• Sonuç bulunamadı

2.5. Edebiyat ve Tiyatro İle İlgili Görüşleri

2.5.2. Tiyatro İle İlgili Görüşleri

Tiyatronun amacını yalnızca estetik bir haz değil, aynı zamanda kişilik gelişimini gerçekleştirmek olarak da gören Baltacıoğlu, tiyatroyu şöyle tanımlar: “Tiyatro bir sahne üzerinde, kendine göre olan dekorla, rollerine uygun makyaj ve

kostüm taşıyan aktörler tarafından suflörü kovalayarak bir müellifin, piyesinde tasarladığı hayatı göstermektir.” (Baltacıoğlu, 1943a: 8)

Tiyatro hakkında birçok yazısı bulunan Baltacıoğlu; tiyatronun kendine münhasır bir konu olduğunu ifade ederek millî bir tiyatro anlayışının oluşturulabilmesi için çalışmalar yapmıştır. Baltacıoğlu, çocukluk dönemlerinde tiyatroya ilgi duymaya başlamıştır. Onun tiyatroya olan merakını uyandıran neden, Beyoğlu'nda ve Galata rıhtımında bulunan ve pandomimaya büyük yer veren alaturka cinsindeki halk  tiyatrolarıdır. (Aytaç, 1979: 170) 

Baltacıoğlu, iki önemli dönemin düşünürü olarak karşımıza çıkar. Hem Meşrutiyet dönemi hem de Cumhuriyet dönemi aydını olarak çalışmaları mevcuttur. Üstün çalışmalarının meyvesi değerli fikirlere sahip önemli bir bilim ve sanat adamıdır. O’na göre Türk tiyatrosu Avrupa’nın tesiriyle hayat bulmuştur. Millî bir tiyatro mefhumunun olmadığına ve bu mefhuma ulaşılabilmesi için alışılagelmiş Türk tiyatrosunun tartışılması gerektiğine inanan Baltacıoğlu; Meşrutiyet döneminin ve Cumhuriyet döneminin tiyatro anlayışını birleştirerek bir öneri hazırlamaya çalışmıştır.

Baltacıoğlu, sadece bir düşünür olarak değerlendirilmemelidir. Hem oyun yazarı hem de iyi bir uygulama erbâbı olarak, ilim ve sanatın ilişkisini inceler. İlim ve sanatın birbirini yoğun şekilde etkiler tarzda olan ilişkisini “Öz Tiyatro” adlı tezinde dile getirir. O bu yapıtında hem millî bir tiyatro gâyesi taşır, hem de eğitim bilimi ile tiyatro arasındaki etkileşimin çok önemli olduğuna değinir. Ayrıca, Baltacıoğlu’nun çocuklarla yaptığı çalışmalar da bu tezin oluşmasına kaynaklık etmiştir. (Çelik, 2010: 154)

Tiyatroyu düşündüren bir sanat dalı olarak gören Baltacıoğlu; tiyatroda yenilik hareketinin, aktör, rejisör, piyes ve halk gibi unsurların esas anlamlarına kavuşması ile başladığını ifade etmektedir. Tiyatro sanatının doğuşunu sağlayan aktör, yaşam ile oyun arasında bir nitelik farkı değil de nicelik farkını göz önünde tutarak, süreyi yaşamın kendisi olarak canlandırmalı ve gerçekleştirmelidir. (Baltacıoğlu, 1954: 10)

Sahne tiyatrosu anlamında bir Türk tiyatrosuna sahip olunmadığını ifade eden Baltacıoğlu; ortaoyunlarının, karagözlerin Türk Milletinin değerlerini yansıttığını söyler. Baltacıoğlu, millî bir tiyatro anlayışının oluşturulmaya çalışılmasına karşın, millî tiyatro algısının yanlış olduğunu belirtmektedir. O, millî tiyatro gâyesine; Türk’e özgü karakterlerin var edilmesiyle ve Türk’e hitâb eden, Türk’ten esinlenmiş mimik ve konuşma tarzının var edilebilmesiyle ulaşabileceğini savunmuştur. Bunun için tiyatroda halka; Türk’e doğru bir yönelme şarttır. Çünkü sonsuz esin kaynağı olan halktır. Kendimize has bir tiyatromuzun halen var olmamasının sebebini tiyatrocuların Türk dilini hor görmesine bağlar. (Baltacıoğlu, 1994: 97-98)

Baltacıoğlu, Karagözü sanat başyapıtlarından biri olarak görür. Onu diğer tiyatro sanatlarından ayıran temel özelliği karagözcünün, oyunda hem seslendirmen (suflör) hem de yönetmen (rejisör) görevini yapmasıdır. O, karagözde gerçekçiliğin ve doğallığın ön planda olduğunu ifade etmektedir.

Dekorun olmadığı karagözü millî tiyatronun özelliklerine hâiz bir tiyatro eseri olarak gören Baltacıoğlu; karagözün tekrar gün yüzüne çıkartılması ve insanların beğenisine sunulması gerektiğine dikkat çekmektedir. Avrupa’da da geçmişte yaşanan sıkıntılı dönemlerin; millete hitâb eden, millete ait gelenekleri içerisinden gelen eserlerin, canlandırılmasıyla aşıldığına dikkat çekerek, Türkiye’de de bu yöntemin acilen uygulanması gerektiğini savunmuştur. Karagözün halka tekrar sevdirilmesi ve eskisi gibi halkın hafızasında yer edebilmesi için, dergi ve gazete gibi yazılı basın araçlarının etkin bir şekilde kullanılması gerektiğine dikkat çeker ve bahsi geçen unsurların yerine getirilmesiyle “tiyatroda Türk’e doğru gitmek” için büyük bir mesafe katedileceğini ifade eder. 

Baltacıoğlu’na göre her konuda olduğu gibi tiyatro konusunda da esas sorun “millî kimliksizlik”, millî bir tiyatro anlayışının olmamasıdır. Tiyatro icrâatının, her aşamada millî bir anlayışla gerçekleştirilmesi lazımdır. Kendi özverili çalışmalarıyla millî bir tiyatro şuuru oluşturmaya çalışan Baltacıoğlu; milleti ilgilendiren bütün unsurlarda millîliğin olması gerektiğini ifade etmiştir. O’na göre tiyatroda millîliğin sağlanabilmesi için gerekenler şunlardır:

1) Tiyatroda Türklük diksiyonda, deklâmasyonda, aksiyonda, sözün kısası, süre(durêe) de Türklüktür. Türk gibi konuşmayan, Türk gibi kımıldamayan, Türk gibi yaşamayan, oluşu, süresi Türk olmayan bir tiyatro Türk değildir.

2) Bundan başka bir iddiam daha vardır ki o da şudur: Türk temaşa nevileri incelenecek olursa onlarda millî neviden bir tekniğin cevherin gizli olduğu görülecektir. Bu cevher bizi tekniği bakımından da millî olacak orijinal bir tiyatro nevine götürebilir. (Baltacıoğlu, 1994:103)

Millî oyunlarımızın olmamasından sıkça yakınan Baltacıoğlu; oyunlarda işlenen konuların ve oluşturulan rollerin yabancı olduğuna dikkat çekmekte ve yaşanan bütünleşme sürecinin tiyatromuza büyük zararlar verdiğini ifade eder. Türk’e ait ortaoyununun “sürrealist” bir akımdan etkilendiğini düşünen Baltacıoğlu; Batı tiyatrosunun bitmeye başladığı bir dönemde kaynağı olan insanına dönerek hayatta kalabildiğini belirtir. Ancak bizdeki anlayışın, kurtuluşu olması gerektiği gibi halkta değil zaten çökmekte olan batı tiyatrosuna adaptasyonda aramasının yanlış olduğunu ifade eder. Dolayısıyla Türkleri ve alışkanlıklarını yansıtan bir tiyatro geleneği meydana gelememiştir. (Baltacıoğlu, 1994: 104)

Baltacıoğlu’na göre Türk tiyatrosunda her şeye rağmen ayakta kalan unsurlar vardır. Bu unsurlar, ilginçtir ki Batının ulaşmaya çalıştığı hedeflerdir. Bu hedefleri kurtuluş olarak gören Batı; tiyatrolarının edebiyat veya resim gibi sanatların tesirinden kurtulması gerektiğine inanmıştır. Ancak bizdeki anlayış ise bunun tam tersi; öz tiyatronun hor görülmesi olarak ortaya çıkmaktadır. Batının ulaşmaya çalıştığı ve Türklerde her şeye rağmen varlığını sürdüren değerleri, tiyatronun gelişiminin önünü tıkayan unsurlar olarak görenleri eleştiren Baltacıoğlu; bu değerlere sahip çıkılarak ve bazı unsurların da çağın gereklerine uygun hale getirilerek yaşatılabileceğine dikkat çeker.

“Oyuncu” unsurunu tiyatronun temel elemanı olarak nitelendiren Baltacıoğlu; Öz Tiyatro tezinde tiyatronun geri kalan araçlarının sadece oyuncuyu destekleyen elemanlar olduğunu ifade ederken, bu durumun asıl tiyatromuzun da temelini oluşturduğuna dikkat çekmektedir (Hilmioğlu, 1992: 59-60). Millî tiyatronun batıyı taklit etmekten ziyâde özünü oluşturan; karagöz, kukla, ortaoyunu, köy oyunları gibi unsurlara önem vermesi gerektiğini söyleyen Baltacıoğlu; bu değerlerin de halkla tekrar buluşturulması gerektiğini düşünmektedir. Öze yönelmek millî kimlik arayışı için de büyük bir adım olacaktır.

Baltacıoğlu’nun Cumhuriyet döneminden önce başlayan çalışmalarının ürünü olarak karşımıza çıkan Öz Tiyatro tezi geleneksel tiyatro anlayışımıza göre uygulamaları içinde barındıran bir tezdir. 1912 yılında Şems’ül-Mekâtib’de ders nâzırı

olarak görev yaparken gerçekleştirdiği atölye çalışmaları, tezin hazırlanma aşamasının ilk dönemini oluşturmaktadır. Bu çalışmaların yapıldığı yerler; yani atölye olarak nitelendirilen çocukların eğitim aldığı okullar ve dönemin halkevleridir. Çalışmaların adresinin eğitim müesseseleri olmasının sebebi Baltacıoğlu’nun iyi ve özgün bir pedagog olmasından ileri gelir. O; tiyatro oyunlarının hem çocuklar için hem de yetişkin bireylerin kişiliklerinin gelişmesi için iyi bir eğitim aracı olduğunu ifade etmiştir. Kişiliklerin gelişmesinde, anlayarak öğrenmede, üreticiliğin ve hayal gücünün gelişmesinde, yardımlaşma anlayışının yerleşmesinde ve sorumlu birey kişiliğinin oluşmasında çok büyük önem arz eden tiyatro oyunları Baltacıoğlu’na göre değerlendirilmesi gereken bir eğitim aracıdır.

Tiyatronun bir eğitim aracı olarak kullanılması gerektiğini devamlı vurgulayan Baltacıoğlu, bu uygulamanın başlangıcını “Türk Tiyatrosu” anlayışının oluşturulabilmesi için büyük bir adım olarak görmektedir. Öz Tiyatro tezi tiyatro için bir buhrânın yaşandığı dönemde bir kurtuluş yolu olabilir. Çünkü Baltacıoğlu’nun 1941 yılında basılan tezi, tiyatro severlere ve tiyatro eğitimcilerine sonsuz bir bilgi pınarı olarak Türk tiyatrosunun birikimlerini geleceğe aktaran bir köprüdür.

Baltacıoğlu’nun tiyatronun eğitim içerisinde kullanılmasına dair görüşleri, onun eğitim kuramını tamamlar ve eğitim anlayışı ile tutarlılık gösterir. O, tiyatroyu diğer sanatlardan ayrı tutar. Çünkü tiyatronun insan kişiliğini geliştiren, yaratıcı ortaya çıkaran sosyalleşmesini sağlamada etkili olduğunu düşünür. (Şener, 1996: 63)