• Sonuç bulunamadı

Uluslararası Hukuktaki Tarihi Gelişiminin İncelenmesi

1.1. İNSAN HAKLARI

1.1.8. Uluslararası Hukuktaki Tarihi Gelişiminin İncelenmesi

İnsan haklarının düşünsel gelişimi çok uzun yıllar almıştır. Benzer şekilde uzun bir süreç geçiren özgürlük mücadelesi insan haklarının gelişim sürecine önemli katkılar sunmuştur. İnsan haklarının ilk gelişiminin; Çin, Hint, Mezopotamya, Roma ve Yunan uygarlıklarının etkisi altında gerçekleştiği görülmektedir. Aynı zamanda semavi dinlerin benimsediği ahlak anlayışının insan haklarının düşünsel gelişimine önemli katkılarının olduğu görülmektedir.68

Ortaçağ Avrupası’nda İngiltere’de kabul edilen Magna Carta’nın (1215) insan haklarına önemli düşünsel katkılarının olduğu görülmektedir. Çünkü feodal beylere karşı kralın yetkilerini kısıtlayan 63 maddelik özel bir hukuki metin olması ve özellikle 39’ncu maddesiyle; hiç kimsenin yargılanmadan hapse atılamayacağı, yasal haklarından ve mallarından mahrum edilemeyeceği ve kimseye zor kullanılmayacağı ifade edilmiştir. Dolayısıyla günümüz hukuk sisteminin temellerini oluşturması bakımından çok önemli bir kazanım olarak görülmelidir.69 Zira bütün insanlara tanınması nedeniyle

modern insan haklarının zeminini hazırlayan ilk belge olma özelliği taşıması da önemlidir. Ayrıca Magna Carta’nın İngiltere’de yedi yüzyıl kadar kullanılması insan haklarının gelişimine kuşkusuz katkılar sağlamıştır.

İnsanların doğuştan devredilmez haklara sahip olduğu düşüncesi felsefi alanda Yeniçağda savunulmaya başlamıştır. Bu dönemde; Thomas Aquinas, Locke, Hobbes,

67 ÖZYILMAZ, s.6.

68 Bahadır KILINÇ, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararlarının İnfazı (Ankara: Seçkin Yayıncılık,

1.Baskı, 2006), s.24.

69 “1215 Magna Carta” daha fazla bilgi için bkz,

37

Rousseau ve Kant gibi tanınmış rasyonel düşünürler insanların bütün çağlarda geçerli olan evrensel (doğal) haklara sahip olduklarını ortak bir dil ile savunmuşlardır.

Özellikle Hobbes ve Rousseau, diğer düşünürlerden farklı şekilde doğal hukuku savunmuşlardır. Onlara göre bireysel özgürlüklerin diğer birey özgürlüklerini kısıtlamadan sınırlandırılması gerekmektedir. Bireysel özgürlüklerin yönetenler tarafından çiğnenmesi durumunda ise toplumsal direnç gösterilmesi gerektiğini savunmuşlardır.70 Bu görüş nedeniyle pek çok düşünürün doğal hukuk anlayışını, insan

haklarının düşünsel temeli olarak gördüğü söylenebilir.

Bu gelişmeler ışığında 1700-1900’lü yılların doğal hukuk ve insan hakları için anayasal metinlerde yer alma mücadelesiyle geçtiği görülmektedir. Bu yıllarda İngiltere, Amerika ve Fransa’da insan haklarının düşünsel temellerini evrensel boyutta etkileyecek toplumsal olayların ortaya çıktığı görülmektedir.

İngiltere’de 1628’de “Petition of Rights” ile kralın yasama organına müdahale etmesi, 1679’da ise “Habeas Corpus Act.” ile yine kralın keyfi yakalama ve tutuklama kararları almasının engellendiği görülmektedir. Ayrıca yakalanan suçluların hâkim önüne çıkana kadar vücut bütünlüğünün korunması sağlanmıştır. 1689’da ise ilk kez “Temel Haklar Bildirisi (The Bill Of Rights)” bireylerin temel hakları maddeler halinde sayılmış ve parlamentoda yasa olarak kabul edilmiştir. Bu döneme bazı yazarlar tarafından “Kansız İhtilal (Kutlu İhtilal)” adı verilmektedir.71 İnsan haklarını

ilgilendiren ve İngiltere’de kabul edilen diğer bir yazılı metin ise 1694’te çıkartılan “Üç Yıl Yasası” olmuştur. Bu yasayla kralın keyfi olarak parlamentoyu kapatması engellendiği gibi seçimlerin üç yılda bir yapılmasının sağlaması önemli bir demokrasi adımı olmuştur. Bu yasalar sayesinde İngiltere’de kral ve kraliçenin uyguladığı insan hakları ihlallerine son verildiği görülmektedir. Aslında daha önce çıkartılan yasalarda dinsel etkilerin olduğu dikkate alınırsa son çıkarılan yasalarda kral ve kraliçenin keyfi tutumlarının engellenmeye çalışıldığı açıktır.

Amerika’da insan hakları alanında 1776’da “Virginia Haklar Bildirisi” hemen ardında da aynı yıl içinde kabul edilen “Amerikan Bağımsızlık Bildirisi” önemli hukuki metinler olarak kendisini göstermektedir. Nitekim bildiride de insanların eşitliğine, doğuştan kazanılan ve devredilemez insan haklarına atıf yapıldığı dikkatlerden kaçmamaktadır. Amerikan Anayasası’nın 1787’de hazırlanmasına katkı sağlayan

70 KILINÇ, s.25. 71 KILINÇ, s.26.

38

“George Mason” gibi bazı Amerikan aydınları, İngilizlerin hürriyeti kısıtlayıcı ve sömürgeci tutumlarına karşı çıkmışlar insan haklarını savunarak yeni Amerikan Anayasasının hazırlanmasına öncülük etmişlerdir. Bütün bu olumlu çabalar sonunda 1791’de -1689’da daha önce İngiltere’de- kabul edilmiş olan “Temel Haklar Bildirisi (The Bill Of Rights)” Amerikan Anayasasının ilk on maddesi olarak evrensel etkisini göstermektedir.72 Amerikan Anayasası’nda kabul edilen “Temel Haklar Bildirisi”

sayesinde; din, basın, ifade, toplanma ve devlete dilekçe ile başvuru özgürlüğü gibi haklar bireylere tanınmıştır. Ancak kadınlara yönelik hakların olmaması, köleliğin kaldırılması ve kanun önünde eşitlik gibi toplumsal öneme sahip konuların daha sonraya bırakılması önemli eleştiri konuları olmuştur.

İngiltere ve Amerikan anayasalarında insan hakları konusunda yaşanan gelişmeler Avrupa’nın siyasal ve hukuksal iklimine ışık tuttuğu görülmektedir. Çünkü “1789 Fransız İhtilali” sonrasında oluşturulan “Millet Meclisi” 26 Ağustos 1789’da “İnsan ve Vatandaşlık Hakları Bildirisini” kabul etmiştir. Bu bildiri ile insanların doğal hukuktan kaynaklı, evrensel ve vazgeçilmez haklarının olduğuna dair güçlü atıflar yapılmıştır.

Dikkatli bakıldığında 1789 Fransız Devriminde, Amerikan Anayasasının etkilerinin olduğunu söylemek mümkündür. Her ne kadar bildiride klasik insan haklarının yanında seçme, seçilme ve temsil hakları gibi üçüncü kuşak siyasal haklar da yer alsa Fransız Bildirisini, Amerikan Anayasasından ayıran en temel farkın yasalara duyulan güven olduğu söylenebilir.

“Yine 18’inci yüzyılda “Edmund Burke” ve “Jeremyy Bentham” gibi aşırı radikal düşünürler doğal haklar için bir takım eleştiriler yapmışlardır. Marx ve Engels’ın bu gruba katılması ve ağır eleştirilerde bulunması toplumlar nezdinde doğal haklara eleştirel bakılmasına neden olmuştur. Yapılan eleştirilerin ana nedeni; yönetilen ve yöneten sınıflar arasındaki mücadeledir ve mücadeleyi her zaman yöneten sınıflar kazanmaktadır. Bu nedenle doğal hukuk, evrensel olma iddiası taşısa da burjuva sınıfının menfaatlerine hizmet etmekte ve daha da önemlisi bireysel haklara vurgu yapmak suretiyle sınıfsal farklılıkları ve eşitsizlikleri maskelediği söylenmektedir.

1919’lu yıllarda evrensel bir özellik taşıyan BM’nin barışı koruma ve güveni tesis etmede yetersiz kaldığı görülmektedir. 1926’da “Köleliğin Kaldırılması Sözleşmesi” insan hakları bakımından önemli sayılabilecek sözleşmeler olsa da İkinci

39

Dünya Savaşı sonuna kadar doğal hakların ikinci planda kaldığı ve gelişiminin sekteye uğradığı söylenebilir.

1950’li yıllardan sonra insan haklarının Avrupa sınırları dışına çıkarak evrensel özellik göstermesi, ahlaki özelliklerin yerini siyasal içeriklerin alması ve devletlerin vatandaşlarına karşı uyguladığı insan hakları ihlalleri, uluslararası hukukun konusu olarak gündeme gelmiştir. Bu gelişmeler 1945’te Washington’da imzalanan “Birleşmiş Milletler Bildirisi” ile barış ve huzur ortamının tesisi yönünde uluslararası alanda yeni bir sistemin kurulması gerekliliğini ortaya koymuştur.”73 Bu minvalde yani bu

çalışmalar neticesinde 26 Haziran 1945’te “Birleşmiş Milletler Antlaşmasının” imzalandığı yıl olmuştur.

Türkiye, bu anlaşmayı 15 Temmuz 1945’te imzalamış ve 4801 sayılı Kanun ile kabul etmiştir. BM’nin kuruluş amacı insan haklarının korunmasıdır. Ancak yapılan bütün eleştirilere rağmen BM Şartı, insan haklarını evrensel olarak tanıyan ilk anlaşma olarak tarih sahnesinde yerini almıştır.74