• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM II: ALAN YAZIN

2.1. Özgürlük Kavramının Kapsam ve İçeriği

2.1.4. Uygarlık, Özgürlük Teması ve Resim

“Uzun zaman önce Aristo, sanatı iyi anlamak için onu tabiatla karşılaştırmanın gerektiğine işaret etmişti. Sanat, insan zekasının tabiatı işlemesidir; kendi maksadına göre tabiata ustaca tesir etmesidir” (Edman, 1991, s.36). Söylemek gerekir ki eksiksiz bir medeniyet, mükemmel bir zeka demektir.

Bir anlamıyla “Uygarlık” doğal hal’ in barbarlık’ın karşıtı olan bir durumu anlatıyor. Bu anlamda “uygar millet”, “uygar halk” deyince, gelişme yolunda hayli ilerlemiş ve ideal ölçülere hayli yaklaşmış bir topluluk anlaşılmaktadır. Uygarlığın bu anlamı bir değer yargısı taşımaktadır.

Arnold Toynbee; uygarlıkların yavaş yavaş yükseldiğini, parladığını, daha sonra da çöküşe doğru gittiğini söylemiştir.

Oswald Spengler; uygarlıkları: yaşayan organizmalara benzetmiştir. O’na göre: uygarlık, doğar, büyür, olgunlaşır, yaşlanır ve ölür.

E. Huntington’a göre; uygarlıkların gelişmesinde belirleyici faktörün; ekonomi olduğunu savunmuştur (Akkaya, 2014, Ders Notları).

Başka bir anlamıyla uygarlık, bir halkı başka halklardan ayıran, onun özgün yanını ortaya koyan, yaşayış biçimlerinin, kullanılan aletlerin, çalışma biçim ve yöntemlerinin, inançların, düşünsel ve sanatsal faaliyetlerin, siyasal ve sosyal örgütlenme biçimlerinin bütünü (Tanilli, 1994, s.11).

“İnsanı duygularıyla algıladığı diğer varlıklar üzerinde bir yere koyan ve bu duygular dünyasında egemen kılan, onun ‘anlama yetisidir ki (bu yeti) seçkin doğasıyla bile araştırma çabalarımıza kesinlikle değecek bir öznedir (Locke, 2007, s.31).

Hiç birimiz hali hazır da bir yaşama başlamayız. Doğuşundan itibaren bir sürü ihtiyaçlarımız vardır. Ve bu ihtiyaçlar başkaları tarafından karşılanır zamanla da nasıl karşılayacağımız öğretilir. Ancak bir süre sonra bizden kendi ihtiyaçlarımızı kendimizin karşılamamız beklenir. Bunun için zaman içinde belirli bilgi ve beceriler kazanırız.

Fiziksek veya ruhsal, gerçekçi veya hayali, kişisel veya toplumsal, hangi düzey ve boyutta olursa olsun, gelişmenin temelinde “ihtiyaç” yatar. Giderilen her ihtiyaç yenilerini yaratır ve bizi geliştirir. Bireysel çabalar birleşir, kurumsal ve toplumsal kimlik kazanır, geçmiş birikimlerle bütünleşir. Sonuçta uygarlık, yani bilim, teknoloji ve kültür ortaya çıkar (Artut, 2001, s.114).

“Civilisation kelimesini ilk kullanan, -1756 yılında-iktisatçı Marki de Mirabeau oluyor. Hani Fransız Devrimi’nin ünlü hatibi Mirabeau var ya, onun babası” (Tanilli, 1994, s.12).

Batı Avrupa’da 18. Yüzyıl, büyük uyanışın daha da büyük boyutlar kazandığı bir yüzyıl. O zamana kadar görülmemiş bir gelişme içine girmiş bilimler, teknik buluşlar ve sanayiye uygulanmakta olan bu gelişmeler. Dünyaya açılan Batı Avrupa, ticaret ilişkilerinin merkezi olmuş durumda. Ve bu arada batılı toplumların en zengin sınıfı haline gelmiş burjuvazi. Tüm bu gelişmeler düşünceler üzerinde de etkisini göstermiş, geçmişle bağlılıklarını koparmış, ileriye dönük bir tutum içine girmiştir.

Batı Avrupa’da, düşüncenin, yaşamın varlığı ve bu aşama yeni bir kelime ile anlatılmak isteniyordu. “Civilisation” (Uygarlık), yeni bir yaşam görüşünün karşılığı oluyordu aslında.

Batı dillerindeki karşılığı civilisation (Uygarlık) olan bu sözcüğün, İslam dünyasındaki karşılığı medeniyettir. ‘Medeniyet’ kelimesi, Medine’de yani kentte oturanların hayat düzeylerini ve yaşama biçimlerini anlatır.

Bedevilerin (Göçebe) yaşayışlarına ‘bedeviyet’, kırsal kesimde yaşayanlarınkine de ‘hazariyet’ denilmektedir.

Hars ile medeniyet arasındaki farklılıklar şunlardır, hars milli olduğu halde medeniyet milletler arasıdır. Hars, bir milletin dini, ahlaki, akıl, lisanı, hukuki, estetik, iktisadi ve fenni hayatlarının uyumlu bir bütünüdür. Medeniyet ise, aynı medeniyet dairesine giren milletlerin sosyal hayatlarının ortaya çıkardığı müşterek bir bütünüdür.

Mesela dinle ilgili bilgiler ve ilimler nasıl usul ve irade ile ortaya çıkıyorsa, ahlaka, hukuka, güzel sanatlara, iktisada, dile, bilime dair bilgiler ve kurumlar da hep bireyler tarafından ortaya çıkartılmış, oluşturulmuşlardır. Bütün bu bilgiler ve ilimlerin toplamı ortak medeniyeti oluşturmaktadır.

İbrahim Kafesoğlu’na göre:

“1. Kültür karakter bakımından ‘hususi’, medeniyet ‘umumi’dir. 2. Medeniyet, ‘kültür’lerden doğar.

3. Bir kültür’ün varlığı bir milletin mevcudiyetini veya bir topluluğun varlığı bir kültürün mevcudiyetini gösterir” (Koç, 2013, s.15-16).

18. Yüzyıl filozoflarından Immanuel Kant Aydınlanma düşüncesinin, birey, toplum ve devlet ilişkilerinde etkisini göstereceğini belirtir. Kendi aklını kullanma cesaretini gösteren bireyler sayesinde toplum her alanda ilerleyebilir.

Atatürk’e göre ise; “ Medeniyetin ne olduğunu başka başka tarif edenler vardır. Bence

medeniyeti harstan ayırmak güçtür ve lüzumsuzdur. Bu nokta-i nazarımı izah için hars ne demektir tarif edeyim:

A.Bir insan cemiyetinin devlet hayatında, B. Fikir hayatında yani ilimde, içtimaiyatta ve güzel sanatlarda, C. İktisadi hayatta yani ziraatte, sanatta, ticarette, kara, deniz ve hava münakalatçılığında yapabildiği şeylerin muhassalasıdır.

Bir milletin medeniyeti denildiği zaman hars namı altında saydığımız üç nevi faaliyet muhassalasından hariç ve başka bir şey olmayacağını zannederim. Şüphesiz her insan cemiyetinin hars, yani medeniyet derecesi bir olmaz. Bu farklar devlet, fikir, iktisadi hayatların her birinde ayrı ayrı göze çarptığı gibi, bu fark üçünün muhassalası üzerinde de görülür. Mühim olan muhassalalar üzerindeki farktır. Yüksek bir hars, onun sahibi olan millette kalmaz diğer milletlerde de tesirini gösterir. Büyük kıtalara şamil olur. Belki bu itibarla olacak, bazı milletler yüksek ve şamil harsa medeniyet diyorlar. Avrupa medeniyeti, asr- ı hazır medeniyeti gibi.

…Hülasa, medeniyet harstan başka bir şey değildir. Hars medlulünü seciye diyebileceğimiz karakter mefhumuna indirmemelidir. Bu arzettiğim telakki birbirinden ayırt edilmesi güç olan, medeniyet ve harsın tarif, izah ve anlaşılmasında kolaylığı da mucip olur” (Koç, 2013,

s.23-24). Ziya Gökalp zaman zaman Kültür ve medeniyet kavramları arasında farklılık olduğunu ifade etse de, ifade ettiği farklılığın Atatürk’te rastlanmadığı söylenebilir. Kısaca belirtmek gerekirse, Türk devrimi aslında büyük düşün akımına dayalı bir kültür devrimidir. Atatürk Cumhuriyetin temelinin kültür olduğunu vurgulamış ve gerçekleştirilen büyük dönüşümün salt bir rejim değişikliği olmadığını açıkça belirtmiştir.

Düşünce, sanat yaşam ve faaliyetleri, bir uygarlığın en anlamlı belirtisidir. Uygarlıkları birbirinden ayırmada çoğu kez başta gelen ölçülerden biri düşünce ve sanat faaliyetlerinin biçim ve içeriğidir. Milletçe medeni alem seviyesine ulaşmak ise, fert olarak her vatandaşın bu seviyeye yükselmesi demektir (Yücel, 1974, s.183).

Ulusal Devletlerin nasıl kurulduğuna bakacak olursak; Ortaçağ’da, Batı’da siyasal birim olarak, imparatorluklar içerisinde bağımsız derebeylikler görülmekte, büyük imparatorluklar merkezi bir otoriteden de yoksun bulunmaktadır. Çeşitli halklar, yerel kanun ve ölçüler birbirinden farklı örf ve adetler imparatorluklar içinde kargaşalık yaratmaktadır. Tamda bu zamanda 15. ve 16. Yüzyıllardan başlayarak Batı’da imparatorlukların ve derebeyliklerin yıkıldığı, yerine siyasal birim olarak bir İspanya, İngiltere ve Fransa gibi “ulusal devletler” in kurulduğu görülür. Ortaya çıkan ulusal devlete egemen yönetim biçimi, 16. ve 17. Yüzyıllarda “mutlak monarşi” olarak adlandırılmaktadır. Tanrının yeryüzündeki temsilcisi olarak başta bir kral vardır. Kralın otoritesini sadece manevi kurallar, örf ve adetler sınırlar.

“Akıl çağı”,olan 18. yüzyıl’da ise felsefeden edebiyata her şeyde akıl egemendir. Neo- klasisizm zafer yıllarını yaşar. Siyasal alanda Fransa’da ve Kuzey Afrika’da ortaya çıkan iki büyük ihtilal bu yüzyılı bitirirken, edebiyat ve sanatta Romantizmin ipuçları da görülmeye başlayacaktır (Tanilli, 1994, s.104).

18.yüzyılda Avrupa’da örnek Fransa’dır. Yalnızca sanat eserleri, kitapları değil edebiyatçıları, aşçıları da takip edilirdi. Şatoları ünlü Versailles Sarayı Avrupa da taklit konusu idi. Çoğu kez Fransız mimarlarına yaptırılan bu taklitler, saraylar bahçeler Avrupa’yı kaplayan tüm bu eserler “klasik sanat” tan esinlenmektedir.

16. yüzyılın sonlarından başlayarak tüm Avrupa’ya yayılmış olan Barok akımını provensializme ve dinsel sanata doğru itmektedir. Özellikle saraylar ve konakların yapımında etkisini gösteren Klasik sanatta simetri, süsleme, yalınlık, zariflik, orantılarla yetkinlik vardır. İlkçağ Yunan ve Roma sanatının esinleridir tüm bunlar. Yüzyılın sonuna doğru, 16. Louis Stili ortaya çıkacak, iri sütunlar eserleri ağırlaştırmaya başlayacaktır. Bu aynı zaman da Romantizm’e de bir başlangıçtır. İngilizvari bahçelerin duygusal düzensizliği, dengeli bir perspektifin yerine geçmeye başlamıştır. Resim ve heykel, sanatın gözde alanları olmakta devam etmektedir. Watteau,

Fragonard, Boucher, Bouchardon, Falconet, Houdon…yüzyılın büyük ustalarıdır (Tanilli, 1994, s.105).

Romantizm: 18. yüzyılın sonundan 19. yüzyılın başına kadar, batı sanatını canlandırmış, yaratıcılık ile sanatçı kavramları hakkındaki modern fikirleri şekillendirmeye devam etmiş olan romantizm, hayal gücünü ve özgür yaratıcılığı öne çıkaran bazı felsefi, politik, sosyal ve sanatsal hareketlerin ve koşulların birleşmesiyle doğmuştur (Farthing, 2012, s.266).

19.yüzyılın ortalarına değin egemen olan, doğaya ve duygulara yakınlığı ve lirik çıkışlarıyla Romantizm, 19. yüzyılın ilk yarısındaki coşkun ve tutkulu araştırıcılığın dile getirilmesidir. Yüzyılın ortasından başlayarak “gerçekçilik” (realizm) kendisini gösterecektir. Bilimlerdeki o büyük gelişmelerle büyülenen “bilimci akım” az sonra edebiyatta da yankısını bulur: Doğalcılık (Naturalizm) böyle doğar (Tanilli, 1994, s.138).

Gerçekçilik (realizm): Bu akımın adını koyan ressam, Gustave Courbet (1819-1877) olmuştur. 1855 yılında Paris’te bir barakada açtığı kişisel sergisine Le Realisme, G.Courbet(Gerçekçilik, G.Courbet) adını verdi. Doğadan başka kimsenin öğrencisi olmak istemiyordu Courbet, güzelliği değil, gerçeği arıyordu (Gombrich, 2004, s.511). Doğalcılık (Naturalizm): Doğalcılık, ifade aracı olarak başta “roman”ı seçecektir. Görsel sanatları ise oldukça etkileyecektir bu akım.

Resim 2.2: Claude Monet, “İzlenim, Gün Doğumu”, 1872, Tuval Üzerine Yağlı Boya, 48cmx 63cm, Musee Marmottan, Paris, Fransa

“Empresyonist” (İzlenimci): Bu terim, ilk ortaya çıktığı dönemde aslında aşağılayıcı bir anlam taşıyordu. Eleştirmen Louis Leroy (1812-85), Claude Monet’nin (1840- 1926) yaptığı izlenim, Gün doğumu adlı deniz manzarası için şöyle bir yorum yapmıştır: “ İzlenim (impression)…en ham haldeki bir duvar kağıdı deseni bile bu deniz manzarasından daha tamamlanmış ve bitmiştir.” Bu iğneleyici makalesine “Empresyonistlerin Sergisi” adını vermiştir. Monet, 19. Yüzyılın ikinci yarısında, tarihsel temalara ve Fransız Akademik Sanatına muhalefet eden bir gurup sanatçıdan biriydi (Farthing, 2012, s.316).

Son olarak 19.yüzyılın bitimine doğru gözüken o “spritualist” değişiklik, edebiyatta çeşitli aranışlara yol açmakta: Fransız sembolizmi, İngiliz Prerafaelizmi eşyanın gizemli köşelerine eğilmek savını taşıyan akımlardır. Bu ara da Batı müziğinin temellerinden olan “gam” yavaş yavaş terk edilmektedir. Yeni bir müzik dilinin araştırılması bu döneme rastlamaktadır. 16.yüzyılda kurulmuş olan resmin temel ilkelerinden de dönüş başlamış, ressamın fırçası artık “perspektif” in kanunlarına değil, başta sezgi ve hayale dayanmaktadır. Artık 20. yüzyılın sanatına açılan kapılar da hemen hemen belli olmuştur (Tanilli, 1994, s.139).

2.2. 9-11 Yaş Gurubunun Genel Gelişim Özellikleri

Elinizde bir zeytin çekirdeğini tuttuğunuz zaman, aslında sıkıştırılmış çok büyük bir potansiyeli tutuyorsunuz demektir.

“Elinizde

Bir zeytin çekirdeği tuttuğunuz zaman,

Aslında gelecekteki binlerce ağacı,

Tonlarca zeytini tutuyorsunuz demektir.

Toprağın, Güneş’in, suyun yardımıyla,

Bu çekirdek onları üretecektir.

Kucağınıza bir bebek aldığınız zaman,

Aslında gelecekteki binlerce insan,

Binlerce binayı, gemiyi, uçağı

Tutuyorsunuz demektir.

Onları da bu çocuk üretecektir;

Her şeyin katkısıyla…” (Dökmen, 2002, s.300)

İnsanın şu anki durumunu daha iyi anlamak için gelişimini incelemek gerekir. Keza gelişim yaşam boyu devam eden bir süreçtir.

İnsanın gelişim dönemlerine uygun ödevlerin gereklerini yerine getirmesini sağlamak için öğrencilerde sorumluluk duygusunu geliştirmek gerekir. Bir eğitimcinin öğrencilerde sorumluluk duygusunu geliştirmek için eğitsel etkinlikler kapsamında bireysel ya da grup çalışmasını içeren ödevler vermesi ve bunların yapılıp yapılmadığını denetlemesi gerekir. Ödevler, öğrencileri; araştırmaya, incelemeye, gözlem yapmaya, muhakeme etmeye ve düşünmeye sevk eder olmalıdır (Ada ve Ölçüm, 2006, s.71). Gelişim süreci içinde belli dönemlerde bireylerin kazanmaları gereken beceriler, özellikler ve davranışlar bulunmaktadır. Gelişim görevleri olarak isimlendirilen bu beceri, özellik ve davranış kümelerini Havinghurst değişik yaşam dönemleri itibariyle öbeklemiştir (Aydın, 2002, s.39).

2.2.1. Gelişim Dönemleri ve Özellikleri