• Sonuç bulunamadı

I. BÖLÜM

2.1. ULÛMU’L-KUR’AN

2.1.1. Tanımı

“Ulûmu'l-Kur'ân” ifadesi, “ulûm” ve “Kur'ân” kelimelerinden oluşan bir izafet terkibi olup, “ulûm”, “ilm” kelimesinin çoğuludur. Sözlükte “anlamak;

bilmek, kesin görüş sahibi olmak”57 gibi anlamlara gelir. Istılahta “mes'eleleri

delilleriyle idrak etmek”,58 tedvin dönemi âlimlerinin ıstılahında ise “bir cihetle yazıya geçirilip zapt ü rabt altına alınan nazarî küllî, zarurî, cüzî veya

şahsî mes'ele”59 anlamına gelmektedir. “Kur'ân” ise meşhur görüşe göre

“okumak” anlamına gelen “kıraat” kelimesinden türemiş bir isim olup, en genel tanımıyla “Allah Teâlâ'nın Cebrail (as) vasıtasıyla Hz. Muhammed (s.a.v.)'e 23 senede peyderpey indirdiği kitabın adıdır.

İzafet terkibi olarak “Ulûmu'l-Kur'ân”, “Kur'ân'la alakası olan bütün ilimler” anlamını taşır. Burada ilim kelimesi çoğul olarak “ulûm” şeklinde kullanılmıştır. Bununla, Kur'ân'la ilgisi olan tek bir ilim değil, Kur'ân'a hizmet eden ve ona dayanan bütün ilimler kastedilmiştir. Dolayısıyla Tefsir, Kıraat, Resm-i Osmanî, İ'cazu'l-Kur'ân, Esbabü'n-Nüzûl, Nâsih-Mensuh, İ'rabu'l- Kur'ân, Garibu'l-Kur'ân ilimleri, din ve lügat ilimleri ve diğerleri bu guruba girmektedir.60

2.1.2. Tarihçesi

Kur'ân ilimleri Rasulullah (a.s)'tan itibaren sahabe döneminde ve daha sonraki dönemlerde biliniyordu. Fakat ilk dönemlerde tedvin edilmiş bir halde değildi, daha sonra tedvin edilmeye başlandı. Hz. Peygamber başka sözlerle Kur’an ayetlerinin birbirine karıştırılmasını önlemek maksadıyla Kur’an'dan başka bir şeyin yazılmamasını istediği için sahabe, Kur’an ilimlerini yazmamış, şifahî olarak öğrenip öğretmeyi tercih etmişlerdir. Sonraki dönemlerde önce Kur’an'ın yazı şekli, Nüzûlü, Nâsihi ve Mensuhu, Mekke'de ve Medine'de gelenler gibi belli konularda incelemeler ve derlemeler yapılıp yazılmaya başlanmış, III. asırdan itibaren de -böyle parça çalışmalar yanında- bütün Kur’an ilimlerini ihtiva eden kitaplar telif edilmiştir.61 Zerkânî'nin tesbitine göre, “Ulûmu'l-Kur'ân” tabiri ilk defa H. 5. asırda yaşamış bulunan Ali b. ibrahim el-Hûfî (v. 430/1038) tarafından yazılan “el-Burhan fi Ulûmi'l-

58 Cürcânî, Seyyid Şerif, Tarifat, Beyrut, 2003, s. 232. 59 Zerkânî, Abdülazim, Menahilü'l-İrfân, Mısır, ts., I. 13. 60 Zerkânî, Menahil, I, 23.

Kur'ân” isimli eserde kullanılmıştır.62 Bu tespitten hareketle, önceleri tefsir ilimleri ile ilgili yazılan pek çok eser bulunmakla birlikte, Kur'ân ilimlerinin birçok şubesini bir araya toplayıcı nitelikte kaleme alınmış bulunan el-Hûfî nin sözkonusu eseri, “Ulûmu'l-Kur'ân” kavramını ilk olarak kullanan bir eser

olduğunu söyleyebiliriz.63 Ancak bu eser bütün Kur'ân ilimlerini ihtiva

etmemekte, Tefsir Usûlüne dair bir kısım bilgileri içermektedir. Kur'ân ilimlerini en şümullü bir halde ele alan eser ez-Zerkeşî (v. 794/1391)'nin yazmış olduğu “el-Burhan fi Ulûmi'l-Kur'ân” adlı eseridir.

2.1.3.Sayısı

Ulûmül-Kur’ân’ın sayısına gelince, bu hususta kesin bir rakam vermek mümkün değildir. ez-Zerkeşî, el-Burhan fi Ulûmi'l-Kur'ân adlı eserinde söz konusu ilimlerin sayısını 47 olarak belirtmekte, fakat bunlara belli bir sınırın konulamayacağını ve muhtevalarının nihayetine varılmasının mümkün

olmadığını ifade etmektedir.64

Celaleddin es-Suyûtî (v. 911/1505) fizik, kimya, matematik ve tıp bi-

limlerini de Kur'ân ilimleri içinde değerlendirirken65, Ebûbekr ibn el-Arabî (v.

543/1148), Kanunu't-Tevil adlı eserinde, “Kur'ân ilimlerinin, Kur'ân kelimelerinin dörtle çarpımının neticesi olan 77450 adettir. Çünkü her kelimenin zahrı, batnı, haddi ve matlaı vardır. Bu, ilimlerin tek tek ele alınmasına göredir. Terkipler ve aralarındaki irtibatlar söz konusu edilince bu

ilimlerin adedi ancak Allah'ın bilebileceği kadar sayısız olur”66, demektedir.

Suyûtî ve İbn Arabî, bu tasnifleriyle, ister tedvin edilmiş ister edilmemiş olsun, ister açık isterse kapalı delalette bulunsun, Kur’ân’ın delalet etmiş olduğu ilimler ve bilgileri kastetmişlerdir. Değilse “Kur'ân ilimleri”nden

62 Zerkânî, Muhammed, Menahil, l, 35.

63 Demirci, Muhsin, Tefsir Usûlü ve Tarihi, İstanbul, 1998, s. 94

64 Zerkeşî, Bedredin Muhammed b Abdillah, el-Burhân fi Ulûmi’l-Kur’an (thk. Mustafa Abdulkadir Ata), Beyrut, 2001, I, 38.

65 Suyûtî, Celaluddin Abdurrahman, el-İtkan fi Ulûmi'l-Kur'ân, Mısır, 1368. II, 162. 66 Zerkeşi, el-Burhan, II. 16-17; Zerkâm, Menahil, I, 23.

maksat akla gelen veya gelmeyen her türlü bilgi ve ilim değil, özellikle Kur'ân'ın anlaşılması ve tanınması ile yakın alakası bulunan ilimlerdir.

Bir ilmî terim olarak Kur'ân ilimlerini şöyle tanımlamak mümkündür: “İnişi, tertip edilişi, toplanışı, yazılışı, okunuşu, tefsir edilişi, i'câzı, nâsih ve mensûhu ve hakkındaki şüphelerin giderilmesi yönünden Kur'ân'la ilgili konuların tamamını ihtiva eden ilimdir”.67

Dihlevî Ulumu’l-Kur’an kavramını önceki dönem âlimleri gibi ele almaz. Bu ilimlerin sayısı ile ilgili verilen rakamlara da iltifat etmez. Ona göre

Kur’an ilimleri, kişiye Kur’anı anlamada yardımcı olacak ilimlerden ve ön hazırlık bilgilerinden ibarettir. Dihlevî kitabının mukaddimesinde "Bu kitaptaki kaideleri öğrenen öğrenciye Kur'ân'ı anlamada geniş bir cadde açılır"68 diyerek buna işaret etmektedir. Klasik Ulûmu'l-Kur'ân kitapları incelendiğinde görülür ki bunların içinde sağlam-zayıf, lüzumlu-lüzumsuz her türlü bilgi yer almaktadır. Bu kitaplar Dihlevî'nin üzerinde durduğu şekilde Kur'ân'ı anlamak ve anlaşılır kılmak isteyenlerin kafasını karıştırmaktan öte bir işe yaramamaktadır. Şah Veliyyullah'ın kitabında ise ihtilaflı konular en aza indirilmiş ve öz olarak Kur'ân'ı anlamanın ve izah etmenin yolları gösterilmiştir. Yani, onun kitabı okuyucuya öyle bir tablo çizmiştir ki okuyucu buna göre Kur'ân'a korkmadan yönelebilir ve onu anlamak için kendisinde cesaret bulabilir. Şah Veliyyullah, yetişme döneminde olan

kimselerle genel halkın ilk olarak tefsir değil de Kur'ân ve Kur'ân tercümesi okumaları gerektiği üzerinde de durmuştur.69

Dihlevî el-Fevz’i niçin yazdığını şu şekilde açıklamaktadır. “Allâh Teâlâ bana, Kitâb-ı hakîminden bir kapı açınca; gönlüme, Allâh’ın kitâbını tedebbür eden kardeşlerime yararlı olacak bir takım faydalı bilgileri kaydetmek isteği geldi. Umarımki sadece bu kuralların anlaşılması bile,

67 Ali Turgut, Tefsir Usûlü ve Kaynakları, istanbul, 1991, s.3. 68 Şah Veliyyullah ed-Dihlevî,el-Fevzu’l-Kebîr, s.17.

öğrencilere, Kur’ân-ı Kerîm’in manâlarının anlaşılmasında geniş bir yol açacaktır. Ki onlar, ömürlerini tefsir kitaplarını etüd etmek, ya da onları tefsircilere okumak suretiyle harcasalar da –ki bunları yapabilecek düzeydeki insanların, bu zamanda bulunması oldukça azdır- bunlardan hiçbirisinin, bu kâide ve kuralları, bu tesbit ve uslupta elde etmeleri

mümkün değildir.”70

Bu ifadeden anlaşıldığı kadarıyla o kitabını tamamen içtihat metoduyla yazmış, kaynaklara müracaat etme gereği hissetmemiştir. Bu kaideleri kendi etütleri esnasında tuttuğu notlardan derlemiştir.

Peşinden gelen şu ifadelerle de Ulûmu’l-Kur’an konusunda neler

düşündüğünü açıkça ifade etmektedir.

“Bu risalenin amaçlarını beş bölümde topladım. Bunlar:

1.Kur’ân-ı Kerîm’in açıkça delâlet ettiği beş ilim. (Öyle ki Kur’ân, aslî olarak bu beş ilmi getirmiştir.)

2.Kur’ân nazmının, bu asrın insanlarının anlayışlarına nispetle kapalılık yönlerini ve bunların en açık biçimde beyânı.

3.Kur’ân nazmının eşsiz üslûbu ve inceliklerinin açıklanması.

4.Tefsir metotları, Kur’ân’ın tefsirinde ortaya çıkan ihtilâfların sebepleri. Sahabe ve Tâbiînin tefsir metotları.

5-Kur’an’ın garib kelimelerinin açıklanması ve müfessir için olmazsa

olmaz bir konumda bulunan Esbâb-ı nüzül konusunun izahı.”71

Bu açıklamalardan sonra Ulûmu’l-Kur’an’ın bu beş koluna Dihlevî ve

daha önceki âlimlerin nasıl baktıklarını incelemeye geçebiliriz.

70 Fevz, s.17.

2.2. NÜZÜL SEBEBLERİ İLMİ 2.2.1.Tanımı

Esbâb-ı nüzül kavramı, sebeb kelimesinin çoğul şekli olan Esbâb ve nüzül kelimelerinden oluşmaktadır.

Sebeb kelimesi sözlükte. “Gaye edinilene veya arzulanan amaca

ulaştıran her şey ve ayrıca ip (halat, bağ) anlamına gelmektedir.72 Bu

terimdeki “sebep” sözcüğü felsefi bir anlam taşımaz.73 Yani “gerçek neden

(illet), bir şeyi etkileyen, oluşturan, doğuran; gerçek etkilere ve değişmelere yol açan etkileme” anlamlarını ifade etmez. “Ayetin sebeb-i Nüzûlü bu hadîsedir” denildiğinde “Âyetin varoluşu, indirilişi o hadîse sebebiyledir” denmek istenmez. Kur'ân-ı Kerîm'in Nüzûlü ahkâmın teşriine medar olan

hadiselerin meydana gelmesine bağlı değildir. Çünkü o, tüm insanların kurtuluşu için hidayet rehberi olarak gelmiştir.

Nüzül kelimesine gelince sözlükte “ inmek, yukarıdan aşağıya düşmek

manalarına gelmektedir.”74

Esbâb-ı Nüzül kavramının ıstılahta ki kullanımı ise şöyledir:

Vâhidî (v. 468/1075) Esbâb-ı Nüzül ilmini şöyle tarif etmektedir.

“Kur’an-ı kerim’in anlaşılmasına imkân sağlayan çok güvenli bir yoldur.” 75

Zerkeşî ( v. 794/1391) Esbâb-ı Nüzül’ü Kur’an’ı tefsir ederken muhtaç

olduğumuz bir ilim olarak bize takdim etmektedir.76

72 Cürcânî, Seyyid Şerif, et-Ta’rîfât, ( thk. Dr.Muhammed Abdurrahman Maraşlı), Beyrut, 2003, s.187. 73 Subhi Salih, Mebâhis fi Ulûmi'l-Kur'ân-, s. 133-134.

74 Zebîdî, Muhammed b Muhammed b Abdurrezzak el-Hüseyni Ebu’l-Feyz, Tâcu’l-Arûs min Cevâhiri’l- Kâmus, Beyrut, 1984, VIII. 450.

75 Esbâbu’n-Nüzül, Alemü’l-Kutub, Beyrut, trs. S.3. 76 El-Burhan, I, 45.

Suyutî (v. 911/1505) ye göre ise Esbâb-ı Nüzül, hadisenin vuku bulduğu günlerde ayetin nazil olması durumunda gerçekleşir. Esbâb-ı Nüzül ilmi de bunların bilgisini ihtiva eder.77

Nüzûl ortamında meydana gelen bir hadîse veya Hz. Peygamber'e yöneltilmiş bir soruya, vuku bulduğu günlerde, bir veya daha fazla âyetin, tazammun etmek (hadîseyi-soruyu kapsayan nitelik ve özellikleri içermek), cevap vermek veya hükmünü açıklamak üzere inmesine vesile teşkil eden ve vahyin nazil olduğu ortamı resmeden hadiseye Sebeb-i Nüzûl denir.

2.2.2.Dihlevî’nin Tanımı

Bu konuda Dihlevî’nin yaklaşımı ise biraz daha farklıdır. Dihlevî sebeb-i

Nüzûl rivayetlerini iki kısıma ayırır. Birinci kısım rivayetleri bilmek Kur’an’ı doğru yorumlamak için gereklidir. İkinci kısım rivayetleri bilmek ise gereksiz- dir. Onun bu alanda söylediklerim gerçekten çok önemlidir. Çünkü kendisine gelinceye kadarki Esbâb-ı Nüzûl rivayetleri ve tasnifi konusunda söylenenleri aşan bir anlayışa sahiptir. Dihlevî'ye göre Esbâb-ı Nüzûl konusunu anlamak isteyen kişi, onun yaptığı açıklamaları zihninde ilke halinde tutarsa bu alanla

ilgili problemleri çözmeye muktedir olacaktır.78

Dihlevî müfessirin, dolayısıyla Kur'ân'ı anlamak isteyen kişinin Esbâb-ı Nüzûlü iki yerde kullanabileceğini söylemektedir. Bu tür rivayetler Esbâb-ı Nüzülün bilinmesi zorunlu olan kısmını oluşturmaktadır.

1. Eğer bir konuda inen ayetler, o konunun özel durumu ile iliş-

kilendirilmezse bu ayetlerin anlaşılması gerçekten zorlaşır. Bunun bir örneği,

Bakara suresi 158. ayetinde umre esnasında Safa ve Merve arasında sa'y

yapmayı anlatırken orada anılan 'günah yoktur' şeklindeki anlaşılması zor ifadeye ilişkin rivayettir. Hz. Aişe'ye şöyle soruldu: “Safa ile Merve arasında koşmak vacip ise, 'tavaf etmekte günah yoktur' demenin anlamı nedir?” O da

77 Suyutî, İtkân, I, 101.

şöyle cevap verdi: “(Onun günah olduğunu düşünerek) sa'y’den kaçınan insanlar vardı. Bu sebeple 'günah yoktur' denilmiştir.”

2- Bazen Esbâb-ı Nüzûl, “şu şekilde indi” denilen Kur’an ayetinde

kapalı bulunan evrensel hakikatleri örneklemelerle izah etmede yardım edebilirler. Görünüşte bu Esbâb-ı Nüzûller rivayet edilen olayın gerçekten olup olmadığı konusunda kararsızlığa son vermeyi istemişlerdir. Ancak onların gerçek niyeti, Peygamber (sav) döneminden benzeri bir olayın yardımıyla ayetin veya ayetlerin asıl gayesini aydınlatmaktan ibarettir.79 Bu kısmı tevcih (yönlendirme) sanatı olarak adlandırmaktadır. Bu sanatın ayrıntılarını örneklerle açıklayan Dihlevî sanki Esbâb-ı Nüzûle olan ihtiyacı sınırlamak istemektedir.80

Dihlevî birinci gruptaki Esbâb-ı Nüzûl rivayetlerinin müminlerin imanını, münafıkların nifakını ve kâfirlerin küfrünü anlatan ve ortaya çıkaran âyetlerle ilgili olduğunu söylemektedir. Bu gibi âyetlerde, hadiselerin teferruatı bilinirse âyetlerin manâları daha iyi anlaşılır. Bu hadiselerin özelliklerinin büyük bir kısmını imâ eden benzer olaylar vâki olduğunda müfessir, okuyucuya kelâmın akışını açıklamak üzere bu hadiselerin hususiyetlerini özetle anlatmalıdır.81

Her iki nüzül sebebi de bilinmesi gerekli rivayetlerdendir. Ayrıca Kur'ân- ı Kerîm'in nüzûl ortamına ait rivayetler olduğu vurgulanmalıdır. Dihlevî Esbâb-ı Nüzûl rivayetlerinden bu miktarın ezberlenmesini müfessir için gerekli görmektedir.82

Esbâb-ı Nüzûlden bilinmesi gerekli olmayan rivayetlere gelince. Bunlar ilk devir müfessirleri ile başlayan ve devam eden bir geleneğe ait rivayetlerdir. Âyetin manâsı umum ifade ettiği ve nüzûl sebebi bilinmeden anlaşılması

79 Fevz, s.44,46.

80 Fevz, s.46,47. 81 Fevz, s.70. 82 Fevz, s. 47.

mümkün olduğu halde âyetin manâsına uygun düşen veya âyetle ilgili görülen

rivayetlerin zikredilmesi geleneğidir. Aslında hüküm lafzın umum ifadesi ile sabit olmaktadır. Sebebin hususiyeti ile değil.

Dihlevî, Esbâb-ı Nüzûl rivayetlerinin ekseriyetinin bu kısımdan olduğunu ve âyetlerin manâlarını anlamada hiç bir dahlinin bulunmadığını söylemektedir.83 Ancak muhaddisler nazarında en sahîh

tefsirler olarak kabul edilen üç tefsirde (Buhari, Tirmizî ve el-Hâkim) zikredilmiş olan az miktardaki rivayeti bundan hariç tutmaktadır. İbn İshâk, Vâkidî ve Kelbî'nin her âyetten sonra zikrettikleri kıssaları "ifrat" olarak nitelemekte ve bu haberlerin muhaddisler nazarında gayr-i sahîh olduğunu ifade etmektedir. Çünkü bu rivayetlerin senetlerinde problem vardır. Dihlevî

bu kabil rivayetlerin, tefsirin, yani Kur'ân-ı Kerîm'in anlaşılmasının

şartlarından sayılmasını çok açık bir hata olarak görmektedir.84

O halde sahabe ile başlayan tefsir hareketinde nüzûl ortamına ait olmayan Esbâb-ı Nüzûl rivayetlerinin hangi bakış açısından hareketle Kur’ân’ın anlaşılmasında değerlendirilmiş olduğunu açıklığa kavuşturmak gerekmektedir.

Dihlevî, ilk müfessirlerin âyetin manâsıyla ilgili olan hadiseyi nüzûl sebebi olarak zikretmekle, âyetin manâsını çevrelemeyi veya umum ifadesinin bu hadîse için de geçerli olduğunu beyan etmeyi murad et- tiklerini söylemektedir. Arab diline vakıf bu âlimlerimiz, âyetin gerçekten bu rivayetleri mütehammil olup olmadığını lisan selikaları ile iyice araştırmış olmalıdırlar. Dolayısıyla bugün de bu kabil nüzûl ortamına ait olmayan fakat âyetin manâsına uygun bulunan sahabî-tâbiî-tebe-i tabiînin Esbâb-ı Nüzûl değerlendirmelerini kullanacak kişinin Arab diline hakkıyla vâkıf bulunması bir gerekliliktir.

83 Fevz, s.47.

Dihlevî'ye göre sahabe ve tâbiûnun “Bu âyet şu ve şu sebeplerle indi", demelerinden maksatları da anılan bağlamda değerlendirilmelidir. Yani onlar âyetin geçerli olduğu durumları tasvir etmek istemişlerdir. Ayetin genel anlamı ile kapsadığı hadiselerden bazısını zikretmişlerdir. Bu sebeple hâdiselerin âyetin inmesinden önce veya sonra vuku bulmuş olması, bunların cahiliyet veya İslâmiyet dönemlerinde cereyan etmiş olması, israiliyattan bulunması ile âyetin içerdiği bütün manâları veya bir kısmını ihtiva etmesi halleri eşittir, bir fark ifade etmez.85

O halde bu kısım Sebeb-i Nüzûlde içtihat ve re'y için bir yol olduğu anlaşılmış olmaktadır. Birçok kıssalar için rivayetler arasında tercih etmede ve misal getirmede bir genişlik ve hareket sahası bulunduğu kesinlikle anlaşılmış olmaktadır. Dihlevî bu inceliği idrak eden kişinin çok az bir gayretle nüzûl sebeplerinde ihtilaf edilmiş problemleri çözme imkânını elde edeceğini söy- lemektedir.86

Tefsir için yapılan ve sıygası itibariyle sebep ifade etmede nass olmayan Esbâb-ı Nüzûl rivayetlerinin nasıl oluştuğunu açıklamak, konunun anlaşılmasına yardımcı olacaktır. Dihlevî bu hususları şöyle sıralamakta ve bunların hiç birisinin Esbâb-ı nüzülle ilgisi olmadığını ifade etmektedir.

1- Hz. Peygamberin bir hadîse karşısında bir âyet tilavet ederek olay-âyet

benzeşmesini, benzeyişini (temessül) ifade etmesi.

2- Hz. Peygamber'in anlattığı konuda delil gösterme maksadıyla bir âyet

tilavet etmesi.

3- Sahabînin, âyetin maksudundan bulunan bir hadîsi bir olay sebebiyle

rivayet etmesi.

4- Sahabenin aralarında cereyan eden münazaralarda delil gösterdikleri

bir âyet. Meselâ bir hâdise üzerine tartışmakta iken bir âyetle istişhad

85 Fevz, s. 63.

edilmiştir. Rivayetlerde bu durumun Esbâb-ı Nüzûl nevinden sayıldığını görmekteyiz. Halbuki sahabî tefsiri olarak değerlendirilmelidir.

5- Sahabînin âyetin nazil olduğu yeri belirtmesi.

6- Sahabînin âyette müphem bir ifade ile zikredilen şahısların isimlerini

belirlemesi.

7- Sahabînin kıraat ilmi ile ilgili açıklamaları.

8- Sahabînin Kur'ân-ı Kerîm'in bazı âyet ve sûrelerinin faziletim

açıklaması.

9- Sahabînin, Hz. Peygamber'in herhangi bir Kur'ân emrine uyuş şeklini

beyan etmesi. 87

Netice itibariyle Dihlevî'ye göre Esbâb-ı Nüzûl rivayetlerinden Nüzûl ortamına ait olan ve dolayısıyla Kur'ân metninde hususî durumlarına bir îma bulunan kıssalar ile âyetin umum ifadesini tahsise sebep olabilecek rivayetleri bilmek Kur'ân'ın anlaşılması için gereklidir. Bu rivayetler ancak sahîh nakil yoluyla bilinebilir. Diğer rivayetler ise tefsir için yapılmış Esbâb-ı Nüzûl de- ğerlendirmeleridir. Re'y ve içtihada açık bir alanda cereyan etmektedir.

Kur’ân’ın anlaşılmasında ilk gruptaki rivayetler nass teşkil etmektedir. Tefsir için yapılan Esbâb-ı Nüzûl rivayetleri ise insanî yapıp-etmeleri yansıtması ve âyetteki manâlara çeşitli veçhelerden bakma fırsatı vermesi

açılarından değerlendirilmelidir.88

2.2.3. Esbâb-ı Nüzûl Rivayetlerinin Kalıpları

Hadîs mecmualarında, tefsirlerde, tarih kitaplarında Sebeb-i Nüzûl rivayetleri zikredilirken kullanılan rivayet cümlesi (kalıbı) önemlidir. Rivayet sıygalarını (kalıplarını) iki ana başlık altında inceleyebiliriz.

87 Fevz, s.43–44.47.70–71.

1- Sebep ifade etmede "nass"89 olan rivayetler. 2- Sebep ifade etmede "nass olmayan" rivayetler.90

Bu iki ana sıyganın ayrı ayrı incelenmesi ile nasıl oluştukları ve ifade kalıpları daha iyi anlaşılacaktır.

2.2.4. Sebep İfade Etmede Nass Olan Rivayetler:

1- "Sebeb-i Nüzûl" ibaresi terim olarak ele alındığında kavramın sınırları içinde kalan rivayetler. "Sebebi budur" denilerek yapılan rivayetlerdir. Bu âyetin Nüzûl Sebebi şöyledir. Bu âyetin Nüzûl Sebebi şudur.

2- Sıyga, Nüzûl sebebi olduğunu gösterir. Başka bir tarafa hamledilemez.

"Şu olay vuku buldu da..." denilerek yapılan rivayette olay anlatıldıktan sonra " ف " Fe harfi ile başlayan ibareler.91 Hz. Peygamber'e şu mesele hakkında soruldu da şu âyet indi... Şu hadîse oldu da bunun üzerine şu âyet indi... Hz. Peygamber'e (sav) şu mesele hakkında soruldu da şu âyet indi...vb.

3- "Sebeb" ifadesinin kelâmın gelişinden ve ibaredeki açık bir delilden anlaşıldığı rivayetler. Rasûlullah’a şu mesele hakkında soruldu da... Bu grup rivayetlerde "Sebeb-i Nüzûl" ibaresi ve “ ف ” zikredilmeyebilir.92 Zerkânî bu

89 "Nass" sözcüğü lügatte haber, delil, hüccet, burhan anlamlarına gelmektedir. Kelimenin kökeninde beyan ve izhar etmek manâsı vardır. Çünkü nass, bir manâyı açıklamak için söylenmiş lafza da ıtlak olunabilir. Bu anlamda tanımı şöyle yapılmaktadır: Kendisinin dışında bir unsura ihtiyacı olmadan, kendi lâfzı ve siygasıyla manâya delâlet eden, ve kelâmın siyakından aslî maksadın bu manâ olduğu lâfızdır. Yani kelâm, nass lâfzın delâlet ettiği bu manâyı açıklamak için söylenmiştir. İbn Manzûr, Lisânu'l-Arab, Kahire, trs, VI. 4441; Muhammed Ali et-Tehânevî, Keşşâfu Istılahâti'l-Funûn, İstanbul, 1984, II. 1405; Ö.N. Bilmen, Istılahâtı Fıkhiyye Kamusu, İstanbul, 1967, I. 21; Zeydân, Fıkıh Usûlü, s. 444. Bu açıklamalardan sonra rivayet sıygalarının tasnifinde bu terimin hangi anlamda kullanıldığı daha kolay anlaşılacaktır. Buna göre "sebeb-i nüzul rivayetinin nüzul ortamına ait olduğu, başka bir unsura ihtiyaç olmadan rivayetin lâfızlarından ve sıygalarından anlaşılabiliyorsa bu kabil esbâb-ı nüzul rivayetlerine "sebeb ifade etmede nass olan rivayetler" denilmektedir.

Eğer sebeb-i nüzul rivayetinin lâfızları ve sıygaları buna imkân vermiyorsa bu rivayetler de nüzul ortamına ait olmamaları ve bu ortamın aslî unsuru bulunmamaları nedeniyle "sebep ifade etmede nass olmayan rivayetler" olarak tanımlanmaktadır.

90 Zerkânî, Menâhilu'l-îrfan, I. 108–109; Subhi Salih, Mebâhis ft Ulûmi'l-Kur'ân, s. 141–142, M. Kattan; Mebâ his ft Ulûmi'l-Kur'ân, s. 85.

91 Fâu's-Sebebiyye: Kendisinden öncekinin, sonra gelenin illeti olması veya kendisinden öncekinin sonrakinin sebebini açıklaması hallerinde kullanılır. Ayrıntılı bilgi için bkz. îbn Manzûr, Lisânul-Arab, V. 3332; Muhammedi Semir el-Lebdî, Mu'cemu'l-Mustalahât en-Nahviyye ue's-Sarfiyye, Beyrut 1985, s. 102.

rivayetleri “sebeb ifadesinin makamdan anlaşılması” olarak tanımlar.93

2.2.5. Sebeb İfade Etmede Nass Olmayan Rivayetler

1-"Sebeb"i budur denilerek yapılmayan, olay anlatıldıktan sonra " ف " gelmemiş ve kelâmın gelişinden Nüzûl Sebebi rivayeti olduğu anlaşılamayan rivayetler. Bu rivayetlerde "sıyga", sebebin ihtimal dâhilinde olduğu ifadesini taşır. “Sıyga” dan rivayetin kesinlikle Nüzûl Sebebi olduğu anlaşılmaz; sadece âyetin içerdiği manâ veya manâlardan birini beyân ettiği anlaşılır. Mesela “Âyetin şu olay hakkında indiğini zannediyorum.” “Âyetin ancak şu olay hakkında indiğini zannediyorum.”

Bu kalıplardan biri ile rivayet olunan bir Nüzûl sebebi:

Benzer Belgeler