• Sonuç bulunamadı

Baltacıoğlu’nun Eğitim Tarifi ve Amacı

2.3. İsmayıl Hakkı Baltacıoğlu’nun Eğitim İle İlgili Temel Görüşleri

2.3.1. Baltacıoğlu’nun Eğitim Tarifi ve Amacı

Türkiye’de eğitim alanında yenilenmeler Osmanlı’nın son dönemlerinde, II. Meşrutiyet’ten sonra ortaya çıkan modernleşme ve batılılaşma faaliyetleri ile başlar. Cumhuriyetin ilk yıllarında geleneksel eğitimin dışına çıkılarak çağa uygun yeni bir eğitim modeli oluşturmak ve yeni bireyler yetiştirmek amaçlanır. Türkiye’de, eğitimde yenileşmenin en önemli isimlerinden biri olan Baltacıoğlu, modern ve millî bir eğitim sistemini oluşturmak ister.

Baltacıoğlu, Osmanlı Devleti’nin eğitim politikasını belirleyen bireyci, Osmanlıcı ve kozmopolit anlayışa karşı çıkar. Ezberci eğitim yerine uygulamalı öğrenimi, ferdi merkeze alan eğitim yerine de toplum merkezli eğitimi benimser (Güngör, 2008: 3).

Baltacıoğlu, mevcut eğitim sisteminin amacını yalnızca uslu, ezberleme yeteneğine sahip çocuklar yetiştirmekten ibaret görmektedir. Bu şekilde gerçekleştirilen bir eğitimde yetişen nesiller sağlıksız olacaktır. O, tecrübeleri doğrultusunda çocukları içinde yaşayacakları sosyal hayata hazırlayacak, düzenli ve özgür olan bir eğitim sistemine ihtiyaç olduğunu düşünür. Meşrutiyet’ten sonra eğitime, gözlem yapma ve karşılaştırma gibi yeni teknikler girse de, eğitimde felsefî bir anlayış olmadığı için zayıf nesiller yetişmeye devam etmiştir. Baltacıoğlu bu eski eğitim anlayışını şu sözleri ile eleştirir:“Eski pedagojinin en büyük hatası terbiyeyi statik, değişmez bir mevzû gibi telâkki etmesi, terbiye için bütün zaman ve mekânlarda tatbîk edilebilir umûmi düsturlar, âlemşümûl kâideler aramasıdır."(Baltacıoğlu, 1930: 7-8)

Eski pedagoji usûllerini köhneleşmiş, geçerliliğini yitirmiş bulan Baltacıoğlu, pek çok yeniliğe imza atar ve bu yeni pedagojinin bilgi ve metotlarından yararlanılmasını ister.

Baltacıoğlu'na göre eğitimle ilgili ortaya atılan akılcı, iradeci ve şahıssal teoriler eğitimin sorunlarını açıklamaya yetmez. J.J. Rousseau'nun ''Çocuğun kendine has ve büyüklerden farklı bir şahsiyetinin ve psikolojik özelliklerinin bulunduğunu ispat eden" teorisinden sonra eski görüşlerden vazgeçilmiştir (Baltacıoğlu, 1942a: 94).

Dünyaya yeni gelmiş bir insanın yeteneklerinin gelişmiş olmasından bahsedilmesi söz konusu değildir. Ancak dünyaya yeni gelen diğer canlılar yeteneklerinin çoğu gelişmiş olarak hayata başlarlar. Eğitim bu noktada devreye girer ve dünyaya geldiği zaman çaresiz bir halde olan insanın hayata hazırlanabilmesini ve yeteneklerini geliştirebilmesini sağlar.

Baltacıoğlu’na göre entelektüellerimiz arasında dahi eğitimi “okuma-yazma”dan ibâret görenler vardır. Ülkemizin eğitim hususundaki en önemli sorununu okullar değil, mevcut okullarda verilen eğitim-öğretimin yetersizliği olarak görür. Aslında eğitimin esas hedefine ulaşması için kullanılması gereken bir araç olan okuma-yazmanın, eğitim- öğretimde hedef gibi algılanması bu sorunu doğurur. İşte bu yüzden eğitimin verimli olabilmesi ve eğitim sisteminin düzenlenebilmesi için ilk önce, eğitim algısının değişmesi gerektiğini düşünür. Baltacıoğlu, bilimi de eğitimin bir parçası olarak işaret eder. O, okullarda uygulanan eğitim programlarının genç beyinleri okur-yazar yapmaktan ve bazı bilgilerle doldurmaktan öteye gidemediğini ifade eder. Eğitimin

okulda verilenlerden ibaret olduğu gibi yanlış bir algının toplumda yer ettiğini düşünen Baltacıoğlu gerçek eğitim alanının aslında; aile, çevre ve hayat olduğunu düşünür. Çünkü anlatma ve öğretme işi, tecrübelerin bir şuurdan diğerine aktarılmasıdır (Baltacıoğlu, 1935a: 5).

Bergson ve Rousseau Baltacıoğlu’nun eğitim felsefesinde özellikle etkili olan isimlerdir. Rousseau’nun Emile adlı romanı onun eğitimde uygulama fikrine önem vermesini sağlamıştır ve Baltacıoğlu uygulamalı eğitimin savunucusu olmuştur.

Rousseau, eğitim alanında yapılan çalışmaların başarısızlığını çocukların yeterince anlaşılamamış olmasına bağlamaktadır. Çocukluk çağının eğitim için en önemli dönemlerden birisi olduğunu söyleyen Rousseau; bu çağın, çocuğun yeteneklerinin henüz gelişmediği, sosyalleşmesinin tamamlanmadığı bir dönem olduğuna dikkat çeker. Bu sebeple Rousseau eğitime temelden başlanması gerektiğini söylemekte ve bu temelinde çocuk olduğunu; çocukluk çağı olduğunu ifade etmektedir. Çocukların da kendine özgü bir psikolojilerinin olduğunu düşünen Rousseau; onların yetenekleri gelişmiş insanların küçük modelleri gibi görülmemesi gerektiğini söylemektedir. Rousseau’nun eğitim felsefesi beş madde etrafında şekillenir. Baltacıoğlu, bu beş maddeyi J. J. Rousseau’nun “Terbiye Felsefesi” adlı kitabını tercüme ederken şu şekilde açıklamıştır (Baltacıoğlu, 1925: 87-90).

1) Hürriyet Prensibi. Çocuklar tabiatları gereği öğrenmeye açıktırlar, bu

yüzden oyun oynamaya teşvik edilmelidirler. Çocuklara bilgi yüklemesi yapmak yerine, onlar doğal ortam içerisinde özgür bırakılmalıdırlar.

2) Zorunluluk prensibi. Tabiat içerisinde yaşayan çocuk, hayatın zorlukları ve

zorunlulukları ile karşı karşıya kalacaktır. Doğal ortamda özgürce yaşam, çocuğu hem güzelliklere hem de acılara alıştıracaktır. Bu durum zorunluluk prensibini oluşturur.

3) Tedriç prensibi. Çocuğa yapılan muamele onun gelişimine uygun olmalıdır,

ona karşı bir yetişkin gibi davranılmamalıdır. Yetişme sürecinin basamakları içerisinde çocuğun davranışlarında değişiklikler meydana gelecektir. Eğer çocuk, doğal gelişimine göre muamele görmezse zayıf bir şahsiyet olur.

4) Muvazene prensibi. Bir çocuğun kuvveti ihtiyacına göre yüksek olursa o

çocuk güçlü olur, düşük olur ise de aciz olur. Kuvvet ve ihtiyaç arasında denge olmalıdır.

5) Menfî Terbiye prensibi. Çocuk tabiata yakın olursa, sosyal hayata ve toplum

ahlâkına da hazırlanmış olur.

Rousseau’nun Emile’sinin öğretmeni insan değil, içinde yaşadığı tabiattır (Baltacıoğlu, 1925: 103).

Baltacıoğlu Rousseau’nun bu eğitim prensiplerinden etkilenmiş ve kendisi de eğitime dair beş prensip belirlemiştir. Çocuğun tabiat içerisinde eğitim almasını sağlayacak açık hava okullarının açılmasını ve kendisinin de tedrîsâtından geçtiği ezberci eğitimden, uygulamalı eğitime geçilmesini istemiştir. Baltacıoğlu’nun bu düşünceleri, 17 Nisan 1940 tarihinde ilkokul öğretmeni yetiştirmek üzere, köy enstitülerinin hayata geçirilmesini sağlamıştır.

Baltacıoğlu’na göre eğitimin amacı toplumun ihtiyaç duyduğu girişken, aktif, çalışkan ve sosyal insanın oluşabilmesi için, bireyi topluma uyumlu hale getirebilmektir. Toplumların yaşamını etkileyen din, ahlâk ve dil gibi değerler terbiye kavramının müktesebatını da değiştirmektedir. Her toplumun kendine göre bir terbiye anlayışı vardır. Fakat aynı zamanda her toplumun kendi içinde, bu anlayış çevresinde şekillenen bir birlikteliği, tutuculuğu da söz konusudur. Toplumsal yaşamın sağlıklı şekilde devamlılığının sağlanabilmesi için; toplumların kendi içindeki bu birlikteliğe ihtiyaç olduğu gibi, toplumlar arası farklılıklara da ihtiyaç vardır. Baltacıoğlu’na göre eğitimde farklılık göstermeyen husus, eğitimin bahsi ve ilkeleridir. Eğitim metodunun değişkenlik gösterebileceği gibi değişebileceğini de ifade eden Baltacıoğlu, süreklilik arz eden eğitimin zamanla ve yerle kısıtlanamayacağını düşünmektedir. Dönem dönem farklılıklar ve eksiklikler gösterse de tarihin her safhâsında eğitimden bahsetmek mümkündür. Öte yandan, eğitim bilimi ise, bilinçli bir oluşum gösterdiği için düşünce tarihin her döneminde var olduğu söylenemez.

Eğitimin amacını adam yetiştirmek olarak gören eski pedagoji bir takım ahlâkî kavramlarla ilgilenmeyi amaç edinmiştir. Baltacıoğlu, gerçek eğitim için bu soyut kavramları amaç kabul etmez aksine, somut davranışlarında ahlâkî şahsiyeti kazanmış bireyler yetiştirmeyi amaç olarak görür.

Baltacıoğlu’na göre, toplum hayatına yönelik eğitimin iki gâyesi bulunmaktadır. Bu gâyelerden ilki genel (umumî) yön, bireyde kültürel ve ahlâki şahsiyeti oluşturmak,

ikinci yön yani özel (hususî) yön ise; icrâ edeceği mesleğin şahsiyetini kazanmış birey yetiştirmektir.

Baltacıoğlu, bu görüşleri doğrultusunda oluşturulacak eğitim sistemini, demokrasiye hizmet edebilecek en iyi sistem olarak görür. Onun bu görüşleri hâlâ geçerliliğini korumaktadır ve günümüz eğitim sistemi için de değerlendirilmesi mümkündür (Celkan, 2003: 128).