• Sonuç bulunamadı

I. BÖLÜM

2.4. USLÛBU’L-KUR’AN

Üslup kelimesi, sözlük açısından takip edilen yol, tarz, eda, stil anlamına gelmektedir. Söz açısından kullanıldığı zaman; söyleyenin sözün inşasında,

gerek lafızların seçimi ve gerekse onları telif ederken tercih ettiği ve böylece kendisini başkalarından farklı kıldığı ifade tarzı anlaşılır. Herkesin duygusunu, düşüncesini, his ve hayallerini anlatmak için şahsi bir ifade tarzı

vardır. Bu tarz onun üslubudur.132 Tefsir usulünde kullanılan bir terkip olarak

Üslubu’l-Kur'ân; Kur'ân’ın, kelamı telif edişi ve lafızları seçişinde kendisine mahsus tarzı olarak tanımlanmaktadır.133

2.4.2.Dihlevî’ye Göre Kur’an’ın İfade Özellikleri:

Dihlevî Kur’an’ın uslup özelliklerini şu şekilde sıralamaktadır.

1. Kur'ân-ı Kerim'in konulara göre bölümlere ayrılmamış olması,

2. Sürelerin tertibi, üslûbu ve âyetlere ayrılması,

3. Ayetlerin şiirdeki beyitlerle karşılaştırılması, Kur’an'ın şiire olan üstünlüğü.

4. Ayrıca Kur’an'da tekrarlanan âyetler meselesi ele almış, çeşitli konuların neden belli bir yerde değil de dağınık bir şekilde işlendiği yolundaki sorulara cevaplar vermiştir.

Kur’an’ın konularına göre bölümlere ayrılmamasını ve veciz ifadelerle meramını anlatmasını şöyle temellendirmektedir. “Şu bilinen bir husustur ki, Kur’an’ın inmesinden maksat, Arap’tan, Arap olmayandan, şehirliden, köylüden bütün insan taifelerini ıslah etmek, yaşam seviyelerini yükseltip güzelleştirmektir. Bunun için ilahi hikmet, Allah’ın nimetlerini hatırlatıp öğüt vermekte, insanların çoğunun bilmekte olduklarından daha fazlasıyla hitab etmemeyi ve bir şeyi inceleme ve araştırmada fazla aşırı gitmemeyi gerektirdi.

132 İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, c. 1, s. 473; Ebu’l-Bekâ el-Kefevî, el-Külliyât, Beyrut, 1993, s. 83. 133 Zerkânî, Menâhil, c.. 2, s. 253; Abdurrahim Abdulcelîl, Luğatu’l-Kur'âni’l- Kerim, s. 289.

Allah’ın isimleri ve sıfatları hakkındaki söz, metafizik, felsefe ve kelam ilmini elde etmek için uğraşmadan, fıtratın aslında, insan ferdlerinin yaratılmış bulundukları idrak ve zeka ile anlaşılması ve kavranması mümkün olacak bir şekilde sevk edildi.”134

Kur’an’da insanlar tarafından bilinen ve alışılagelen şeklin dışında bir telif şekli ortaya konulmuştur. Dihlevî bu konuda şunları söylemektedir. “Bu ilimlerin izahı, sonraki dönemlerin üslubuyla değil de ilk zamanlardaki Arapların edebî üslubuyla sunulmuştur. Böylece, mâhir yazarların hukuki ve veciz mısraları gözetilmek zorunda kalınmamıştır. Keza, fıkıhta derinleşmiş âlimlerce yapıldığı gibi gözlemlenen şartlara uygun olarak ortaya konan hükümler de gözetilmemiştir. Polemiksel ayetlerde, genellikle bilinen verilere ve fayda sağlayan öğütlere başvurmanın esas olduğu düşünülmüştür. Ancak, bu tür ayetlerde mantıkçıların ileri sürdüğü türden akli deliller ileri sürülmemiş ve sonraki zamanlarda edebiyatçıların kural olarak yaptığı gibi birbiriyle bağlantılı konular arasında açık bir tutarlılık kurmaya kalkışılmamıştır.”135

Kur’anın uslubunu kralların tebalarına bir takım emirleri iletmek için yazdıkları fermanlara benzetir ve şöyle devam eder. “Kur’an herbir konunun belirli bir başlık altında toplandığı kitap uslubuyla indirilmedi. Fakat Kur’an mektublar mecmuası gibi oldu. Nitekim hükümdarlar kendi idareleri altında bulunanlara durumun gereğine göre parça parça mektuplar gönderirler. İşte böylece bir çok mektup toplanır. Bunları da bir şahıs tedvin eder ve nihayet bu divan tertibli bir mecmua olur. İşte Mutlak Melik olan Allah da bunun gibi kullarına hidayet etmek için Peygamberine durumun gereğine göre arka

arkaya, peyder pey sureler indirdi.” 136 Bu nedenle, surelerin uslübu ile

kralların fermanları arasında önemli oranda benzerlikler vardır. Özellikle surelerin başında ve sonunda fermanlara benzer bir üslup gözetilmiştir.

134 Fevz, s.40.

135 Fevz, s.20. 136 Fevz, s. 85.

“Bundan dolayı bir kısım mektuplar Allah'a hamd ile başlarken, diğer bir kısmı gözetilen gayeyi ifade ederek, bir başka grup da mektubu gönderen ve kendilerine gönderilenlerin ismi ile başlar. Yine her hangi bir giriş ve belirli bir hitap olmaksızın kısa mektuplar da vardır. Aynı tarzda Allah, surelerin bir kısmına hamd ve tesbihle başlarken, “Bu inzal ettiğimiz ve farz kıldığımız

suredir” 137 örneğinde olduğu gibi bir kısmına da inzal sebebi ve gayesini izah

ile, “Bu Kitab'ın indirilişi, aziz ve hikmet sahibi Allah'tandır. Kitabı sana

indirdik...” 138 örneğinde olduğu gibi bir kısmında da gönderen ve

gönderilenin ismi anılarak başlar. Başlıksız kısa mektuplar ve emirler kategorisine giren surelerin örneği de “Münafıklar sana geldiğinde” diye

başlayan Münafıkûn süresidir.” 139

Kur’an’ın şiir ve Arapların bildiği usluptan farkını da şu şekilde izah etmektedir. “Fakat Kur’an ayetleri, bütün detaylarıyla belirlenmemiş bir ölçü ve kafiyeye dayanır, bundan dolayı da onlar dinleyiciyi izahın çok doğal bir biçimine götürürler. Hintliler, Yunanlılar ve Araplar gibi toplumların farklı ve değişik edebi zevkleri göz önünde bulundurulduğunda bunların, çok yüce İlahi tedbire tanıklık ettiği gözlenmektedir. Allah, topraktan yaratılmış olan insanların kullandığı dille konuşmak istediği zaman, esnek ve ortak zevki esas alan bir uslüba riayet etmiş olup, ne sadece bir topluma uygun olup öbürlerini dışarda bırakan konuşma biçimini ne de çağdan çağa değişen normları esas almıştır. Üzerlerinde ittifak edilmiş kanunlara sıkıca tutunmanın menşei ancak acizlik ve cahilliktir.”140

Tekrarlar konusunda ise muhtemel sorulara cevaplar verir. “ Beş ilmin konuları Kur’an’da niçin tekrar tekrar gelmiş ve niçin bir yerde gelmesiyle yetinilmemiş? diye sorarlarsa şöyle cevab veririz:

137 Nur 24/1

138 Zümer 39/1-2 139 Fevz, 86. 140 Fevz, s. 90-93.

Dinleyiciye duyrulmak istenilen şey iki kısma ayırılır: Birincisi, sırf bilinmeyen şeyi öğretmek ve ona bu bilgiyi ulaştırmak. Bu durumda muhatab hükmü bilmemekte ve aklı da hükmü idrak edememektedir. Onun için dinleyici bu meçhulu, kelamı tekrar tekrar işitmek suretiyle bilecek ve meçhul de böylece bilinmiş olacaktır.

İkincisi, bu kısmın maksadı bu bilginin suretini müdrikede yani aklın idrak kuvvetinde hazır etmekdir ki bununla tam lezzet alınsın, kalbe ve idrake ait kuvvetlerin hepsi bu bilginin etrafında dönüb toplansın da bu bilgi bu kuvvetlerin hepsine galib olsun ve neticede kuvvetler bu bilginin boyasıyla boyansınlar.

Nitekim biz manasını bildiğimiz bir şiiri zaman zaman tekrar ederiz. Her defasında bu tekrar edişden bir lezzet alırız. Bu lezzetden dolayı da tekrar etmeyi severiz.

Kur’an da bu beş ilmin konularının her birine nisbetle ifadenin iki kısmını yani cahile nisbetle bilinmeyeni öğretmeyi, âlime nisbetle tekrardan da nefisleri bu ilimlerle boyamayı irade etti.

Şu kadar var ki, hükümlere ait bahislerin çoğunda tekrara gidilmemiştir.

Çünkü bunlarda ikinci kısım murat edilmemişdir.”141

Benzer Belgeler