• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 1: YAŞAMA HAKKI KAVRAMI VE SINIRLARI

1.2. Yaşama Hakkı Kavramı ve Temelleri

1.2.2. Yaşama Hakkının Temelleri

İnsanın, dünyadaki en mükemmel (donanımlı) varlık olduğu, akıl (anlama/kavrama gücü) ve şuura (bilinç/idrak) sahip olması nedeniyle diğer varlıklardan üstün olduğu

110 Wicks, The Right to Life and Conflicting Interests, s.240. Benzer görüş için bkz. Sibel İnceoğlu, “Yaşama Hakkı ve Ölüm Cezası”, Prof. Dr. Vecdi Aral’a Armağan, Kocaeli: Kocaeli Üniversitesi Hukuk Fakültesi, 2001, s.138; Robin F. Holman, “The Rogue Civil Airliner and International Human Rights Law: An Argument for a Proportionality of Effects Analysis within the Right to Life”, The

Canadian Yearbook of International Law, Vol.48, (2010), s.45. AİHS’in 2. maddesinde yaşama

hakkının istisnalarına da yer verilmesini bir paradoks olarak niteleyen karşıt görüş için bkz. Fionnuala Ni Aolain, “The Evolving Jurisprudence of the European Court of Human Rights Concerning the Right to Life”, Netherlands Quarterly of Human Rights, Vol.19, No.1, (March 2001), s.23.

111 Erdoğan’a göre özgürlük, kişilerin hayatını kendi tercihleri doğrultusunda kurmasını, özellikle siyasi otorite tarafından, keyfi olarak engellenmemesini ifade etmektedir (Erdoğan, Anayasal Demokrasi, s.146).

112 Mathieu, s.14-15.

113 A. Redelbach, “Protection of the Right to Life by Law and by Other Means”, The Right to Life in

International Law, B. G. Ramcharan (Ed.), The Netherlands: Martinus Nijhoff Publishers, 1985, s.186;

27

kabul edilmektedir.114 Bu bağlamda, diğer canlılarla karşılaştırıldığında daha yüksek seviyede şuura sahip olması nedeniyle insan yaşamının yasal ve etik açıdan özel olarak korunması gerektiği öne sürülmüştür. Buna karşın, her insanın, şuura sahip olup olmamasına bakılmaksızın, böyle bir korumayı hak ettiği de iddia edilmiştir. Bu görüşe göre, bir insan organizması, doğum ya da şuur dikkate alınmaksızın, potansiyel olarak yaşayabilirlikten (viability) beyin ölümüne kadar bu özel korumadan yararlanmalıdır.115

Bilim insanları, tarih boyunca, insanın diğer varlıklar karşısında ayrıcalığını ortaya koymak amacıyla çeşitli tanımlar yapmışlardır. Bütün bu tanımlamaları taçlandırmak amacıyla, “İnsan diğer varlıklardan farklı olarak, kendini ve haklarını tanıyabilen ve savunabilen bir varlıktır” şeklinde başka bir tanım yapılabilir.116

Yaşama hakkı, insan hakları anlayışındaki evrilmenin, tarihsel gelişmenin izlenmesi açısından ölçüt alınabilecek bir haktır.117 Bu hakkın yasal gelişimi, yavaş bir seyir izlemiş ve ancak yirminci yüzyılın yarısından sonra amacına ulaşabilmiştir. Ancak, bu gelişim, bin yıllık bir dini ve felsefi düşüncenin üzerine inşa edilmiştir. Doğal haklar felsefesinin benimsenmesi, önce anayasal düzeyde, daha sonra da uluslararası alanda yaşama hakkı başta olmak üzere temel insan haklarının tanınmasını cesaretlendirmiştir. Yaşama hakkının yasal olarak korunması, tüm insanların eşit değerde olduğu fikrine dayanır. Bu değerin özü, din, felsefe ve bilim tarafından ortaya atılan düşünceler üzerine kuruludur.118

Şimdi, yaşama hakkının dini, felsefi ve yasal temellerine kısaca değinilecektir.

114 Doğu Ergil, “Demokrasi Yoluyla İnsan Haklarının Garanti Altına Alınması”, Yeni Türkiye Dergisi-İnsan Hakları Özel Sayısı, Cilt.1, Yıl.4, Sayı.21, (Mayıs-Haziran 1998), s.428; Adem Dölek, “İnsanın

Yaşama Hakkının Korunmasının Dini Dayanağı”, İnsan Hakları ve Din, Sempozyum, Çanakkale: Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Yayınları, No.105, 2010, s.19.

115

Wicks, The Right to Life and Conflicting Interests, s.239. 116

Recep Tayyip Erdoğan, “İnsan; Haklarını Savunan Varlıktır”, Yeni Türkiye Dergisi-İnsan Hakları

Özel Sayısı, Cilt.1, Yıl.4, Sayı.21, (Mayıs-Haziran 1998), s.332.

117 M. Semih Gemalmaz, Ulusalüstü İnsan Hakları Hukukunun Genel Teorisine Giriş, İstanbul: Beta Basım Yayım, 1997, s.209.

28

1.2.2.1. Yaşama Hakkının Dini Temelleri

Dinin, yaşama hakkının ahlaki (moral) ve yasal (legal) gelişimine katkısı göz ardı edilemez.119 Dünyadaki başlıca bütün dinler, yaşamın değerine ilişkin ortak bir inancı paylaşırlar.120 Başka bir ifadeyle, ilahi dinlerin üzerinde ittifak ettiği temel konulardan biri, insanın en temel hakkının yaşama hakkı olduğudur.121

Batı geleneği, Yunan, Musevi ve Hıristiyan etkilerinin karışımıdır ve üçü de insanın yaratılanlar arasında özel bir yere sahip olduğunu kabul eder. Benzer şekilde, Kur’an’da da, örneğin İsra Suresi’nin 70. ayetinde, insanın yaratılanların birçoğundan üstün kılındığı (büyük bir mevki bahşedildiği) buyrulmaktadır.122

Yaşamın kutsallığı tezi, dini kökenlidir. Bu teze göre, insan yaşamının kutsal olduğunu Tanrı söylemektedir. Tanrı’nın hâkimiyetine müdahale etmek, emirlerine uymamak kabul edilemez bir tutumdur. Yaşamın kutsallığı tezi, insan yaşamının dokunulmaz olduğu anlayışını benimser. Bu dokunulmazlık, devlet ve üçüncü kişilerle birlikte, kişinin kendisine karşı da öne sürülmektedir. Bu nedenle, başkasını öldürmek ve intihar etmek yasak kabul edilmektedir.123

Dinlerin ortak düşüncesine göre, insan Tanrı’nın yarattıklarının en yücesi ve şereflisidir. İnsan bedeni Tanrısal bir cevherdir. Bu nedenle, insana karşı yapılan saldırı, Tanrı’ya karşı yapılmış gibi kabul edilmektedir. Yine dinlere göre, insan, yeryüzünde Tanrı’nın sureti sayıldığı için yaşama hakkı başta olmak üzere bazı önemli haklara sahiptir.124

119 Wicks, The Right to Life and Conflicting Interests, s.22.

120 Wicks, The Right to Life and Conflicting Interests, s.26. Örneğin, Budizm inancı açısından yaşama hakkıyla ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. Hideko Toma ve Dilys Hill, “Rethinking Rights in the Twenty-First Century: The Right to Life and the Right to Peace from a Budhist Perspective”,

International Journal of Human Rights, Vol.11, No.4, (December 2007), ss.381-401.

121 Dölek, s.19.

122 Sibel İnceoğlu, Ölme Hakkı-Ötanazi, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 1999, s.36.

123 İnceoğlu, Ölme Hakkı-Ötanazi, s.35-36. Yaşamın kutsal ya da dokunulmaz olduğu bugün sadece din adamları tarafından değil, laik kesimler tarafından da savunulmaktadır. Çok sayıda laik devletin hukuk sistemi, yaşamın kutsallığı tezini içermektedir. Laiklerin, insanın sırf insan olmasından dolayı sahip olduğu değer nedeniyle bu tezi kabul ettikleri söylenebilir. Bu anlayışa göre, yaşama hakkı kişilik haklarından kabul edilerek vazgeçilmez bir hak olarak görülmektedir (İnceoğlu, Ölme Hakkı-Ötanazi, s.36).

29

Diğer taraftan, İslamiyet, Musevilik ve Hıristiyanlık’ta yaşam, Tanrı’nın bir hediyesi olarak kabul edilmesine rağmen, yaşamın dokunulmazlığı mutlak bir kural değildir. Örneğin, meşru savunma, idam cezasının infazı ya da savaş nedeniyle öldürme gibi bazı durumlarda kişilerin öldürülmesine izin vermişlerdir.125

1.2.2.1.1. İslam’da Yaşama Hakkı

İnsan haklarının felsefi çerçevesinin oluşması ve gelişmesinde, İslam dünyasının doğrudan çok fazla katkısının olmadığı ileri sürülebilir. Buna karşın, İslam dininin içerdiği insana ilişkin temel değerlerin ve hakların, Batı’da insan hakları teorisinin oluşması ve gelişmesinde dolaylı bir etkisinin olduğu, yaşama hakkı gibi temel haklar konusundaki İslami pratiğin Batıdaki gelişmeleri etkilediği de söylenebilir. Ancak, İslam dünyasında, Batı’daki gibi ne bir bildirge ilan edilmiş ne de bir düzenleme yapılmıştır.126 Bununla birlikte, Veda Hutbesi, bir çeşit Evrensel İnsan Hakları Bildirisi gibi de anlaşılabilir.127

Yüzlerce ayet ve hadisin ortak ifadesinden İslam’ın, altı temel ve vazgeçilmez değeri korumayı hedeflediği anlaşılmaktadır. Bunlar, din, yaşam, akıl, nesil, mal ve şereftir. İslam, hiçbir fark gözetmeksizin, bütün insanlara yaşama hakkı tanımıştır.128 Yaşama hakkı, İslam’da, Allah tarafından insana bahşedilmiş en temel hak olarak görülmektedir.129

İslam’a göre, yaşam, Yaratıcı tarafından insana temlik (mülk) olarak değil, emanet olarak verilmiştir ve bu emanetin korunması istenmiştir. Bu nedenle, can, mal ve ırzın

Ioanna Kuçuradi (Ed.), 3.Baskı, Ankara: Türkiye Felsefe Kurumu, 2009, s.87-88.

125 Wicks, The Right to Life and Conflicting Interests, s.26-27; İnceoğlu, Ölme Hakkı-Ötanazi, s.39-40.

126 Dursun, s.168.

127 Yaşar Kaplan, “İnsan Hakları Hangi Sularda Seyrediyor?”, Yeni Türkiye Dergisi-İnsan Hakları

Özel Sayısı, Cilt.1, Yıl.4, Sayı.21, (Mayıs-Haziran 1998), s.177. Veda Hutbesi’nde, örneğin, “Ey insanlar, bugünleriniz nasıl mukaddes bir gün ise, bu aylarınız nasıl mukaddes bir ay ise, bu şehriniz (Mekke) nasıl mukaddes bir şehir ise, canlarınız, mallarınız, namuslarınız da öyle mukaddestir. Her

türlü tecavüzden korunmuştur.” denilmektedir (http://www.diyanet.gov.tr/turkish/hutbe/vedahutbesi.asp

16 Haziran 2013).

128 Hayreddin Karaman, “İslam’a Göre İnsan Hakları ve Ödevleri”, Yeni Türkiye Dergisi-İnsan

Hakları Özel Sayısı, Cilt.1, Yıl.4, Sayı.21, (Mayıs-Haziran 1998), s.236.

30

korunması gibi istisnai durumlar dışında, hiçbir insanın yaşamına son verilemez.130 İslam dininin birinci kaynağı olan Kur’an’a göre insanı yaratan, yaşatan ve öldüren, diğer bir ifadeyle insana yaşama hakkını veren ve alan Allah’tır.131 Örneğin, “Yaşatan

ve yaşama son veren O’dur”132 ve “Yaşamı ve ölümü yaratan, her şeye gücü yeten

Allah’tır”133 ayetlerinde bu husus vurgulanmaktadır.

Kur'an'da haksız yere cana kıyma açık bir şekilde yasaklanmış, cezasının ebedî kalınacak cehennem olduğu bildirilmiştir.134 Aynı şekilde, haksız yere bir kişiyi öldürmek bütün insanlığı öldürmek, bir kişiyi kurtarmak da bütün insanlara hayat vermek olarak kabul edilmiştir.135

Diğer taraftan, İslam dini, yaşamı kutsal kabul etmesine rağmen, ölüm cezasının uygulanmasını, masum olmayanların öldürülmesi olarak kabul ederek, meşru görmektedir. Kur’an’da, birçok ayette, can almak değil, “haksız yere” can almak kınanmış ve yasaklanmıştır. Bu durumda, yaşamın kutsallığından çok, masum insanların yaşamının kutsallığından söz etmek mümkündür. Çünkü masum olmayan kişinin, başkaları tarafından öldürülmeme hakkını, kendi yanlış hareketiyle kaybettiği kabul edilmektedir.136

Bütün ilahi dinler gibi İslam dini de cana kıymayı yasaklamış ve bu suçu işleyenler için ağır cezalar öngörmüştür. İslam hukukuna göre, kasten başkasının yaşamına son vermenin cezası kısastır. İntikam almak amacıyla değil, caydırıcılık sağlanarak başka kişilerin yaşamlarının korunması ve kan davalarının önüne geçilmesi amacıyla böyle bir cezanın öngörüldüğü ileri sürülmüştür. Ancak, maktulün varisleri katili affederlerse

130 Dölek, s.21.

131

Dölek, s.21; Süleyman Hayri Bolay, “İnsan Haklarının Felsefi Temelleri”, Yeni Türkiye Dergisi-İnsan Hakları Özel Sayısı, Cilt.1, Yıl.4, Sayı.21, (Mayıs-Haziran 1998), s.122.

132 Kur’an, Mü’minun Süresi, Ayet 80. 133 Kur’an, Mülk Süresi, Ayet 1-2. 134 Kur’an, Nisâ Süresi, Ayet 93. 135

Kur’an, Mâide Süresi, Ayet 32. 136

İnceoğlu, Ölme Hakkı-Ötanazi, s.40. Yukarıda değinilen Nisâ Süresi’nin 93. Ayeti ve Mâide Süresi’nin 32. Ayeti’nin yanı sıra bkz. Kur’an, En’am Süresi Ayet 151 (Allah’ın mutlak koruma altına

aldığı cana, hukuken hak etmiş olma dışında, asla kıymayın); Kur’an, İsra Süresi, Ayet 33 (Allah’ın muhterem kıldığı cana haklı bir gerekçe olmaksızın kıymayın) ve Kur’an, Furkan Suresi, Ayet 68

31

ya da diyetine razı olurlarsa kısas uygulanmamaktadır.137 Özetle, İslam’a göre, can güvenliğini sağlamanın yolu kısastır, yani, haksız yere cana kıyanın canına kıymaktır.138

İnsanın saygınlığı ve dokunulmazlığı da, İslâm’ın ısrarla üzerinde durduğu ana fikirlerden biridir. Yaşama hakkı, erkek spermi ile kadın yumurtasının birleştiği ve döllenmenin başladığı andan itibaren Allah tarafından verilmiş temel bir hak olarak görülmüştür. Bu aşamadan itibaren, anne-baba da dâhil, hiç kimsenin bu hakka müdahale etmesine izin verilmemiştir. Sonuç olarak, İslam’da, tıbbi zorunluluk dışında, çocuğun sakat doğacağı vb. gerekçelerle kürtaj uygulamasına izin verilmediği söylenebilir.139

İntihar (kendini öldürmek) da, İslâm dininde kesinlikle yasaklanan büyük günahlar arasında sayılmıştır. Diğer bir ifadeyle, İslam’a göre, kişi kendi yaşamına son verme hakkına da sahip değildir. “Kendinizi öldürmeyiniz”140 ayeti açıkça bunu ifade etmektedir.141 Hz. Peygamber de, intihar eden kimsenin cehenneme gireceğini haber vermiştir.142 Ayrıca, intihar ederek ölen bir kişinin cenaze namazını kendisinin kıldırmadığı143 da bilinmektedir.144

1.2.2.1.2. Hıristiyanlıkta ve Musevilikte Yaşama Hakkı

Hıristiyanlığın kutsal kitabı İncil ve Museviliğin kutsal kitabı Tevrat’ta insan öldürmenin yasaklanmış olduğu açıkça belirtilmiştir.145

Hıristiyanlık inancında, kan döken birinin kanının döküleceği ifade edilmektedir.146

137 Dölek, s.34-35.

138 Karaman, s.236; Örneğin bkz. Kur’an, Bakara Süresi, Ayet 178-179. Daha sonra, İslam Devlet Reisine, İslam toplumu için tehlikeli saydığı kişileri, devlet ve toplumun menfaati için öldürtme yetkisi (siyaseten katl) verilmesiyle ölüm cezası siyasileşmiştir (İnceoğlu, “Yaşama Hakkı ve Ölüm Cezası”, s.135).

139 http://www.diyanet.gov.tr/yayin/basiliyayin/ydinikavramlaryazdir.asp?id=766 (15 Mayıs 2013). 140 Kur’an, Nisa Süresi, Ayet 29.

141 Dölek, s.25-26; http://www.diyanet.gov.tr/yayin/basiliyayin/ydinikavramlaryazdir.asp?id=874 (15 Mayıs 2013). 142 Buhârî, Tıb, 56. 143 Müslim, Cenâiz, 37. 144 http://www.diyanet.gov.tr/yayin/basiliyayin/ydinikavramlaryazdir.asp?id=874 (15 Mayıs 2013). 145 Dölek, s.20.

32

Örneğin, Matta’da, “Katletmeyeceksin ve kim katlederse hükme müstahak olur” denilmektedir.147

Kitab-ı Mukaddes’in Eski Ahit bölümünde, kardeşinin yaşama hakkını ihlal eden Kabil’in Tanrı katında nasıl suçlu bulunduğu anlatılmaktadır.148 Hatta Eski Ahit ve Tevrat’ta, öldürmeme yükümlülüğünün ötesinde, insan yaşamının korunması için pozitif yükümlülük bulunduğuna dair bazı izler de vardır.149

Hıristiyanlık’ın ilk dönemlerinde, yaşamın Tanrı’nın emaneti olduğu anlayışının doğal bir sonucu olarak, Kilise ölüm cezasını kabul etmemiştir. Hz. İsa’nın ve Aziz Petrus’un idam edilerek öldürülmüş olmaları da göz önüne alındığında, Kilise’nin ölüm cezasına karşı olması doğal karşılanabilir. Ancak, zamanla, Kilise’nin siyasi talepleri karşılayarak konumunu koruma çabasının bir sonucu olarak, ölüm cezası meşru kabul edilmiştir. Kilise, ölüm cezasını meşrulaştırmak için “öldürme yasağını”, “masum insanı öldürme yasağı” şekline dönüştürmüştür. Buna göre, ölüm cezası uygulanmak suretiyle öldürülenler masum olmadıkları için bu kişiler yaşamın kutsallığından yararlanamazlar ve dolayısıyla öldürme yasağı onlar için geçerli değildir.150 Bu anlayış, Hıristiyan dünyası tarafından günümüzde büyük oranda terk edilmiştir. Papa John Paul II ve çok sayıda dini cemaat lideri, ölüm cezasının aleyhinde açıklamalarda bulunmuşlardır.151

İntihar, ilk başlarda, Hıristiyanların ilgi alanına girmemiştir. Ne Eski Ahit ne de Yeni Ahit, intiharı doğrudan yasaklamaktadır. Hıristiyanların intihara karşı çıkışı, daha sonra gelişmiştir. İntihar, Tanrı’nın lütfundan ümidini kesme olarak yorumlanmış ve iman zayıflığının belirtisi olarak görülmüştür. Yaşamı geri alma hakkının sadece Tanrı’ya ait olduğu kabul edilerek intihar yasaklanmıştır.152

Kısas, Kur’an gibi Kitab-ı Mukaddes’in de bir hükmüdür: “Bir adamı vuran, vurduğu

kişi ölürse, mutlaka öldürülecektir…”.153 Ancak, yukarıda da belirtildiği üzere, İslam’a

147 İncil, Matta, 5/21.

148

Hatemi, s.166. 149

Wicks, The Right to Life and Conflicting Interests, s.25; örneğin bkz. Leviticus, 19/16. 150 Rachels’den aktaran: İnceoğlu, “Yaşama Hakkı ve Ölüm Cezası”, s.134-135.

151 İnceoğlu, “Yaşama Hakkı ve Ölüm Cezası”, s.135. 152 İnceoğlu, Ölme Hakkı-Ötanazi, s.47.

33

göre, eğer öldürülenin velisi, yani varislerinden biri bile, katili diyet karşılığı ya da karşılıksız olarak affederse kısas düşmektedir. Buna karşın, Kitab-ı Mukaddes’te af hükmü bulunmamaktadır.154

Öldürme yasağı, Museviliğin kutsal kitabı olan Tevrat’ta, “on emir” olarak bilinen yasaklar arasında yer almaktadır. “Katletmeyeceksin…”155 ve “Suçsuzu ve salih kişiyi

öldürmeyeceksin”156 emirleri örnek olarak sayılabilir.157

1.2.2.2. Yaşama Hakkının Felsefi Temelleri

Günümüzde, yaşam, sadece Tanrı tarafından verildiği için değil, insanın doğuştan sahip olduğu üstün bir hak olduğu için de korunmaktadır.158

İnsan, yalnızca biyolojik olarak değil, aynı zamanda entelektüel ve moral olarak da gelişme kabiliyetine sahip bir varlık olduğu için değerlidir.159 İnsan, varlık yapısı açısından diğer canlılardan tamamen farklı bir yapıya ve yaratılışa sahiptir. Daha doğrusu, insan, Sokrates’ın dediği gibi, ruhuyla insandır. İnsan ruhu, maddeden ayrı, tamamen manevi bir yaratılışa sahiptir. Zaten insan hakları da, öncelikle, insanın bizzat taşıdığı ontolojik (varlığa ilişkin) değerden ve ona duyulan saygıdan kaynaklanır.160 Antik Yunan felsefesinde, tüm insanların eşit ve özgür oldukları düşüncesi henüz yerleşmediği için filozoflar, doğal olarak, herkesin eşit olarak sahip olduğu bir yaşama hakkından söz etmemişlerdir.161

Yaşama hakkıyla ilgili en temel konulardan biri olan intiharın meşru olup olmadığı, ilk defa Antikçağ’da tartışılmaya başlanmıştır. Antikçağ’ın en önemli beş düşünce akımı olan Pitagoras, Platon, Aristoteles, Stoa ve Epikuros felsefelerinin başlıca tartışma konularından biri, kişinin yaşamı terk etme hakkının, yani ölme hakkının, olup

154 Ali Ünal, Allah Kelamı Kur’anı Kerim ve Açıklamalı Meali, İzmir: Define Yayınları, 2007, s.89. 155 Tevrat, Çıkış, 20/13-17; Tevrat, Tensiye, 5/16-21.

156 Tevrat, Çıkış 23/7; Tevrat, Hoşea, 4/2. 157 Dölek, s.20.

158

İnceoğlu, “Yaşama Hakkı ve Ölüm Cezası”, s.135; Savcı, “Yaşam Hakkı-Felsefe Açısından Pratiğe Doğru”, s.86.

159 Savcı, “Yaşam Hakkı-Felsefe Açısından Pratiğe Doğru”, s.87. 160 Bolay, s.121.

161 Zeynep Özlem Üskül Engin, “Yaşama Hakkının Felsefi Temelleri”, İnsan Hakları Konferansları

34

olmadığıdır.162 Örneğin, Pitagoras, insana yaşamın Tanrı tarafından verildiğini ve onun kararı olmadan insanın yaşamını sonlandıramayacağını savunmuştur.163

Eski Yunan filozofu Sokrates’ın hapsedildiği sırada kendini öldürmesi, Platon (M.Ö. 427-347) tarafından “Phaedo” isimli eserinde ayrıntılı şekilde anlatılmıştır. Zaten, Sokrates hakkında bütün bildiklerimiz, öğrencisi Platon’un aktardıklarından ibarettir. Platon’a göre, Sokrates, meşhur baldıran otunu içmeden önce, yaşam, ölüm ve ruhun ölümsüzlüğü üzerine derin bir düşünceye dalmıştır. Yaşamın gerçek anlamını ve tanrıların bir hediyesi olduğunu düşünmeye başlamıştır: “Tanrılar bizim koruyucularımızdır ve insanlar onların sahip oldukları şeylerden biridir. Bu nedenle, bir tanrı aksine işaret etmediği müddetçe, bir kişinin kendisini öldürmemesi gerektiği fikri mantıksız değildir”. Ancak, Sokrates, ölümün tüm gerçek filozofların nihai hedefi olan ruhu bedenden ayıracağı için filozofların ölüme hazır olmaları ve hatta ölümü istemeleri gerektiğini savunarak şöyle devam etmiştir: “Eğer saf bilgiye sahip olmak istiyorsak, bedenimizden kurtulmalıyız ve maddeyi ruhun kendisiyle seyretmeliyiz”. Yine Platon’a göre, Sokrates, ölümü bir son olarak kabul etmediğini beyan etmiştir: “İnsanı, ölümden sonra güzel bir gelecek beklediğini ümit ediyorum”. Sokrates, en azından filozoflar için, yaşamı sırf bir hazırlık ya da ölüm sonrasına (ahiret) yönelik bir prova olarak kabul etme eğiliminde gözükmektedir.164

Platon, devletin çıkarına olacağı için ağır hastaların tedavi edilmemesini ve ağır engelli (özürlü) bebeklerin kaderlerine terk edilerek öldürülmeleri gerektiği görüşünü savunmuştur. Diğer taraftan, Aristoteles (M.Ö. 384-322), insanın, hasta olsa da, kendisini öldürmesini suç olarak görmüştür. Ona göre, bireyin toplumu reddetme hakkı yoktur. Buna karşın, engelli çocuklara erkenden ötenazi uygulanmasını düzenleyen bir yasayı desteklemiştir.165

İntiharın onaylanması ve belli şartlarda meşru kabul edilmesi, Eski Yunan ve Roma

162 İnceoğlu, Ölme Hakkı-Ötanazi, s.17. 163

Sibel İnceoğlu, “Ötenazi ve Yaşama Hakkı”, İnsan Hakları Konferansları I-II, Zafer Üskül ve O. Serkan Gülfidan (Ed.), Legal Yayınevi, 2013, s.153.

164 Wicks, The Right to Life and Conflicting Interests, s.29-30.

165 Arın Namal, “Türk Tıp Etiği Çevrelerinde Ötanazi Tartışmaları”, Hukuk ve Etik Boyutuyla

Ötanazi, Koç Üniversitesi Hukuk Fakültesi Disiplinlerarası Hukuk Çalışmaları Serisi No.1, Nur Centel

35

felsefesinde yaygın bir görüştür. Ancak beşinci yüzyılda, ilk olarak Augustine’in “City of God” adlı eseriyle, Hıristiyan düşüncesinde intihar, altıncı emrin başkasının yanı sıra kendini de öldürmeyi yasakladığı gerekçesiyle kınanmaya başlanmıştır.166

Thomas Hobbes, yaşadığı dönemin (1588-1679) olağan bir sonucu olarak, ölüm cezasını reddetmemiştir. Bununla birlikte, doğal hukuk anlayışına göre, insanın kendi yaşamına ve beden bütünlüğüne ilişkin haklarını devredemeyeceğini; insan bedenine ve yaşamına zarar verecek her türlü eylemin yasak olduğunu savunmuştur.167

17. yüzyılda, felsefi düşünce ile yaşama hakkının yasal korunmasının kaynağı arasında bir bağ bulabiliriz. John Locke’un insan haklarının gelişimi üzerindeki etkisi iyi