• Sonuç bulunamadı

TOPLUMSAL CİNSİYET KAVRAM

Belgede Eğitimde Değerler (sayfa 104-106)

Bölüm I I I Özet, Sonuç ve Öneriler 1 Özet

TOPLUMSAL CİNSİYET KAVRAM

"Kadın doğulmaz, kadın olunur' Simone de Beauvoir GİRİŞ

Eğitimle ilgili tüm sorunlar ve politikalar eğitimin özneleri olan eğitimcilerin dışında ve üstünde değildir. Sorunları bizzat yaşayanlar ve sistem eleştirilerinde bulunanlar çözüm noktasında da var olmak zorundadırlar. Eğitimi diğer toplumsal altyapı ve üst yapı kurumlarından ayrı tutmadan toplumsal cinsiyet konusundaki saptamalarımızı

oluşturmaya çalıştık.

Bu çalışmada temel amacımız toplumda varolan cins ayrımcı eğitim yapılanmasının doğal bir tutum olmadığını aksine, bilinçli bir saldırının ürünü (uzantısı) olduğunu

göstermekti.

Çalışmamızda özellikle eğitim sistemimizde okullarımızda ve ders kitaplarında varolan toplumsal cinsiyet eşitsizliklerine yer vermeyi uygun bulduk. Amacımız yaşanan örnekleri vererek bir farkındalık durumu yaratmak ve toplumsal cinsiyet sorununu bilince çıkarmaktır. Sorun ortaya konduğunda ise alternatif çözüm öneriler üretmek noktasında adım da atılmış olacaktır.

Okul çocuklardaki birçok yetiyi ortaya çıkarması gereken kurum olma niteliğini kasıtlı politikalarla, çıkarlarına uygun biçimde kullanmaktadır. Eğitim yoluyla kişilik özellikleri, tutum ve değerler kolaylıkla değiştirilebilir. Doğru politikalarla cinsiyet ayrımcılığı yapan zihniyetlerin yanlışlıkları ortaya konabilir.

TOPLUMSAL CİNSİYET KAVRAMI

Cinsiyet, bireyin biyolojik cinsiyetine dayalı olarak belirlenen demografik bir kategoridir. İnsanların nüfus cüzdanlarında yazan cinsiyet bu terimin anlamına uygundur. Toplumsal cinsiyet (gender) terimi ise, kadın ya da erkek olmaya toplumun ve kültürün yüklediği anlamları ve beklentileri ifade etmektedir ve kültürel bir yapıyı karşılamaktadır. Kadınlarla erkekler arasındaki biyolojik farklılıklara cinsiyet farklılıkları denir. Toplumsallaşma sürecinde erkek ve kız çocuklarının öğrendikleri, kültürün cinsiyetlerine "uygun" Luiduğu duygu, tutum, davranış ve roller arasındaki farklılıklar ise toplumsal cinsiyet farklılıkları olarak ele alınır. Bunlar gerçek olmayan farklılıklardır; çünkü toplumun kendi kalıplarını bireye dayatması sonucu oluşan farklılıklardır.

Biyolojik cinsiyet farklılıkları öğrenilmemiş, doğuştan getirilen özellikler bakımından kadınlarla erkekler arasında gözlenen farklılıklardır. Toplumsal cinsiyet farklılıkları ise öğrenilen, sosyalleşme sürecinde kazanılan özellikler bakımından insanlar arasında gözlenen farklılıklardır. Toplumsal cinsiyet farklılıkları, bireyden bireye, kültürden kültüre bazı değişmeler gösterirken; bazen de benzer özellikler tüm kültürlerde bulunabilmektedir.

Cinsiyet ile biyolojik olarak belirlenmiş kadın ve erkek özellikleri anlaşılırken (doğum yapma, bebek emzirme, yumurtayı dölleme, regl, yüzde ve vücudun diğer bölümleri de daha fazla kıl olması, sesin kalınlaşması vb.), toplumsal cinsiyet kavramı, kadın ve erkek olmanın toplumsal olarak oluşturulan yönlerini tanımlar. Herhangi bir toplumda kadının ve erkeğin toplumsal cinsiyet kimliği, sosyal psikolojik ve toplumsal olarak (bu tabii ki tarihsel ve kültürel anlamına da gelmektedir) belirlenmektedir.

Toplum tarafından kız ya da erkek olarak etiketlenmelerinin ardından çocuklar cinsiyetin kültürel anlamlarını öğrenmeye ve kazanmaya başlarlar. Cinsiyetin kültürel anlamları, toplumsal cinsiyet rolleri olarak görülür. Toplumsal cinsiyet rolü, toplumun tanımladığı ve bireylerin yerine getirmelerini beklediği cinsiyetle ilişkili, bir grup beklentidir. Toplumsal cinsiyet rolleri, kadınlığın ve erkekliğin sosyal ortamlarda ifade edilişidir.

Bu terimi sosyolojiye sokanlardan biri olan Ann Oakley 'e göre, ""cinsiyet1 (sex) biyolojik erkek-kadın ayrımını anlatırken, "toplumsal cinsiyet1 (gender) erkeklik ile kadınlık arasındaki buna paralel ve toplumsal bakımdan eşitsiz bölünmeye gönderme yapmaktadır." Dolayısıyla "toplumsal cinsiyet", kadınlar ile erkekler arasındaki farklılıkların toplumsal düzlemde kurulmuş yönlerine dikkat çekmektedir. Fakat bu terimin kapsamı, ilk ortaya çıkışından beri, yalnızca bireysel kimliği ve kişiliği değil, ayrıca sembolik düzeyde erkekliğin ve kadınlığın kültürel idealleri ile stereotiplerini, yapısal düzeyde ise kurumlar ve örgütlerdeki cinsel işbölümünü içine alacak kadar genişlemiştir.

Bir kişinin kendi kimliğini birincil olarak erkek ya da kadın diye belirlemesi, bu belirlemeye eşlik eden tutum, düşünce ve istekler toplamıyla birlikte, bu kişiye çocukken hangi kimliğin yüklendiğine bağlıdır. Olayların olağan seyrinde, bu kimlikler, uyumlu kromozom, hormon ve morfoloji farklılıklarına karşılık gelir. Dolayısıyla, biyolojik farklılıklar, toplumsal roller arasındaki farklılaşmanın bir nedeni olmak yerine bir habercisi haiine gelir.

Cinsiyet ile toplumsal cinsiyeti birbirinden ayırmak, kadın ve erkeklerin biyolojik farklılıklarına dayanarak onların toplumda oynadıkları rolün doğal ve kaçınılmaz olduğunu ileri süren eğilimlerden kaçınmak açısından önem taşımaktadır. Bu ayrım, kadınların ve erkeklerin onları erkek ya da kadın yapan özelliklerinin önemli bir kısmının toplumsal olarak belirlendiğini ve dolayısıyla değişebileceğini vurgulamaktadır(Toplumsal Cinsiyet Rolleri Eğitim Materyalleri)

Kalıp yargılar

Toplumun kadınlardan ve erkeklerden beklediği bazı davranışlar ve özelliklere cinsiyet kalıpyargıları denmektedir. Cinsiyet kalıpyargıları, ırk, yaş ve engelli kalıpyargıları gibi diğer kalıpyargılarından farklıdır ve insanlara kesin reçeteler sunar. Zamanla pek azı değişir. Bununla birlikte dünyanın çeşitli kültürlerinde de büyük benzerlikler gösterebilir. Türk toplumuna uygun bir cinsiyet rolü ölçeği geliştirme çalışması yapan Altan'ın araştırmasında ülkemizde kadınlara ve erkeklere yüklenen olumlu özelliklere bakılmıştır. Kadınlar için beklenen olumlu özellikler şunlardır: Duygusal, çekici, düzenli, etkileyici, fedakar, görgülü, iyi huylu, kibar, terbiyeli, pratik, sabırlı, sevimli, saygılı, sevecen, sadık, tatlı dilli, itaatkar, üretken, yumuşak, zarif. Erkek için beklenen olumlu özellikler şunlardır: Atılgan, bağımsız, cesur, çevik, kavgacı, dayanıklı, sporsever, güçlü, girişimci, hakkını savunabilen, hızlı, hırslı, kendine güvenen, kararlı, mert, mücadeleci, onurlu, otoriter, sert, soğukkanlı.

Cinsiyet kalıpyargılarının gücünü etkileyen bazı faktörler de vardır: Kadının çalışması, eğitim düzeyi vb.

Kalıpyargıların sürdürülmesinde ailenin ve diğer toplumsal kurumların yanı sıra kitle iletişim araçlarının , çocuk kitaplarının, reklamların , film ve küplerin vb.'de rolü olmaktadır. Kadının ve erkeğin karşısına sıklıkla bir çifte standart çıkmaktadır: Kadına başka, erkeğe başka kuralların işletilmesi. Bireyler, kendilerini gerçekleştirmek konusunda engellerle karşılaşmakta ve toplumun beklentilerini gerçekleştirmek üzere çeşitli yönlendirmelerle karşılaşmaktadırlar (Dökmen, Zehra, 2004)

Yakın zamana kadar psikolojinin ve sosyolojinin, insanın tüm çeşitliliğine kapalı olduğundan, cinsiyetin yanı sıra ırk, sınıf, kültür, yaş , cinsel tercih vb. farklılıkları dikkate almadığından söz edilebilir. Klasik çalışmaların çoğunda örneklemler sadece erkeklerden oluşturulmuştur. Erkeğin davranışı tüm insanların davranışlarını açıklamada bir standart olarak alınmıştır. Bu cinsiyet kalıpyargılârının bir etkisidir. Günümüzde özellikle feminist psikologlar tarafından buna karşı çıkılmaktadır ve araştırmaların sonuçları bu bakımdan eleştirilmekte, yeni araştırmalar yapılarak eski bulgular gözden geçirilmektedir. Bilimsel sonuçların cinsiyet yönünden yanlı olmasını önlemenin bir yolu, yöntemsel iyileştirmelerin sağlanmasıysa, diğer bir önemli yolu da toplumsal cinsiyetle ilgili araştırmaları sürdürmektir (Dökmen, Zehra, 2004)

Önyargılar ve Ayrımcılık

Cinsiyet önyargıları dendiğinde kadınlara yönelik önyargılar anlaşılmaktadır. Cinsiyet ayrımcılığı daha çok iş ve eğitim gibi alanlarda ortaya çıkmaktadır. Kızların daha az okutulmaları veya belli okullara sadece erkeklerin ya da sadece kızların alınıyor olması bu ayrımcılığın örneklerindendir. İş yaşamında da bazı işkollarının kadınlara ya da erkeklere kapalı olması veya işte yükselme imkanlarının kadınlar için zorlaşması ya da "eşit işe eşit ücret" ilkesinin kadınlar lehine işletilmemesi bu ayrımcılığın başka örneklerindendir.

Cinsiyet ayrımcılığı doğrudan eylemler biçiminde olabileceği gibi gizli ya da dolaylı biçimlerde de gerçekleşebilmektedir. İşten çıkarılma oranının kadınlarda fazla olması doğrudan cinsiyet ayrımcılığına bağlanabilir. Cinsiyet ayrımcılığı, iş koşullarının kadının ihtiyaçları doğrultusunda düzenlenmemesi ve kadın için zorlaştırılması gibi yollarla gizli ya da dolaylı da olabilir. Yeni doğum yapmış bir kadının doğum sonrası izninin ihtiyacı düzeyinde olmaması, ücretsiz izin almanın ise aile gelirinin azalmasına yol açacağı için hiç de uygun bulunmaması bu tür bir ayrımcılığın sonucu olabilir. Çoğu kurumlarda annenin ve bebeğinin ihtiyaçlarına cevap verebilecek kreş ve anaokulu gibi düzenlemelerin olmayışı da çoğu annenin işine, kariyerine ara vermesine ya da tam verimli çalışamamasına, dolayısıyla yükselememesine ya da başarısının düşmesine yol açmaktadır; bu da kadına yapılan haksızlığın faturasının yine kadına yüklenmesi anlamına gelmektedir.

Kadının ve erkeğin farklı özelliklere sahip oldukları inancı ile bazı rol ya da pozisyonların erkeklere ya da kadınlara uygun bulunmaması da cinsiyet ayrımcılığı uygulamaları ile sonuçlanabilmektedir. Kadınların lider ya da yönetici olma yollarının çoğu zaman kapalı olması bu tür kalıpyargılara dayanabilmektedir. Kadınların çalıştıkları işyerlerinde şirketlerde üst konumlara gelmelerinin çeşitli yollarla engellendiği, bu anlamda bir "cam tavan etkisi"nin gözlendiği söylenebilir. Kadınların resmen amir, yönetici gibi konumlara gelmelerini engelleyecek (tavan) yönetmelikler ya da yasalar bulunmamakla birlikte kadınların yükselmesini önleyen görünmeyen, gayri resmi (cam) uygulamalar olmakta ve kadın ne kadar çabalasa da bir türlü bu "cam tavan"ı aşamamaktadır (Dökmen, Zehra, 2004)

Cinsiyetin toplumsallaşmasının çok güçlü olduğu ve buna meydan okumanın huzursuzluğa yol açabileceği ortadadır. Bir kez toplumsal cinsiyet 'yüklenildiğinde', toplum bireylerden 'kadınlar' ve 'erkekler' olarak davranmalarını beklemektedir. Bu beklentilerin yerine geldiği ve yeniden üretildiği yer, gündelik yaşamın pratikleri içindedir.

Belgede Eğitimde Değerler (sayfa 104-106)