• Sonuç bulunamadı

B. HÜSÂMEDDÎN es-SİĞNÂKÎ

7. Yaşadığı Dönemin Şartları ve Özellikleri

a. Siyasi Durum

Hüsameddîn es-Siğnâkî, hayatının büyük bölümünü VII./XIII. asrın ikinci yarısında, son on dört yılını da VIII./XIV. asrın başlarında geçirmiştir. Altmışlı veya yetmişli yaşlarında vefat ettiğini kabul ettiğimizde Moğol istilasından hemen sonraki dönemde ömür sürdüğü anlaşılmaktadır.135

Siğnâkî’nin yaşadığı döneme ve bölgeye ışık tutması açısından o dönemde bölgeye hakim olan Altın Orda Hanlığından (624-761/1227-1360) da kısaca bahsetmek isabetli olacaktır. Cengiz Han’ın oğlu Cuci Han’ın ölümünden sonra 624/1227 yılında Batu Han tarafından kurulan Altın Orda Hanlığı, bu yıllarda bir yandan Deşt-i Kıpçak’ın fethiyle uğraşırken diğer yandan da Rus prenslikleri üzerine başarılı akınlar düzenliyordu.136

Aynı zamanda Altın-Orda ile aynı soydan gelen İlhanlılar arasında da çeşitli mücadeleler olmuştur. Altın-Orda hükümdarı Berke Han ile İlhanlı hükümdarı Hülâgü arasında bu yıllarda Azerbaycan üzerindeki hak iddiası sebebiyle çatışma yaşanmış; Hülâgü, Bağdat zaptından sonra İran’da Berke Han’a bağlı olarak vazifede bulunan memurları tard etmiş ve Hemedan’da ‘Berke Han taraftarıdır’ diyerek 700 kişiyi katletmiştir. Bu hadiseler iki hakan arasındaki gerginliği daha da sertleştirmiştir. Hülâgü, bunlarla da yetinmemiş; Tebriz’de Berke Han’a bağlı zengin tüccarları öldürüp mallarını yağma etmesi üzerine, Berke Han da aynı muameleyi Hülâgü Han’ın Deşt-i Kıpçak’taki tüccarlarına yapmıştır.137

VII/XIII. asırda dünyayı kasıp kavuran Moğol istilası o dönemde hüküm süren devletlerin ilerleyişini etkilemiş, bu devletlerin kimi tamamen ortadan kalkmış, kimi ise parçalanarak küçük devletler halinde varlıklarını devam ettirmişlerdir. Bu yüzyılda kurulan Altın-Orda, İlhanlılar ve Memlükler devletleri sürekli mücadele içine girmişlerdir. Siğnâkî’nin yaşadığı topraklarda hüküm süren Cengiz Han’ın torunlarının kurduğu Altın-Orda Devleti özellikle yıldan yıla büyüyerek gelişmeye devam etmiş ve en çok mücadeleyi de yine kendi soyundan gelen İlhanlılar’a karşı vermiştir.

135 Kalkan, age, s. 12.

136 Kafalı, Altın Orda Hanlığının Kuruluş ve Yükseliş Devirleri, s. 49-50. 137 Kalkan, age, s. 15.

30

İlhanlılar’ın en önemli hükümdarı Hülâgü, 651/1253 yılında Abbasileri ortadan kaldırmış, 1260 yılında ise Aynicâlût Savaşı’nda Memlükler’e karşı ordusunu yenilmekten kurtaramamıştır. Bu yenilgiden dolayı çok büyük ilerleme kat edemeyen İlhanlı devleti, dönemin en büyük devletlerinden olan Altın-Orda’ya karşı mücadelede zayıf kalmıştır. 1227-1360 yılları arasında hüküm süren Altın-Orda devleti, dirayetli ve akıllı Batu Han, Berke Han ve Özbek Han gibi yöneticileri sayesinde uzun yıllar ayakta kalmış; hem siyasi, hem sosyal, hem de ilmî alanda gelişme kaydeden devletlerden olmuştur. Bu devlet idaresi altında yaşayan Siğnâkî gibi âlimler ilmi faaliyetlerini icra etme fırsatı bulmuş ve her alanda muhtelif eserler vermişlerdir. Devletlerarası mücadeleler elbette halkı çok ciddi biçimde etkilemiş, canlarını ve mallarını kurtarmak isteyen halk da farklı beldelere göç etmek zorunda kalmıştır. Bu dönemde Siğnâkî ve diğer âlimler de ilimlerini sekteye uğratmamak adına halkla beraber ilimlerini devam ettirebilecekleri daha müreffeh şehirlere ilim öğrenmeye ve öğretmeye gitmişlerdir.138

b. Sosyal Durum

İslam medeniyeti, en parlak ve göz kamaştırıcı döneminin ardından Moğollar tarafından büyük tahrip dönemi yaşamıştır. Gerçekten medenî hayatın tahribinde ve İslam âleminin böyle büyük bir felakete uğramasından sonra, ilim ve medeniyetin gerilemesi için başka şart ve sebepler aramak boşunadır kanaatindeyiz.139

Mâverâünnehir'in tamamını eline geçiren Moğollar, uğradıkları bütün memleketlerde taş üstünde taş bırakmamış, önlerine çıkan herkesi genç yaşlı ayırt etmeden katletmişlerdi. Cengiz Han’ın uğradığı her yerde bu şekilde şehirleri yağmalamasına izin vermesini, pek çok düşünür ve daha sonra gelen İslam mütefekkirleri İslam dünyasının başına gelebilecek en büyük felaketlerden biri olarak nitelendirmişlerdir.140

IV/X. yy’dan itibaren İslam kültürünün içten içe iyice yaygınlaştığı Mâverâünnehir bölgesinde bilhassa Saray şehrinin kuruluşu ve devlet merkezi yapılmasından sonra Türkistan’la ticarî ve kültürel münasebetler hızla gelişmiş; bundan dolayı da İslamiyet’in tesiri daha da artmıştır. Altın Orda devleti başkenti olan

138

Kalkan, age, s. 16.

139 Kalkan, age, s. 17.

31

Saray, devrin önemli uluslararası ticaret yolları üzerinde bulunması sayesinde doğu ve batı kültürlerinin buluştuğu bir kavşak noktası haline gelmiştir.141

Altın Orda Hanları, özellikle müslüman olduktan sonra konar-göçerlik geleneklerinin aksine şehirleşmeye büyük önem vererek, şehir kültürünün Deşt-i Kıpçak genelinde yaygınlaşmasında da önemli bir rol oynamışlardır.142

Siğnâkî’nin doğum yeri olarak kabul edilip nispet edildiği Siğnâk, Saray şehrinden sonra bu dönemde en gelişmiş şehirlerden biriydi. Sîğnak’ın tarihteki önemli şehirlerden olmasının sebeplerinden biri İslamiyet’i yaymada büyük rol oynamasıdır. Şehirde yetişmiş önemli âlimler İslamiyet’i yayma ve yeni nesillere aktarma konusunda önemli görevler üstlenmiş, şehirde kurulan camiler ve medreseler de bu âlimlerin sayısının çoğalmasını sağlamıştır.143

Özetleyecek olursak, Moğol istilasına uğrayan tüm beldeler Cengiz Han ve çocukları tarafından yağmalanmış, yüzyıllar boyu izleri silinmeyecek bir tahribat yapılarak ilmî ve kültürel birikim yok edilmiştir. Pek çok eserin varlığı hakkında kaynaklarda bilgi olmasına rağmen Moğol istilası sırasında yok edildikleri için bizlere ulaşamamıştır.

Bununla birlikte Moğollardan sonra kurulan Altın-Orda devletinin yöneticileri atalarının yolundan gitmemiş; aksine âlimleri korumuşlar, bu sayede de ülkeleri faklı inanç ve milletlerden pek çok insanı cezbeder hale gelmiştir. Moğol istilası yüzünden ülkelerini terk eden halk bu dönemde geri dönmeye başlamıştır. Halkın inancına karışılmamış her şehirde pek çok cami, kilise, medrese gibi binalar inşa edilmiş, fakirler de unutulmayarak aş evlerinde yeme-içme ihtiyaçları giderilmiştir. Halkın rahatı için her türlü imkân sağlanmaya çalışılmış, pazar yerleri kurularak alışveriş yapmaları, el işlerini, zirai ürünlerini ve hayvanlarını buralarda satmalarına imkân tanınmıştır. Dönemin önemli şehirleri arasında başkent Saray, Siğnâkî’nin doğum yeri olduğu tahmin edilen Siğnak, Kerç ve Kırım gibi yerler sayılabilir. Döneme genel bir bakış yapıldığı takdirde Siğnâkî gibi âlimlerin böylesi rahat ortamlarda daha kolay ve çabuk yetiştiği gözle görülür bir gerçektir. Siğnâkî de

141

Kalan, “Altın Orda kent kültürü: Saray el-Cedid Örneği”, Gazi Üniversitesi Eğitim Fakültesi

Dergisi, s. 449.

142 Kafalı, age, s. 152-153. 143 Kalkan, age, s. 20.

32

bu ortamı değerlendirmiş, kendini ilme adamış; sonuç olarak da yüzyıllar sonra bile faydalanılabilen muhtelif eserler ortaya koymuştur.

c. İlmî Durum

Orta Asya’nın kendine özgü siyasi, sosyal ve kültürel yapısı İslâmî ilimlere yeni bir boyut kazandırmıştır. İslâmî ilimler bu bölgede geniş çaplı bir gelişme göstermiş ve zamanla Türkistan coğrafyasında büyük bir birikimin oluşmasına neden olmuştur.

Orta Asya’nın Harezm, Mâverâünnehir ve Horasan gibi bölgelerinde ilmî faaliyetler başlamış ve buralardan İslam kültür ve medeniyetine katkı sağlayan Darimî (v. 255/868), Buharî (v. 256/869), Tirmizî (v. 279/892), Nesâî (v. 303/915), Maturîdî (v. 333/944), Farabî (v. 339/950), es-Semerkandî (v. 537/1142) ve Fergânî (v. 593/1197) gibi seçkin ilim ve fikir adamları yetişmiştir. Bu ilim ve fikir erbabının kaleme aldıkları eserler ya da oluşturdukları ilmî gelenek zamanla bu bölgede yaşayan insanların ilmî ve kültürel hayatın şekillenmesinde önemli rol oynamıştır.144

İlk Müslüman Türk devletlerinden Karahanlılar zamanında, Mâverâünnehir, Kaşgar ve Balasagun gibi yörelerde saray, medrese, cami, türbe, köprü ve ribatlar yaptırılmış; ayrıca ilim ve fikir adamları himaye edilmîştir. Bölgeden, Yusuf Has Hacip (v. 478/1085), Kaşgarlı Mahmud (v. 498/1105) ve Edip Ahmed Yüknekî (v. VI/XII. yüzyıl) gibi alanlarında orijinal eserler kaleme alan önemli edip ve âlimler yetişmiştir.145

İlim, kültür ve imar faaliyetleri açısından oldukça gelişmiş bir dönemin yaşandığı Gazneliler’de, özellikle Sultan Mahmud zamanında saray çevresinde değişik milletlere mensup çok sayıda ilim, edebiyat ve sanat erbabı toplanmıştır. Bîrûnî, Ebû Nasr b. Irâk, Abdüssamed b. Abdüssamed el-Hakîm, Ebû’l-Hayr İbnü’l- Hammâr, Firdevsî, Ebu’l-Feth Bustî, Ferruhî, Sistânî ve Menuçehrî Damgânî gibi

144

Kitapçı, Orta Asya Türklüğü’nün Büyük İslam Kültür ve Medeniyetindeki Yeri, s. 72-104; Sayılı, “Orta Çağ Bilim ve Tefekküründe Türklerin Yeri”, Türkler, V, 614-622; Açıkgenç, “İlk Müslüman Türklerde Düşünce ve Bilim”, Türkler, V, 630-634; Ocak, Alevî Bektaşî İnançlarının İslam Öncesi

Temelleri, s. 37-38.

145

33

isimler bunlardan sadece birkaçıdır.146

Hükümdar ve şehzadelerin ilim ve fikir adamlarına karşı himayeci tutumu ülkede dil, edebiyat, dinî ilimler ve felsefe gibi alanlarda tanınmış şahsiyetlerin yetişmesine zemin hazırlamıştır. Bu arada Hârezmşah topraklarına gelen ilim erbabı da olmuştur. Fahreddin Râzi, Necmeddin Kübrâ, Mecdeddin Bağdâdî, Zemahşerî, Nesevî, Nizâmeddin Hârezmî, Ebû Yakub Sekkâkî, Şehristânî, Muizzî, Edîb Sâbir ve Reşideddin Vatvât dönemin meşhur âlim, edip ve mutasavvıflarındandır.147

Mâverâünnehir bölgesinde VI/XII. yüzyıl boyunca ilim, edebiyat, sanat ve imar faaliyetleri devam etmiştir.148

Daha sonra ilim ve kültür hareketlerini etkileyen çeşitli olaylar olmuştur.149

Özellikle Moğol baskıları ve başka sebeplerle Türkistan bölgesinde yaşayan halklardan, başta Anadolu olmak üzere pek çok bölgeye göçler olmuştur. VI/XII. yüzyıl göçlerinin, önceki göç dalgalarına göre en belirgin özelliği, bu dönemde göçebelerin yanı sıra; şehirliler, tüccarlar, sanatkârlar, ilim adamları ve mutasavvıfların da Anadolu’ya gelmiş olmalarıdır.150

VII/XIII. yüzyılda ise bütün Asya’yı kasıp kavuran Moğol istilâsı, bu coğrafyada varlığını sürdürmekte olan pek çok devletin yıkılmasına neden olduğu gibi; sosyal, kültürel ve ekonomik yönlerden de telâfisi mümkün olmayan tahribata yol açmıştır.151

Semerkant ve Buhâra’nın hemen kuzeyinde yer alan Harezm bölgesinde, başta en önemli şehri Gürgenç (Cürcâniye, Ürgenç) olmak üzere pek çok yerleşkesi, Moğol istilasının ilk darbeleri altında ezilmîşti. Bu bölgeden çıkan birçok âlimin çeşitli zamanlarda Altın-Orda başkentine, Memlük topraklarına, Anadolu’ya ve Hindistan’a kadar gittikleri anlaşılmaktadır. Mesela Harezmî, Kerderî gibi nisbeler taşıyan birçok âlim Anadolu’ya gelerek çeşitli beyliklerde vazife almıştı. Moğolların baskı ve zulmüne uğramamak ve siyasi istikrarsızlık anında ilmî faaliyetlerden uzak kalmamak için yurdunu terk eden âlimlerden biri olan Siğnâkî de bazı âlimler gibi göç

146 Kahya, “Türkiye Selçukluları’nda ve Anadolu Beyliklerinde Bilimsel Çalışmalar”, Genel Türk

Tarihi, s. 581; Çiftcioğlu, agm, s. 144.

147

Taneri, “Hârizmşahlar”, DİA, XVI, 231.

148 Köprülü, , “Hârizmşahlar”, İA, V/1, 287-8.

149 İnanç, Türkiye Tarihi, Selçuklular Devri, I. Anadolu’nun Fethi, s. 166-168; Çetin, Selçuklu

Müesseseleri ve Anadolu’da İslâmiyet’in Yayılışı, s. 63-64.

150 Çiftcioğlu, agm, s. 147. 151

İbnü’l-Esîr, el-Kâmîl, XII, s. 313-314; Turan, Selçuklular Tarihi ve Türk İslam Medeniyeti, s. 477-495.

34

etmiştir.152

Bu göçler âlimlerin gittikleri yerler adına önemli sayılsa da, Türkistan bölgesi için ilmî ortamdan uzaklaşma ve devletin gerilemesi demektir.

Siğnâkî’nin yaşadığı dönemde hüküm süren Altın-Orda Hanlığı’nda 654/1256 yılında ölen Batu Han’dan sonra kısa sürelerle tahta çıkan Sertak Han ile Ulakçı Han’dan sonra Berke Han (655-664/1257-1266) hâkimiyeti eline aldı. Berke Han, han olmadan önce bulunduğu Harezm’de Şeyh Necmuddin Kübra’nın halifelerinden olan Şeyh Seyfuddin el-Bâherzî’nin etkisiyle müslüman olduğundan Altın-Orda yurdunda ilk müslüman olan hükümdar kabul edilir. Kaynakların verdiği bilgilere göre, Berke Han’la beraber etrafındaki pek çok asker de müslüman olmuş; çadırdan yapılma, taşınabilir mescitlerinde pek çok imam ve müezzin görev almıştır.153

Berke Han zamanında İslam coğrafyasının muhtelif bölgelerinden gelen bilginlerle ilmî ortamın temelleri atılmıştır. Klasik İslam kaynaklarında Kıpçaklı fakihler biçiminde özel bir ad verilecek kadar önemli bir yekûn tutan Deşt-i Kıpçak kökenli bilginler, Berke Han’dan sonra da hem Han’ın çevresinde hem de halk arasında varlıklarını sürdürmüşlerdir. Nitekim Necmuddin Ebu’r-Reca Muhtar b. Mahmud b. Muhammed el-Kazanî el-Hanefî ez-Zâhidî (v. 688/1289), birçok çalışması yanında er-Risaletu’n-Nasîriyye adlı bir eser yazarak Berke Han’a sunmuştur. İşte bu birikim, müslüman olduktan sonra Özbek Han tarafından yeniden tanzim edilecek ve Deşt-i Kıpçak bölgesinde, siyasî iradenin desteğiyle yüksek İslam kültürünün yeniden üretimi için dayanılan temel olacaktır.154

Müslüman olur olmaz Muhammed adı ile Giyasuddin lakabını alan Özbek Han, kurduğu merkezî idare üzerinden Deşt-i Kıpçak’ı kısa sürede İslam beldesi yapmıştır. 310/922’de müslüman olan Bulgarlar’ın sayesinde İslam kültürü zaten bu bölgelerde içten içe yayılmıştı; Özbek Han bu yayılmayı destekledi ve İslam’ı devletin resmî dini haline getirdi. Bunun sonucunda Deşt-i Kıpçak’ta medreseler, camiler, zaviyeler ve tekkeler kurulmaya başlandı. Özbek Han, ilmî ve bilginleri yüceltmiş, onlara her türlü kolaylığı sağladığı gibi sarayında da ayrıca bir

152 Bayram, “Selçuklular Zamanında Orta Anadolu’dan Batı Anadolu’ya Göçler”, Uluslararası I.

Batı Anadolu Sempozyumu, s. 124-26; Çetin, age, s. 68.

153 Fazlıoğlu, “Altın-Orda Ülkesinde İlk Matematik Kitabı: Hesap Biliminde Şaheser (et-Tuhfa fi

İlmi’l Hisâb)”, II. Uluslararası Altın Orda ve Mirasçı Hanlıklar Konferansı, s. 3.

154

35

medresetü’l-ilm kurdurmuştur. Hükümdar sarayında âlimler, şeyhler, seyitler ve hocalar itibar kazandı.155

Moğol hükümdarları içinde İslam dinini benimseyen ilk hükümdar olan Berke Han döneminde başlayan ilmî alandaki faaliyetler VIII/XIV. yüzyılda, özellikle Özbek Han (714-741/1315-1341) ve Canıbek Han (742-758/1342- 1357) devirlerinde yükseliş dönemini yaşamıştır. Kaynakların akıllı, dirayetli ve muktedir bir hükümdar biçiminde tasvir ettikleri Özbek Han devrinde atılan bu ilmî ve kültürel temeller, diğer İslam memleketlerinin büyük şehirleri gibi medrese, zaviye ve tekke gibi kurumların yetiştirdiği insanlar sayesinde kısa zamanda büyük bir harekete dönüşmüştür.156

Öte yandan, siyasî ve iktisadî istikrar, başta Saray olmak üzere Deşt-i Kıpçak şehirlerini bir cazibe merkezi haline getirmiş ve muhtelif İslam bölgelerinden pek çok bilgin bu şehirlere gelmiştir. Bu âlimler Altın-Orda ile İslam ülkeleri arasındaki ilmî ve siyasî ilişkilerin tesis edilip yürütülmesine katkıda bulunmuşlardır.157

Altın-Ordu’da Türk edebî dilinin inkişafında da Harezmli âlimlerin rolü büyüktür. Harezm menşeli âlimler ve eserlerinden Ali’nin Kıssa-i Yûsuf’u, Ragbuzî mahlaslı kadı Nasuriddin b. Burhaneddin’in Kısasu’l-enbiyâ’sı, Şeyh Şerif’in

Mu’înü’l-mürîd’i, Mahmud b. Ali el-Bulgarî el-Kerderî’nin Nehcu’l-feradis’i

zikredilmeden geçilemez.158

Saray kentinde yetişen, Acem edebiyatına ve İslam kültürüne tamamıyla vâkıf şair ve müellifler de vardı. Arapça ve Farsça’nın yanında Türkçe’ye de hâkim olan şairlerin arasında VIII/XIV. yüzyılda yaşamış Ahmet b. Ebî Yezid, İbrahim es- Sarayî, Mahmut b. Abdullah es-Sarayî ve Seyf es-Sarayî gibi pek çok isim zikredilebilir.159

Saray şehri yalnızca dini ilimlerde değil diğer büyük şehirlerde olduğu gibi bilim ve teknoloji alanında da döneminin sayılı şehirlerindendi. Saray kentinde yapılan kazılar sırasında mükemmel bir su tesisatının olduğu bahçelerden evlere kadar su borularıyla su getirildiği tespit edilmiştir. Çini tezyinatı ve maden eritme-işletme

155 İzgi, agm, s. 152; Fazlıoğlu, agm, s. 3. 156

İzgi, agm, s. 152.

157 İzgi, agm, s. 154; Fazlıoğlu, agm, s. 4. 158 İzgi, agm, s. 154.

159

36

tesislerinin de çok başarılı ve akıllıca yapılması dönemdeki bilimsel çalışmaların halkın hizmetine sunulması açısından faydalıdır.160

Altın Ordu’ya dahil olan Bulgar şehri de 310/922 yılında Bağdat halifesi el- Muta’sım zamanında gönderilen elçiler sayesinde İslam’ı kabul etmiş olmakla beraber kaynaklarda, halk arasında bundan daha önce İslam’ın yayıldığı bilgileri yer almaktadır. Bulgarlar din ile birlikte Arap yazısını da almışlardı.161

Klasik biyografi kitaplarında sıkça karşılaşılan Bulgarî nisbeli bilginlerin sayısı da, bize bu bölgede daha önce bir ilmî geleneğin oluştuğunu göstermektedir. Kaynakların, Bulgarî nisbesini taşıyan bilginlerin, İslam dünyasının diğer merkezlerine yaptıkları seyahatler ile eserlerinin kullanımları hakkında verdikleri bilgiler bu ilmî geleneğin en canlı şahididir. Nitekim Kazanlı tarihçi Şihabuddin el-Mercanî’nin (v. 1306/1889)

Müstefâdu’l-ahbâr adlı eserinde verdiği, ilk dönemde yaşamış yirmi bilgin arasında

sekiz tanesi, el-Bulgarî, ikisi es-Serayî, biri el-Kazanî ve biri de el-Kırımî nisbesini taşımaktadır.162

Şüphesiz Bulgar şehrinde yetişen âlimler burada zikredilenlerden ibaret değildir. Konumuzdan sapmamak için bu kadarla yetinmekteyiz.

Altın-Orda’nın bir başka gelişmiş şehri olan Kırım’da da önemli âlimler yetişmiştir. Abdullah b. Muhammed el-Kırımî, Abdulmecid el-Kırımî, Ali b. Muhammed el Kırımî bunlardan birkaçıdır. İlmi birikimi özellikle bu yıllarda alan Kırımlı âlimler, özellikle Osmanlı döneminde oldukça ön plana çıkmışlardır.163

Bu şehirlerin yanı sıra hayatını konu edindiğimiz Hüsameddin es-Siğnâkî’nin doğum yeri olan Siğnak şehri de bu dönemlerde İslamiyet’i yaymada büyük rol oynamasından dolayı tarihte önemli şehirlerden biridir. VII/XIII. yy.’da Moğol istilasıyla tamamen yağmalanıp yerle bir edilen şehir, VIII/XIV. yy’da kendini toparlayarak eskisinden daha gelişmiş hatta Altın-Orda’ya bir dönem başkentlik yapmıştır.164

Burada yetişmiş önemli âlimler, İslamiyet’i yayma ve yeni nesillere aktarma konusunda önemli görevler üstlenmiş; şehirde kurulan camiler ve medreseler de bu âlimlerin sayısının çoğalmasını sağlamıştır.

160 İzgi, agm, s. 160.

161

İzgi, agm, s. 155.

162 İzgi, agm, s. 155-157.

163 İzgi, agm, s. 158-159; Fazlıoğlu, agm, s. 6-9. 164

37

Günümüzde bu şehirde Sunak Ata adıyla tanınan bir âlimin türbesi bulunmaktadır. Bu âlim ve neslinin İslamiyet’in bu şehirde yayılmasında büyük etkisi olduğu anlaşılmaktadır.165

Sovyet Rusya döneminde bu türbe adeta bölge halkının kimliğini gösteren bir belge olmuştur.

Sonuç olarak VII/XIII. asrın ikinci yarısında ilmî hareketlenme istikrarını kaybetmiş, Moğollar İslam dünyasına vahşi saldırılarını başlatmış, ilmî hareketlenmeyi yerle bir etmiş; binlerce kitabı yok ederek, kütüphaneler ve mescitleri yakıp yıkmış; âlimleri her çeşit işkenceye maruz bırakarak öldürmüşlerdir. Moğol hükümdarlarının insaflıları iktidara geldikten sonra ilmî hareketlenme tekrar başlamış kütüphaneler ve mescitler çoğalmıştır.

Şüphesiz ilmî ortamın zirveye ulaştığı her dönemde yaşayan kimsenin bütün gücüyle ilme sarılıp susayan gönüllere su serpmesi bir ihtiyaçtır. Nitekim istikrarlı ortam çağdaş nesillere olumlu etkiler yapmaktadır. Bu istikrarlı ortam da Moğollar’ın Aynıcâlût’ta hezimete uğratılmasıyla sağlanmış ve bu ilmî yükseliş hızla devam etmiştir. Bundan dolayı bu asır meşhur âlimlerin dolup taştığı ve bütün ilimlerde külliyatların neşv u nemâ bulduğu bir dönem olmuştur.

O dönemde İslam medeniyetinin hâmisi konumumda olan Mısır ve Şam bölgesi, tüm âlimleri kendine çekmiş, bu bölgede medrese ve külliyeler inşa edilmiş ve ilim talebelerine her türlü kolaylıklar sağlanmıştır. Zorba hükümdarlardan kaçarak gelen birçok âlim bu bölgelere sığınmıştır.

Hüsameddin es-Siğnâkî’yi tedris ve telife yönlendiren en önemli âmil onun zâhidliği, makam ve şöhretten kaçması idi. Kaynaklar onun kadılık görevinde ve idarecilik talebinde bulunmayıp ilimle meşgul olmayı seçtiğini göstermektedir. İşte bu, Siğnâkî’nin tek gayesinin ilmî öğrenmek ve öğretmek olduğunu belgelemektedir. Siğnâkî gibi âlimlerin varlığı, tüm şartlara rağmen Hz. Peygamber (sa.) zamanındaki İslamî ilimlerin hiçbir kopukluğa uğramadan günümüze kadar ulaşmasına sebep olmuştur.166

165 Coldasbayev, age, s. 50. 166 Kalkan, age, s. 28.

38

8. Vefatı

Müellf'in vefat tarihi ve yeri hakkında ihtilaf vardır. Bağdat’tan hac için çıktığı, daha sonra 710/1310 yılında da Dımaşk’a gittiği kaynaklarda mevcuttur.167

Bazı kaynaklar da bu bilgiye dayanarak 710/1310 yılını onun vefat tarihi olarak vermiştir. Nitekim Kâtip Çelebî de, vefat tarihini 710/1310 olarak göstermektedir.168

Fakat bu görüşün doğruluğuna ihtiyatla yaklaşılmıştır. Çünkü İbn Kutluboğa, 710/1310 yılında Dımaşk’a geldiğini, bu tarihten sonra da Mısır’a gittiğini, daha

Benzer Belgeler