• Sonuç bulunamadı

2.3. Kuramsal Çerçeve: Siyasal Temsil Teorileri

2.3.2. Delege Modeli

Modern bir siyasi sistemde baskı gruplarının sözcüleri tarafından en göze çarpan şekli delege temsil modelidir. Genellikle bu modelde temsilci temsil edilene bağlı olmalı mıdır sorusu üzerine yapılan tartışmalar neticesinde neredeyse tamamen bağımlı olduğu bir temsil ilişkisini ön gören bir cevap verilmiştir (Birch, 2007: 135). Böylelikle delege seçmenlerin talimatlarıyla hareket eden mümkün olduğunca onların görüşlerini izleyen bir temsil modelidir denilebilir. Delege teorisinde halkın temsilcilerin şahısları ve tasarrufları üzerinde etki ve müdahalede bulunma hakkı vardır. Bu bakımdan, temsilciler halk tarafından azledilebilir ve her türlü yarı doğrudan demokrasi vasıtaları kullanılabilir. (Bagdanor, 2003: 403, Gülsoy, 2006: 75).

Farz edelim ki, temsil yetkisi, bir program onaylanması olarak yorumlanacak olursa, bu durumda temsilcilik sıfatının kazanılması, uygulanacak programa bağlı olacağından, temsilci, bu programın gerektirdiği davranış kalıplarının dışına çıkamaz. Temsilci, temsil yetkisini kazanmakla birlikte, kendisine dışına çıkamayacağı bir emir verilmiş demektir. Onaylanan program, temsil yetkisini verenin uygulamasını istediği bir direktif niteliğini taşır. Bu durumda temsilciliğin devamı direktife uyulmasına bağlıdır. Ancak temsilci direktiften ayrıldığı gün temsilcilik sıfatını kaybeder. Programın onaylanması ile birlikte temsilciye sınırları

çizilmiş belli bir husus için vekâlet verilmiştir. Temsilci yetkisini belirlenen gayelerin gerçekleştirilmesi için kullanır. Bu anlayışta temsilci, önceden seçmenler tarafından öngörülen bir programın uygulayıcısı olması için yetkilendirilmiştir. Söz konusu temsilcinin mevcut konumu aracı olmayı içerir. Bu biçim temsil, delegasyon olarak da tanımlanır. Burada temsilci delege sıfatı kazanır (Erten, 1996: 12).

Terim daha dar anlamıyla başkalarının temsilci olarak, kesinlikle belirlenmiş bir ya da bir dizi eylemde bulunma yönünde yetkilendirilmiş kişileri belirlemek için de kullanılabilir. Bu anlamıyla kendisine takdir yetkisi içeren daha geniş bir temsil otoritesi verilen ve yeddiemin (trustee) diye adlandırılan kişiden ayrılır. Bu kısıtlı anlamıyla delege, bir görev yetkisi (mandate) aracılığıyla temsil ettiği grupla sıkı sıkıya özdeşleşmiş bir konumdadır (Bagdanor, 1999: 184-185).

En açık tanımıyla delege, verilen açık öneri ve talimatları temel alarak başkaları adına hareket etmesi için seçilen kimsedir. Diğer bir deyişle, kendi yargılarını veya tercihlerini uygulama yetkisine sahip olmayan, kendisinden diğer insanların görüşlerini ifade eden bir aracı olarak davranması beklenen kimsedir. Kurallara göre hiçbiri kendi başına karar verme yetkisine sahip olmayan satış temsilcileri ve büyük elçiler bu gruba dâhildir. Benzer şekilde nasıl oy kullanılacağı ve ne söyleyeceği yolunda talimatlar alarak bir konferansa katılan bir sendika görevlisi, orada Burke’ün tanımladığı biçimde temsilci gibi değil, bir vekil olarak hareket eder. Delegasyon biçiminde ki bu temsil modelini savunanlar genellikle siyasetçilerin mümkün olduğunca temsil edilenlerin görüşlerine sıkı sıkıya bağlı olmasını sağlayan mekanizmaları destekler (Heywood, 2007: 326-327).

Bu modelde seçmenleri ile ilişkilerinde temsilcilerin bağımlılığını savunan yazarların bir kısmı, ne olursa olsun, temsilcinin seçmenlerin direktifleri doğrultusunda hareket etmesi gerektiğini, ancak bu yol ile gerçek temsilin gerçekleşebileceğini savunmaktadır. Yani –vox populi, vox dei- halkın sesini en son otorite ve bilgeliğin sesi olarak kabul eder. Mütevelli modelinde ise temsilci-temsil edilen ilişkisini, temsilcilerin bağımsızlığı prensibi üzerine kuran teorisyenler ise, bir temsilcinin seçilip göreve geldiği andan itibaren, eylemlerinde tamamen serbest

olması gerektiği fikrini savunmaktadırlar. Çünkü onlara göre en iyi temsilci, bu işi yapabilecek en iyi uzmandır (Popper, 2005: 160, Örs, 2006: 15-13).

Delege modelinde bir kimse bir diğerine kendi adına hareket etme yetkisi verebilir. Ancak onun yapacağı işlemlerin sonuçlarını vekâlet veren önceden yüklenir. Bu anlayışla milletvekillerinin tayini, seçilenlere seçmenler tarafından verilmiş bir görev gibi kabul ediliyordu. Bundan dolayı da temsil eden (milletvekili) temsil edilenin isteklerine uymak zorunda idi. Bu isteklere uymadığı takdirde seçmenleri kendisini azledebilirdi. Avrupa’da başlangıçta uygulanan bu biçim yetki vermeye “emredici ya da bağlayıcı vekâlet” deniliyordu. Daha sonra seçilen temsilciye verilmiş şahsi vekâlet anlayışının emredici vekâlet yerini sınırsız ve toplu temsil etme almıştır (Gültekin, 2006: 10, Çam, 2005: 400).

Emredici vekâletin/delege modelinde teorik ve pratik olarak halk egemenliği anlayışının bir sonucudur. Bu vekâlet tipinde, seçim temsilci ile onun seçildiği seçim çevresi seçmenleri arasında bir akittir. Buradaki temsil ilişkisi, vekil ile onun seçildiği seçim çevresindeki seçmenler arasındadır. Emredici vekâlette temsil hem emredici hem de bağlayıcı niteliktedir. Emredicidir, çünkü seçmenler seçtikleri kimselere bir takım talimatlar verir. Temsilcilerine parlamentoda nasıl hareket edeceklerini ve belirli bir konu hakkında ne şekilde oy kullanacaklarını bildirirler. Bağlayıcıdır, çünkü seçmenler, seçtiklerini beğenmedikleri, onların kendilerinin emir ve talimatlarına uymadıklarını gördükleri takdirde, yasama dönemi bitmeden önce de temsilciyi azledebilirler. Bu nedenle emredici vekalet aynı zamanda “bağlayıcı vekalet” olarak da adlandırılmaktadır (Gülsoy, 2006: 78).

Paine gibi radikal demokratlar bu modelde mekanizmalar yani düzenli seçimler, kısa süreli iktidarlar, halka siyasetçiler üzerinde daha fazla denetim vermenin bir aracı olarak inisiyatif (halkın yasama konusunda önerilerde bulunmasını sağlayan bir tür referandum.) kullanmayı ve geri çağırma (seçmenlerin, başarısız kamu görevlilerini hesap vermeleri için çağırıp bunun sonucunda da görevden aldığı süreç.) hakkını savunmuşladır (Heywood, 2007: 327).

Öte taraftan mütevelli modelde halkın temsil edilmesinin anlamı, temsilcilerini görevlendirmede değil, onların aldıkları karaları peşinen kabul etmekte

yatar. Delege modelinde ise egemenlik sahibi ulus sadece kullanma yetkisini devretmektedir. Bu biçimde de temsilcinin yaptığı işlem doğrudan ulus tarafından yapılmış sayılmaktadır. O halde bu temsilcilik niteliği ulusun iradesini ifade edebilecek temsilciyi bağlayıcı karalar almak yetkisinden ibarettir. (Çam, 2005: 401). Temsilcinin sorunluluk özelliğinin ön plana çıktığı bu görüşe göre temsil yetkisini aldığı seçmenlerin görüş ve düşünceleri dışında hareket edemez. Temsil edilenlere karşı sorumluluk ise temsilcinin görevine temsil edilenler tarafından son verilebilmesiyle belli olur (Erten, 1996: 16).

Şunu belirtmek gerekir ki, seçmenle ilişkili olarak temsilcilerin rolü farklı gelenek ve kültürlere göre değişiklik gösterir. Bu perspektiften bakılacak olursa, tutucu ve liberal partiler halen bireysel temsilcilerin bağımsızlığını vurgulama ve partinin parlamenter üyelerine daha çok ağırlık verme eğilimdeyken Sosyalist partiler gibi radikal kökleri olan sol kanat partileri, sıkı parti disiplini ve ayrıntılı manifestoları yeğleme eğilimi gösterir. Böylelikle radikallerin delege temsil modelini benimsedikleri söylenebilir. Bu model ayrıca birleşik devletler ve daha az aristokratik ve daha çok çeşitli siyasal kültürlere sahip olan Britanya dominyonlarından da kök salmıştır (başbakanlık sisteminden dolayı, birleşik devletler bir istisnadır. Delege temsil modelinin eşitlikçi art zemin ve gücüne karşın, erk ayrılığı, siyasal partilerin genel olarak belirli siyasalara bağlamış olan, gevşek koalisyonlar olarak kalmasını olanak kılmıştır. Ayrıntılı seçim bağlamışlıkları halen yaygındır, ancak bu bağlanmışlık ulus çapındaki bir parti programına değil de bireysel bölgelerin seçmelerine yapılmaktadır) (Bagdanor, 2003: 403-405)

Ancak Hayek bu konuya eleştirel biçimde yaklaşmıştır ve faşizmle sosyalizmin, kollektiviteyi yüceltmek bakımından aynı özün varyasyonları olduklarını ileri sürmüştür ki, bunda pek haksız sayılmazdı. Gerçi bu ikisinde de halk vardı, ama o sadece dünde kalan veya geleceğe atıfta bulunan bir mitti, yoksa aktüel insanların oluşturduğu gerçek halk değil. Faşizmde ve otoriter sosyalizmde gerçekten de halk yoktur; var olan sadece halk adına hareket ettikleri iddiasında bulunan bir takım kerameti kendilerinden menkul misyoner taslaklardır. Bunların halkı temsil ehliyetleri de aynı kerametin bir eseridir. Bu keramet, dayanağını her zaman halkın

sözümona hakiki veya gerçek iradesine ilişkin illüzyonlarda bulur. Bu irade ise, halkın gönüllü katılımında değil de mobilizasyonun da (seferber edilmesinde) kendini gösterir (Erdoğan, 1993: 225-226).

Halk egemenliği idealini gerçekleştirme noktasında temsili hükümet durumuna yakınlaşan delege modeli halkın katılımını mümkün kılan çok büyük fırsatlar sağlarken öte taraftan politikacıların kendi çıkarlarına hizmet etme yönündeki eğilimlerini denetler. Ancak bu modelin sakıncaları da çok açıktır (Heywood, 2007: 329).

Đlk olarak, temsilcilerinin seçmelerinin çıkarlarına bağlı olmasını sağlayarak bölgeselliği besler ve çatışma yaratır. Yasama üyelerinin bir ulusun temsilcileri olmaktan ziyade seçmenlerinin talimatlarını yerine getiren büyük elçiler olarak hareket etmesi Burke’ün tam olarak meydana gelmesinden korktuğu şeydir. Burke’ün ortaya koyduğu gibi; parlamento, tek bir çıkara sahip bir ulusun belli bir amaç doğrultusunda oluşturulmuş meclisidir. Đkinci dezavantajı, profesyonel politikacılara kendi yargılarını uygulamaları yönünde güven duyulmadığı için delegasyonun liderliğin ve devlet adamlığının faaliyet alanını sınırlamasıdır. Politikacılar, seçmenlerinin görüşlerini yansıtmaya hatta onların olumsuz isteklerini tatmin etmeye zorlanır; dolayısıyla yeni bir vizyon veya ilham sağlayarak insanları harekete geçiremez.