• Sonuç bulunamadı

1.4 MAHKEMEYE İNTİKAL EDEN DAVA VE

1.4.8 Cinayet Davaları

İslam hukukunda savaş hali dışında cana ve bedene saldırıda bulunmak kesin bir biçimde yasaklanmıştır. Kuranı Kerim başta olmak üzere İslam hukukunun bütün kaynakları cana kastetmekten insanları menetmişlerdir. Örneğin Kur’an’da “ Kim bir kimseyi bir kimseye veya yeryüzünde bir bozgunculuğa karşılık olmadan öldürürse bütün insanları öldürmüş gibi olur…100.” Buyrularak ve bu tür suçların işlenmemesi için caydırıcı normlar ihdas edilmiştir. Bu müeyyidelerin bir sonucu olarak defterimizin ait olduğu 1858–61 yılları arasında Mardin ve çevresinde Katil/Cinayet suçlarına pek fazla rastlanmamaktadır.

Katl-i amd, katli meşru olmayan bir insanı yaralayıcı aletlerden biri ile kasden öldürmek demektir. Yaralayıcı alet (âlet-i câriha), vücudun parçalarını birbirinden ayıran kesici şeylerdir. Kılıç, kama, ok, mızrak, keskin taş ve ateş gibi. Tarifinden de anlaşılacağı gibi kasden adam öldürmenin üç unsuru vardır: Mağdurun sağ bir insan olması, öldürmenin caninin fiili neticesinde meydana gelmesi ve bu fiilin bir kesici aletle yapılmış olması, üçüncüsü ise öldürme kasdı. Amden katil suçunun cezası eski hukuka göre üç kısımdır:

1- Aslî cezadır ve amden katlin cezası kısastır. Ferdin hakkı olarak yerine getirilmesi gereken kısas cezası, katilin, öldürdüğü şahıs karşılığında öldürülmesi anlamını ifade eder. Kısası cezasının uygulanabilmesi için birçok şart aranır. Maktulün mirasçılarının kısası talep etmesi; katilin tam ehliyetli olması; maktulün, katilin fürûundan olmaması; adam öldürmenin ikrâh altında yapılmış olmaması; maktulün veli

99 MŞS 235, s. 103, 21 Zilkade 1276 (1o Haziran 1860) tarihli belge. 100 Maide, 32.

ya da mirasçılarından birinin kısas cezasını affetmemiş bulunması, bu şartların başında gelir. Kısas cezası en küçük şüpheyle bertaraf edilir101.

Osmanlı hukukunda cinayet davalarının yetkilisi öldürülen kişilerin varisidir102. Cinayet suçlarında mağdurun yakınları olayı mahkemeye taşımazlarsa faile kısas veya diyet cezası verilemez. Ancak burada devlet sadece genel koğuşturma yetkisini kullanarak suçluyu tazir yoluyla cezalandırabilir103. Katilin işlediği suçun belirlenmesi hukuki kuralların işleyişine bağlı olduğu kadar vâris veya vârislerin talep ettikleri cezanın niteliğine de bağlıdır. Onun için varisler burada kilit rol oynar.

2- Bedelî cezalardır. Maktulün velilerinden biri veya tamamı, katil ile diyet karşılığında sulh yapabilirler. Bu durumda kısas cezası düşer, yerine diyet yani kanlık denilen maddi tazminat cezası uygulanır. Katil cezalarında diyet, maktulün canına bedel olarak cânî aleyhine takdir edilen belli bir miktar maldır. Diyet cezası üç çeşit maldan ödenir; gümüşten on bin dirhem, altından bin dinar, deveden ise yüz devedir. Kadınların diyeti erkeklerin yarısıdır. Bu cezaları bizzat katil öder.

3- Tebeî cezalardır. Bunlar katilin öldürdüğü şahsın, mirasından ve vasiyetinden mahrum olmasıdır104.

Defterimizde cinayet davaları kapsamında on bir dava kaydına rastlanılmış olup bunların tamamı kırsal kesimde meydana gelmiştir. Kırsal kesimden kasıt kent merkezi dışında yer alan yerleşmelerdir. Olayın meydana gelmesi kent merkezine yakınlığı veya uzaklığıyla ilintili bir durum içermemektedir. Olay etrafı şehir köyünde vuku bulduğu gibi kent merkezine çok uzakta olan Zaho kazasında da meydana gelmiştir.

Cinayetlerin tamamı erkekler tarafından işlenmiştir. Kadınlara isnad edilen herhangi bir cinayet kaydına rastlanmamıştır. Aynı şekilde maktullerin tamamı da erkektir. Bu cinayetlerin biri Yahudiler arasında, biri Hıristiyanlar arasında, biri Hıristiyan Müslüman arasında geri kalanları ise Müslümanlar arasında işlenmiştir. Davaların mahkeme süreçleri birbirinden farklı olmakla beraber ekseriyeti ortalama bir ay gibi bir sürede sonuçlandırılmıştır. İki yıl devam eden davalar olduğu gibi yirmi iki yıl aradan sonra davanın yeniden açıldığı da görülmüştür.

Mardin ve çevresinde işlenen cinayetlerin çoğunluğu kesici alet kapsamına giren hançer ve kılıçlarla yapılmıştır105. Konu ile ilgili olarak incelediğimiz belgelerde

101 Cin-Akgündüz, a.g.e., C. II, s. 320. 102 Abacı, a.g.e., s. 188.

103 Akman, a.g.e., s. 28-9.

hançerin erkekler için gündelik yaşamın bir parçası olduğu anlaşılmaktadır. Belgelerde cinayet vuku bulmadan evvel taraflardan herhangi birinin veya olay esnasında hazır bulunan bazı tanıkların bellerinde hançer bulunduğu kayıtlardan anlaşılmaktadır106. Kesici aletlerin yanında taş ve sopa da katl aracı olarak kullanılmıştır. Ayrıca dikkatimizi celbeden bir husus da anılan dönemde kişisel silahlanma olan hançerin yerini kısmen de olsa ateşli silahın almakta olduğudur. Belge kayıtlarına kurşun atma olarak geçmiştir. Hançer, kılıç, taş ve sopa ile yapılan saldırılarda darbe alan kişilerden bazısı keşif yapılıncaya kadar yaralı olarak yaşamını sürdürdüğü, buna karşın kurşun atılarak yapılan eylemlerde ise saldırıya maruz kalan şahsın ekseriyetle hemen olay yerinde yaşamını yitirdiği görülmektedir.

Gerek kesici aletlerle ve gerekse de ateşli silahlarla olsun yapılan bütün saldırılarda katil veya katillerin, maktulü, vücudunun hangi yerlerinden vurduğu belgelerde ayrıntıları ile geçmektedir. Meydana gelen saldırılar eğer isnad edilen kişiler tarafından inkâr ediliyorsa olaya meydan veren sebepler belge kayıtlarında belirtilmez. Yok, eğer suçun isnad edildiği kişiler aleyhine şahitler veya deliller mevcut ise cinayetlerin nedenleri belge kayıtlarında yer almıştır. Bu çerçevede defterimizde kaydedilmiş olan mevcut cinayet olaylarının sekizinin sebebi belirtilmezken107, üçünün ayrıntılı bir şekilde belirtilmiştir.

İşlenen cinayetlerin dördü kısas108, beşi demi diyete, bir dava nefsi müdafaa kapsamında ve müftüden alınan fetva gereğince düşmüş, bir dava da şahit yetersiz görülerek davacı tarafı davadan men edilmiştir. Toplu olarak işlenen suçlarda katillerin sayılarına bakılmaksızın kısas cezası uygulanmıştır. Çünkü birden fazla kişi, iştiraken ölüm neticesini doğuran hareketi icra ederlerse şeriklerin hepsi kısas cezasına çarptırılır109.

105 Belgelere göre cinayetlerin beşi hançer, dördü kurşun ve birer tanesi de taş, sopa ve kılıçla

işlenmiştir.

106 Zaho kasabası sakinlerinden ve Yahudi taifesinden Nahum ve Harun adlı kişiler arasında

çıkan tartışma üzerine Harun, yanlarında bulunan Abdulfettah bin Abdullah’ın belinde bulunan siyah kabzalı hançeri gasp ederek Nahum’u çeşitli yerlerinden vurmuştur. MŞS 235, s. 57–58, 15 Zilkade 1275 (16 Haziran 1859) tarihli belge.

107 Bkz. MŞS 235, s. 114, 11 Zilhicce 1276 (30 Haziran 1860); MŞS 235, s. 57–58, 15 Zilkade

1275 (16 Haziran 1859); MŞS 235, s. 59, 5 Cemaziyelevvel 1276 (30 Kasım 1859); MŞS 235, s. 60, 3 Safer 1276, (1 Eylül 1859); MŞS 235, s. 63, 19 Rebiülevvel 1275 (27 Ekim 1858); MŞS 235, s. 74, 16 Zilhicce 1275 (17 Temmuz 1859); MŞS 235, s. 81, 6 Receb 1276 (29 Ocak 1860); MŞS 235, s. 119–120, 15 Safer 1277 (2 Eylül 1860) tarihli belgeler.

108 Bkz. MŞS 235, s. 38, 25 Şevvâl 1275 (28 Mayıs 1859); MŞS 235, s. 57–58, 15 Zilkade 1275

(16 Haziran 1859); MŞS 235, s. 81, 6 Receb 1276 (29 Ocak 1860); MŞS 235, s. 119–120, 15 Safer 1277 (2 Eylül 1860) tarihli belgeler.

Dem-i Diyet, yani kan parası ödeme cezası defterimize yansıdığı şekliyle iki şekilde uygulanmıştır. Bunlardan ilkinde kasden adam öldürme yani kısas cezasına çarptırılacak suçun işlenmesi durumunda, tarafların sulh akdetmesi ile kan parasının ödenmesidir. Bu şekliyle dem-i diyet cezası, Tanzimat’tan sonra oluşturulan Mecellenin öngördüğü şekliyle on bin dirhemdir ve bu yekûn da üç taksit halinde ödenir. Bu çeşit dem-i diyetin Mardin Mahkemesince de uygulandığı tespit edilmiştir110. İkincisinde ise cinayet isnadının ispatlanamaması üzerine muhtemelen meydana gelen şüphelerin daha sonradan düşmanlığa yol açmaması için mahkeme iki tarafın sulh yoluna gitmelerine karar vererek muhtelif miktarlarda diyet cezasının ödenmesini hükme bağladığı görülmektedir111.

Defterde nefsi müdafaa kapsamında ele alınabilecek bir dava kaydı da mevcuttur. Öte yandan bir kimse haksız saldırı karşısında kendisinin veya bir başkasının nefsini müdafaa ederken, saldırganı yaralamak veya öldürmek zorunda kalırsa hiçbir cezai sorumluluğun olmayacağı konusunda İslam hukukçuları müttefiktir. Yine İslam hukukçularının çoğuna göre böyle bir vakada maktulün yakınlarına diyet ödeme gibi bir yükümlülük yoktur112. Bu doğrultuda defterde Mardin’e bağlı Musiki köyü sakinlerinden Ali bin Hüseyin bin Ömer, kocasından kaçan kız kardeşinin kocası tarafından eve götürülmesi esnasında, kız kardeşini dövmesi üzerine kardeşi ile beraber kılıçlarla enişteleri olan Mehmed’e saldırdıkları ve onu yaraladıkları bu yaralamanın akabinde eniştelerinin yanında bulundurduğu kurşunu Ali’ye attığı, bunun tesiriyle de Ali’nin vefat ettiği, neticesinde ise mahkeme bu olayı meşru müdafaa kapsamında değerlendirip katile herhangi bir cezai müeyyide uygulamayarak varisleri davadan men ettiğine dair kayıt mevcuttur113.

110 Bkz. MŞS 235, s. 74, 16 Zilhicce 1275 (17 Temmuz 1859); MŞS 235, s. 98, 15

Cemaziyelevvel 1276 (10 Aralık 1859) tarihli belgeler.

111 MŞS 235, s. 63, 19 Rebiülevvel 1275 (27 Ekim 1858) tarihli belge.

112 Abdullah Çolak, “İslam Ceza Hukukunda Meşru Müdafaa”, Ekev Akademi Dergisi, Yıl 8,

Sayı 19, (Bahar 2004), s. 153.