• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 1: ZORUNLU GÖÇLERĐ ANLAMA BAĞLAMINDA SOSYOLOJĐK

1.4. Zorunlu Bir Göç Türü Olarak Sürgün

1.4.3.1. Yabancılık Duygusu

Yabancılık duygusu göçmenlerde oluşan en önemli psikolojik sorunların başında yer alır. Temelde insanın kendini ait hissettiği sosyal ve fiziki çevreyi değiştirmesi sonucu ortaya çıkar ve genelde bu yer değiştirme zorunlu sebeplerden dolayı olur. Bu nedenden dolayı yabancı yeni bir topluma vardığı zaman çevresini saran sosyal ilişkiler ağında varolmak için çeşitli sorunlarla karşılaşır (McLemore, 1970:87). Bu bağlamda hem yabancılık olgusunun içerdiği anlamı hem de ortaya çıkan sorunları ifade etmesi bakımından yabancılaşma olgusunun çift yönlülüğünden bahsetmek yerinde olur.

1. Göçmenin yaşadığı yabancılık duygusu

2. Gelinen yerde yaşayanların hissettiği yabancılık duygusu

Bu durumun yaşanmasında alışkanlık zincirinin bozulmasının önemli etkisi vardır. Alışkanlıklar insanın gündelik hayatı yeniden kurmasının önüne geçer, çünkü insan gündelik hayatında hazır bir çevrenin içindedir. Bu hazır çevre, davranış kalıplarından bilgilere, sosyal ilişkilerin biçiminden sosyal rollere kadar hemen her şeyi kapsamakta ve insana kendisini güvende hissedeceği bir çevre sunmaktadır.

Bu şekilde düşünüldüğünde insanların, tanıdıkları, tanındıkları, bildikleri ortamlarda, kendilerini pek güvensiz hissetmeyecekleri sonucuna da ulaşmak mümkündür. Kimin nasıl davranacağı, düşüneceği sosyal davranış örüntüleri içerisinde bellidir. Bu anlamıyla bilinen, tanınan yerler aynı zamanda kişinin kendine ait ilişkileridir; evidir, ailesidir, uzun süre yaşanan arkadaşlık ilişkileridir, uzun süreli çalıştıkları işyerleridir. Bahsi geçen bu mekanlarda ve ilişki ağlarında belli bir süre sonra kendilerini tanıtma, yenileme, kanıtlama ve anlatma sıkıntısı yoktur. Sonucunda bireyde oluşan kendine güven ve kendinden emin olma duygusu da kendiliğinden ortaya çıkar. Bizi ilgilendiren asıl durum ise yer değiştirmeler sonrası bildik, tanıdık ortamların dışına çıkınca yabancılık ve kendine güvensizliğin de ortaya çıkmasıdır. Davranışlar daha temkinli, ilişkiler daha mesafeli, yaklaşım daha güvensiz bir nitelik kazanır. Kuşkusuz bu durum

kişinin sosyal kimliğinin yaşadığı psikolojik bir kırılmadır. Bu kırılma daha önceki bölümlerde sıklıkla üzerinde durduğumuz bireylerin çok yönlü yaşadıkları sosyalleşme süreçleriyle de yakında ilişkilidir.

Göç sürecinin merkezine yerleştirdiğimiz “Göçmen/Yabancı” birkaç yönüyle diğerlerinden ayrılır: Bunlardan birisi bulunduğu alanın dışında olmasıdır. Bunun anlamı hiçbir şekilde kendini topluma ait hissetmediği duygusudur. Diğeri ise başkasına ya da başka yerlere ait olduğu gerçeğini sürekli zihninde yaşamasıdır. Bunun anlamı ise özellikle göçmenlerde söz konusu olduğu üzere anayurda duyulan özlem ve hatıralardır. Sonuncusu ise başka türden olduğu konusundaki genel yargılardır. Bernhard’ın da belirttiği üzere; yabancıyla ilişkili olarak ortaya koyulan bütün bu nitelikler, kendi şahsi varlığının tersine, bakış açısına göre yabancıya her biri farklı vasıflar yükleyen yer, mülkiyet ve türe ilişkin görüşlerdir. Kuşkusuz burada en önemli rolü cismi burası, başka bir deyişle ‘yer’e ilişkin görüş oynamaktadır” (Bernhard, 1997:142). Dolayısıyla bu da bizi göç ve göçmenlik kavramlarının içine sokar. Ayrıca bu tespitler onları sosyo-psikolojik bir kırılma ve dönüşüm sürecinin de merkezine yerleştirir.

Göçmendeki yabancılık söz konusu olduğunda Simmel’in yabancısı, Park’ın marjinal adamı ve Bauman’ın turist metaforundan da bahsetmek yerinde olur. Örneğin, bu kavramlardan Simmel’in yabancısı, kendi odasına kapanmış, kendini insanlardan ayrı hisseden veya ayıran ya da dışlanmış kişi (Rose, 1993:10) olarak karşımıza çıkar. Ayrıca “yabancı”, doğduğu yerden uzaklardaki yer ve zamanlara giren kişidir de. Hatıralar, rüyalar ve eskiden yaşamış olduğu hayattan geride kalanlardan örülü bir kimlik inşa eder. Bu diasporik kimliğidir ve aynı zamanda yeni topluma bir geçiş ağı olarak kabul edilir (Alund, 1996:38). Ancak diyaspora kimliği göçmenin hafızasını sürekli canlı tutan temel nitelikleri de içerisinde barındırmaktadır.

Simmel, 1908 tarihli “The Stranger(Yabancı)” makalesinde “Yabancı”yı sürekli gezinen insan imajıyla anlatmaktadır. Simmel’e (1971:185) göre gezinmek; uzaydaki her noktadan kurtulmaktır. Bu durum aynı zamanda belirli bir noktaya bağlı kalmaya kavramsal bir karşıtlık oluşturmaktadır. Dostla düşman arasında, düzen ile kaos arasında, içerisi ile dışarısı arasında bir kişi imajıdır aynı zamanda. Yabancı, mekansal olarak bulunduğu grupla ya da toplumla ilişkili olabilir ancak sosyal duygu bakımından grubun ya da toplumun üyesi değildir (McLemore, 1970:86).

Bu çözümleme Bauman’ın “Turist metaforu” olarak kullandığı “Yabancı” kavramıyla da hemen hemen aynı anlamlarda buluşur. Bu bağlamda ikisinin de yabancı çözümlemesinin merkezinde yer alan yabancı kavramı; hem dışarıda hem de içerde olmayı kapsamaktadır. Bunun anlamı yabancının hem toplumla iç içe geçmiş bir şekilde hem de toplumun sınırları dışında olabileceği gerçeği, Bauman’ın dost-düşman imajıyla da birebir örtüşmektedir. Dost içerde olanlar, düşman ise dışarıda olanlardır. Yabancı ise belirli bir yeri olmadığı için insanları rahatsız eder. Bu durumun bir başka ifadesi ise “tek kültürün ötesinde”, “iki kültürün arasında” ve “üçüncü kültürün ortasında” olmaktır. Bauman, Simmel’in görüşlerine benzer biçimde dostluk ve düşmanlığı, toplumsallaşmanın temel formları olarak tanımlarken prensip olarak yabancı tarafından toplumsallaşmaya kuşkulu bakıldığı saptamasını da yapmaktadır. Başka bir deyişle, yabancıyı toplumsallaşabilme olanağını tehdit eden kişi olarak görmektedir. Yabancı ona göre, ‘ne (o)/ne de (o)’, yorum-bilimsel bir sorundur. Dost/düşman şemasını dayatacak olursak yabancı, hem az hem fazla belirgin görünür (Bauman, 2003:75-81). Diyasporada tam olarak gri bölgelerde kendilerine ait alanlarda melezleşmiş kültürel pratikleriyle yaşarlar.

Bauman’ın düşüncesinden hareketle ifade edildiğinde daha öncede bahsi geçtiği üzere yabancının psikolojik durumu ise uyumsuzluktan mustarip, çaresiz bir hastalığa yakalanmış kişinin psikolojisi gibidir. Mekansal kategoriler söz konusu olduğunda ise yabancı tanımlaması içine şu noktalar girmektedir. “Fiziksel yakın olduğu halde zihnen uzak durur”; “Bir tarafta dostlar ve düşmanlar, diğer tarafta yabancılar vardır”. Yabancı bu ayırımla düzen ile kaos, dışarı ile içeri arasında, aynı zamanda da bu düzenin öbür tarafındadır. Sonuçta yabancı, her toplumdan ‘sökülmüş’tür, her toplumda ‘yuvasız’dır sonucuna ulaşır. Bu noktada şu gerçeğe de dikkat çekmek gerekir ki; Bauman’ın Polonyalı bir Yahudi olması ve Nazi Almanya’sının uygulamalarını deneyimlemiş olması onu ve çözümlemeleri ayrıcalıklı bir konuma yerleştirir. Dolayısıyla sürgün olmanın, yerinden edilmenin psikolojiyle “yabancı”ya yüklediği anlamlar çalışmamız açısından önem taşımaktadır.

Sürgün sonrası kişilerin psikolojik durumlarını özetler bir kavram olarak Robert Park’ın “Marjinal Adamı” (Park’tan Akt.Rose, 1993:10) da kullanılabilir. Park’a göre marjinal adam, iki farklı kültürde yaşayan ve iki farklı kültürü paylaşan, fakat bunlardan

hiçbirisinin tam bir parçacı olmadan varolması demektir (Tezcan, 2000:26). Görüldüğü üzere kavram, arada kalmış bir insanı ifade etmektedir. Marjinal adam aynı zamanda hem yabancılaşmış hem de yalnız bir insan olma özelliğine de sahiptir. Zaten marjinal olması yalnızlığının bir ifadesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu kavramlaştırma daha önce de zaman zaman metinde geçtiği üzere “yabancı”, “öteki”, “biz ve onlar”, “onlar ve diğerleri” gibi gerçekliğin bir başka ifadesi olmaktadır. Bu şekilde “ekonomik ve sosyal olarak toplumsal hayata giremeyen zorunlu göç mağdurları mekansal dışlanmışlığı yoğun bir biçimde yaşamakta ve bu konu niteliği yönünden bütünleşme konusunu da temel değişkeni olmaktadır” (Kaya ve diğerleri, 2009:19).