• Sonuç bulunamadı

TARİHTEN KISA BİR KESİT

Belgede Eğitimde Değerler (sayfa 106-108)

Bölüm I I I Özet, Sonuç ve Öneriler 1 Özet

TARİHTEN KISA BİR KESİT

tarihsel sürece bakıldığında, belli bir dönem kadınların, insan soyunun devamında ve maddi yaşamın gereksinmelerinde aldıkları rollerden dolayı, gücün simgesi haline geldikleri görülmektedir. Ancak, özel mülkiyetin, tek eşliliğin, dinlerin ve devletin ortaya çıkmasına bağlı olarak, kadınlar, toplumsal üretimden, yönetim ilişkilerinden soyutlanarak ikincil konuma itildi. Bu durumu kabullenmediklerinde ise, kadınlar, zorlamayla karşı karşıya gelerek, büyücü, cadı ve uğursuz suçlamalarıyla yakılarak tarihin en büyük soykırımına uğradılar.

Artı üretimden, özel mülkiyete, sınıflara, oradan da egemen sınıfın devamı ve varlık güvencesi olan devlete geçen tarihsel süreçte, erkek egemen anlayış, geleneksel toplumda, kadın-erkek rollerini kesin çizgilerle belirledi. Cinsiyet esasına göre işbölümü

gerçekleştirildi. Kadın, kocasının sadık karısı, çocuklarının anası, ailenin-evin hizmetçisi haline geldi. Çocuklar doğumlarından itibaren erkek ve kadın rollerine uygun olarak yetiştirildi. Yüzyıllardan beri süren erkek egemen sistem, kadınların ikincil konuma itilmesine ve bunu içselleştirmelerine yol açtı.

İnsanlığın ortaya çıkışından bu yana, oluşturulan sosyal, ekonomik, ve kültürel süreçlerde payı olan kadınların kendi tarihleri, erkek egemen anlayış tarafından öylesine çarpıtıldı ki, kadınlar, dünyayı erkeklerin bakış açısıyla değerlendirmeye başladılar. Aile kurumu içinde bütün dinler tarafından kutsanan kadınlar, Adem'in kaburga kemiğinden ve güçsüz yaratıldığı erkeğin cennetten kovulmasına neden olduğu önyargısıyla aşağılandı; hatta insan olup olmadığı tartışıldı. Antik çağlardan bu yana, mülkiyet + devlet + ataerkil aile kurumlarının sarmalı içinde toplumsal üretimden soyutlanan kadın, eve kapatıldı. Önce, köle kadın sonra da ev kölesi olarak sürekli baskı altında tutuldu. Kapitalist sistemde burjuvazi çıkarı gereği kadını yeniden üretime dahil etti.

Sanayi devriminden sonra kadın, üretimdeki güçlerini kullanarak eşit haklar mücadelesinin bilincine vardı. 1789 yılında burjuvazinin feodalizme karşı başlattığı, Burjuva Demokratik Devrim'ine, kadınlar toplumsal değişim ve dönüşümlerin kendilerine yeni ve eşit haklar getireceğini umarak, mücadeleye destek verdiler. Miras ve boşanma gibi burjuva demokratik hakları bu mücadele sonucunda kazandılar. Ancak, çok geçmeden, kadınlar erkek egemen düzenin kalın duvarlarına çarptılar. "Kadınlar daha en başından 'insan ve yurttaş hakları1 deyiminin kendilerini kapsamadığının farkına vardılar. Olympe de Gauges işte bu yüzden 1791'de 'Kadın ve Yurttaş Hakları Bildirgesini1 ilan etti. O nedenle ' kadın cinsine yakışmayacak biçimde politika yapmaya kalkıştığı için' devrimci mahkeme tarafından giyotine gönderildi." ( Berktay, Fatmagül, 2003)

19. yüzyılın ortalarından itibaren, Marksizmin ortaya çıkması, Komünist Manifestonun yayınlanması ve 1864 Komünist Enternasyonalin kurulmasıyla, siyasal ve toplumsal mücadeleler tarihinde yeni bir aşamaya geçildi. Marksizm, kadın sorununa farklı bir bakış açısı getirdi. 1871 yılında Paris'te işçi sınıfının, burjuvaziye karşı, ilk iktidar mücadelesinde, kadın ve erkek işçiler birlikte savaştılar.

Ekim devrimi mücadeleleri önemli ölçüde çakıştırdı. Sovyet kadınları tüm haklarına kavuşacakları bu davada hiç tereddütsüz yerlerini aldılar. Kadınlar, Ekim devriminden sonra kurulan sosyalist düzende o güne kadar sahip

olmadıkları kadar haklara kavuştular. Fakat ilerleyen süreçte, cinsler arası eşitsizliğin giderilmesine yönelik adımların hızı kesildi. 1930 yıllarda aile yasasıyla geleneksel aile yeniden diriltildi.

Kapitalizmin hızla geliştiği 19. yüzyıl smıflararası mücadelelerin ve cinslerarası çatışmaların yaşandığı bir yüzyıldır. Kadınların eğitim hakkı mülkiyet hakkı, çalışma hakkı, seçme - seçilme hakkı gibi taleplerle başlattığı ve I. Feminist dalga olarak adlandırılan bu dönem; 19. yüzyılın sonunda kadınların çalışma ve eğitim hakkını, I. Dünya savaşı sonrasında ise, siyasal haklarını kazanmalarıyla son buldu. Kadın hareketi 196O'lı yıllara kadar durağan bir dönem geçirdi.

I. feminist dalga sonucunda elde edilen kazanımlar, kadınların toplumsal statüsünü çok fazla değiştirmemişti. Kadınlar eğitim hakkı elde etmişlerdi ama eğitimin olanaklarından erkekler kadar yararlanamıyorlardı. Kadınlar seçme ve seçilme hakkı da elde etmişlerdi ama siyasal partilerde, hem üyelik hem de yönetimlerde bulunma açısından yok denecek kadar azlardı. Bütün Dünya ülkelerinin parlamentolarında kadınların oranı oldukça düşüktü. Kadınlar çalışma hakkı elde etmişlerdi ama bu haktan da az sayıdaki kadın yararlanabiliyordu. İşgücü piyasasının kendisi toplumsal cinsiyet eşitsizliklerini üretir durumdaydı. Bir çok sektörde kadınlar aynı işi yapsalar bile erkeklerle aynı ücreti alamamaktaydılar. Bazı meslekler kadın mesleği olarak tanımlanmakta (öğretmenlik, hemşirelik gibi) ve genelde bu meslekler düşük statülü, az ücretli meslekler olmaktaydı. Kısacası, yasalarda sağlanan eşitlik, toplumsal yaşam pratiğine yansımamıştı. Cinsiyete dayalı iş bölümü kamusal alanı erkeklerin, özel alanı ise kadınların var olacağı/olabileceği alanlar olarak belirlemişti. Kamusal alanın normları erkeklere göre ve erkekler tarafından belirlenmişti.

Günümüzde de geçerli olan bu tespitlerden hareketle "kişisel olan politiktir" ya da "özel olan politiktir" şiarıyla 1960' lı yıllarda itibaren II.Feminist Dalga olarak adlandırılan dönem başladı. Kadınlar artık sadece eşitlik için değil, eşitlik ve özgürlük için toplumsal

cinsiyet ayrımcılığına karşı mücadele ediyorlardı. Kadınlara yönelik fırsat önceliği politikaları bu dönemde sıkça tartışıldı ve bazı ülkelerde(İsveç, Danimarka gibi) hayata geçti.

Avrupa' da 1960' lı yıllarda başlayan Feminist hareket, Türkiye' de yankısını 1980' li yıllarda buldu. 1980' li yıllar Türkiye' de kadın sorununun en çok konuşulduğu ve tartışıldığı yıllar oldu. Kadınlar bu dönemde dayağa karşı ve bekaret kontrolüne karşı kampanyalar düzenlediler. İstanbul ve Ankara' da kadın sığınma evleri açıldı. İstanbul, Ankara, Adana ve İzmir' de Üniversiteler bünyesinde Kadın Sorunlarını Araştırma ve Uygulama Merkezleri kuruldu. İstanbul'da "Kadın Eserleri Kütüphanesi" açıldı. Türkiye 1985 yılında "Birleşmiş Milletler Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi" ni imzaladı. 1990 yılında Başbakanlığa bağlı olarak "Kadınların Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü" kuruldu. Yaşanan bu süreçten partiler ve sendikalar da etkilendiler. Bazı partiler (CHP,ÖDP,DEHAP gibi) kota uygulamasına başladılar. Sendikalarda ise, Kadın Sekreterliği, Kadın Komisyonları, Kadın dairesi gibi organlar kurulmaya başladı.

Belgede Eğitimde Değerler (sayfa 106-108)