean,1961:282).

Nettler, yabancılaşmayı politik ve kültürel bir uzaklaşma durumu olarak tanımlamıştır (Schwartz, 2009:54).

Blauner ise yabancılaşmayı, kendine yabancılaşma (kimliğini kayıp etme, uzaklaşma), izolasyon (aidiyet duygusunu kayıp etme), anlamsızlık (işin birey için

23

anlamını yitirmesi), güçsüzlük (yapılan iş üzerindeki kontrolün kayıp olması) şeklinde sınıflandırmıştır (Blauner, 1964:9).

Seeman’ın, 1959 yılında yabancılaşma üzerine yaptığı ilk çalışmalardan sonra, özellikle bu çalışmayı takip eden ilk on yıl içerisinde, pek çok bilim adamı yabancılaşmanın boyutları hakkında çalışmalar yapmış ve detaylı incelemelerde bulunmuştur. Tüm bu çalışmaların akabinde, deneysel çalışmalarında genel sonuçlarına bakarak, Seeman’ın belirlemiş olduğu beş boyutun genel kabul gördüğünü söyleyebiliriz. Seeman’ın belirlediği bu beş boyut, birçok araştırmacının çalışmalarına yön vermiştir. Araştırmalar incelendiğinde yapıları gereği, odaklandıkları boyutun farklı olabildiğini görürüz. Kendi araştırma konularına göre, araştırmacılar, yabancılaşma kavramını alt gruplarla ya da yakın sınıflandırmalarla yeniden sınıflandırmışlardır (Arikian, 2001:47; Erkılıç, 2012:61). Araştırmacılar kendilerine en uygun sınıflandırmaları tercih etmişlerdir.

Seeman’a göre yabancılaşma; kişisel beklentilere, tutumlara, davranışlara ve toplumsal sosyo-psikolojik duruma göre farklılık gösteren canlı bir kavramdır. Bu nedenle yabancılaşma tek bir boyutla tanımlanamaz. Seeman’ın 1972 yılında revize ettiği, bireye ve duruma göre yabancılaşmaya etki eden beş boyut; güçsüzlük: olaylar duygusu, kuralsızlık: belirlenen hedeflere ulaşmak için toplum tarafından onaylanmayan araçların kullanımı, topluma yabancılaşma/izolasyon (1959’da Seeman tarafından yapılan sınıflama da izolasyon olarak belirtilen boyut): toplum tarafından genel kabul görmüş değerlerin reddi, kendine yabancılaşma: bireyin karşılığında, herhangi bir ödül almayacağı veya istemediği bir şeyi yapması ağırlık kazandığı durum olarak karşımıza çıkmaktadır (Dworkin, 1987:23). Yabancılaşmanın boyutları üzerine yapılan, Melvin Seeman'ın yabancılaşmanın boyutları hakkında, “Yabancılaşmanın Anlamı Üzerine” adlı çalışmasındaki kendi tanımları ve bazı araştırmacıların tanımlarını aşağıdaki şekilde ele alıp inceleyeceğiz. 2.3.1. Anlamsızlık (Meaninglessness)

Bireyin neye inanıp inanmayacağını bilemediği durumlarda ortaya çıkan, belirsizlik durumu anlamsızlık olarak tanımlanmaktadır. Anlamsızlık, birey için yaptığı işin anlam taşımaması ve bunun sonucu bir amaçsızlık durumunun oluşmasıdır (Tükel, 2012:40).

24

Anlamsızlaşma; bireylerin, yaptıkları işlerin, üretilen ürüne veya kurumun amacına katkısının olmadığını hissetmeleri durumudur. Bunun sonucunda, çalışanlar büyük resimdeki yerlerini göremezler ve yavaş yavaş bütünle olan bağlantılarını yitirirler. Başka bir tanıma göre anlamsızlaşma, “Bireyin yaptığı işin sebebini kavrayamaması durumudur” (Bayat, 1996:82-83).

Grup tecrübesinin paylaşımı açısından anlamsızlık, tecrübenin paylaşımındaki başarısızlıktır (Denhardt, 1972:93).

Anlamsızlık, çalışan ve işi arasındaki ayırımdan dolayı ortaya çıkar. Modern endüstrilerde çalışan, ürünün son halinden haberdar değildir. Çalışan, üretilen ürünün neresinde yer aldığını bilemez. Sonuçta anlamsızlık durumu gelişir. Oysa küçük işyerlerinde, çalışan ürünün oluşmasındaki etkisini, işinin anlamını bilir ve son ürünü tanır (Fettahlıoğlu, 2006:32). Anlamsızlık Seeman’a göre, bireyin bulunduğu durumu anlayamaması ve davranışlarından dolayı gelişecek sonucu tahmin edememesidir. Anlamsızlık, bireyin yaptığı işi hem toplum hem de kendisi için anlamsız ve değersiz bulması sonucu gelişen algısıdır (Dulk and Tummers, 2013:4). Birey yaptığı işi anlamlı bulabilmesi için, rolünde belirsizlikler yaşamamalı, yeteneklerini sergileyebilmeli, gelişimine izin vermeli ve işi için gerekli olduğu hissini almalıdır. Yapılan işin, çalışana sağladığı güven ortamı, tanıdığı sosyal haklar, yarattığı aidiyet duygusu ve verdiği birliktelik inancı önemlidir (Myres,1970:67). Çalışan için uygun iş ortamının, sosyal hakların sağlanması ve psikolojik olarak tatmin duygusunun yaratılması, yabancılaşmanın anlamsızlık boyutunun üzerinde etkilidir.

2.3.2. Normsuzluk (Normlessness)

Norm; Yunanca kuralsızlık, başıboşluk anlamına gelen “nomos” kavramından Latince’ye geçmiştir. Kuralsızlık, köklerini Durkeim’in “anomi” kavramından almıştır. Bu özellik, normların düzenleyici gücünü kaybettiği bir durum olarak ortaya çıkan, düzensizlik, istikrarsızlık, anarşi olarak tanımlanır (Seeman, 1975:102). Psikolojide ise kuralsızlık; bireyin hareket tarzı, davranışları ve üslubu için kıstas olarak belirlediği, inandığı ve kullandığı toplum tarafından belirlenmiş değerler ve bu değerlere kendisinin atfettiği ehemmiyet olarak tanımlanmıştır (Çilesiz, 2014:13). Durkeim’e göre, kuralsızlık “iş bölümünün doğal sürecinden çıkması ve dayanışmanın ortadan kalkması sonucu gelişen durumdur (Pars, 1982:99).

25

Seeman, kuralsızlık kavramını Merton’un kullandığı şekilde kullanmıştır. Merton’un tanımına göre kuralsızlık, “toplumun belirlediği hedeflere ulaşmak için, toplum tarafından kabul görmeyen davranışların sergilenmesidir”. Sapkın davranışlar olarak değerlendirilen bu davranışlar, toplumsal anormarlik ve ahlaki problem olarak da değerlendirilmektedir. Bu sapma davranışlarını gösterenlerde, toplumdaki yerlerine uyum sağlayamayan bireyler olarak değerlendirilirler (Seeman, 1975:101). Normsuzluk durumu bireylerde bir belirsizlik ve güvensizlik durumu olarak gözlemlenir (Islam, 2011:3). Belirsizlik içerisinde olan çalışan, toplum tarafından onanıp onanmadığına bakmaksızın hedefine ulaşmak için her türlü davranışı sergileyebilir.

Bir başka şekilde normsuzluk, toplumca belirlenmiş hedeflere ulaşmak için, toplum tarafından kabul görmemiş yolları kullanmaktır. Bunun yanı sıra “toplum tarafından kabul görmüş değer ve kuralların bireye anlamlı gelmemesi” durumu olarakda tanımlanır (Başaran,1992:229). Birey için önemli olan gidiş yolu değil hedefe ulaşmaktır.

Bazı toplum bilimciler, normsuzluk ve yabancılaşma arasındaki ilişkiyi daha iyi açıklayabilmek amacı ile birtakım ampirik çalışmalar yapmışlardır. Normsuzluğu özellikle ölçülebilir duruma getirmek maksadıyla, kendi ismi ile anılan ölçeği oluşturan Leo Srole’dir. Srole, kuralsızlığı bireysel boyutta tanımlamış ve beş temel durum belirlemiştir. Bu durumlar sırası ile şu şekilde sıralanabilir (Fettahlıoğlu, 2006:33):

 Bireylerin gereksinimlerine karşı toplum liderlerinin ilgisizleri hakkında, bireylerde gelişen algı,

 Düzensiz ve normsuz olarak görülen toplumda, başarının az olacağı algısı,  Hayat da belirlenen hedeflerin gerçekleştirilmesi yerine gitgide gerilediği

hakkındaki algı,

 Bir amaçsızlık ve hiç olma duygusu,

 Bireylerin toplumsal ve psikolojik olarak gelişen destek ihtiyaçlarında, kişisel ilişkilerine olan güvensizlik duygusu.

Dikkatlice incelendiği zaman, normsuzluğun göstergeleri olarak belirlenen bu durumların psikolojik temele dayandığı görülmektedir. Daha sonra yapılan çalışmalarda, bir çok toplumbilimcinin, Seeman’ın normsuzluğunun,

26

yabancılaşmanın bir boyutu olmasının yanı sıra, yabancılaşmanın bir görünümü olduğu şeklindeki düşüncesini kabul ettiği görülmektedir (Halaçoğlu, 2008:37). Günümüz de sosyal statünün, ekonomik sisteme göre belirlenmesi kuralsızlığı ortaya çıkarmıştır. Bu şekilde gelişen kuralsızlık, sahip olunan değerlere bir anlam vermemektir (Fettahlıoğlu, 2006:33). Kuralsızlık veya normsuzluk durumunu kısaca tanımlayacak olursak; amaçlarımıza ulaşmak için toplum tarafından onaylanmayan davranışların, tutumların benimsenmesi durumudur diyebiliriz.

2.3.3. Güçsüzlük (Powerlessness)

Bireysel ve toplumsal kontrol konuları, siyaset bilimcilerin ve psikologların yanı sıra sosyologlarında ilgi merkezi olması nedeni ile, yabancılaşmanın incelenen en geniş boyutu güçsüzlüktür. Güçsüzlük özellikle bireyin işi üzerindeki kontrolünü kaybetmesidir (Seeman, 1975:94). Bireyin ürettiği ürün üzerinde kontrolünün olmaması güçsüzlük olarak tanımlanır (Dulk and Tummers, 2013:4). Güçsüzlük sonucunda birey işi üzerindeki denetimini kaybettiğini hisseder.

Yabancılaşmanın güçsüzlük boyutu ile ilgili literatür incelemesi yapıldığında, üç anlamda kullanıldığı görülmektedir. Bunlar; bireyin beklentilerinin karşılanmaması, sonuçta kendine ait olmayacak ürün için efor sarf etmesi, dış kontrolün fazlalığıdır. Bireyin, işi üzerindeki kontnrolünün eksikliği sonucunda güçsüzlük durumu ortaya çıkar (Minibaş, 1993:35-36). Bu durumlara ek olarak, problemlerin değişmeside güçsüzlük duygusunun artmasına neden olmaktadır.

Marx'a göre güçsüzlük, bireyin işini etkileyen önemli olaylar hakkında kontrolünün olmaması durumudur (Kanungo, 1992:415). Seeman güçsüzlüğe sosyo- psikolojik bir açıdan bakmıştır ve bununla birlikte Seeman güçsüzlüğü, bireyin ürettiği ürün ve bu ürünün üretilme sürecinde söz hakkının bulunmaması olarak tanımlamıştır. Başka bir ifade ile güçsüzlük, bireyin beklentilerinin ve gerçekleşebileceğini düşündüğü şeylerin kendisi tarafından belirlenememesi ve sonuç üzerinde hiçbir etkisinin olmaması durumudur (Ofluoğlu ve Büyükyılmaz, 2008:6). Bireyin işleyişler ve son ürün üzerindeki kontrolü ortadan kalkmıştır.

Güçsüzlük, bireyin gelişen olaylar karşısında etkisiz kaldığını, olaylara müdahale edemediğini, benliğini yansıtamadığını düşünmesidir (Başaran, 1992:229). Yine güçsüzlük; “insanların gelecekleri ile ilgili konuları kontrol altına almakta yaşadıkları başarısızlık durumu” olarak da tanımlanmıştır (Denhardt, 1972:93). Özetle

27

güçsüzlük; bireyin hem yaşantısı hem de iş hayatı üzerindeki kontrolünü kayıp etmesi durumu olarak tanımlanır.

2.3.4. Yalıtılmışlık ( Isolation)

Yalıtılmışlık, toplumun değer verdiği, grup standartlarına bağlı olma gibi durumlardan bireyin uzaklaşması durumudur (Seeman, 1975:93). Yalıtılmışlık bireyin kendini işi, işinin amaçları ve çalışma arkadaşları ile özdeşleştirememesi ve aidiyet hissinin zayıflaması durumudur. Bir başka deyişle bireyin kendini soyutlamasıdır.

Yalıtılmışlık bir anlamda diğer bireylerle olan iletişim yeteneğinin kaybolması durumudur (Weisskopf, 1996:26-28). Diğer bireylerle iletişim yeteneğini kayıp eden birey; toplumun değerlerini, inançlarını ve hedeflerini anlayamaz ve bireyde toplumdan kopmalar başlar.

Yalıtılmışlık duygusu, değişik şekillerde ele alınabilir (Bayat, 1996:83):

 Bireyin, iletişimsizlik nedeni ile iş arkadaşlarından veya üretimde yaşanan monotonluk sebebi ile ürettiği üründen kopması,

 Bireyin çalıştığı işyerinden veya yaptığı işten memnuniyetsiz olması,

 Bireyin, işyerindeki arkadaşları tarafından anlaşılamaması, kabul görmemesi,  Bireyin çalışma arkadaşları ile iyi ilişkiler kuramaması.

Seeman'a göre, yalıtılmışlık toplum tarafından değer verilen hedef ve inançlara bireyin aynı değeri verememesi durumudur (Seeman, 1975:109). Seeman izolasyonun fiziksel bir ayrılma olmadığının, bireyin kalabalığın içerisinde psikolojik olarak kendini yalnız hissetme durumu olduğunun üzerinde durmuştur (Schmidt, 2012:41). Seeman yalıtılmışlığında bireyin yalnızlığı ön plandadır.

Blauner yalıtılmışlığı; bireylerin çalışma alanlarında diğer bireylerle iletişimin iyi olmaması, son ürüne olan yabancılık ve bürokratik faktörler gibi nedenlerden dolayı, çalışanın işinden ve iş ortamından tatmin olmaması sonucu ortaya çıkan durum olarak tanımlamaktadır (Blauner, 1964:25). İşinden yeterince tatmin olmayan birey işinden uzaklaşmaya başlar.

2.3.5. Kendine Yabancılaşma (Self-Estrangement)

Kendine yabancılaşma, bireyin kendi olma algısını ve işinin anlamını yitirmesi durumudur. Kendine yabancılaşan kişi ideallerini kayıp eder (Seeman, 1959:790). Bunlara ek olarak kendine yabancılaşma “içsel tatmin edici aktivite eksikliği” olarak

28

da tanımlanır (Seeman, 1967:285). Kendine yabancılaşma, bireyin kendine verdiği değerin düşmesi, kendini tam olarak ifade edememesi ve kendisinden kopması diye adlandırılan üç aşamada ortaya çıkar (Fettahlıoğlu, 2006:36). Bireyin kendine yabancılaşmasında bu aşamalar birbirini takip eder.

Mottaz’a göre kendine yabancılaşma, bireyin işi üzerinde bir katkısının olmadığını ve işi kendine bir yabancı olarak algılaması durumudur (Demirel, Ötken, Kunday, 2012:6).

Marx’a göre, iş bireyin kendini gerçekleştirmesi, tatmin olması, yeteneklerini geliştirmesi ve ihtiyaçlarını gidermesi için bir vesiledir. Eğer birey de bu tür algılar gelişmiyorsa kendine yabancılaşma denilen durum ortaya çıkar (Kanungo, 1992:414- 415).

Kendine yabancılaşma; çalışanın işinde tam olarak yeteneklerini gösteremediği, kısıtlandığı ve kendince basit olan işleri yaptığını düşündüğünde ortaya çıkan durum olarak tanımlanmaktadır. Ancak bireyin kendini, yaptığı işi, mesleğini algılamaması durumu olarak da tanımlanmaktadır (Ulusoy, 1988:79).

Blauner’e göre, bireyin benzersiz yeteneklerini, kişiliğini ve potansiyelini ifade etmesine yardımcı olmayan bir iş, bireyin kendine yabancılaşmasına neden olur. Schmidt’e göre kendine yabancılaşma, yabancılaşmanın bir boyutu olarak sınırlandırılamaz, çünkü o bir sonuçtur (Schmidt, 2012:43).