• Sonuç bulunamadı

2.6. ĠLK AHLAK ĠNCELEMELERĠNDE BĠRTAKIM SOSYOLOJĠK

2.6.2. ToplumsallaĢma

SosyalleĢme, temel sosyolojik kavramlardan birisi hatta belki de en önemlilerindendir. Zira sosyoloji toplumsallaĢmanın gerçekleĢtiği andan itibaren iĢ görebilmektedir. Sosyal bilimler alanında toplumsallaĢmayla ilgili ilk kavramsal ve kuramsal çalıĢmalar diğer bilimlere nispetle sosyolojik bağlamdan hareketle yürütülmüĢtür (CoĢtu, 2009). Toplumu, “bilinçli bireylerden ve özellikle aralarında örgütleĢme bağları ve karĢılıklı görevler bulunan kiĢilerden kurulu” insan örgütlenmesi olarak algıladığımızda sosyalleĢmenin mahiyeti daha net anlaĢılacaktır. Bu tanıma göre sosyalleĢme, insanların birbirlerine karĢı psikolojik tavır ve tepkiler geliĢtirme süreci veya toplumsal bütünleĢme sürecidir. BaĢka bir açıdan sosyalleĢme, insanın toplumsal kimlik kazanma ve toplumun mevcut değer ve normlarının bireye öğretilmesi aĢamalarıdır (Bakıroğlu, 2017).

Ġnsanı sosyal sistemin bir üyesi haline getirme süreci olan sosyalleĢme, sosyologlar tarafından farklı Ģekillerde tanımlanmıĢtır. Sözgelimi Linton sosyalleĢmeyi, “yeni doğmuĢ çocukların medeniyetsiz yaratıklar, cahil hayvanlar halinden bir sosyal sistemin insan üyeleri haline” geliĢ süreci olarak tanımlarken;

59

Dollard‟a göre sosyalleĢme, bir kiĢinin bir gruba eklemlenmesi ve toplumun beklentilerini yerine getirmesini sağlayan süreçtir. (KoĢtaĢ, 1987). ToplumsallaĢma süreciyle birlikte toplumun beĢeri ve kültürel mirası yeni nesillere aktarılmak suretiyle yaĢatılmaya çalıĢılır. SosyalleĢme olgusu vasıtasıyla birey karĢılaĢabileceği muhtemel durumlarda o sosyal sisteme özgü değer, tutum ve becerileri öğrenip ona göre davranmıĢ olur. KarĢılıklı etkileĢime dayalı olan sosyalleĢmede her bir bireyin davranıĢı diğerlerinin davranıĢını etkilemekte, kontrol etmekte ve düzeltme imkânını sağlamaktadır (Bakıroğlu, 2017).

Çok yönlü ve dinamik bir süreç olan sosyalleĢme/toplumsallaĢma öğrenilmiĢ bir olgudur. Bu nedenle sosyalleĢme hakkında bireyin toplum normlarını öğrenmesini sağlayan süreç, bir nevi öğrenme süreci vb. ifadeler kullanılmaktadır. Ġnsanların tarihsel süreç boyunca bir arada yaĢamaları ve birbirleriyle iletiĢim- etkileĢim kurmaları birtakım ahlaki değerlerin oluĢmasını sağlamıĢtır. Bu değerlere bağlı olarak özgül kalıp yargılar içerisinde Ģekillenen toplum, sahip olduğu kültürel sistemi sonraki kuĢaklara aktarabilmek için sosyalleĢmeye gereksinim duymaktadır. Zira bireyler toplumla bütünleĢmeyi, toplumla uyumlu kimlik kazanmayı ve topluma özgü düĢünce ve davranıĢ kalıplarına göre hareket etmeyi ancak sosyalleĢme sonucu elde edebilmektedir (CoĢtu, 2009).

Ġki tür sosyalleĢmeden bahsedilir. Birincisi objektif sosyalleĢmedir. Objektif açıdan sosyalleĢme; toplum kültürünün nesilden nesile devam ettirilmesi ve ferdin cemiyet yaĢamını kabul ve tasvip etmesini ifade eder. Ġkincisi sübjektif sosyalleĢmedir. Bu sosyalleĢme türü bireyin bilinçdıĢı sosyalleĢme deneyimini ifade etmek üzere kullanılmaktadır. Bu kapsamdan yola çıkarak Ġbni Miskeveyh‟in sosyalleĢme yaklaĢımı Ģöyledir. Ġnsan medeni bir varlıktır. Dolayısıyla insani mutluluğa eriĢebilmek için birçok kiĢinin bulunduğu kentte yaĢamak yani topluma katılmak zorundadır. Ona göre akıllı ve kendini bilen insan insanlarla, iyi iliĢkiler kuran ve onlarla fazilet alıĢ-veriĢinde bulunan kimsedir. Bu yüzden sosyalleĢme ağlarından uzaklaĢan münzevi, zahit ve çileci insanlar ona göre hiçbir toplumsal erdeme ulaĢamazlar (Ġbni Miskeveyh, 2017: 47). Görüldüğü üzere bu ifadelerde sosyalleĢme eylemi fazilet alıĢ-veriĢi olarak tabir edilmiĢtir.

60

Dikkatli bir biçimde gözlendiğinde sosyalleĢmenin temelde ahlakla iliĢkili bir boyutu olduğu görülecektir. Durkheim söz konusu iliĢkiye atfen, ahlak yaĢamının ancak sosyalleĢmenin yaĢam alanının gerçekleĢtiği yerde baĢladığını söyler. Toplum yüksek bir değer, kültürel unsurlar açısından örgütlü ve çeĢitli öğeler bakımından zengin bir yaĢam gerçekliğine sahiptir. Yalnız baĢına yaĢayan insan yaĢama daha az bağlanır. Bu nedenle insanın zorunlu olarak bir sosyal organizasyonun (yani sosyalleĢmenin) içerisinde bulunması gerekir. Durkheim, ahlak; bir sosyal örgütlenmeye katıldığımız andan itibaren baĢlar diyerek sosyalleĢmenin ahlak yaĢamı için vazgeçilmezliğini ortaya koymaktadır. Dolayısıyla ona göre insan ancak topluma katılınca yani sosyalleĢince yetkinleĢmiĢ olur (Durkheim, 2016: 85).

Güngör, ahlak insanlar arası iliĢkileri ilgilendiren bir sistem oluĢu itibariyle baĢkalarının bizim davranıĢlarımızla ilgili tavır alıĢlarıyla alakalı bir durumdur derken bir bakıma ahlak-sosyalleĢme iliĢkisine iĢaret etmektedir. Ona göre insan iliĢkilerinin bir ucunda biz diğer ucunda baĢkaları bulunmaktadır. Buradan hareketle ahlak baĢkalarının yani toplumun bizden beklediği davranıĢlarla alakalıdır. Bu da ancak sosyalleĢmeyle öğrenilerek elde edilebilmektedir (Güngör, 1998: 57-70). Gündüz ise, ahlak-sosyalleĢme iliĢkisini Ģöyle değerlendirir. Sosyal iliĢkilerin en yaygın ve belirleyici niteliklerini içeren önemli türlerinden biri ahlak iliĢkileridir. Ahlaki iliĢkiler diğer iliĢki türlerinden etkilenmekle birlikte aynı zamanda onları etkilemektedir. Örneğin bir toplumun ekonomik, sosyal ve politik iliĢkileri ahlaki iliĢkilerinden bağımsız düĢünülemez (Gündüz, 2016: 45). Böylelikle sosyal iliĢkiler mutlaka bir yönüyle ahlak iliĢkileriyle kesiĢmektedir.

Bu fikirlerin temel dayanaklarını Tusi‟de bulmak mümkündür. Tusi söz konusu, ahlak, din-sosyalleĢme iliĢkisine Ģöyle yaklaĢmaktadır. Ġnsan doğası itibariyle sosyal bir varlık olduğundan sosyal iliĢkilerinde toplumsallığı gözetmek zorundadır. Tusi‟nin sosyalleĢmeyi, sıradan bir sosyal iliĢkiler ağı olarak değil özel ve amaçlı insan iliĢkileri olarak nitelediği söylenebilir. Daha doğrusu o, sosyalleĢmeyi değer aktarımı temelli bir durum olarak görmektedir. Sözgelimi Tusi, sosyalleĢtirici yönleriyle Cuma ve cemaat namazlarından bahseder. Cemaat namazı ibadeti semt ve mahalle gibi yerel toplulukların günde beĢ vakit camide toplanmaları için vaz edilmiĢtir. Diğer bir ibadet Ģekli olan Cuma ibadeti hem yerel toplulukları hem de kenti kapsayacak biçimde emredilmiĢtir. Bütün topluluk Cuma ibadeti

61

vasıtasıyla haftada ortak bir camide toplanırlar. Böylelikle insanların bir araya gelip kaynaĢmaları, cemiyet kurmaları (ve sosyalleĢmeleri) gerçekleĢmiĢ olur. Yine bayram namazları yılda iki kez bütün toplulukların toplanmasını sağlayan bir ibadet olarak tayin edilmiĢlerdir (Tusi, 2016: 253). Bu örnek dikkate alındığında dini-ahlaki temelli bir sosyalleĢmeden bahsedilebilir. Fakat benzer bir örneğin, ilk olarak Ġ. Miskeveyh tarafından ortaya konulduğunu belirtmekte fayda vardır.

SosyalleĢmenin temelinde makro ve mikro olmak üzere iki tür unsur bulunmaktadır. Makro unsurlar, Durkheim‟in deyiĢiyle; aile, sosyo-kültürel çevre ve okuldur. Fakat bu yaklaĢımın ilk örneklerinin Ġslam ahlak düĢünce bağlamında verildiğini söylemek pek de abartılı gözükmemektedir. Ailenin sosyalleĢmenin temel ve tümel bileĢenleri arasında ilk sırayı alması Ġslam ahlakçılarının ortak paydasıdır. Aile kurumu, bilahare ayrıntılı değinilecek olmakla birlikte, sosyalleĢmenin eĢik ve çekirdek mekânlarından biri olarak ahlak eserlerinde özel bir baĢlık içerisinde incelenmektedir. ToplumsallaĢmanın tümel unsurlarından olan diğer bir husus sosyo- kültürel çevre ile siyasi örgütlenmedir. Ahlak eserlerine bakıldığında siyasi örgütlenmenin temel iĢlevinin, ahlak temelinde dini ve manevi değerleri esas alan ideal bir toplum meydana getirmek olduğu söylenebilir. Tusi‟nin yaklaĢımı bu bağlamda yorumlanabilir. Tusi‟nin nazarında iki tür sosyalleĢme pratiği bulunmaktadır. Birincisi mahalli örgütlenmeden kaynaklı sosyalleĢme (yani ev idaresi-ekonomi) diğeri de geniĢ çaplı örgütlenmeden (yani Ģehir ve ülke idaresi- siyasi) kaynaklı sosyalleĢmedir (Tusi, 2016: 17).

Bir de sosyalleĢmenin mikro unsurları bulunmaktadır ki bu mikro unsurlar birtakım sosyal eylem biçimlerinden oluĢmaktadır. SosyalleĢmenin tikel unsurları arasında kavramsal ölçüde tespit edilebildiği kadarıyla, “sevgi”, “yardımlaĢma- dayanıĢma”, “toplumsal iĢ bölümü,” “ahlaki değerler eğitimi” vb.leri sayılabilir. SosyalleĢmenin dinamiklerini bunlarla sınırlamak tabi ki doğru değildir. Bu yüzden sadece tespit edilen önemli dinamiklerine yer verilmiĢtir.

SosyalleĢmenin ahlak eserleri bağlamındaki konumuna bakıldığında, din ve ahlak ekseninde değerlendirildiği görülmektedir. Nitekim sosyalleĢmenin temelleri ve neticeleri itibara alındığında bu gerçeklik daha net bir Ģekilde anlaĢılacaktır. SosyalleĢmenin temel dinamikleri moda tabirle sosyalleĢme ajanları ve

62

sosyalleĢmenin neticeleri çoğunlukla Ġslam‟ın düĢünsel mirası ve geleneğinden hareketle ortaya konulmaktadır. ġimdi sırasıyla sosyalleĢmenin temel dinamikleri ile sosyalleĢmenin neticelerine göz atılacaktır:

2.6.2.1. DayanıĢma

Ġslam ahlak düĢüncesi bağlamında düĢünüldüğünde dayanıĢmanın temel öncülü yardımlaĢmadır. YardımlaĢma önemli ve temel bir sosyalleĢme- toplumsallaĢma aracıdır. Hatta öyle ki insanın toplumsallığı, sosyal ve medeni bir varlık oluĢu yardımlaĢama esasına dayandırılmaktadır. Ġnsanların birbirlerine muhtaç oluĢu ve yardımlaĢma, insanların bir aradalığını (toplumsallaĢmasını) gerçekleĢtiren temel etmendir.

Fârâbi, toplumsal dayanıĢmanın temeline bir sosyal net-work türü olan yardımlaĢma eylemini yerleĢtirir. O, en üstün mükemmelliğin ancak kentte elde edilebileceğini, kentin de geniĢ bir sosyal organizasyondan müteĢekkil olması gerektiğini belirtir. Toplumun gaye edindiği üstün mükemmelliğe ulaĢabilmesi, ancak birbirleriyle yardımlaĢan birden çok insanın bir araya gelmesiyle mümkündür. Çünkü baĢka insanların yardımı olmaksızın yalnız bir insanın tek baĢına tüm yetkinlikleri elde etmesi olanaksızdır ve her insanın yaratılıĢında gerçekleĢtirmesi gerekenlerle ilgili olarak baĢka bir insan ya da insanlarla iliĢki içinde bulunma özelliği vardır” (Çelikkol, 2010: 28).O halde en mükemmel ve erdemli bir Ģehir, insanların mutluluğu elde etmek için birbirleriyle yardımlaĢarak dayanıĢma içerisinde olduğu Ģehirdir (Fârâbi, 2011:97-98).Sözgelimi insani ve ahlaki bir davranıĢ olan yardımlaĢmanın nihai amacının insanların bir arada uyum ve dayanıĢma içerisinde yaĢamaları olduğu düĢünüldüğünde bu gerçeklik daha net bir biçimde anlaĢılacaktır (Gündüz, 2016: 148).

Ġnsanın fıtratı gereği sosyal bir varlık oluĢundan hareket eden Tusi, onun yaĢamının karĢılıklı yardımlaĢma olmaksızın mümkün olmadığını söylemektedir. KarĢılıklı yardımlaĢmayı da Ģöyle açıklar. EĢitlik, denklik ve orantılılığın bozulmayacağı bir biçimde insanların birbirlerine hizmet etmesine ve birilerinden alınıp (zenginden) diğerleriyle (fakirlerle) paylaĢılmasına dayanmaktadır (Tusi, 2016: 114-115). Bu durum, söz konusu sosyal organizasyonun iĢleyiĢine bağlı olarak meslekler arası hareketlilik olarak (diğer bir deyiĢle yatay) düĢünüldüğünde hizmet,

63

sosyal refah açısından yani toplumsal hiyerarĢi bakımından (yani dikey hareketlilik olarak) düĢünüldüğünde paylaĢım ve yardımlaĢma olarak tabir edilmektedir (Tusi, 2016, 239). O yalnız insanların değil diğer varlıkların da hizmet yoluyla insanlara yardım ettiğini iddia eder. Mademki türün varlığı yardımlaĢmayı, yardımlaĢma da toplumsallaĢmayı gerektirmektedir, o halde yardımlaĢma (modern tabirle dayanıĢma) sosyalleĢmenin vazgeçilmezleri arasındadır. Görüldüğü üzere yardımlaĢma, Tusi‟de sosyalleĢmenin temel dinamikleri arasında yer yer almaktadır.

Modern sosyolojide, dayanıĢma kavramının sözcüleri arasında, Durkheim, Cooley ve Tönnies gibi sosyologlar bulunmaktadır. Örneğin Durkheim, geleneksel kültürdeki dayanıĢmanın kavramsal karĢılığı olarak “mekanik dayanıĢma” kavramını kullanacak ve bunun karĢısına modern toplumlardaki dayanıĢmayı simgeleyen “organik dayanıĢma” öbeğini koyacaktır. Ġslam ahlak düĢüncesindeki yardımlaĢma eksenli dayanıĢma, Durkheim‟in terminolojisinde, içtenliği, paylaĢmayı, samimiyeti, ortak amaçları, aidiyeti (biz duygusu) ve birlikteliği simgeleyen “mekanik dayanıĢma” türüne dönüĢmektedir. Benzer bir kavramsallaĢtırma, Cooley‟de “birincil grup”, Tönnies‟de “cemaat” kelimeleriyle ifade edilmiĢtir. DayanıĢmanın yardımlaĢma ile eĢleĢtirilmesi birlikte düĢünüldüğünde, bu durum, sosyal bir tema olan dayanıĢmanın ahlakla iliĢkilendirilerek düĢünüldüğünü ortaya koymaktadır. Ceviz‟in deyiĢiyle söyleyecek olursak, sosyolojinin temel kavramlarından ve sosyal bir aksiyonu çağrıĢtıran yardımlaĢma-dayanıĢmanın ahlak sosyolojisindeki karĢılığı ahlaki eylemdir (Gündüz, 2016: 46).

2.6.2.2. Toplumsal ĠĢ Bölümü

Modern toplum kimi sosyologlarca bir organizmaya benzetilerek izah edilmeye çalıĢılmıĢtır. Durkheim, Comte, S. Simon ve Spencer bunlardan birkaçıdır. Sözgelimi Durkheim‟ e göre toplum sosyal bir organizma iĢlevi görmektedir. Toplum kendisini oluĢturan bireylerden nasıl farklı bir niteliğe sahip olur sorusuna Durkheim, bireyler toplum tarafından yeniden tanımlanmıĢ iĢlevleri üstlenmektedirler demekle toplumun sosyal organizasyon olarak telakki ediliĢine iĢaret etmektedir (Durkheim, 2016: 67).

Bu anlayıĢın temeli bir bakıma Ġslam Ahlak düĢüncesinde, ahlak-toplum iliĢkisi bağlamında, benzer bir yaklaĢımdan hareketle ortaya konulmuĢtur. Bunun en

64

somut örneklerine Fârâbi ve N. Tusi‟de rastlanır. Fârâbi; en yetkin ve ideal toplumu bütün organları ahenk içerisinde iĢleyen bir organizmaya benzetir. Bu organizmaya insan bedenini örnek gösteren Fârâbi vücuttaki her bir organın farklı bir iĢlevi üstlendiğini ve üstelik hepsinin ortak amaç ekseninde ahenk içerisinde hareket ettiğini söyler. Amir bir organ konumunda olan kalp mertebe bakımından en üst seviyededir. Her bir organ kendisine uygun bir fiili yerine getirmekle mücehhez kılınmıĢtır. Tıpkı bedenin organları gibi toplum da belli iĢlevleri yerine getiren büyük bir organizma mesabesindedir. Ona göre insan ihtiyaçlarını gidermeye binaen oluĢturulmuĢ meslek grupları, toplumsal iĢ bölümünün en güzel örneğidir. Fârâbi buna, gıda temini için iĢ bölümüne gidiliĢi örnek vermektedir (Fârâbi, 2011: 100- 103).

Ġnsan nesnelere ve diğer canlılara son derece muhtaç bir yapıya sahiptir. Bu önermenin benzerlerini Ġslam ahlakçılarının ekserisinde bulmak mümkündür. Sözgelimi Tusi‟ye göre insanoğlu kendi bekasında; gıda, ekip biçme, öğütme, temizleme, yoğurma ve piĢirme gibi birçok sanatsal iĢleme muhtaçtır. Bu sınai üretimin yanında ihtiyacının temin edilmesi için mutlak anlamda nesnelere ihtiyaç duyar. Ayrıca nesnelerin kullanılır hale gelmesi birtakım araç gereçlere ve meslek uzmanlarına ihtiyacı zorunlu kılar. Bu nedenle insanı, sosyal iliĢkilerinde tek bir bireyin uzuvları konumuna getirecek bir aradalığa ihtiyaç vardır. Zira toplumu oluĢturan bireyler, tıpkı bedenin organları gibi birbirlerini bütünleyen bir iĢlevselliğe ve iĢ bölümüne sahiptirler (Tusi, 2016: 187,247).

Ġbni Miskeveyh de yaklaĢık tespitlerde bulunmuĢ ve insan hakkında Ģu ifadeleri kullanmıĢtı. Ġnsan kendi eylemlerini sürdürmek ve en üstün yetkinliğe eriĢebilmek için diğer nesnelere muhtaç bir Ģekilde yaratılmıĢtır. Bu her iki söylemin varacağı netice toplumsal iĢ bölümün gerekliliğidir. Burada toplumsal iĢ bölümü hem sosyolojik bir gerçeklik ve toplumsal bir gereklilik olarak ele alınmıĢ hem de ahlakla iliĢkilendirilmiĢtir. Her iki düĢünürün konuya yaklaĢımları bu bağlamda değerlendirilebilir. Yukarıdaki açıklamalar birlikte dikkate alındığında toplumsal iĢ bölümü insanın ihtiyaçlarını temini neticesinde zorunlu olarak meydana gelmiĢtir. Basit anlamdaki bu toplumsal iĢ bölümü daha sonraları kurumlarca paylaĢılarak sistematik hale getirilmiĢtir.

65

Çok sonraları bilim haline gelen modern sosyoloji, bir bakıma toplumun sosyal bir organizma olduğu tahayyülüne dayanmaktadır. Dolayısıyla toplum, ilk sosyologlar tarafından büyük sosyal bir organizasyon olarak kabul edilmiĢ, bu eksenden hareketle toplumsal analizler yapılmaya çalıĢılmıĢtır. Yukarıda da değinildiği üzere; S. Simon, Comte, Durkheim ve Spencer bu anlayıĢın modern temsilcileri arasında zikredilebilir. Bu durum daha önce öne sürdüğümüz; sosyolojik temalar ve ahlak sosyolojisinin (sosyoloji-ahlak iliĢkisi) temelleri ilk Ġslam Ahlak incelemelerine dayandırılabilir Ģeklindeki iddiayı doğrular niteliktedir.

2.6.2.3. Sevgi

Sevgi bütünüyle duyguya dayalı, içsel insani bir eylemdir. Oysaki Ģefkat ve merhamet gibi unsurlar diğer canlılarla ortaklaĢa paylaĢılmakla birlikte sevgi denilebilir ki sadece insana özgü bir histir. Tabi sevgiyi sadece içsel bir his ve duygulanım olarak nitelemek sevgi açısından eksik kalacaktır. Sevgi aynı zamanda bir sosyal iliĢki zeminidir.

Ġnsanları bir araya getiren Ģeyin kuĢkusuz her Ģeyden önce insanın sosyal oluĢundan kaynaklandığına (Gündüz, 2016: 174) daha önce değinilmiĢti. Ġnsanın sosyal bir varlık oluĢu tüm birlikteliklerin temelidir. Fakat sosyal bir varlık olan insanın bu niteliğinin hangi koĢullarda gerçekleĢebileceği, üzerinde düĢünülmesi gereken bir konudur. ĠĢte sevgi ve sevginin temelinde geliĢen dostluk sosyalleĢmenin temel araçlarından birisidir. Ġbni Miskeveyh‟in açıklamaları bu bağlamda değerlendirilebilir:

Kimilerine göre, varlıkların düzeni ve durumlarının iyilik içinde olması sevgiye bağlıdır. Onlar sevgi Ģerefine ulaĢamadığı için insanın, bu fazileti, yani karĢılıklı iliĢkilerinde adaletin uygulanmasını sağlayan alıĢkanlığı elde etmek zorunda olduğunu söylemiĢlerdir. Eğer toplum halinde yaĢayan insanlar birbirlerini seven kiĢilerse, birbirlerine karĢı adaletli davranırlar ve aralarında hiçbir anlaĢma çıkmaz… Güven dayanıĢma ve yardımlaĢma ancak birbirini seven kiĢiler arasında gerçekleĢir. Onlar birbirlerine yardım ederken aynı sevgiyi paylaĢırlarsa sevilen her Ģeye ulaĢırlar. Güç ve zor olsa bile hiçbir amaçları imkânsızlaĢmaz. Bu takdirde onlar, isabetli görüĢler otaya atarlar, akılları iyi yönetim metotları ortaya koymada yardımlaĢır ve böyle bir dayanıĢma ile bütün iyiliklere ulaĢmak için güç birliği ederler (Ġbni Miskeveyh, 2017: 158).

66

Ġbni Miskeveyh‟in bıraktığı yerden devam eden Tusi, insanların doğaları gereği teellüfü/biraradalığı arzuladıkları ve bu arzunun/iĢtiyakın temelinde sevginin bulunduğundan söz eder. Ona göre sevgi doğal bir birleĢimin gereğidir. Adalet ise sınai bir birleĢimi esas alır. Bu nedenle adalete ancak sevginin yokluğunda gereksinim duyulur. Tusi‟nin eski düĢünürlerden yaptığı bir alıntı sevginin sosyalleĢme bağlamındaki durumunu çok güzel özetler: “Bütün var olanların ayakta duruĢu sevgi sebebiyledir ve hiçbir var olan bir varlıktan ve bir birlikten yoksun olmadığı gibi bir sevgiden de yoksun olamaz.” Mıknatıs ve geometrik açılardan hareketle sevginin merkezi açı ve bir çekim gücü sayesinde insanları bir arada tuttuğuna iĢaret eder (Tusi, 2016: 247,248). Görüldüğü üzere Tusi, sevgi hususunda, Ġbni Miskeveyh‟in geleneğini sürdürmüĢ ve sevgiyi dini-ahlaki bir temelden hareketle sosyal inĢanın çok mühim öncülü olarak zikretmiĢtir.

Sevgi aynı zamanda arkadaĢlık ve dostluk iliĢkilerinin ortaya çıkıĢ zeminidir. Tabi burada kast edilen ahlak filozoflarının bahsettiği geç oluĢup (yani menfaat ve zevke değil iyilik ve samimiyete dayalı sevgi) geç çözülen sevgi türüdür. Ġbni Miskeveyh‟e göre dostluk sevginin özel bir türü ve ürünüdür ki buna meveddet denmektedir. Sevgi, bir yönüyle toplumsal iliĢkilerin kurucu öncülüyken diğer yandan sosyal iliĢkileri sağlamlaĢtıran bir mahiyete sahiptir. Ona göre, hac ve Cuma, cemaat namazları vb. ibadetler, sevgi temelli iliĢkilerin kurulumu olarak tanrı tarafından vaz edilmiĢtir. Sözgelimi, yaĢlı, engelli ve edilgen bir yaĢama sahip farklı toplumsal kesimler arasındaki iliĢki sevgi dinamiğiyle sağlıklı bir temele oturur. Zira sevgi menfaat ve çıkar iliĢkilerine dayanmadığı için kalıcı bir yapıya sahiptir. Zengin-fakir, yöneten-yönetilen, efendi-köle, karı-koca hatta kul ve tanrı arasındaki iliĢki sevgi temelli olduğunda ancak uzun ömürlü ve sağlıklı bir netice verebilir (Ġbni Miskeveyh, 2017: 164-177). Nitekim Ġbni Miskeveyh, Tusi ve Maverdi dostluk iliĢkileri hakkında birtakım prensipler zikretmektedirler. Dolayısıyla sevgi ve sevginin temelinde geliĢen dostluk bağı sosyal iliĢkilerde öncelikli olup sosyalleĢmenin temel araçlarından birisi konumundadır (Fahri, 2014: 182).

Maverdi, insanlar arasındaki kaynaĢmayı beĢ temele bağlar. Bunlardan bir tanesi de sevgidir. Ona göre sevgi, “kalplerin meylini üzerine toplayan, fena Ģeyleri defeden insan halinin nizam ve kaidesi”dir. Sevgi, ilgi ve alakayı temin eden hususi salaha ve kurtuluĢa ulaĢtıran bir değerdir (Aksakal, 2013: 32). Sevgi ahlak

67

sosyolojisine iliĢkin bir kavram olarak geliĢtirilse de günümüzde sevgi kavramına duygu sosyolojisi bağlamında yer verilmektedir. Sözgelimi Ulus Baker‟in duygu sosyolojisine iliĢkin çalıĢması buna örnek olarak verilebilir (Baker, 2015).

2.6.2.4. Ahlak Eğitimi

Eğitim; ahlakın olduğu kadar sosyolojinin de araĢtırma konusudur. Bu yüzden hangi açıdan olursa olsun (din, politika, ahlak) eğitimi ele alan herhangi bir çalıĢma sosyolojiyi dikkate almak zorundadır. Bu zorunluluktan hareketle ilk Ġslam ahlakçıları toplumsal gerçekliği dikkate alarak ahlak eğitimi teorileri geliĢtirmeye çalıĢmıĢlardır. Nitekim sosyalleĢmenin yani sosyal yaĢantının teĢekkülünde eğitimin bu denli önemli olması bu gerçeklikten kaynaklanmaktadır. ġöyle ki siyasi ve sosyal

Benzer Belgeler