• Sonuç bulunamadı

Küreselleşen Dünyada Göçler: Değişen Göç ve Göçmenlik Algısı

BÖLÜM 1: ZORUNLU GÖÇLERĐ ANLAMA BAĞLAMINDA SOSYOLOJĐK

1.1. Küreselleşen Dünyada Göçler: Değişen Göç ve Göçmenlik Algısı

Kitlesel göç hareketleri, tarih boyunca dünyanın demografik yapısı başta olmak üzere, siyasal, sosyal, ekonomik ve kültürel yapılarını etkilemiş ve değiştirmiştir. Bu değişimden göç veren ülkeler ile göç alan ülkeler aynı derecede fakat farklı şekillerde etkilenmiştir. Genel olarak dikkate alındığında ise göçün yönünün, insanların bulunmuş oldukları yerdeki yetersiz fiziki ve sosyal şartlardan dolayı, şartları daha iyi yerlere doğru gerçekleştiği görülmektedir. Göçle ilgili eski ve yaygın olarak kullanılan kuramsal literatür, bu bağlamdan yola çıkarak itme ve çekme faktörlerini ön plana çıkartarak göç ve göç sürecini temellendirmiştir (Bkz.Lee, 1966:47). Savaş, kıtlık, siyasi baskı ya da nüfus baskıları gibi etmenleri itme faktörleri arasına sokan ve bu göçleri zorunlu göçler olarak nitelendiren kuramlar; gelişen iş pazarı, daha iyi hayat şartları ve düşük nüfus yoğunluğu gibi etmenleri de çekme faktörleri olarak ele almışlardır.

Günümüzde ise küreselleşmeyle birlikte sınırların ortadan kalkması, bölgelerarası dengesizliklerin ortaya çıkması ve güvenlik kaygılarıyla birlikte göçler ve göçmenlik kavramları, eski kuramlardan farklı olarak ayrıca incelenen konuların başında yer almaya başlamıştır. Böylece göçler; “demografik, ekonomik, toplumsal yapıları değiştirme niteliğiyle hem de ulusal kimliğin sıklıkla sorgulanmasına yol açan kültürel

farklılığı beraberinde getirmesiyle” de (Castles, Miller, 2008:7) farklı bağlamlarda tartışılmaya başlanmıştır. Kaya (2009:23)’nın da ifade ettiği biçimiyle özellikle II. Dünya Savaşı sonrasında gerek ülke içinde gerekse uluslararası düzlemde gündeme gelen göç olgusunun aktörleri olan göçmenler, mülteciler, sığınmacılar ve onların çocukları küreselleşme süreçlerinden hem etkilendiler hem de bu süreçleri çok yakından etkilemişlerdir.

II. Dünya Savaşı’ndan sonraki süreç kuşkusuz küreselleşmenin baskısıyla oluşmaya başlamıştır. Nitekim bu süreçle birlikte göç biçimleri yeni formlarda karşımıza çıktığı görülmüştür. Bu yeni formların genel eğilimleri ise şu şekilde tanımlanmıştır (Castles, Miller, 2008:12-14).

•••• Gittikçe daha fazla ülkenin göç hareketlerinden eş zamanlı olarak ciddi şekilde

etkilenmesiyle göçün küreselleştiği görülmektedir.

•••• Günümüzdeki göç hareketlerinin dünyanın bütün bölgelerinde hacim olarak

büyümesiyle göç sürecinin hızlandığı görülmektedir.

•••• Göç süreçlerinin farklılaştığı görülmektedir. Buna göre göç pek çok ülke için

emek göçü, mülteci ya da kalıcı yerleşimci gibi bir tip değil, aynı anda bunların hepsini ifade eder bir anlam taşımaktadır.

•••• Göçün kadınlaşması söz konusudur. Kadınlar, tüm bölgelerde ve tüm göç

biçimlerinde değilse bile çoğunda önemli bir rol oynamaya başlamışlardır.

•••• Ayrıca son olarak göçün siyasallaşması söz konusudur. Özellikle iç politika,

ikili ve bölgesel ilişkiler ve dünya çevresindeki devletlerin ulusal güvenlik politikaları artan bir biçimde uluslararası göç tarafından etkilendiği görülmektedir.

Küreselleşen dünyayla ortaya çıkan yeni göç formları, farklı coğrafyalarda anavatanlarından uzak toplulukların etnik ya da kültürel kimliklerini ve onların yaşatılmasını da gündeme taşımaktadır. Bunların gündeme gelmesinde kuşkusuz küreselleşmenin getirdiği değerlerin ve kurumların farklılıklara yapılan vurguyu ön plana çıkarması önemli rol oynamıştır. Ayrıca göç sonrasında yaşanması muhtemel

kültürel karşılaşmalarda sosyal bütünleşme, entegrasyon, asimilasyon ve çokkültürlülük gibi kavramların da yeniden gündeme alındığı görülmektedir.

Küreselleşmenin dönüştürdüğü göç süreçlerinde kuşkusuz zaman ve mekanın dönüşümü de bir gerçeklik olarak karşımıza çıkmaktadır; çünkü insan ve toplumun en belirgin niteliği zaman ve mekana göre kendini inşa etme sürecidir. Bu değişimlerde niceliksel bir değişme olarak tanımlanabilecek fiziksel bir kırılmanın yaşandığı görülmektedir ki bu durum zaman ve mekan sınırların ortadan kalkmasına ve dünyanın bir ucunda yaşanan bir olayın diğer bir ucunu etkilemesi sonucuna yol açmaktadır. Diğer bir nokta ise niteliksel bağlamda yaşanan ontolojik kırılmadır ki bu kırılma insan ve toplum etkileşiminde ortaya çıkan değişimleri ifade etmek için kullanılmaktadır (Bkz. Castles, Miller, 2008). Özellikle siyasi nedenlerle ortaya çıkan göç süreçlerinde bu durum açıkça görülmektedir. Mültecilik, sığınma, tehcir ve sürgün gibi zorunlu göçler bu niteliksel kırılmanın en belirgin başlatıcıları olabilmektedir ki bu tür zorunlu göçler söz konusu olduğunda dünyadaki genel görünüme ayrıca parantez açmak gerekmektedir. Buna göre dünyada birçok ülkede, farklı nitelikte ve evrelerde olsa da göçmen ve mülteci grupların sayısında artış gözlenmektedir. Buradan hareketle yakın tarihte dünya üzerinde yaşanan göçlerin artışını sayısal olarak şöyle şekillendirmek mümkündür:

1750-1880 döneminde dünyada yılda ortalama 230 bin insan, yani her yıl dünya üzerindeki yaklaşık 4400 kişiden biri göç hareketi içinde bulunmuştur. 1880–1940 döneminde yılda ortalama 1 milyon 600 bin insan –yani her yıl dünya üzerindeki 1300 kişiden biri göç etmiştir. 1945-1970 döneminde göç eden insan sayısı yılda ortalama 4 milyon – yani her yıl dünya üzerindeki yaklaşık 725 kişiden biri- kişi göç etmiştir. 1970-1990 döneminde yıllık ortalama 6 milyon kişi –dünya nüfusunun yılda ortalama 780 kişiden biri- göç etmiştir (Çobanoğlu, 1999:667).

Uluslararası Göç Örgütü(IOM) tarafından yayınlanan göç raporuna göre ise 1965 ve 2005 yılları arasında dünyadaki göçmenlerin sayısı ikiye katlanarak 75 milyondan 150 milyona çıkmıştır. 2002 yılı itibariyle, Birleşmiş Milletler Nüfus Bölümü’nün tahminlerine göre, dünya nüfusunun yüzde ikisine tekabül eden 185 milyon insan en az 12 aydır doğduğu ülkelerin sınırları dışında yaşamaktadır. Önceki çağlar da kitlesel göçle anılmıştır. 1846 ve 1939 yılları arasında 59 milyon insan başta Kuzey Amerika,

Güney Amerika, Avustralya ve Güney Afrika olmak üzere yeni yerlere yerleşmek için Avrupa’yı terk etmişlerdir. Birinci Dünya Savaşı öncesi yaşanan uluslararası göç verilerinin çağdaş nüfus hareketleriyle ilgili istatistiklerin karşılaştırılması iki dönem arasında hacim açısından kayda değer süreklilikler olduğunu göstermektedir (Castles, Miller, 2008:8).

Ortaya koyulan bu istatistikler, göçün her geçen gün kazandığı önemi gözler önüne sermektedir. Göçün kazandığı bu önem ise bu konuda yapılacak yeni çalışmaların da değerini artırmaktadır. Nitekim 2000 yılından itibaren özellikle zorunlu göçleri de kapsayacak şekilde yapılan çalışmalar, göç literatüründe hiç olmadığı kadar geniş bir alana yayılmıştır.