• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 1: ZORUNLU GÖÇLERĐ ANLAMA BAĞLAMINDA SOSYOLOJĐK

1.3. Göç Türleri

Daha önceki bölümlerden anlaşılacağı üzere göçle ilgili yapılmış olan pek çok tanım göçü sosyal yapıyla etkileşim içerisinde ve sosyal bir hareketlilik olarak tanımlamaktadır. Dinsel içerikli göçler, kolonileştirme hareketleri, ekonomik tabanlı göçler, siyasi ve sosyal göçler, sanayileşme sonrasında ortaya çıkan kır-kent göçleri, zorunlu göçler olarak kabul edebileceğimiz mültecilik, sürgünler vb. gibi pek çok biçimlerde farklı coğrafyalar arası geçişler ve dönüşümler yaşanmaktadır. Bu kadar göç tanımı içerisinde göç türlerine ilişkin bir sınıflama yapmak zor gibi gözükse de,

tanımlarda kullanılan kavramlardan yola çıkarak oluşturulabilecek farklı göç türlerinden söz etmek mümkündür.

Bu bağlamda ilk olarak ifade edilebilecek göç türü göçmenin amacına bağlı olarak ortaya çıktığı görülmektedir. Bu sınıflamada göçmenin iradesi yani göçü kendi isteğiyle yapıp yapmaması ölçütü temel belirleyici kriter olmaktadır. Örneğin, Fichter (1996:142) irade esasına göre gerçekleşen göçler – gönüllü göçler ve irade esasına göre gerçekleşmeyen göçler – zorunlu göçler olarak bir ayrım yapar ki bu temel belirleme genelde göç sınıflamalarında farklı biçimlerde karşımıza çıkmaktadır. Nitekim aynı durumu serbestçe göçler ve güdümlü göçler şeklinde sınıflayanlar da bulunmaktadır (Akkayan, 1979:22).

Özkalp’ın (1993:209) çalışmasında ise kitlesel göçler ve bireysel göçler sınıflaması yer almaktadır. Kimi görüşe göre bu ayrıma zincirleme göçler de eklenmektedir. Erder’e (2003:110) göre; bireysel göç sürecinde bireyler göçün nedenleri ve sonuçlarına ilişkin daha kesin bilgiye sahiptir ve akılcı aktörler olarak hareket ederler. Niteliğe göre seçicilik gösteren bu göç türünde bireylerin gidilecek yerle ilgili beklentileri de oldukça yüksek olmaktadır. Kitlesel göç süreci toplumsal, ekonomik veya politik nedenlerle ortaya çıkar ve bir bakıma zorunlu göç türüyle de ilişkilendirilebilir. Zincirleme göç sürecinde ise göç kararı bireysel ve özerk olmaktan çok, üyesi bulunulan gruba bağlıdır. Bu göç biçiminde, daha önceden göç etmiş olanlarla aile ve akrabalığa dayalı olarak kurulan ilişki ağı göç edecek bireylere gidilecek yere ilişkin bilgi sunmakta ve olası risk ve maliyetleri nispeten azaltmaktadır.

Üner (1972:77), bir ülkenin sınırları içerisinde veya ülkenin sınırları dışına gerçekleşen göçler ölçütünü kullanarak iç göçler ve dış göçler ayrımı yapmaktadır. Bu sınıflamaya göre iç göç; bir ülke içinde bölge, kent, köy ve kasaba gibi yerden diğerine yerleşmek amacıyla yapılan nüfus hareketleridir. Bu göçler kırdan-kente, kırdan-kıra, kentten-kıra ve kentten-kente yapılan yer değiştirmelerdir. Üner’in sınıflamasında belirttiği dış göç ise; uzun süre kalmak ve çalışmak ya da yerleşmek amacıyla, bir ülke sınırlarını her iki yönden aşarak yapılan nüfus hareketlerini betimlemektedir. Kongar (1992:356) ise dış göçlerin iki yönden ele alındığını ifade etmektedir. Bunlardan ilki dış ülkelere yapılan göçler diğeri ise dış ülkelerden ülke içerisine yapılan göçlerdir. Her iki göç biçiminde göçmenlerin gidiş amaçları ön plana çıkmaktadır. Bu amaçlardan en sık karşımıza çıkan

ekonomik temelli olandır. Buna göre insanlar daha iyi ekonomik ve sosyal şartlar için dış göçleri tercih edebilmektedir.

Bu ölçütün yanında diğer bir ölçüt ise yerleşim süreleri esasına göre gerçekleşen göçler temeline dayanır. Bu bağlama göre göçler, geçici ve sürekli göçler olarak sınıflanmaktadır. Yerleşim süreleri bakımından farklılaşan göçlerde, bireyler göç ettikleri yerlerden tekrar dönmemek üzere (Kesin/sürekli göç) topraklarını terk edebilirler veya bulundukları yerleri belirli sürelerle terk ederek, yani geçici olarak göç hareketinde bulunabilirler (Mutluer, 2003:11). Geçici süreli göçler genelde mevsimlik ya da dönemlik göçler olarak ifadelendirilmektedir. Mevsimlik göçte, göç edilen yörenin ekonomik faaliyetinin yoğun olduğu süre dışındaki zamanlarda, kişilerin yerlerini gelecek döneme kadar terk edip, diğer bölgelerde çalışmaya gittikleri bilinmektedir. Mevsimlik göçte dikkat çeken esas nokta, göçe katılanların gittikleri yerde ne kadar müddet kalacaklarının belirli olmasıdır. Kalıcı ya da daimi göçlerde ise göç edilen yerde uzun bir süre yerleşilmesi söz konusudur. Göçün en başında sürece dahil olan bireyler, yerleşecekleri yerde uzun bir süre yaşama arzusuyla hareket etmektedirler.

Bütün bu ölçüt ve sınıflamalar göz önüne alındığında göç türlerinin değişik olgularla ve sosyal gerçekliklerle çeşitli biçimlerde sınıflandığı görülmektedir. Gönüllü göçlerin ya da göçmenlerin iradelerinin ön plana çıktığı göçler toplumsal yapıda kendiliğinden bir değişim sürecinin başlatıcısı olurken, zorunlu göçler siyasi ve hukuki olarak devlet tarafından toplumun yeniden biçimlendirilebilir olmasını temsil emektedir. Bu nedenle özellikle toplumsal şartların ortaya çıkardığı ve ayrıca çoğu zaman siyasi anlamların yüklenebildiği zorunlu göçler üzerinde ayrıca durmakta fayda vardır.

1.3.1. Bir Göç Türü Olarak Zorunlu Göçler

Gönüllü süreçlerde yaşanan göçlerle zorunlu olarak gerçekleşen göçler arasındaki farkı bilmek, bireylerin veya toplulukların bunlardan etkilenme dereceleri hakkındaki farkındalığı da sağlayacaktır; çünkü normal göçlerle zorunlu göçler, bireydeki ruhsal ve toplumsal etkiler bağlamında farklı sonuçlar oluşturmaktadır. Bu bağlamda zorunlu göçler söz konusu olduğunda bu durumdan en çok etkilenenlerin kuşkusuz toplumun en marjinalleşmiş kesimleri olduğu görülmektedir. Bunlar azınlık mensupları, vatansızlar, yerli halklar ve en önemlisi de siyasal iktidar yapısından dışlanmış olanlardır. Zorunlu

göç bu niteliklerin herhangi birine sahip bireylerin, güvensizlik ve belirsizlik içerisinde

yurtlarını terk etmeleridir. Castles ve Miller (2008:69) bu tür göçlerin eskiden beri

varolduğuna göndermede bulunarak tarihi bir şema sunmaktadır:

“1945 sonrası yaşanan göçler kapsam ve derece açısından bazı yenilikleri içerebilir, fakat nüfus hareketleri demografik büyümeye, iklim değişikliğine ve üretimin ve ticaretin gelişimine paralel olarak daima insanlık tarihinin parçası olagelmiştir. Savaşlar, fetihler, ulusların biçimlenmesi ve devletlerin ve imparatorlukların oluşumu, zorunlu veya gönüllü olsun, göçü beraberinde getirmiştir. Fethedilen bölgelerde insanların köleleştirilmesi ve sürgün edilmesi erken dönem emek göçünün genel biçimidir. Ortaçağ’ın sona ermesinden bu yana, Avrupalı devletlerin gelişmesi ve dünyanın geri kalanını sömürgeleştirmesi çok farklı şekildeki uluslararası göçlere hız vermiştir.”

Zorunlu göçlerin tarihi seyri bu şekilde olmakla birlikte 20 yüzyılın son çeyreğinde asıl dikkat çekilmesi gereken nokta farklı boyutlarla ve değişik şekillerde karşımıza çıkmaktadır. Đstatistiksel olarak verildiğinde bu rakamın 22 milyonu bulduğu tahminleri yapılmaktadır. Özellikle mültecilik olgusunun zorunlu göç içerisinde daha ön plana çıktığı iddiaları da yükselmektedir. Mültecilik söz konusu olduğunda özellikle zulme uğrama veya uğrama korkusu, silahlı çatışmalar, şiddetten kaçmak gibi sebeplerle yurtlarını terk eden göçmenlerden bahsedilmektedir. Öteden beri bilinen mülteci hareketlerinin yanı sıra zorunlu göçler söz konusu olduğunda karşımıza çıkabilmesi muhtemel diğer türleri ise “sığınmacı akını, toplu sınır dışı etme, etnik temizleme, doğal afetler yüzünden yerinden edilme, kalkınma programlarının uygulanması sonucu yerinden edilme, nüfus aktarımı, nüfus mübadelesi, isteğe aykırı biçimde yurduna geri gönderme ve zorunlu geri dönüşler” şeklinde tasniflemek mümkündür (Dünya Mültecilerinin Durumu, 1997:2-3).

Görüleceği üzere zorunlu göçlerde devlet mekanizmasının önemli bir işlev yüklendiği görülmektedir. Kuşkusuz çoğu zaman uygulayıcı siyasi aktörler olmaktadır. Buna benzer bir başka sınıflamayı ise Castles yapar. Castles’e (2003:14) göre zorunlu göç türleri çeşitlidir ve tam olarak sınırlarını çizmek zordur:

1. Geliştirme ve kalkınma projeleri kapsamında her yıl milyonlarca insan yer

değiştiriyor. Dünya bankası bu sayıyı bir yılda 10 milyon olarak belirlemiştir. Barajlar, havaalanları, koruma ve sit alanları, oyun parkaları, lüks konutlar ve yollar bu tür zorunlu göçlerin temel kaynağı olmaktadır.

2. Birçok kişi çevrenin bozulması doğal afetler, endüstriyel kirlilikler başta olmak üzere pek çok nedenden dolayı göç etmek zorunda kalıyorlar.

3. Uluslar arası sınarların ötesinde gerçekleşen sömürü amaçlı insan ticareti de bir

zorunlu göç türü olarak karşımıza çıkmaktadır.

Bu tür göçlerin kaynaklarına ulaşmak göç sürecini anlamlandırmak için önemli bir adımdır. Tekeli’ye (2008:142) göre insanların gönüllü olmayan yer değiştirmelerinin üç farklı kaynağı bulunmaktadır. Bunlar; devletin belli amaçlarını gerçekleştirmek, savaşlar sonucunda yeniden uyum, doğal afetlerin sonuçlarından kaçınmak şeklinde üç maddeyle sınıflandırılabilir. Bu ilk iki neden devletle ilişkili olduğu çok açık görülürken; üçüncüsünün kaynağında devlet bulunmasa da çözümü devletten beklendiği görülmektedir. Böyle olunca her zaman zorunlu yer değiştirme olgularının bir yanında devlet bulunurken, diğer yanında birey bulmaktadır. Bu nedenle değişik zorunlu yer değiştirme biçimlerinin hangi toplumda ve hangi zamanda neden ve nasıl ortaya çıktığını daha derinden kavrayabilmemiz için iki temel öğe üzerinde durmamız gerekir. Bunlardan birincisi devletin zorunlu yer değiştirme kararların nasıl meşrulaştırdığıdır. Kuşkusuz devlet anlayışı zaman içinde toplumdan topluma değişme gösterdiği için zorunlu yer değiştirmenin meşrulaştırma dayanakları farklılaşacaktır. Đkincisi ise bireyin o toplumdaki haklarının neler olduğudur. Kişileri bulundukları yere bağlayan çok değişik nedenler vardır. Bunlar arasında toprak ve taşınmaz malla üzerindeki mülkiyet hakları, doğa ile çevresindeki toplumla kurduğu öznel ve nesnel bağlar, kişilerin hayatında yer değiştirme anına kadar elde ettiği kültür ve hüner birikiminin o yere özgü nitelikleri sayılabilir. Bu bağları dolayısıyla kendiliğinden yer değiştirmeyen bir kişinin zorunlu bir yer değiştirmeye tabi tutulması onun bir kaybının olması demektir.

Zorunlu göçler söz konusu olduğunda iki kavram çalışmamız açısından ayrıca önemlidir. Bu kavramlardan biri mültecilik diğeri ise sürgündür. Zorunlu göç kategorisinde değerlendirilen mültecilik ve sığınmacılık, çeşitli nedenlerle insanları, ülkelerinde baskı görmeleri nedeniyle, ülkeyi terk etmek zorunda bırakan bir olgudur. Mültecilerin, sığınmacıların öncelikli amaçları hayatlarına yönelik bir tehdidin olmadığı emniyetli bir çevrede hayatlarını devam ettirmektir (Buz, 2004:7). Mültecilik, zorlu ve geleceği belirsizlikler içeren bir hayatı ifade eder. Mültecileri ülkelerinden göç etmeye zorlayan nedenler, çoklu travmaların görülmesine sebep olabilir. Bu çoklu travmalarla

beraber gelinen ülkedeki hayat şartları, sığınma politikası ve insan haklarına verilen değer, mültecilerin kaderini tayin etmede önemli unsurlar olarak rol alırlar. Mülteciler genellikle geldikleri ülkede çoklu travmalar nedeni ile ihtiyaç duydukları psikososyal destek yerine ülkedeki kötü hayat şartları içinde çaresiz bırakılmaktadır. Üstelik gelinen ülkede mültecilerin kendi ayakları üzerinde durmasına yardımcı olacak ve sosyal işlevselliklerini harekete geçirecek olan çalışma hakkı genellikle verilmemektedir. Son 20 yılda ülke içinde göçe zorlanan insanların zorunlu göç mağduru sayısında uluslar arası mülteci sayısına oranla büyük bir artış yaşanmıştır. 21. yüzyılın başında bir ülkeden başka bir ülkeye göç etmek zorunda kalan mültecilerin sayısı yaklaşık 10 milyon civarındayken, bulundukları ülkede savaşlar nedeniyle yer değiştirmeye

zorlanan ZGM’lerin8 sayısı ise 25 milyonu bulmaktadır. Yaklaşık 40 ülkeye yayılmış

ZGM’lerin 12-13 milyonu Afrika kıtasında, 5-6 milyonu Asya kıtasında, 3 milyonu Avrupa kıtasında ve 2-3 milyonu ise Amerika kıtasında bulunmaktadır. Ayrıca 40 milyondan fazla bir insan kitlesinin de doğal afetler veya kalkınma projeleri kapsamında yerinden yurdundan edildiği tahmin edilmektedir. 1982 yılında ilk ZGM verileri toplandığında her 10 mülteciye karşılık 1 ZGM düşmekteyken, bu oran günümüzde 1’e karşılık 2,5 olmuştur (Akt.Kaya ve diğerleri, 2009:34).