• Sonuç bulunamadı

2.3. Kuramsal Çerçeve: Siyasal Temsil Teorileri

2.3.3. Vekâlet Modeli

Temsil işlevini yerine getirdiği farz edilen dört temel fikirden biri olan vekalet modelinin ardında şu fikirler yatmaktadır: Birincisi sadece seçmenlerin menfaatleri ve kanaatleri doğrultusunda hareket edeceğini söyleyen kişiler seçilebilir; ikincisi seçim, temsilci olarak seçilenlerin kendilerini seçenlerin tipik karakteristiklerini edinmelerini sağlayacaktır. Üçüncü yaklaşım, seçmenlerin seçimden sonra temsilcilerin münasip bir tarzda davranacaklarından emin olduklarıdır. (Bunun ardında yatan düşünce, yapmaları için seçildikleri şeyleri yerine getirmeyen meclis üyelerinin, meclisi oluşturan şahıslar tarafından tekrar

seçilmeyeceğidir.) Dördüncü yaklaşım, seçimle gelen görevin güven telkin etmediğine dairdir. Burada temsilcilerin, doğal kamu görevlileri sıfatıyla daha sonra kendilerini aleyhte etkileyecek olan yasama faaliyetini desteklemeye yanaşmayacakları düşünülmektedir. Đşte bu argümana tekabül eden temsil türü “vekâlet temsili” dir; “benzeme temsili” ise ona dolaylı olarak tekabül eder. (Holden, 2007: 60-61).

Daha açık bir ifadeyle, vekâlet kendisine itaat edilmesini talep eden üst düzey bir organdan gelen talimat veya emirdir. Halkın vekâlet fikri, seçimi kazanan bir parti adına partinin ortaya koyduğu vaatlerin bunları hükümet programları halinde dönüştürme yetkisi vererek onayladığı iddiası neticesinde ortaya çıkar. Dolayısıyla, vekâlet doktrini, sorumlu parti hükümetini garanti eder; öyle ki, iktidardaki parti sadece aldığı emirname / vekâlet çerçevesinde hareket edebilir. Bu siyasa vekâletidir (Heywood, 2007: 330).

Yani temsilci doğrudan temsil edilenin sesi, vekili olmak yerine, seçmen, bir parti programına ya da denetimine bağlandıkça adaylarda seçilmek için buna dâhil olarak patiye bağlanıyorlar. Dolayısıyla temsilciler büyük kitle partilerinin temsilcisi konumuna gelirler (Sartori, 2006: 88-89). Neticede temsilcilerin iradesi, parti programı ve görüşleriyle sınırlandırılmış olduğundan parlamentoda milletin ve seçmenlerin değil, sadece partilerin temsil edildiği ileri sürülebilir (Sarıbay, 2001: 99).

Bu noktada partiler halkın hizmetkârı mıdır veya başka bir deyişle partiler temsil ettikleri şeyler vatandaşların sahip oldukları düşünceleri mi temsil etmektedir sorusuna cevap aramak bu temsil modelini betimlemede önümüze ışık tutacaktır (Powell, 1990: 102).

Her şeyden önce şunu belirtmek gerekir, her temsilci belirli bir bölgeyi ve toplumsal kesiti temsil etmek amacıyla seçilse de, yerel ve sınıfsal çıkarlardan önce ulusal çıkarları gözetmek zorundadır. Elbette, burada, çoğu kez göz ardı edilen bir görüşe göre, aslında birçok siyasal sistemde, seçmenler siyasal partilerin gösterdiği temsilci adayları arasında seçim yapmaktadır. Bu nedenle, günümüz modern devletlerinde, temsilci ne tam olarak kendi seçmenlerinin çıkarları ile ne de ulusal

çıkarlar ile bağlıdır, bunun yerine, üyesi olduğu ve kendisini aday gösteren siyasal partinin çıkarları ile bağlıdır (Örs, 2006: 13-15).

Öyleyse parti vekaleti de denilebilecek bu model, özellikle günümüzde siyasal partilerin ulaştıkları belirleyici rolün bir sonucudur. Nitekim Siyasal partilerin belirli bir program çerçevesinde seçimlere katıldığını, seçmenlerin de çoğunlukla parti programına ya da belli bir ideolojiye bakmak suretiyle oy kullanmaktadır. Dolayısıyla, temsilin aracısı ferdiyetçi özelliği taşıyan siyasetçi değil partiler olmaktadır. Ancak parti vekaleti doktrini, Ulusal politikaların belirlenmesinde, uluslararası kriz durumlarında yetersiz kalacağı ve ancak çoğunlukçu seçim sistemlerinde uygulanabileceği noktalarında eleştirilmiştir (Erdoğan, 2001: 237).

Mütevelli modelde ve delege modelinde (buyurucu ya da emredici vekalet) temsilciler esasında bağımsız aktör rolü gören feodal toplum yapısının ürünü iken, yeni temsil anlayışında burjuvazinin eseri olan vekalet modelinde ise adaylar artık bir partinin neferleri olarak görülüyor ve partinin halkın gözündeki imajı veya ortaya koyduğu siyasalar neticesinde destekleniyorlar. Bu doğrultuda da yeni temsil teorileri ortaya çıkmıştır. (Yavaşgel, 10, Heywood, 2007: 329).

Burkegil’e göre vekâlet temsil modeli, kitlesel siyasal partilerin güçlenmesini önceler. Nitekim 20. Yüzyıl temsili hükümetinde hemen hemen tüm temsilciler bir siyasal partiye üyedirler ve seçilmelerini bu üyeliğe borçludurlar. Temsilciler, parti üyeleri olarak, partilerinin ilkelerini ve platformunu desteklenmeye bağlanmışlardır ve tamamen bağımsız bireyler değildirler. Artık tüm partiler bir dereceye kadar seçmen yetkilendirmesi öğretisini benimsemektedir. Buna göre her parti seçmenlere siyasal program sunar. Parti iktidara gelirse bunları uygulamaya adanmıştır. Bu uygulama seçmenlere alternatif hükümetler yanı sıra alternatif hükümet siyasaları arasında tercih olanağı sunar; bu modern temsili hükümetin benimsenen bir bölümüdür (Bogdanor, 2003: 404).

Beer’e göre ise kolektivist temsil teorisinin iki ana ilkesi parti hükümeti ve fonksiyonel temsildir. Fonksiyonel temsil, temsil birimlerinin fertler değil, sosyal gruplar olması gerektiğini ifade eder ve böylece liberallerle radikallerin ferdiyetçilik ilkesinden ayrılır. Kollektivist teoriye göre, toplum her biri toplumun tümü için

önemli bir fonksiyon ifa eden çeşitli sosyal gruplardan veya tabakalardan meydana gelir. Bu gruplar, fertlerin ortak fikir ve kanaatlerine dayanan iradi kuruluşlardan ibaret olmayıp, grup üyeleri arasındaki fonksiyon ve menfaat özdeşliği gibi objektif şartlardan doğan varlıklardır. Seçmen kitlesi, vekâleti, fert olarak milletvekillerine değil belli bir siyasal programı tecessüm ettiren bir partiye verir. Kollektivist teoride, milletvekili kendi kişisel görüşlerine göre hareket eden bağımsız bir temsilci değil, çoğunluk partisinin programının uygulanmasında sadece bir araç rolü oynayan bir delege daha doğrusu bir parti delegesidir (Erten, 1996: 47-48).

Öte taraftan temsil teorilerini şöyle bir irdelediğimizde en etkili olan doktrinin vekâlet modeli olduğu görülür. Bu model, bir partinin bir seçimi kazanarak halkın vekâletini aldığı düşüncesine dayanır bu partiye seçim kampanyası boyunca açıkladığı bütün siyasaları ve programları gerçekleştirme yetkisi verir. Temsilin aracı politikacılardan ziyade bir parti olduğu için vekâlet modeli, parti birliği ve parti disiplini yönünden açık bir meşruiyet kazandırır. Aslında politikacılar seçmenlerine kendilerini düşünerek veya onların görüşlerini nakletmenin bir aracı olarak hareket ederek değil, patiye ve parti siyasalarına bağlı kalarak hizmet ederler (Heywood, 2007: 329).

Nitekim bir temsilci seçmenlerinin istediğini mi yoksa kendisinin en iyi olduğunu düşündüğü şeyi mi yapmalıdır? Sorusuna vekâlet kuramcılarının verdiği yanıt yukarıdaki paraftan da anlaşılacağı üzere parti programı ekseninde hareket eden bir temsilci figürü görürüz. Öte taraftan bu kuramcılar temsilcinin seçmenlerine karşı yükümlülüklerini de vurgularlar ve savundukları şey, eğer temsilcinin eylemleri yani parti programları genel anlamıyla temsil edilenlerin ihtiyaçları ya da istekleriyle ilgisizse, temsil edilenlerin gerçekte temsil edilmedikleridir (Miller, 1995: 360).

Siyasal partilerin “temsil” ilkesinin gereklerine uygun davranıp davranmadıklarına ilişkin tartışmaya konu olarak iki önemli nokta dikkat çeker. Đlk olarak, siyasal partilerin parti içi örgütlenmelerindeki görev dağılımlarında ve bu görevler için yarışma ortamlarında temsil kavramının anlamına uygun davranılması gerekir. Đkinci bir boyut olarak da siyasal partilerin seçimlerde halkın temsilcisi olarak seçilmek üzere kendi listelerinden aday olmak isteyen kişiler arasından

parlamenter adaylarını tespit ederken uyguladıkları yöntemler ve tekniklerin yerinde olması gerekir (Tekin ve Çiftçi, 2006: 75).

En nihayetinde bu doktrinin dört farklı eleştiriye maruz kaldığını görürüz (Heywood, 2007: 329-330). Đlk olarak, seçmenlerin siyasalar ve meseleler temelinde oy kullandıklarını ileri süren oy verme davranışını çok tartışmalı bir modeli üzerine dayanır. Seçmenler, bu modelin iddia ettiği gibi rasyonel ve iyi bilgilendirilmiş insanlar değillerdir her zaman. Liderlerin kişilikleri, partilerin sahip olduğu imaj, alışılmış sadakatler ve toplumsal şartlanma gibi çok çeşitli rasyonel unsurlardan etkilenebilirler. Đkinci olarak, seçmenler siyasalardan etkilense bile, manifestoda (bir partinin iktidara geldiğinde gerçekleştireceğini vaat ettiği siyasaları veya programı özetleyen (kabataslak) belge) ileri sürülen belirli vaatlerle muhtemelen cezbedilecekler ama bölümlerle daha az ilgilenecekler ya da bekli de onlara karşı çıkacaklardır. Dolayısıyla, bir partiye verilen bir oy, partinin ortaya koyduğu manifestonun tamamına, aslında her bir seçim vaadine verilen onay olarak alınmamalıdır. Üçüncü olarak, bu doktrin adeta bir deli gömleği niteliğindedir. Hükümet siyasalarını, patinin seçim boyunca açıkladığı görüşler ve siyasalarla sınırlar ve değişen şartlar doğrultusunda siyasaların dönüştürülmesi için olanak tanımaz. Mesela uluslararası veya ekonomik bir kriz halinde vekâlet yönergeleri nasıl bir rehberlik önerir? Son olarak, vekâlet doktrini sadece çoğulcu seçim sistemlerinde uygulanabilir ve seçimden galip çıkan parti, oyların %50’sini almayı başaramazsa, bu modelin kullanımı anlamsız bir hale gelir.

Nihai sonuç olarak, vekâlet modeli demokrasinin yapısal bir sorunundur. Bundan dolayı Joseph A. Schumpeter gibi yazarlar, haklı olarak demokrasilere halk hâkimiyeti veya halkın kendi kendini yönettiği rejimler denemeyeceğini, belki en doğrusu “halkın tasvip ettiği rejimler” denebileceği söylemektedirler (Bulaç, 1995: 40).