• Sonuç bulunamadı

B. HÜSÂMEDDÎN es-SİĞNÂKÎ

6. Takip Ettiği Yöntem

Eserde kitabın metodu, üslûbu veya muhtevası ile ilgili herhangi bir bilgiye yer verilmemiştir. Müellif sadece kitabın ismini ve telif sebebini açıklamakla yetinmiştir. Eser el-Hidâye’nin şerhi olduğu için tasnifte bir değişikliğe gidilmemiş, ana başlıklar metin yazarı Merğînânî’nin takip ettiği sıralamaya göre işlenmiştir. Alt konularda da genel olarak aynı sıralama takip edilmiştir. Çalışmamızda esas aldığımız el yazma nüshada bu bab başlıkları bazı yerlerde kırmızı mürekkep ile yazılmıştır.

Siğnâkî konuları ele alırken sade, açık ve anlaşılır bir dil kullanmıştır. Üslûbunda oldukça dikkatlidir. Bazı bölümlerde teferruata girmiş, fakat konunun dışına çıkmamaya özen göstermiştir. Bazı bölümlerde ise konuyu tam manasıyla ele aldığına kanaat getirdiğinde açıklamalarını kısa tutmuştur. Müellif bu bölümlerde sadece birer hadis zikretmiş, müşkil olarak gördüğü yeri kısaca izah etmiş, delil olarak ayet, hadis veya ictihadlardan herhangi bir şey zikretmemiştir.

Siğnâkî’nin üslubu sadedir. Çünkü yaptığı işin kendi zamanında pek çok âlim tarafından terk edildiğinin farkında olarak, uzun ve geniş açıklamalı bir eser

184 Siğnâki, en-Necâhu’t-tâlî, s. 75.

185 Hızlı, “Osmanlı Medreselerinde Okutulan Dersler ve Eserler”, Uludağ Üniversitesi İlâhiyat

50

yazdığını ve tek amacının da bu eseri ilim dünyasına ve halka ulaştırmak olduğunu vurgulamaktadır.

Siğnâkî’nin eserinde takip ettiği bir başka metodu, bir konudaki hükümleri açıklarken genelleme yapmaktan sakınmasıdır. Bunun yerine birçok yerde, “diğer

mezheplere göre”, “fıkıh âlimlerinin çoğunun görüşü”, “Maliki/Şafi’i mezhebinin görüşü” gibi ifadeler kullanır. 186

Bu mezheplere mensup olup da konuyla ilgili farklı görüşü olan fakihler varsa, onları da ayrıca belirtir. Mesela Cuma günü gusül almanın

“diğer mezheplere göre” gün için, Hanefiler’de ise namaz için olduğunu söyleyerek

örnekler getirir.

Siğnâkî, meseleleri izah ederken okuyucuya, muhatabı gibi davranmaktadır. Okuyucu ile kendisi arasında bir nevi ünsiyet kurar. Sık sık diyalog üslubuna başvurarak “desen ki…. derim ki” tarzında bir yönteme başvurması bunun en açık delilidir.187 Bu yöntemi kitabın pek çok yerinde görmek mümkündür. Örneğin

“Kitaptaki mutlak bir ifadeyi haberi vahid ile takyid ettiniz” deseler ve “kıraatte Fatiha’yı tayin etmek gibi” diye örnek getirseler, derim ki “bu iki ziyade arasında fark vardır…” der.188

Başka bir yerde “Namaz, tahâretin sebebi, tahâret de namazın

hükmüdür. Sebepten maksat illettir. Bir şey nasıl başka bir şeyin hem hükmü hem şartı olabilir. Çünkü aralarında bir çelişki vardır; şart önce, hüküm sonra gelir” denilse; derim ki, vücubiyet yönüyle namaz, tahâretin sebebidir. Yani hades durumunda tahâretin vücubu, namazın vücub sebebiyledir” şeklinde açıklamalar

getirir.189 Bir başka yerde de “farz, kat’i bir delil ile sabit olan şeydir. Bu sebeple

inkar edenin küfrü gerekir. Delilin oluşumu kat’idir. Saçı mesh etme hususunda miktarı inkar eden kimsenin küfrü sabit değildir. ‘öyleyse bu nasıl farz oldu?’ denilse; derim ki…” diyerek meseleyi açıklar.190

Siğnâkî meseleleri izah ederken mezhep taassubu içerisinde olmamıştır. Gerek Maliki gerek Şafi mezhebine mensup alimlerin konuyla ilgili farklı bir görüşü varsa bunları açıkça belirtmiştir. Bazı konularda kendi görüşüyle ilgili delilleri

186Eserin Tahâret ve Namaz bölümlerinde "بهذملا" kelimesi 33 defa geçmiştir. " يعفاشلا " ifadesi

299 defa, ةيلازغلا ةصلاخلا"" ifadesi de 17 defa geçerek Şafiî mezhebine toplam 316 atıf yapılmıştır. "كلام" ifadesi 80 defa geçmiştir. "دمحأ" ifadesi ise kitabın hiç bir yerinde geçmemiştir.

187 Siğnâki, en-Nihâye, Eserin Tahâret ve Namaz bölümlerinde "تلق", "تلق نإف", 10, a. 188Siğnâki, en-Nihâye,

7,a, 7b.

189Siğnâki, en-Nihâye, 6,a. 190Siğnâki, en-Nihâye, 7,a.

51

zikrederken, karşı çıktığı görüşlerin delillerini de zikretmiştir. Örneğin İmam Şâfiî, sabah namazının karanlıkta kılınmasıyla ilgili hususta Hz. Aişe’den gelen bir rivayette

“kadınlar sabah namazından döndüklerinde karanlıktan dolayı kim oldukları belli olmuyordu” şeklindeki sözlerini ve ْمُكِّبَر ْنِم ٍةَرِفْغَم ىَلِإ اوُعِراَسَو191

ayetiyle delillendirmeye çalışmıştır. Siğnâkî de, “Bizim delilimiz de Râfi’ b. Cüreyh hadisidir. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: Sabah namazını aydınlıkta kılın.” Çünkü sabah namazı aydınlıkta kılındığında namazın sevabının ve namaz kılan cemaatin çok olacağını, karanlıkta ise sevabın ve cemaatin az olacağını söyler. Daha sonra devamla cemaatin çok olmasının daha faziletli olduğunu söylerek “Kim sabah namazını kılar, güneş doğana kadar

mescitte beklerse dört köleyi azat etmiş gibi olur” hadisini zikreder. Muarızın deliline

gelince, Hz. Aişe’nin hadisinin nesh edilmeden önceki haliyle ilgili olduğunu söyler ve kadınların evlerinde kılmalarının daha faziletli olduğu emrini hatırlatır. Siğnâkî devamla şöyle der: “Şâfîi’nin kullandığı ayete gelince deriz ki Allah katında yarışmak daha faziletli olan şeylerde olur. Burada cemaatin az olması, cemaatin çok olmasından faziletli değildir. Sabah namazının gecikerek kılınması icmaen mubahtır. Cemaatin az olması ise mekruh bir durumdur. Aynı zamanda ise insanları zora sokmaktadır. Çünkü Hz. Peygamber’in, Muaz b. Cebel’e namazda kıraati uzatmasından dolayı “insanları

kaçırmak mı istiyorsun” diyerek tepki göstermesi ve bunu yasaklaması, burada

cemaatin çokluğunu istemesine delildir.”192

Siğnâkî’nin aynı veya benzer meseleleri farklı bölümlerde ele alması kitapta yer yer tekrarların olduğunu göstermektedir. Bu durumdan kurtulmak için önceden izah ettiği bir mesele olursa, “رم امل”, “مدقت اميف”, “قبس امل” (bununla ilgili açıklamalar geçmiştir) gibi ifadelerle o yerlere atıflarda bulunmuştur. Bunlarla birlikte atıf yaptığı konuların ismini de vermektedir. Örneğin “müstehaza meselesinde zikredildiği

üzere…” demekle yetinmiş, konuyu tekrar ele alma ihtiyacı hissetmemiştir.193

Siğnâkî’nin kitap, bâb ve fasılları şerh ederken izlemiş olduğu yönteme gelince; öncelikle her bir bâbın, kitabın ve faslın neden orada yer aldığını izah ederek şerhine başlar. Konuların tertibine yönelik böyle bir açıklama, Sığnâkî şerhine has bir durumdur. Bu açıklamalar, kendisinden sonra el-Hidâye’yi şerh eden Bedrüddin Hafız el-Aynî tarafından da özetlenerek şerhine alınmıştır. Örneğin Aynî’nin “bâbü'l-hayz

191

Âl-i İmrân, 3/133.

192Siğnâki, en-Nihâye, 70a.

52

ve'l-istihâza”da Siğnâkî'den yaptığı bir özet şu şekildedir: “Konu olarak öne alınmaya en layık olan çokca vâki olandır ki o da büyük ve küçük hades halleridir. İşte bundan dolayı bu iki konu, alakalı olduğu hususlarla beraber öne alınmıştır. Sonra ise daha az vâki olan hayız ve nifâs gibi konulara yer verilmiştir. Bunlardan da hayız, nifâstan daha fazla vukû bulduğu için o da nifâsın önüne alınmıştır. Şöyle denilemez: Hayız bâbı geriye bırakılsa daha iyi olurdu. Çünkü o, hadesten tahâret konularındandır ve hal böyle olunca necâsetten tahâretin açıklanmasına ihtiyâç duyar. Sonra hayız bâbı necâsetten tahâret olması itibariyle tertip edilmelidir. Çünkü deriz ki: Hayzın hükmü cenâbetin hükmü gibidir. Bundan dolayı da necâsetten tahâret bâbında değil hadesten tahâret bâbında ele alınmalıdır.”

Sonra hayız ve nifâs ilminin meselelerini, en büyük gerekliliklerden biri olarak açıklamış ve sebebini şöyle izah etmiştir: “Çünkü kadın bu konuyu bilmezse namaz kılmaması gerekirken namaz kılar, temizken de hayızlı olduğu zannıyla namazı terk eder.” Sonra kocanın, karısı hayızlı iken ona yaklaşmasının haram olduğunu hadislerden delillerle açıklamış ve selefin bu konudaki bazı rivâyetlerine yer vermiştir.

Sonra da konuyu şu hususlara yer vererek ele alır: hayzın lugat ve ıstılah yönüyle tanımlanması, sebebi, ruknü, şartı, süresi, renkleri, zamanı, hayzın olma vakti ve buna taalluk eden hükümler.

Konuları açıklarken bazen Serahsî’nin el-Mebsût adlı eserinden alıntı yapar. Sonra ihtilâflı konularda imamların görüşlerini serdetmeye başlar. Siğnaki ihtilaflı konuları değerlendirirken konu hakkında ilk önce Hanefi mezhebinin görüşlerini daha sonra Mâlikî, Şafiî, sahâbi ve tâbiinin görüşlerini zikreder. Bu görüşler hakkında değerlendirmelerde bulunur. Örnek olarak hayız süresinin en uzun ve en kısa olmak üzere iki kısım olduğunu belirtip konuyu şöyle açıklar:

“Hayzın en kısa süresi;

1. Bize göre (اندنع) hayzın en azı üç gün üç gecedir. İbnü Semâa Ebu Yusuf’tan hayzın en az süresinin iki gün ve üçüncü günün yarıdan fazlası olduğunu nakleder.” Siğnâkî bunun gerekçesini şöyle açıklar: “Hayız kanı kadına zarar verip yıprattığından kan devamlı görülmeyip, bazen geldiğini bazen de kesilir. Hasan’dan

53

yapılan rivayete göre hayzın en azı üç gün iki gecedir. Üçüncü gece asıl olup ilk iki gece ise üçüncü geceye zorunlu olarak tabidir.

2. Malikilere göre ise hayzın en az miktarı az bir süre olsa dahi kanın görülmesidir. Zira hayız kanı da diğer abdestsizlik durumları gibi olduğundan bunun en az süreyle sınırlandırılması mümkün değildir. Hayza en yakın nifas kanıdır.” Siğnaki, hayız ve nifaz kanı arasında fark olduğunu, nifaz kanının doğumdan hemen sonra geldiğini daha öncede söylediği gibi bunun damardan akan kan olmadığına işaret olması içinse nifaz kanının akma süresinin uzatıldığını belirtir.

“3. Şafiilere göre ise hayzın en az süresi bir gün bir gecedir.”

Siğnâkî daha sonra “ashabımızın delili” diyerek Hanefilerin konuyla ilgili delillerini sıralar, hadisleri sahabe ravilerini de belirterek nakleder. Hayzın en az süresi konusunda Ebû Ümâme el-Bâhili’nin merfu olarak rivayet ettiği “hayzın en azı üç gün en çoğu on gündür” hadisini delil olarak getirir. Hadisin Hz. Ömer, Hz. Ali, İbn Mesud, İbn Abbas, Osman b. Ebi’l As ve Enes b. Malik gibi sahabilerden de rivayet edildiğini belirtir.

Siğnâkî ayrıca hayzın en az süresinin üç gün olduğuna dair Kuran-ı Kerim’den şöyle bir istidlalde de bulunur: “Zekeriyya (a.s) kıssasında Allah Teala bir yerde ‘üç gün’, diğer bir yerde ‘tam üç gece’ ifadelerini kullanmıştır. Şayet üç gün ve üç gece aynı şeyi ifade etmeseydi aynı süreyi ifade etmek üzere farklı ifadeleri kullanmak doğru olmazdı.”

“Hayzın en uzun süresi bize göre on gün on gecedir, Şafiilere göre on beş gündür.”

Siğnâkî birinci görüşün Ebu Hanife’nin görüşü olduğunu onun bu görüşünü ise, “kadının dininin eksik olması” hadisinden çıkardığını belirtir. Çünkü kadın hayatının yarısını namaz kılmadan oruç tutmadan geçirir. Ebu Hanife ömrünün bir yarısından hayız diğer yarısından temizlik dönemini kastetmektedir. Zira genellikle hayız ve temizlik her ay birlikte görülür. Bundan dolayı Allah -Teala- yaşı küçük ve menapoz dönemindeki kadınların iddetini üç kuru değil de üç ay olduğunu belirtmiştir. Siğnâkî Ebu Hanife’nin “ömrünün yarısı” ifadesinin hakiki manada olmayıp yaklaşık olduğunu belirtir. Çünkü kadının çocukluk, hamilelik ve menapoz

54

dönemlerinde hayız kanı görmediği göz önünde bulundurulduğunda bu tespitin kesin ifade olmayacağını ifade eder. Siğnâkî daha sonra istihaze ve nifazı ayrı fasıllarda ele alıp değerlendirir ve konuyu genişçe otuz yedi sayfada açıklar.

İmam Siğnâkî, Hidâye şerhini telif ederken lügat kitaplarından da istifade etmiştir. Eserinde temel olarak istifade ettiği iki lügat vardır:

İki Burhâneddin Nâsır b. Abdisseyyid Ebi’l-Mekârim (ö. 610/1213) el-

Muğrib fî tertibi’l-mu’rab. Bu kitaba sadece taharet ve namaz başlıkları altında 44

yerde müracaat edilmiştir.

İkincisi ise Cevherî’nin (ö. 393/1003) es-Sıhâh/Tâcu’l-lüğa’sıdır. Bu kitaba da çalışmamız kapsamında olan iki başlıkta 32 yerde müracaat ettiği tespit edilmiştir.

Siğnâkî, bu kaynaklardan yararlanırken şöyle bir metot takip etmiştir: Öncelikle kelimenin anlamını verir, sonra sarf açısından ele alır, aynı kökten gelen kelimelerle kelimenin aslî mânasını tespit eder. Meselâ Ramazan ayının ihyasını ele alırken terâvih kelimesinin “tervîha”nın çoğulu olduğunu ve bu kelimenin masdar olduğunu belirtir ve her dört rek’attan sonra insanların dinlenmesinden dolayı bu namazın tervîha diye isimlendirildiğini ekler. Keza taharet konusunda “ باعكلا اوقصلأ باعكلاب” ibaresini açıklarken “kâib” kelimesini zikreder ve onun “göğsü belirginleşmiş câriye” mânasında olduğu söyleyerek kelimenin aslî mânasının “belirginleşme, ortaya çıkma” olduğuna işaret eder.

Benzer Belgeler