• Sonuç bulunamadı

I. BÖLÜM

2.5. MUHKEM-MÜTEŞABİH

2.5.1.Tanımı

Muhkem luğatta ح - ك - م kök harflerinden türetilmiş olup mastarı olan  ا engellemek manasına gelir.142 Zulme engel olması sebebiyle yargıca آ ا denilmiştir.143 Atın binicisine itaatsızlık etmesine engel olduğu için

141 Fevz, s. 96-97.

142 İbn Fârıs, Mu’cemu Mekâyisi’l-Luğa, Mısır, 1970, II. 91.

143 Fahreddin er-Râzî, Esâsu’t-Takdîs fi İlmi’l-Kelam /Allah’ın Aşkınlığı ( çev. Doc. Dr. İbrâhim Coşkun), İstanbul, 2006, s.209.

gemin ağızlığına da  ا denilmiştir.144  ا sağlam yaptı anlamındadır.145 Ohalde Muhkem; sağlam olan, sağlam kılınmış demektir. ﻡ ء

denildiğinde sağlam yapılmış, yıkmaya çalışana engel olan bina kastedilir.146

Müteşabihe gelince: Birbirine benzeyen birey ve cüzleri bulunan

şeylerle, kendisinde karışıklık ve iltibas bulunan şeye denir.147 Zihin iki şeyin

arasındaki farkı tespit etmekte aciz kaldığı noktada, her biri diğerine benzer.

"Gerçekten o inek bize (başka ineklere) benzer geldi.”148 "Kalpleri birbirine benzedi"149 "îştebehe emren" sözü, iki şey arsında her hangi bir fark olmadığı zaman söylenir. Cismen güzel insanlara "şubuhât sahipleri" denilir. Peygamber (s.a.v.): "Helal açıktır haram da açıktır. Aralarında müteşabih şeyler vardır.”150 buyurmuş, başka bir rivayette de müteşabih yerine

müştebih kelimesini kullanılmıştır, işte bunlar sözlükte muhkem ve müteşabih hakkında yapılan tariflerdir.151

2.5.2.Âlimlerin Istılahında Kullanıldığı Anlamlar

Muhkem ve müteşabih kavramlarına âlimlerin hangi anlamları yüklediklerine sahabe döneminden itibarenbir göz atalım.

Muhkem ve müteşâbihten ne kastedildiği konusunda pek çok görüş aktarılmıştır. Bunların bir kısmı birbirlerini bütünleyici olmakla birlikte, diğer bir kısmının da birbirleriyle hiçbir ilişkisi yoktur.152

1- îbn Abbas’ın (Ra) {v. 68/687) görüşü:

“Kendileriyle amel edilen nâsihler, başka bir ifadeyle hükmü sabit olanlar

muhkem, kendileriyle amel edilmeyen mensûhlar ise, müteşâbihtir.”

144 İbn Fârıs, Mekâyıs, II. 91.

145 el-Cevherî, es-Sıhah, Trs. B.y. I. 141.

146 M.Said Şimşek, Kur’an’ın Anlaşılmasında İki Mesele, İstanbul, 1997, s.25. 147 Zemahşerî, Cârulllah Mahmud b Ömer, Esâsu’l-Belâğa, Kahire, 1960, s. 477. 148 Bakara, 2/70.

149 Bakara, 2/118. 150Buharı, İman, 39.

151 Râzî, Esâsu’t-Takdîs, s.209. 152 Şimşek, İki Mesele, s.19-20.

îbnu Mes'ud (Ra) (v. 32/652), Katâde (v.24/644) ve ed-Dahhâk (v. 67/686) da bu görüştedir.

2- Mücâhid'in (v. 103/721) görüşü:

“Helâl ve haramı içerenler muhkem, geri kalanlar müteşâbih olup birbirlerini doğrularlar.”

3- Cabir b. Abdillah'ın (v. 74/693) görüşü:

“Âlimlerin te'vilini bildikleri, anlam ve yorumunu anladıkları âyetler muhkem; Allah'ın bilgisini kendisine sakladığı ve yaratıklarından hiç kimseye bildirmediği âyetler ise müteşâbihtir. Hz. İsa'nın ne zaman ineceği, güneşin batıdan ne zaman doğacağı, kıyametin ne zaman kopacağı, dünyanın ne zaman son bulacağı vs. gibi haberler böyledir; bunları Allah'tan başka kimse bilemez.”

4- İbnu Zeyd'in (v. 182/798) görüşü: “Anlamları bir, lafızları farklı veya lafızları bir, anlamları farklı olacak şekilde çeşitli sûrelerde tekrar edilen kıssalar müteşâbih, geri kalan âyetler ise muhkemdir.”

5- İbn İshak (v. 151/768) ve Muhammed b. Ca'fer b. ez-Zübeyr'in (v.

161/778) görüşü:

“Bir te'vil vechi bulunanlar muhkem, birden fazla te'vil vechi bulunanlar ise müteşâbihtir.” Muhkem âyetlerde Allah'ın kullara karşı hücceti, kulların korunması, husûmet ve batılın defi vardır. Vaz edildikleri mananın dışına çekilme ve tahrife maruz kalma durumları yoktur. Müteşâbihler ise, doğrulukta benzerdirler. Ne var ki vazedildikleri mananın dışına çekilmeye, tahrif ve te'vile elverişlidirler. Allah kullarını müteşâbihlerle imtihan eder. Tıpkı helâl ve haramlarla imtihan etmesi gibi...

Râğıb el-İsfahânî (v.506/1108) manasını anlama yönünden müteşâbihi üç kısma ayırır:

a) Manasına vukuf mümkün olmayan müteşâbih. Kıyametin ne zaman kopacağı ve âhir zamanda çıkacak dâbbe'nin ne zaman çıkacağı gibi.

b) İnsanın bazı vasıtalarla manasını bilebileceği müteşâbih. Garip lafızlar ve muğlak hükümler.

c) Yukarıdaki iki durum arasında olan, ancak ilimde rusûh sahiplerinin bilebileceği ve başkaları için manası kapalı olan müteşâbih. Rasûiullah (s.a.v.)’ in İbnu Abbas için söyledği «Allah'ım, onu dinde fakih kıl ve ona

te'vili öğret.» sözünde işaret buyurduğu kısım budur.153

Fahreddin er-Râzî (v. 606/ 1209) bu konuda şunları kaydetmektedir. “Bir manaya tahsis edilmiş lafız, ya başka bir manaya muhtemeldir ya değildir. Eğer lafız, bir mana ya tayin edilmiş, başka bir mana taşıması da muhtemel değilse o "nass" tır. Eğer başka bir manaya muhtemel ise; ya bir manaya ihtimali diğer manaya ihtimalden daha kuvvetlidir ya da daha kuvvetli olmayıp ihtimal ikisine eşittir. Eğer manada iki ihtimal var da biri diğerine göre daha muhtemel ise, o zaman bu lafız tercih edilen manaya göre zahir, zayıf olana göre müevvel olur. Eğer anlam her ikisi için eşit ise lafız da her ikisine göre müşterek olur ve göreceli olarak her iki anlam için de muhtemel olur.

Netice itibariyle bu taksimden çıkan sonuç şudur: Lafız ya nass ya zahir ya mücmel ya da müevveldir. Bu durumda nass ve zahir, tercihin meydana gelmesinde müşterektir. Ancak nass, hem racih hem de zıddına manidir. Zahir

ise racih olup zıttına/diğer manaya gelme ihtimali olan lafızdır. Demek ki

nass ve zahir tercihin oluşmasında müşterektir. İşte muhkem olarak adlandırılan bu kadardır.

Mücmel ve müevvele gelince; onlar lafzın delaleti racih olmamasında müşterektir. Ancak mücmelde iki tarafın her birine nispetle rüchan yoktur. Fakat müevvelde müşterekin tarafına nispetle rüchan vardır, İşte müteşabih ile adlandırılan da bu kadardır. Çünkü müteşabihin içinde anlaşılmayan bir

durum hâsıl olmuştur.”154

2.5.3.Dihlevî’nin Görüşü

Dihlevî’nin bu konudaki görüşü ise şöyledir:

Bilinsin ki: Muhkem, dili bilenin, kendisinden ancak bir tek mana

anladığı kelamdır. Bu anlama da mu’teber olan ise ilk dönem Arap nesillerinin anlamasıdır, yoksa zamanımızın kılı kırk yaran araştırmacılarının anlaması değildir. Çünkü kılı kırk yarmak suretinde yapılan araştırma, şifa bulması nerdeyse imkansız olan öyle bir hastalıkdır ki, muhkemi müteşabih, ma’lumu da meçhul yapar.

Müteşabih ise, iki manayı muhtemil olan kelamdır. Bunu sebebleri ise ya zamirin iki merciyede dönmesi ihtimalindir. Bir kimsenin “İmdi! Başkan bana falan kimseye lanet etmemi emretti.. Allah ona la’net etsin” demesi örneğinde olduğu gibi.

Ve ya müteşabihlik, bir kelimenin iki manada müşterek olmasından ileri gelir.

en-Nisa: 2/42, el-Maide: 5/6 ayetlerinde geçen “  ﻡ !” fiilinde olduğu gibi. Bu hem kadınla cinsi münasebet, hem de el ile dokunma manasında müşterekdir.

Yahutta müteşabihlik atfın yakına ve uzağa ihtimali olmasından ileri gelir:

154 Râzî, Esâsu’t-Takdîs, s. 210.

el-Maide: 5/6 abdest alma ayetinde “ "را” kelimesinin uzağa ve yakına atfedilmek suretiyle hem üstünlü, hem esreli okunmasında olduğu gibi.

Müteşabihlik, atıf ve isti’naf, yani bir evvelki üzerine atfedilmek yahut

yeniden başlatılan bir cümle olmak ihtimalinden ileri gelir:

A’li İmran: 3/7 kavlinde “ن%&ﺱا( ا و ” nin başındaki “vav” ın bu ikiye de ihtimali bulunması gibi.

Bunlardan anlaşıldığı kadarıyla Dihlevî, önceki alimlerin kabul ettiği klasik manada bir müteşabih kavramını kabul etmemektedir. Ona göre lafzın tabiatından veya nazımdan kaynaklanan bir kapalılık sebebiyle ayetin muradının anlaşılması zorlaşmaktadır. Bu zorluğun kaldırılması ise mümkün gözükmektedir. Ona göre Ali İmran 7. ayetin durak yeri *+ ا ,- ن%&ﺱا( او ifadesidir. Dolayısıyla Dihlevî Lafzi müteşabihliği kabul etmekte fakat

manada ki müteşabihliği kabul etmemektedir.155

2.6.KUR’AN’IN İ’CÂZI

Benzer Belgeler