• Sonuç bulunamadı

Yaşlılık kaçınılmaz ve geri dönülmez bir süreç olarak karşımıza çıkmaktadır. Çağımızda yaşam sürecinin bir parçası olarak görülen yaşlanma, insanlarda zamana bağlı değişimleri içine almaktadır (Bahar, 2005, s. 25).

Yaşlılık genel anlamda bireyin fiziksel ve bilişsel fonksiyonlarında bir gerileme, sağlığın, gençlik ve güzelliğin, üretkenliğin, cinsel yaşamın, gelir düzeyinin, saygınlığın, rol ve statünün, bağımsızlığın, arkadaşların, eş ve yakın ilişkinin, sosyal yaşantının ve sosyal desteklerin azalması ve kaybı gibi döneme özgü pek çok sorunun yaşandığı bir kayıplar dönemidir (Konak & Çiğdem, 2005, s. 58).

Dünya Sağlık Teşkilatı, 1963 yılında yaşlanmayı kronolojik olarak ele almış ve 3 safhaya ayırmıştır (Toprak vd., 2002, s. 23, Bahar, 2005, s. 63).

- Orta yaşlılar (45-59 yaş) - Yaşlılar (60-74 yaş)

- İleri derecede yaşlılar (75-+yaş).

Bu ayrıma göre 60 yaşın üzerindekiler yaşlıdır. Gerek dünya ülkelerinde, gerekse de ülkemizde yaşlı nüfus sayısı giderek artmaktadır. Bilimsel farklılıkların yanı sıra, tıptaki bilimsel ve teknolojik gelişmelerin hastalıkların önlenmesi ve erken dönemde teşhis ve tedavisinin sağlanması, koruyucu sağlık hizmetlerinin gelişimiyle doğurganlık hızı ve bebek ölümlerinin azalması, ortalama ömre olumlu olarak yansıyarak, ölüm yaşının yükselmesini sağlamıştır. Böylece 65 yaş üstü nüfusun oranı da artmıştır (Öz, 1999, s. 12, Onat, 2001, s. 58, Bahar, 2005, s. 64). Yaşlı nüfustaki artış ile ömür uzunluğundaki artış arasında pozitif yönde bir ilişki vardır (Duyar, 2005, s. 17).

2000 yılında 68 yıl olan doğumda beklenen yaşam süresinin 2010 yılında 71.7, 2020 yılında 73.9 yıl olacağı tahmin edilmektedir (Akgün vd., 2004, s. 36). Toplumu oluşturan yaşlı nüfusun artması sonucunda, yaşlı kişilerin bakımı ve bu alandaki organizasyonlar da önem kazanmıştır (Soygür, 2000, s. 57).

Türkiye’de yaşlılığın nasıl yaşandığına ve nüfusun yaşlanmasına ve gelecekte nasıl dönüşümler geçireceğine ilişkin çalışmalar yapılmıştır. Demografik göstergeler, 21. yüzyılda Türkiye nüfusunun bileşiminde belirgin değişiklikleri işaret etmektedir. Yakın geçmişteki yüksek doğurganlık ve hızlı nüfus artışının sonucu olarak, Türkiye genç bir nüfusa sahip iken, erişkin topluma dönüşmüş ve hızlı bir biçimde yaşlı topluma dönüşmektedir. 1960 yılında 1 milyon olan yaşlı sayısının bugün yedi katına çıktığı bilinmektedir. Türkiye’nin demografik dönüşümünü; nüfusun temel özelliklerini oluşturan nüfusun büyüklüğü, artış hızı, kaba doğum ve ölüm hızları ile doğuşta yaşam beklentisindeki göstergelerdeki değişimlerde görülmektedir. Türkiye nüfusu 1927 yılında 13,6 milyon olarak tespit edilmiştir. Nüfus artış hızının binde 28 ile en yüksek seviyeye ulaştığı 1950 yıllarının ortalarında nüfus 24 milyona, 1960’lı yılların başında ise iki kat artarak 28 milyona yükselmiştir. 1960’lardan itibaren nüfus artış hızı azalmaya başlayarak binde 15’e, 2011 yılında ise binde 13,5’e gerilemiştir. Cumhuriyetin 100. yılında nüfus artış hızının binde 8,3’e, 2025 yılında ise binde 7,7’ye düşeceği öngörülmektedir. Türkiye’deki nüfus artış hızının 1960’lardan başlayarak sürekli olarak azalmasına karşın, nüfusun büyüklüğü sürekli olarak artarak 1990 yılında 56 milyona (1960 nüfusunun iki katına) ulaşmıştır. 2000 yılı sonunda 72 milyona ulaşan nüfus büyüklüğünün Cumhuriyet’in 100. yılında 82,3 milyon, 2025 yılında ise 85,5 milyon olması beklenmektedir (Soygür, 2000, s. 58).

Nüfusun yaş yapısının değişimine bakıldığında, üç önemli değişim göze çarpmaktadır. Öncelikle doğurganlık düzeyindeki azalma ve sağlık koşullarındaki iyileşmeye bağlı olarak, genç nüfus yapısı bozulmakta ve yaşlı nüfus yapısına dönüşmektedir. Diğer bir unsur 15 yaşından küçük olan nüfusun payı, doğurganlık seviyesindeki azalmanın bir sonucu olarak azalmaktadır. Üçüncü olarak da çalışma çağındaki nüfusun (15-64 yaş) zaman içinde artmasıdır (Hünee, 2008, s. 69). Yaş gruplarına göre bakıldığında; yaş gruplarına göre artış hızlarında önemli değişimler meydana gelmiştir. Genç yaş gruplarındaki nüfus artış hızı son yıllarda azalırken, ileri yaş gruplarının nüfusu Türkiye ortalamasından daha hızlı artmıştır. Genç nüfusun büyüklüğü neredeyse aynı kalırken, 65 yaş ve üstü yaş gruplarındaki nüfus büyüklüğündeki artışın gelecek yıllarda da devam

edeceği beklenmektedir (TÜİK, 2008). Türkiye yüksek doğurganlık ve ölümlülük seviyelerinden, düşük doğurganlık ve ölümlülük seviyelerine geçmiştir. 1940’lı yıllarda kaba doğum hızı binde 45, kaba ölüm hızı binde 31, doğal artış hızı ise bunların farkı olarak binde 14 seviyesindedir. 1990’lı yıllarda binde 25 seviyesine gerileyen kaba doğum hızı ile binde 8 seviyesine gerileyen kaba ölüm hızı arasındaki farkın daha da azaldığı gözlenmektedir. 2000’li yılların başında binde 6 olan kaba ölüm hızının, 2023 yılında binde 9 seviyesine yükseleceği öngörülmektedir. 2025 yılı sonrasındaki döneme ilişkin demografik öngörüler, Türkiye’de yüzyılın ortalarından itibaren kaba doğum hızı ile kaba ölüm hızının eşitleneceğini ve bunun sonucunda doğal nüfus artış hızının sıfır olacağını göstermektedir (TÜİK, 2009). Doğuşta yaşam beklentisindeki değişimlere bakıldığında; 1940’lı yıllarda erkek nüfus için 30 yıl ve kadın nüfus için 33 yıl olan doğuşta yaşam beklentisinin, günümüzde 40 yılın üzerindeki bir artış ile erkekler için 71 yıla, kadınlar için ise 76 yıla yükseldiği görülmektedir. Cumhuriyet’in yüzüncü yılı olan 2023 yılında ise doğuşta yaşam beklentisinin erkekler için 73 yıla, kadınlar için ise 79 yıla yükseleceği tahmin edilmektedir. Zaman içinde görülen bu artışta yetişkin ölümlüğündeki iyileşmeden daha çok, erken yaş ölümlülüğündeki iyileşme etkili olmuştur. Önemli olan bir başka gelişme de kadın ve erkek nüfusun doğuşta yaşam beklentileri arasındaki farklılığın, özellikle erkek nüfusun zaman içinde ağırlaşan ölümlülük koşulları nedeniyle, azalma yönünde değil artma yönünde olmasıdır.

TÜİK 2012 yılı Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi sonuçlarına göre Türkiye Nüfusu 75.627.384’tür. Yaşlı nüfusun (65 yaş ve üzeri) toplam nüfusa oranı yüzde 7,5 olarak tespit edilmiştir. 2023 yılına gelindiğinde, nüfusun 84 milyon kişi civarında olacağı ve yine 2023 yılında 65 yaş ve üzeri yaşlı nüfus oranının yüzde 10,2 seviyesine yükseleceği öngörülmektedir. 2050 yılı için nüfusun 93 milyon olacağı, 65 yaş üstü nüfusun ise toplam nüfusa oranının yüzde 20,8 gibi çok yüksek bir düzeye ulaşacağı tahmin edilmektedir (TUİK, 2013). Yaşlı nüfus açısından bakıldığında; Türkiye’de göç olgusu, genç kuşakların kırdan kente doğru göçü olarak devam etmektedir. Göçle birlikte yaşlılar büyük çoğunlukta köylerde kalmakta ya da bırakılmaktadır. Bu nedenle, köylerde yaşlılık sorunlarından en önemlisi yaşlı kesimin yetişkin çocuklarından uzakta yaşamalarıdır (Tezcan, 1982, s:38). Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü (HÜNEE) tarafından yapılan 2008 Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırması’na (TNSA, 2008) göre; Türkiye nüfusunun yüzde 70’i kentlerde yaşamasına rağmen, yaşlı nüfusun büyük oranı kırsal kesimde yaşamaktadır. Kırsal kesimde 65 yaş ve üstü nüfusun oranı yüzde 10,3 iken, kentlerde yaşayanların oranı

ise yüzde 5,6’dır. Kırsal kesimde yaşayan yaşlıların yüzde 42,9’unun aile içinde ya da çocukları tarafından bakılmasına rağmen, kentlerde ise bu oran yüzde 30,5’dir. Türkiye’de hanelerde yaşayan bir yaşlı oranı yüzde 1, iki yaşlı oranı yüzde 5, üç yaşlı oranı ise binde 3’tür. Yaşlı nüfusun ortalama yaşı 73,2’dir. Yaşlıların yüzde 55’i kadın, yüzde 45’i erkektir (Hünee, 2008, s. 69). Türkiye’de aile yapılarına göre hanede yaşayan yaşlı oranı değişmektedir.

TNSA (2008) göre, Türkiye’de tek kişilik hanelerde yaşayanların yaklaşık yüzde 44’ü yaşlıdır. Toplam nüfusta yaşlı nüfusun payının en düşük olduğu aile tipi çekirdek ailedir. Yaşlı nüfusun önemli bir bölümü geçici geniş ailede olmak üzere, üçte birinden fazlasının geniş ailede yaşadığı görülmektedir. Tek kişilik haneler toplam, toplam hane halkları içinde sadece yüzde 5’lik bir paya sahiptir. Tek kişilik hanelerde ise yaşlı nüfusun yüzde 12’si yaşamaktadır. Verilerden de anlaşılacağı üzere; Türkiye 21. yüzyılın ikinci çeyreğinde, yaşlı nüfusun toplam nüfusa oranının yüzde 10,2’ye ulaşacak olması nedeniyle, yaşlı nüfusun baskısıyla karşı karşıya kalacaktır. Türkiye, oluşacak olan bu yeni durumun trajediye dönüşmesini engellemek için planlama yapmak zorundadır. Ancak yaşlı nüfusun ulaşacağı büyüklüğün, toplum üzerinde oluşturacağı ekonomik ve sosyal baskı, doğru bir planlama ve ileri görüşlü bir yaklaşımla bugünden hazırlanacak politikalar sayesinde karşılanabilir. Devletin yaşlılığa dair yeterli politikalarının bulunmaması dolayısıyla sosyal hizmet alt yapısının, yaşlı nüfusun ihtiyaçlarına göre düzenlenmediği bir tablonun ortaya çıkması, hem yaşlılar hem de devletin işleyişi açısından zorlayıcı olacaktır.