• Sonuç bulunamadı

Yüz Kızartıcı Suçlar

1.4 MAHKEMEYE İNTİKAL EDEN DAVA VE

1.4.9 Yüz Kızartıcı Suçlar

1.4.9.1 Hırsızlık

Defterimize salt hırsızlık suçlamasıyla pek fazla dava kaydına rastlanmamakla beraber özellikle kent merkezinde hırsızlık olaylarının sıkça yaşandığı alınan güvenlik tedbirlerden anlaşılmaktadır. Kentte asayiş eksikliğinden hırsızlık olayları artmış ve özellikle esnaf kesimi bundan bir hayli zarar görmüştür. Bunun üzerine kent esnafı bir araya gelerek çarşılara paşpancı olarak adlandırılan bir gece bekçisinin tayin edilmesini talep etmişlerdir. Neticede Mardin müftüsünün onayıyla çarşılara paşpancı ataması yapılmıştır114.

Cinayet davalarının kent merkezinden ziyade kırsal kesimde görülmesi hususu, hırsızlık konusuna şamil bir durum arz etmez. Hırsızlık kırsal kesimde görüldüğü gibi yukarıdaki izahattan da anlaşıldığı üzere kent merkezinde de görülmüştür. Hatta Mardin il sınırları dışında vuku bulan olaylar da mevcuttur. Ancak mahkeme meydana gelen olaylarda mağdurun zararının ortadan kaldırılmasına yönelik karar vermiş, suçu işleyene yönelik, aldığı malı geri ödemesinden başka herhangi müeyyide uygulamamıştır. Suçlunun cezası ehl-i örf tarafından verilir. Ancak sistemin işleyişi sicillerde yer almaz115. Bu doğrultuda Mardin sakinlerinden Mustafa bin Nami, mahkemede oğlu Ahmed’den şikâyetle üç yıl önce Halep yakınlarında çalınan kır beygir ile bir miktar parasının, kendi oğlu tarafından çalındığı bu durumun da oğlunun söz konusu beygiri Şeyh Abdülcelil bin Abdülvehhab’a satışıyla ortaya çıktığı beyan etmiştir. Mahkeme ise davalı tarafın sunduğu şikâyetleri dinledikten sonra çalınan paranın sahibine devretmesine karar vermiştir116.

Meydanbaşı civarındaki bulunan handa meydana gelen bir gasp olayı, kent merkezindeki asayişsizliği gösteren çarpıcı bir örnektir. Siirt sakinlerinden Ebubekir bin Molla Ahmed bu handa bulunduğu esnada gece yarısı başları sarıklı iki kişi tarafından saldırıya uğramıştır. Bu kişi mahkemeye başvurarak, ellerinin bağlanıp siyah renkli katırının çalındığını ve bu katırın da beytülmal sorumlusu ve meclis azası olan Mehmed Derviş Efendi bin Hacı Abdülkadir Ağa’da olduğunu beyan etmiştir. Mehmed Derviş

114 MŞS 235, s. 128–129, 1 Rebiülevvel 1277 (17 Eylül 1860) tarihli belge. 115 Abacı, a.g.e., s. 185.

Efendi ise bu katırı yava (kaçgın) olarak elde ettiğini ifade etmiştir. Neticede mahkeme mağdura katırı iade etmekle yetinmiştir117. Bu olayda dikkatleri çeken husus Mardin’de hem meclis azası ve hem de beytülmal sorumlusu olan kişinin bu olayda adının geçmesidir. Bu durum Mardin’de mütegallibe sınıfının varlığını gösterir bir mahiyet taşımaktadır.

1.4.9.2 Zina ve Tecavüz

Zina, tam ehliyetli bir erkekle cinsi münasebete elverişli bir kadının, evlilik, evlilik şüphesi veya mülkiyet bağı bulunmadan kendi rızalarıyla cinsi münasebette bulunmalarıdır. Bu suçun sabit olabilmesi için dört şahid, suçu işleyenlerin işledikleri suçu dört defa ikrar etmeleri ve evli olmayan bir kadının gebe kalması gerekmektedir118. Böylesine zor şartlarla ispat edebilen ve en küçük şüphe ile bertaraf edilen zina isnadı ve gerekli cezasının uygulanması119, Türk hukuk tarihinde kabul edilmesine rağmen İslam tarihinde çok seyrek karşılaşılan bir durum olmuştur120. Defterimizde bu konuyla ilgili iki dava kaydına rastlanılmıştır. Her iki belge kaydı da yukarıda belirtilen durumları içerecek şartları taşımamaktadır. Defterimizde mevcut her iki belge kaydı da zina cezası ve uygulamalarının kapsamındadır. Şöyle ki: Kıssis Mahallesi sakinlerinden ve gayri Müslim tebadan Susan binti İlyas el-Musullu, mahkemeye başvurarak aynı mahalle sakinlerinden Cercis veledi Cebrail Melkiye’nin bundan iki buçuk sene evvel evlenmek vaadiyle kendisine tecavüz ettiğini ve ondan bir çocuğu olduğunu ancak buna karşılık Cercıs’ın kendisiyle evlenmekten imtina ettiğini beyan etmiş ve buna lazım gelen cezanın verilmesini talep etmiştir. Cercıs bütün bu iddiaları inkâr edince, mahkeme şahitlerin olmaması, zina isnad edilen şahsın bu suçlamaları reddetmesi ve aradan bir ay gibi bir zamanın geçtiğini gerekçe göstererek davacı Susan’ı davadan men etmiştir121.

İslam hukukunda her türlü gayrımeşru cinsi münasebet, zina kavramı ile ifade edilmektedir. Bir kişinin zor kullanarak bir başkasıyla cinsi münasebete girmesi günümüzde tecavüz kavramı ile adlandırılması mukabilinde defterimizde geçen bir

117 MŞS 235, s. 61, 19 Rebiülevvel 1275 (27 Ekim 1858) tarihli belge. 118Cin-Akgündüz, a.g.e., C. I, s. 312-13.

119 Zina suçunu işleyen bekâr erkek veya kadın ise hapis ve celd yani yüz sopa ile evli oldukları

takdirde recm cezası ile cezalandırılırlar. Cin-Akgündüz, a.g.e., C. I, s. 312.

120 Cin-Akgündüz, a.g.e., C. I, s. 313.

belgede cebri zina olarak kayıt altına alınmıştır. Cebri zina olarak adlandırılan olay şöyle vuku bulmaktadır. Mardin sancağına bağlı Sürgücü nahiyesine tabi Şoşıp köyü sakinlerinde Şemşule binti Ali’nin köyden bir saat mesafede bulunan mahalde ekin biçerken aynı köy sakinlerinden Abdo bin Şeyho tarafından yedi ay önce tecavüze uğradığı Şemşule’nin vekili Ahmed bin Mustafa tarafından şikayet edilir. Ancak Abdo bu suçlamaları inkâr eder. Olayı doğrulayacak şahitlerin sunulmaması neticesinde mahkeme davacı tarafı bu davadan men eder122. Ancak kadın neden sekiz ay sonra davacı olmuştur? Belgede açıklanmamış olmakla birlikte konu dâhilindeki ilk örnekte olduğu gibi gayrımeşru çocuk olma ihtimali kuvvetle muhtemeldir.

İKİNCİ BÖLÜM

235 NOLU ŞERİYE SİCİLİNE GÖRE MARDİN’İN İDARİ YAPISI

2.1 OSMANLI İDARİ TEŞKİLATI

Osmanlı Devleti, hâkimiyeti altına aldığı yerleri, zabt edilen bölgelerin özelliklerine uygun çeşitli idare tarzları tatbik ederek yönetmiştir. Tatbik edilen bu idari teşkilat; merkez ve taşra teşkilatı olarak iki kısımdan oluşmaktadır. Taşra teşkilatı; idari- askeri bir taksimatla, yukardan aşağıya eyalet, sancak, kaza ve köy şeklinde oluşmaktadır.

Osmanlı Devleti’nde taşranın bu idari-askeri taksimatı, devletin kuruluşundan yıkılışına kadar aynı şekilde kalmamış devletin toprak bakımından gelişmesine paralel olarak; eyalet, sancak, kaza ve köy sayısı daima değişmiştir. Osmanlı taşra idari taksimatının değişmesinde bazen siyasi ve mali sebepler de etkili olmuştur. Osmanlı merkezi idare sisteminde en önemli idari biriminin sancak olduğunu görmekteyiz. Kaza ise, kendisine bağlı nahiyeler ile köylerin bulunduğu bir iskân merkezidir. Kazaların birleşmesinden meydana gelen sancaklar merkezden gönderilen ve bulundukları yerde, padişahın icra yetkisini temsil eden sancak beyleri tarafından yönetilirdi. Sancak beyinin askeri ve idari olmak üzere başlıca iki görevi vardır. Sancak beyi bu görevleri kadı ile ortak çalışarak yerine getirirdi. XVII. yüzyıldan itibaren sancak beyi yerine, mutasarrıf tabiri kullanılmaya başlanmıştır. Osmanlı idari teşkilatının temeli olan sancakların bağımsız kanunnameleri olduğu gibi sancak beyleri de geniş yetkilere sahiptir.

Osmanlı idari teşkilatında, sancakların birleşmesiyle teşekkül eden eyaletler ise beylerbeyiler tarafından idare edilirdi. Osmanlılarda beylerbeyi, taşra birliklerinin özellikle de tımarlı sipahilerin bulunduğu vilayet denilen bölgenin başında bulunan

askeri valiydi. Diğer taraftan kayıtlarda geçen eyalet, vilayet, kaza, nahiye tabirleri bazen birbirlerinin yerlerine de kullanılabilmiştir.

Nahiyeler, esas itibariyle doğal engellerin sınırladığı birer yerleşim birimi olarak köy topluluğu mahiyetinde olup aynı zamanda kazalara bağlı bir idari ünite özelliğini taşımaktadır. Köyler de raiyetin ve sipahilerin oturduğu iskân merkezleridir. Çoğu faaliyetleri ziraat ve hayvancılığa dayanan köylerin istihsal sahaları, hudutlarla belirlenmiştir. Genellikle belirli bir sınırı olan, tahrir defterlerinde ve şeriye sicillerinde karye şeklinde kayıtlı olan köy, nahiyelerin en küçük birimi idi1.