• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 2: TEORİK AÇIDAN YOKSULLUK OLGUSU VE TÜRKİYE’DE

2.5. Küreselleşme İle Yoksulluk İlişkisi

Yoksulluk sorunu incelenirken ve çözüm yolları üzerinde çalışmalar sürerken, küresel dinamikler de göz önünde bulundurulmalıdır, yoksulluk sadece ülkesel veya bölgesel özellikler ele alınarak değerlendirilmemelidir, küreselleşme yoksulluk üzerinde çok farklı bir biçimde etkisini göstermektedir. Bu durumu şöyle ifade edelim; küreselleşme, dış ticareti ve dolayısıyla ekonomik büyümeyi arttırmasıyla ekonomik büyüme ile birlikte iç ve dış piyasalara erişim imkânı artacak, dolayısıyla elde edilen ortalama gelir de artışa geçecektir. Ancak, gelir elde etme imkânlarının yetersizliği nedeniyle yoksul kesim bu artıştan diğerleri kadar yararlanamayacaktır sonuç olarak zengin kesim ile yoksul kesim arasındaki gelir farkı artacaktır. Bu durum küreselleşmenin yoksulluk üzerindeki olumsuz etkisini göstermektedir. Bu nedenle küreselleşme bu yönüyle, hem ülke içindeki hem de ülkeler arasındaki gelir farklılıklarını arttırabilir (Öztürk, 2004: 665-679). Diğer yönden bakıldığında ise küreselleşme; iyi yönetilirse bu süreç sonucunda oluşturulan servet ve gelir imkânlarıyla milyonlarca yoksulun kurtulmasına imkân sağlayabilir.

55

Günümüzde ülke ekonomileri üzerinde meydana getirdiği etkiler sebebiyle iktisat alanında en çok tartışılan kavramların başında gelen küreselleşme kimilerine göre yeni bir aşama olmayıp, kapitalist gelişmenin günümüzdeki biçimi iken; kimilerine göre de yirminci yüzyılın son çeyreğinde enformasyon teknolojilerinin ön plana çıkmasıyla yaşanan yeni bir süreçtir.

1980’li yıllardan itibaren kullanılan, özellikle ticaret ve finans akışı konusunda dünya ekonomilerinin bütünleşmesindeki artışı ifade eden “Küreselleşme” kavramını mal ve hizmetlerin ticaretinde, yabancı sermaye ve göç hareketlerinde; ekonominin her sektöründe uygulanan teknolojik gelişmede yaşanan artış ile ulaştırma maliyetlerinde düşüş ve ekonomi üzerindeki devlet müdahalelerinin asgariye inmesi, ekonomileri liberal politikalar çerçevesinde yeniden yapılandırarak, küresel ekonomilerle bütünleşmesi olarak tanımlamak mümkündür (Masca ve Karagül, 2008: 380).

1980'li yıllarda uluslararası ekonomik uyum giderek hızlanmış ve dünya ülkeleri sınırları kaldırarak daha etkin üretim, yatırım, ticaret bedelini benimsemişlerdir. Küreselleşme sadece kar amaçlayan piyasa ekonomisine dayalı, ekonomiden ibaret bir sistem değil, aynı zamanda siyasi ve sosyo-kültürel alanları da içeren büyük bir değişim projesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Ancak bu sürece katılan gelişmekte olan ülkeler iktisadi kalkınmanın farklı evrelerinde bulunduğundan, her ekonomi için sağlanan faydalar da içeren riskler de farklı olmaktadır. 1980'li yılların sonlarına doğru birçok gelişmekte olan ülke belirlenen reformları gerçekleştirme sürecine girerek sınırsız sermaye hareketliğine de izin verilmesi ile gelir artışı sağlamış olmakla beraber bu durum küreselleşmenin bu ekonomiler üzerinde krizlere karşı kırılgan bir hal almasına

ve olumsuz sonuçlar doğurmasına sebep olmuştur (Danışoğlu, 2004: 215).

Ülkeler arasındaki gelir eşitsizliği 200 yıldır var olmakla beraber özellikle 1980'li yıllardan itibaren ciddi artış göstermiştir. Dahası, gelişmiş ve az gelişmiş ülkeler arasındaki gelir adaletsizliği düzelme yolunda da görünmemektedir. Kısıtlamaları

Net sermaye akımlarında ve özellikle kısa vadeli akımlarda ciddi artışlar kaydedilen 1980 ve 1990'lı yıllarda Meksika, Güneydoğu Asya, Türkiye, Rusya ve Brezilya'da mali krizler yaşanmıştır. Örneğin 1996 yılında beş Asya ülkesi (Endonezya, Malezya, Filipinler. G.Kore ve Tayland) 93 milyar Dolar değerinde net özel sermaye akımına uğramışlardır. Bir yıl sonra 12 milyar Dolarlık bir sermaye çıkışı olmuş, bütün ülke ekonomilerinin birleşmiş SMH’ sının %10'undan fazla bir para hareketi gerçekleşmiş, Endonezya. G.Kore ve Tayland ciddi bir ekonomik kriz yaşamışlardır. Sonuçta, gelişmekte olan ülkelerin, başta kısa vadeli akımlar olmak üzere, uluslararası sermaye akımlarına tamamen açık olup olmaması konusunda ciddi görüş ayrılıkları ve tartışmalar ortaya çıkmıştır.

56

kaldırarak tümden dışa açılma, gelişmekte olan ve az gelişmiş ülkelerin kırılgan iç dinamiklerini yıkıcı güçlerin etkisine maruz bırakmıştır. Kalkınma için global piyasalara erişim güçlü bir etkendir ancak kalkınmanın başarısı, dünya piyasalarına seçici ve aşamalı bir entegrasyonla mümkündür. Bugün hakim görüş, küreselleşmenin büyümeye olumlu etkisinin maliyetlerinin çok üzerinde olduğu ve gelişmekte olan ülkelerin ticari ve mali akımlara ekonomilerini entegre etmek için tüm engelleri kaldırmaları gerektiğidir (Danışoğlu, 2004: 217).

Gelişmiş ekonomilerin ve bazı gelişmekte olan ülkelerin küreselleşme ile çok önemli kazanımları olmuştur. Ancak dünyanın azgelişmiş özellikteki büyük bölümünde, ticaretin serbestleşmesinin yansıra, özellikle 1990'da hızla artan mali entegrasyon sonucu krizlere karşı duyarlılık ve mali kırılganlık artmış, krizler ciddi yoksullaşmaya neden olmuştur. Dünyada yoksulluğun mutlak anlamda artması ve ülkeler arasında ve ülke içinde gelir dağılımının düzeltilememesi küreselleşme ile ilgili endişe ve eleştirileri arttırmıştır.

1990’larda küresel ekonomiye yılda yaklaşık 10 trilyon dolar eklenmiş ekonomik gelişmeye rağmen yoksulluk içinde yaşayan insanların sayısı –1 milyardan fazla- pek değişmemiştir. 1 milyar 200 milyon insan günde bir dolardan daha az parayla yaşamaktadır; 2.8 milyar insan 2 dolardan daha az parayla yaşamaktadır. Ve en gelişmiş ülkelerde bile 130 milyondan fazla insan yoksulluk içinde yaşamaktadır(Bolayır, 2007: 61).

Küreselleşmenin bugün geldiği nokta ise, yoksulluk konusunda yeni bir kavram olan

dışlanmışlık kavramını doğurmuştur. Dışlanmışlık yoksulluğun yeni bir boyutu olarak

Dünya Bankası yayınlarına da şu şekilde yansımaktadır:

“…fakir olmak demek aç olmak demektir; barınacak yeri, giyecek bir şeyi olmamak demektir; hasta olmak ama tedavi olamamak; okuma-yazma bilmemek ama okula gidememek demektir. Fakat fakir insanlar için, “fakirlik içinde yaşamak” bundan daha fazla bir şeydir. Fakir insanlar özellikle kendi denetimleri dışında gelişen ters etkilere karşı korunmasızdırlar. Devlet ve toplum kurumları tarafından iyi gözle bakılmadıkları gibi bu kurumlardaki söz hakkı ve iktidardan da dışlanmışlardır” (Tanyeri, 2003: 56).

57

Sonuç itibariyle ekonomi üzerindeki etkileri açısından düşünüldüğünde küreselleşme artıları ve eksileri olan bir süreçtir. Küreselleşme karşıtı kesimler, dünyada zengin ile yoksul arasındaki açığın giderek daha da arttığı endişesini dile getirmektedirler. Eldeki gelir dağılımı ve yoksulluk istatistiklerine bakıldığında, bu endişelerin belirli ölçüde doğru olduğu söylenebilir. Ekonomik küreselleşme sürecinde belki de daha belirgin bir biçimde gözlemlenen şu sorunlara çözüm bulunması, son derece önemlidir (Aktan, 2002: 264).

 Özellikle az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerdeki hızlı nüfus artışı,

 Vasıflı ve vasıfsız işgücü arasında ortaya çıkan gelir eşitsizlikleri,

 Doğanın tahrip edilmesi,

 Sermaye hareketlerindeki serbestleşmenin ve hızlı mobilitenin ortaya

çıkarabileceği küresel krizler ve

 Çok uluslu şirketlerin birçok ülkenin GSYİH’sını dahi aşan boyutlarda bir

ekonomik güce sahip olmaları.

Bu sorunların ve ortaya çıkabilecek muhtemel diğer sorunların, mutlaka ciddiye alınması ve bazı çözümler bulunması gerekir. Fakat tüm bu olumsuz gelişmelere bakarak, küreselleşmeye körü körüne karşı çıkmak doğru bir yaklaşım değildir. Küreselleşmenin ortaya çıkardığı fırsatları unutmamak gerekir. Bunlar sanıldığı gibi sadece bir zengin ülkeler topluluğu (G8 ülkeleri: ABD, Japonya, Almanya, İngiltere, Fransa, İtalya, Kanada ve Rusya) ya da gelişmiş ülkeler için yaratılmış fırsatlar olarak algılanmamalıdır. Gelişmekte olan ülkelerin de küreselleşmeden sağladığı ve sağlayacağı kazançlar vardır. Ve hepsinden önemlisi; küreselleşme artık geriye dönülemez bir süreç olduğuna göre, bu süreç içerisinde ortaya çıkan sorunları en doğru şekilde tespit etmek ve bu yönde önlemler almak gerekir.