• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 2: TEORİK AÇIDAN YOKSULLUK OLGUSU VE TÜRKİYE’DE

2.8. Türkiye’de Gelir Dağılımı Ve Yoksulluğu Etkileyen Faktörlerin Genel Görünümü

2.8.3. Kamu Maliyesine İlişkin Faktörler

2.8.3.3. Vergi Gelirleri

Türkiye’de vergi gelirleri içinde dolaylı vergilerin payının yüksek olduğu bilinmektedir. Dolaylı vergiler zengin-fakir ayırımı yapmayan vergiler olarak gelir dağılımını olumsuz etkileme potansiyeli olan vergilerdir. Elbette dolaylı vergilerde katma değer vergisi ve özel tüketim vergilerinde oransal farklılaşmalara gidilerek bazı temel ihtiyaç maddelerine düşük oranlar uygulanmaktadır. Ancak düşük oranlardan zenginler de faydalanmaktadır. Bu yüzden kullanılan teknikler dolaylı vergilere yöneltilen eleştirileri bir ölçüde azaltmaktadır.

Tablo 10’da 2010 yılında genel bütçe vergi gelirlerinin türler itibariyle dağılımı yer almaktadır. Buna göre, toplam vergi gelirlerinin üçte ikisinin dolaylı vergiler olduğu anlaşılmaktadır. Dahilde alınan tüketim vergileri içinde de özel iletişim vergilerinin ilk sırayı aldığı, katma değer vergisinin bunu takip ettiği görülmektedir. Aslında gelir dağılımında eşitsizlik bakımından dolaylı vergilerin payından daha önemli bir sorun dolaysız vergilerin kendi içindeki dağılımında ortaya çıkmaktadır. Gelir ve kazanç üzerinden alınan vergilerin toplam vergilere oranı yüzde 30,65’tir. Ancak bunun içinde yaklaşık yüzde 21 ile en yüksek paya sahip olan gelir vergisinin dağılımı dikkate alındığında beyana dayanan gelir vergisinin yüzde 1’ler civarında olduğu dikkat çekmektedir.

79

Tablo 10

Genel Bütçe Vergi Gelirlerinin Türler İtibariyle Dağılımı (2010)

Tür Oran Tür Oran

Dolaysız vergiler 33 Dolaylı vergiler 67

Gelir ve kazanç üzerinden alınanlar

30,65 Dâhilde alınan mal ve hizmet vergileri 44,81

- gelir vergisi 20,95 Dâhilde alınan KDV 16,73

-beyana dayanan gelir vergisi 1,03 Özel tüketim vergisi 24,63

-gelir vergisi tevkifatı 19,29 Banka ve sigorta muameleleri vergisi 1,52

Diğer 1,67 Uluslararası ticaret ve muamelelerden

alınanlar

16,79

- kurumlar vergisi 9,7 Harçlar 3,03

Mülkiyet üzerinden alınan vergiler 2,27 Damga vergisi 2,18

Kaynak: Gelir İdaresi Başkanlığı (GİB)

Türkiye’de ödeme gücü olanlardan vergi almanın daha kolay dizayn edilebildiği gelir vergilerinde beyana dayalı olanların ağırlığının düşük olması Türk Vergi Sisteminin önünde en önemli sorun olarak durmaktadır. Bu haliyle vergi, ödemesi gerekenden değil de vergi kaçırma imkânı sınırlı olanlardan toplanan bir yükümlülük gibi görülebilir. İşte bu yüzden gelir vergisi reformunun yapılması acil önemini korumaktadır.

80

SONUÇ VE DEĞERLENDİRME

Gelir dağılımı ve yoksullukla ilgili rakamların ayrıntılarına yukarıda değindik. Rakamlarla ilgili sonuçların bir değerlendirmesini yaparken şu cümleleri kurmamız mümkündür: Türkiye’de orta büyüklükte iki kentin (örneğin, Uşak ve Tokat) insanları minimum gıda ihtiyaçlarını bile karşılayamamakta, yarı aç-yarı tok yaşamakta; en büyük kentinin (İstanbul) insanları da temel gereksinmeleri karşılayamamaktadırlar. “Türkiye’de açlık sınırı ölçü olarak alındığında 340 bin yoksul vardır” ile “yoksul sayısı 13 milyondur” cümleleri yaklaşık olarak bu anlamlara gelmektedir. Sadece bu kişiler aynı ilde toplanmamışlardır. “Türkiye’de açlık sınırının altında kalanların oranı binde 6’dır” veya “yoksulluk oranı yüzde 18’dir” denildiğinde de temelde aynı şeyleri söylemiş olmakla beraber sorun biraz daha önemsiz bir formatta sunulmuş olmaktadır.

Bu yüzden gelir dağılımı ve yoksulluk verileri, ekonomik veriler içinde insana en doğrudan temas edeni olmasına rağmen yine de rakamların metalik tınısından nasibini almaktadır. Ancak olayın bir de ekonomik analiz yönü vardır. Ekonomide rakamların herhangi bir zamanda aldığı büyüklük değerlendirilirken iki tür karşılaştırma yapılması kaçınılmazdır. Birincisi, “önceki dönemlerle kıyaslandığında mevcut durum bir iyileşmeye mi işaret etmektedir, yoksa kötüleşmeye mi?” sorusunun yanıtı aranır. İkincisi, “diğer ülkelerle kıyaslandığında mevcut durum daha iyi mi?” kıyaslaması yapılır. İşte biz bu çalışmada mevcut durumu ele alırken insani yönü dışlamama gayreti ile mevcut durumu önceki dönemlerle ve diğer ülkelerle kıyaslama çabasını harmanlamaya çalıştık. Böylece değişmenin yönüne (iyileşme olup olmadığına) ve değişmenin şiddetine (ne kadar iyileşme/kötüleşme olduğuna) değinerek rakamların dilini tercüme etmeye çalıştık.

Sonuçları kısaca özetleyecek olursak gelir dağılımı ve yoksullukla ilgili olarak şu noktalara dikkat çekebiliriz:

 Düşük gelir grubunun gelirden aldığı pay yüzde 5-6 civarında iken üst gelir

grubu toplam gelirin yaklaşık yarısını (2010’da yüzde 46’sı) almaktadır. Üst gelir grubunun payı alt gelir grubunun yaklaşık yedi buçuk katıdır. Bu rakamların yanında gelir dağılımının en özet rakamı olan Gini katsayısına (2010’da 0,41) göre de gelir dağılımının adil olduğunu söylemek güçtür.

81

 Öte yandan, gelir dağılımında 1994 ve 2002 yıllarına göre hissedilir bir düzelme

vardır. Üst gelir grubunun payı, düşük gelir grubunun payından 2002’de dokuz buçuk kat fazla iken 2009’da yedi buçuk kat fazladır. Gini katsayısı 2002’de 0,44 iken 2010’da 0,40’a gerilemiştir. Kısaca gelir dağılımındaki eşitsizlik 2002-2010 döneminde düzelmiştir. Ancak, Türkiye OECD ülkeleri içinde gelir eşitsizliği en yüksek ülkelerden biridir.

 Küresel ekonomik krizin yansımaları 2009’da gelir dağılımında eşitsizliğin

2008’e göre artmasına yol açmıştır. 2010 yılına gelindiğinde ise 0,01 iyileşme görülmüştür.

 Gelir kentlerde daha eşitsiz dağılmaktadır. Ancak, hem 1994 hem de 2002’ye

göre gelir eşitsizliği kentlerde daha fazla düzelmiştir.

 Bölgeler arasında gelir dağılımında önemli sayılabilecek farklar vardır. Gelir

dağılımın göreli olarak daha adil olduğu bölgeler İstanbul’u da içine alan Marmara Bölgesi iken gelir dağılımı adaleti açısından en zayıf olan bölge Güneydoğu Anadolu Bölgesidir.

 Gelir türlerine göre gelir dağılımına bakıldığında 2006 yılında toplam gelirin

yüzde 41’inin maaş ve ücretlerden oluştuğu, ikinci sırayı ise yüzde 24’le (yüzde 17 ile tarım dışı ağırlıklı) müteşebbis gelirlerinin aldığı görülmektedir(Savaşan, 2011: 24). Hanehalklarının toplam geliri içinde emekli, dul ve yetim aylıkları ağırlıklı sosyal transfer gelirlerinin payının da yüzde 18’leri bulduğu anlaşılmaktadır. 2010’a gelindiğinde ise hanehalkları gelirlerinin içinde maaş-ücret, yevmiye ve sosyal transfer gelir türlerinin payını artırdığı buna karşın müteşebbis, menkul-gayrimenkul gelirlerinin düştüğü görülmektedir.

 2006 yılında düşük gelirlilerin gelirlerinde en yüksek payı müteşebbis geliri

almaktadır. Bunu yevmiye ve maaş-ücret payları izlemektedir. Diğer gelir gruplarının aksine bu grupta tarımsal teşebbüslerden elde edilen gelirlerin ağırlıklı (yüzde 17) olduğu görülmektedir. Düşük gelirlilerin önceki çalışma ile ilintisiz sosyal transfer gelirleri diğer gelir gruplarından daha yüksektir.

 Üst gelir grubun toplam geliri içinde ücret ve maaşların ağırlığı yüzde 40’lara

çıkarken beklendiği gibi düşük gelirlilerde ağırlığı yüzde 25’leri bulan yevmiyenin ağırlığı neredeyse sıfırlanmaktadır.

82

 2002’de açlık sınırı altında gıda harcaması yapan nüfusun toplam nüfusa oranı

yüzde 1,35 (328 bin kişi) iken bu oran 2009’da yüzde yarımın altına (yaklaşık 340 bin kişi) düşmüştür. Düşüşün özellikle 2005’ten itibaren hızlandığı görülmektedir. Ancak, 2008’de göreli bozulma küresel ekonomik krizin en dezavantajlıları çabuk etkilediğini göstermektedir (Savaşan, 2011: 24).

 1 doların altında tüketim harcaması yapanların oranı 2002’de binde 20 iken

2006’dan itibaren bu sınırın altında kalan kimse bulunmadığı anlaşılmaktadır.

 Göreli yoksulluk ölçülerine göre ise yoksullukta bir düzelme

gözlenmemektedir. Harcaması medyan tüketim harcamasının yarısının altında kalan kişilerin toplam nüfusa oranında bir azalma gözlenmemekte hatta bir miktar artış olduğu anlaşılmaktadır. Medyan gelirin belirli yüzdeleri sınır olarak alındığında ise yoksulluk oranında yüzde 1-2 civarında düşüşler olduğu göze çarpsa da bu ölçüye göre iyileşmenin sınırlı olduğu anlaşılmaktadır.

 Gelir dağılımı kentlerde daha eşitsiz dağılmasına rağmen yoksulluk

kentlerde daha azdır. Örneğin kentlerde gıda yoksulluğu yüzde 0,06 iken kırsalda yüzde 1,42’dir. Ancak 2002’ye göre hem kentlerde hem de kırsalda yoksulluk azalmıştır.

Gelir dağılımı ve yoksulluk bakımından 2000’li yıllarda hatırı sayılır bir iyileşme sağlandığını söylemek mümkündür. Zira bu değişkenlerde çok hızlı bir gelişme beklenmez. Bu iyileşmede ekonomik istikrar, büyüme ve enflasyondaki düşüşün katkısı vardır. Ancak, küresel ekonomik krizin zaten düşürülemeyen işsizlik oranlarını artırması nedeniyle 2009’da gelir dağılımı ve yoksulluk göstergelerinde bozulma ortaya çıkmıştır. Mali disiplin ve faiz yükünün azalması gelir dağılımında düzelmeye katkı sağlamıştır.

2010’da ekonominin yeniden yüksek büyüme oranına kavuşması ve işsizliğin 2009’a göre 3-4 puan azalmasının gelir dağılımına olumlu bir yansıması olacaktır. Önümüzdeki dönemde işsizliğin azaltılması ve işgücü vasfının artırılmasının gelir dağılımında eşitsizliğin azaltılması ve yoksulluk sınırı altında kalanların oranının düşürülmesi açısından önemi açıktır. Mali disiplinin sürdürülmesi yanında kişisel gelir vergisi reformunun yapılarak bütçenin gelir yapısının gelir elde edenlerin vergilendirilmesi suretiyle düzeltilmesi de şüphesiz kamu maliyesi alanında yapılması

83

gerekenlerin en önemlilerindendir. Böylece altyapı, sağlık ve eğitim gibi büyüme ve gelir dağılımı için önemli diğer değişkenlerde azalmaya gerek kalmadan sosyal yardımların artırılması mümkün olabilir.

84